Yazılarım(muhabbet Bağının Gülleri) Şiir ...

Nihat Malkoç
1599

ŞİİR


30

TAKİPÇİ

GÖNLÜMÜN DUYGU MİMARLARI
M.NİHAT MALKOÇ

Her insanın sevdiği,kendine yakın bulduğu ve benimsediği şâir ve yazarlar vardır.Onların fikirleri,üslûpları ve bakış açıları model olur sevenlerine…Daha sıcak buluruz bu kalemleri kendimize ….Tercih sebebimiz olur ruh dünyalarındaki çalkantılar,gel-gitler….Yazarken tesirleri altında kalırız farkında olmadan…Kâğıda döktüklerimiz her ne kadar orijinal olsa da onların üslûbundan izler taşır.
Sanatta etkilenme kaçınılmazdır.Hangimiz güzel bir şiir okuyup da ondan etkilenmeyiz ki? ...Tesiri altında kaldığımız eserler bilinçaltına yerleşir.Duygularımız kabarınca da ona benzer bir şeyler yazmaya kalkışırız.Ama o sadece ilham kaynağımız olur.Körü körüne taklit etmeyiz onları.Hareket noktası olur eserleri bizim için…Taklitle hiçbir yere varılamaz zaten.Taklit eser her ne kadar güzel görünse de orijinalinin yanında sönük kalır.Onun için sanatta etkilenmeye hoş bakabiliriz ama taklide asla! ...
Beni de etkileyen,sarsan,ruhumu harekete geçiren şâir ve yazarlar da vardır şüphesiz…Onları okuyunca bambaşka bir atmosfere girer ruhum…Heyecanlanırım…Kalbimin atışları hızlanır…”Hah işte sanat bu,söz böyle söylenir.Sanki içimden geçenleri okuyup ebedîleştirmiş…vs.” derim.Bu kalemlerin sayısı iki elin parmakları sayısıncadır ancak.
Gönlümün duygu mimarlarının başında Yunus Emre,Fuzuli, Şeyh Galip,Yahya Kemal Beyatlı, Necip Fazıl Kısakürek, Mehmet Akif Ersoy, Arif Nihat Asya, Ahmet Hamdi Tanpınar, Faruk Nafiz Çamlıbel, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu gelmektedir.Bu zirve şahsiyetlerin tesiri altında kalışımın sebeplerini ve boyutlarını zikredeyim dilerseniz…

Tamamını Oku
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 10.07.2007 - 01:34

    KÖPRÜBAŞI’NIN BÜYÜK DEĞERLERİNDEN HAFIZ CEMAL UZUN

    M.NİHAT MALKOÇ


    İnsanlar bu dünyanın neyine aldanırlar da hiç ölmeyecekmiş gibi gece gündüz para ve mal yığarlar. Tamam, “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için çalışın” hadisini biliriz. Fakat onun devamı niteliğindeki “Yarın ölecekmiş gibi de ahiret için çalışın” hadisini de aklımızdan çıkarmayız. Ölümle kalımın istim üstünde olduğu bu âlemde insanların mal, para ve evlatlarıyla övünüp böbürlenmelerine hiçbir mana veremiyorum. Her gün yüzlerce insan hicret ediyor. Nereye mi? Nereye olacak; beka yurduna! ...Etrafımıza hiç mi bakmıyoruz? Nice insanlar geçip gitti bu zeminden… Bizler baki mi kalacağız?

    Hacısı, hocası, zengini fakiri, akıllısı, ahmağı günü gelince bir parçacık kefene sarılıp gidiyor. Giden dönmüyor. Kimsenin yanında bir şey götürdüğü de yok. İyi amellerin dışında her şeyi burada bırakıyoruz. E öyleyse nedir bu dünya telaşımız, doyumsuzluğumuz, tamahkârlığımız? ...İşte Köprübaşı’nın en büyük manevi dinamiklerinden Hacı Hafız Cemal Uzun da aramızdan ayrıldı. Fena yurdundan beka yurduna gitmek üzere uzun yolculuğa çıktı. Allah ona bu uzun yolculuğunda amellerini yoldaş eylesin. Yolu nurlarla döşensin.

    Trabzon’un Köprübaşı ilçesinin tanınmış hocalarından Hafız Cemal Uzun’u 08 Temmuz 2007 tarihinde kaybettik. Köprübaşı halkı tarafından çok sevilen, değer verilen, saygı duyulan ve ilmine güvenilen muhterem bir hocaydı o…Hoca çok uzun ve bereketli bir ömür yaşadı. O, bir asırlık görkemli bir çınardı. Yaşı yüzü aşmıştı bu değerli büyüğümüzün.

    Hafız Cemal Hoca’yı yakinen tanır, muhabbetinden istifade ederdim. Kendisi annemle akrabaydılar. Annemin büyük ninesiyle onun büyük ninesi kardeşmiş herhalde. Onun için anneme ve bana çok değer verirdi. Soyadlarımız aynı olmasa da sürekli akraba olduğumuzu hatırlatırdı. Bir zaman elinde bir deste parayla evimize geldiğini dün gibi hatırlarım. Paraları anneme uzatarak şöyle demişti: “Senin anneannenle benimki çok yakın akrabaydılar. Sizin hakkınız var bizim topraklarda. Anneannen hakkını almamış bizden. Bu parayı da onun için size getirdim. Bu parayı al da helalleşelim.” Annem parayı almamakta ne kadar ısrar ettiyse, o da vermekte o kadar ısrar etti. Sonuçta annem paranın yarısını almak zorunda kaldı. Bu devirde böyle bir şey gördünüz mü hiç? Adam elinde parayla gelecek sizin aklınızın ucunda bile olmayan miras hakkınızı size hatırlatıp ödeyecek, hatta ısrar edecek. İşte böyle bir insandı muhterem Hafız Cemal Hocaefendi! ...Nurlar içinde yatsın… Mekânı cennet olsun.

    Kendisi cinlerle yakın ilişkileri olan, onlarla diyalog kuran farklı, esrarengiz bir insandı. Cinlere istediğini yaptırma kuvvetine ve kudretine sahipti. Manevi hastalıklarda kendisine başvurulurdu. Nefesi etkili bir insandı. Nice ruh hastaları onun vasıtasıyla şifa bulmuştur. Şifa bulan hastaların ettiği dualar muhtemelen onun sevap hanesini doldurmuştur.

    Yakın zaman evvel aramızdan ayrılan Hafız Cemal Efendi, kendini insanların hayrına adamıştı. Onun kapısına gelip de eli boş dönen olmazdı. Nice insan onun sayesinde psikolojik bunalımların, boşanmaların, kavgaların ve geçimsizliklerin eşiğinden dönmüştür. Onun yazdığı muskalar, insanları uçurumun eşiğinden geri döndürmüştür. Buna modern tıpçılar ne der bilmem ama bu muskalardan fayda görmeyen insan sayısı azdır. Bu belki telkin ve inanç meselesidir. Fakat bir hakikat var ki bunlar pek çok kişiye şifa kaynağı olmuştur.

    Bazı hocalar vardır ki ellerindeki cinleri insanların şerri için kullanırlar. Onlar eşlerin ve insanların arasını bozmak için muska da yazarlar. Fakat merhum Cemal Hoca, bu insanlardan değildi. Müminin cemali Hakk’ı hatırlatır. Onun yüzüne bakan da Allah’ı hatırlardı. Muska yazma ilmini hiçbir zaman başkalarının kötülüğü için kullanmamıştır. Kendisine bu hususta teklifler gelmiştir muhakkak, hatta yüklü miktarlarda paralar verilmek istenmiştir, lakin bu konuda ikna edilememiştir. Çünkü o insanların hayrına ve iyiliğine çalışan bir hocaydı. Öteki dünyada büyük hesabın görüleceğini en iyi bilenlerden ve o doğrultuda hayatını tanzim edenlerden biriydi. Ölüme hazırlıklı yaşamanın lüzumuna inanırdı.

    O mütedeyyin bir insandı. Kur’an-ı Kerim elinden inmezdi. Gece gün demeden küçücük odasında Kur’an tilavet ederdi. Odası insanlarla dolup taşardı. Misafirinin olmadığı zamanlar pek azdı. Onu sadece Köprübaşılılar, Sürmeneliler, Trabzonlular tanımazdı. Namını duyan pek çok insan, mesafeleri engel olarak görmez, yurdun en ücra köşesinden kalkıp yanına gelirdi. Onun tesirli nefesinden ve manevi ilminden istifade ederlerdi. Cinlerle insanlar arasında bir çeşit köprü vazifesi görürdü. İnsanların, kötü cinlerin şerrinden korunması için iyi cinleri vasıta kılardı. Cinlerin dilini ve halini bilirdi. Pek çok cine sahipti. Onlar onun bir çeşit hizmetkârıydı. Bunu kendisi de bizzat ifade ederdi, fakat ayrıntılara girmekten sakınırdı.

    Çok saygın bir insandı Cemal Hoca… Hayır işerini çok severdi. Sıhhatli olduğu yıllarda köyün sularını o, gönüllü olarak tamir ederdi, hiçbir ücret almazdı. Hayrettin adında özürlü bir oğlu vardı. Hayrettin’in gözleri görmezdi. Fakat Allah’ın hikmetidir ki pek çok şeyi bir çırpıda bilirdi. Kocakarı aylarını, Ramazana, Kurbana ne kadar kaldığını, miladi gün ve ayları anında söylerdi. Çok ustaca maniler koşardı. Sürekli yük taşırdı dağlardan. Fakat Hakk’ı zikretmekten hiçbir zaman geri durmazdı. Sefil olmasına rağmen halk tarafından çok sevilirdi. Hafız Cemal Hoca, uzun yıllar bu özürlü oğluyla ve muhterem eşiyle yaşadı. Eşi bundan birkaç yıl evvel ölmüştü. Hoca, son senelerini yalnız başına yaşadı. Yaşı yüzü devirmişti. Fakat dinçti, hafızası yerindeydi. Yataklara düşmeden, kimseye muhtaç olmadan yaşadı, öylece öldü. Son nefsine kadar ibadetlerini büyük bir huşu ve huzur içerisinde yerine getirdi. O, şimdi çok sevdiği ve onun için gece gün taat içerisinde yaşadığı Rabbine kavuştu.

    Hafız Cemal’in aramızdan ayrılması bizleri, bütün Köprübaşılıları çok üzdü. Sanki babamızı kaybetmiş gibi mahzun olduk. Şimdi manevi marazlarda kimin kapısına dayanacak Köprübaşı insanı? Onun boşluğu öyle kolayca dolacak gibi değil. Çünkü manevi ilimlerde kendisinden el alan bir varisi yoktu. Bütün bilgilerini ve sırlarını beraberinde götürdü, toprağa gömdü. Köprübaşı büyük bir âlimini, dost yüzlüsünü, merhamet abidesini kaybetti. Cenazesindeki kalabalık onun ne kadar sevildiğinin işaretiydi. Allah rahmet eylesin

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 09.07.2007 - 16:34

    ATEŞ ÇİÇEKLERİ YAHUT MORGDA SON BULAN HAYATLAR

    M.NİHAT MALKOÇ


    Gençlik en büyük sermayemizdir. Bu sermayeyi iyi kullanmak gerekir. Hiçbir servet sonsuz değildir. Gençliği de verimli kullanmalı, hayırlı hizmetlere yönlendirmeliyiz. Türkiye diğer ülkelere nazaran, genç nüfusu fazla olan bir ülkedir. Bu bizim için büyük bir avantajdır. Fakat gençleri elde avuçta tutmak hiç de kolay değildir. Eğer gençliği yüksek ülkülerle şuurlandırabilirsek geleceğimiz aydınlık olur. Fakat gençlik başıboşluğa itilirse bunun ağır bedeli, millet olarak belimizi büker. Bu kurşundan yükün altından kolay kolay kalkamayız.

    Genç olalım, yaşlı olalım, erkek olalım, kadın olalım, ne olursak olalım; varlığımızın ve dünyaya gelişimizin nedenini sorgulamalıyız. Fert olarak yemek, içmek ve keyif çatmak için yaşamadığımızı bilmeliyiz. İnsan bu kadar basit bir yaşam tarzını sürdürmek için dünyaya gönderilmiş olamaz. Demek ki varlığımızın özünde ulvi gayeler vardır. Bunu böyle bilmeli ve öncelikle kendimizden başlamak üzere, özellikle gençliğe yeni baştan çekidüzen vermeliyiz.

    Gençlerin ruhları yüksek ideallerle nurlandırılmalıdır. Bu nur onların yolunu aydınlatmalıdır. Bizi diğer canlılardan ayıran, üstün kılan özelliklerimiz vardır. Onları gözümüzün önünden geçirip ona göre yaşamalıyız. Gençlik, duygularına esir edilmemelidir. Zira o yaşlardaki duyguların ne kadar isabetsiz ve tutarsız olduğu o dönemleri yaşamış, görmüş geçirmiş herkesin malumudur. Demek ki ebeveynler bu yaşlardaki çocukların elinden tutmalıdır. Ancak böylelikle hakikate varabiliriz. Gençlerde bedensel gelişim ile duygusal gelişim orantılı olmalıdır. Bu denge sağlanamazsa davranış bozuklukları ve tutarsızlıklar kendini gösterir. Bu durumun kişilik çatışmalarına kadar varabileceği unutulmamalıdır.

    Çocukların davranışlarını şekillendiren unsurların başında çevre ve kitle iletişim araçları gelir. Çocuğun sosyal çevresini kendisinin tayin etmesine izin versek de bu konuda takipçi olmalıyız. Her şeyi kendi eline verip gerisini Allah'a bırakmamalıyız. Çocukların kendi arkadaşlarını kendilerinin seçmesi doğal olsa da, o yaştaki çocukların zararlı arkadaş grupları içerisinde kaybolup gitmeleri de muhtemeldir. Takipçilik çocuğun hayatına müdahale, kısıtlama değil, onun hayatını kontrol altında tutmaktır. Çocuğunu evden okula gönderdiğini sananların ve onu kendi hâline bırakanların birçoğu daha sonra yanıldıklarını anlamışlardır. Çünkü belli bir zaman sonra aileler, soluğu ya bir hastanede ya da bir polis karakolunda almışlardır. Bu da testinin kırıldığı noktadır. Demek ki testi kırılmadan yapılması gerekenler ihmal edilmemelidir. Bu hususta Nasrettin Hoca'yı örnek almalıyız!

    Gençliğin önündeki en önemli tehlikelerden birisi de televizyondur. Televizyon bıçak gibidir. Bıçak cerrahın elinde hayat kurtardığı gibi, katlin elinde de hayat söndürür. Televizyon seyretmenin dozajını ayarlayabilirsek, şiddet ve nefret içeren yayınlardan uzak durup eğitici yayınlar seyredersek korkulacak bir durum söz konusu olmaz. Bunu aileler denetim altında tutmalıdır. Yarınlarımızın teminatı gençler cinsel içerikli filmlerden uzak tutulmalıdır. Gelecekte yaşanması muhtemel sapıklıkların tohumları televizyonlar tarafından ekilmektedir. Televizyon gençlerin karakterinin şekillenmesinde bazen ailelerden daha etkili olmaktadır. Henüz kişiliğinin gelişme safhasında olan gençler, televizyonlarda seyrettikleri kişilerin giyim tarzlarını, yaşama biçimlerini, dünya görüşlerini kendilerine model almaktadırlar. Son yıllarda televizyonların, gençleri avlamak ve kendi dümen sularında gitmelerini sağlamak için yapmadıkları rezillik kalmamıştır.

    Kısa yoldan zengin olmak isteyen gençler, televizyonların gönüllü kobayı olmuşlardır. Bazıları bir yerlere gelip kendilerini su yüzeyine atsa da, kısa zamanda gelen şöhretin ağırlığını taşımakta zorlanmışlardır. Sosyetenin mezesi olan bu gençler, kısa zamanda hayatlarında köklü değişiklikler yapmışlardır. Kimisi kulağına küpe takarak, kimisi dört bir yanı yırtık blue-jeanslar giyerek bu cilalı, sahte hayatın müdavimleri olmuşlardır. Bu sonradan görmeler, daha sonra içkiyi su niyetine içmeye başlamışlar, bununla da yetinmeyip keyif verici maddelere başlamışlardır. Çoğunun hayatları bir morgda son bulmuştur.

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 08.07.2007 - 13:30

    KAPANIŞ MUHTEŞEM OLDU

    M.NİHAT MALKOÇ

    Trabzon, ülkemizin en hareketli şehirlerinden birisidir. Burada hayat hep canlıdır. İnsanlar hamsi gibi hep hareketlidir. Sabahın ilk ışıklarıyla başlayan hayat, gece vaktine kadar devam eder. Burada yaşayan insanlar, durağanlığı hiç sevmez. Böyle bir şehirde insanları kültür, sanat ve spora yönlendirmek gerekir. Şayet böyle yaparsanız, gençler boş zamanlarını yıkıcı faaliyetlerle geçirmezler. 1. Karadeniz Oyunları’nın Trabzon’a alınması bu açıdan çok mühimdi. Gençler bir hafta boyunca sporun dostluk, barış ve kardeşlik olduğunu öğrendiler.

    Trabzon’da bir hafta boyunca bayram ve karnaval havası yaşatan 1. Karadeniz Spor Oyunları sona erdi. 2 Temmuz’da Hüseyin Avni Aker Stadı’nda düzenlenen törenle resmi açılışı yapılan 1. Karadeniz Oyunları’na, Türkiye’nin evsahipliğinde Rusya, Ukrayna, Yunanistan, Romanya, Azerbaycan, Gürcistan, Moldova, Ermenistan, Bulgaristan ve Arnavutluk katıldı. Atletizm, okçuluk, cimnastik, yüzme, tekvando, güreş, futbol, basketbol ve voleybol branşlarındaki müsabakalar, başta Trabzon olmak üzere, Rize ve Giresun’da yapıldı. Yalnızca Türk sporcuların katıldığı bedensel engelliler atletizm, yüzme ve okçuluk müsabakalarının yanı sıra, Artvin’in Hopa ilçesinde başlayan ve Samsun’da tamamlanan beş etaplı bisiklet yarışı düzenlendi. Görüldüğü üzere sporun her dalı vardı oyunlarda.

    Sporda kazanan da kaybeden de olacaktır. Kazananlar sevinecek, kaybedenler üzülecektir. Bu oyunlarda da öyle oldu. Kazananlar sevinirken kaybedenler üzüldü. Kazananlar moral tazelerken kaybedenler hatalarından ders aldı. 1. Karadeniz Oyunları Türkiye açısından çok verimli ve başarılı geçti. Ülkemiz pek çok dalda altın, gümüş ve bronz madalya sahibi oldu. Beş gün süren müsabakalarda Türkiye, 43 madalyayı atletizm dalında aldı. Türk sporcular, yüzmede 20, güreşte 22, tekvandoda 15, okçulukta 10 ve cimnastikte de 5 madalya elde ettiler. Bireysel sporlardaki başarısını takım sporlarında da gösteren Türkiye, voleybolda 1., futbolda 2., basketbolda da 3. olarak madalya kazanmış oldu. Oyunlarda 37 altın, 40 gümüş, 41 bronz olmak üzere toplam 118 madalya kazanan Türkiye, 11 ülke içinde klasmanda ikinci sırada yer aldı. Fakat futbolda penaltılarla kaybedilen birincilik bizi üzdü.

    1.Karadeniz Oyunları’na Rusya ağırlığını koydu. Ruslar sporun her dalında başarılı, disiplinli ve gayretli olduklarını bir kez daha gösterdiler. Rusya 86 altın, 57 gümüş ve 31 bronz olmak üzere toplam 174 madalyayla birinci olurken, Ukrayna 21 altın, 23 gümüş ve 12 bronz olmak üzere toplam 56 madalya ile 3. sırada yer buldu.

    Türkiye’nin evsahipliğinde 11 ülkenin katılımıyla gerçekleştirilen 1. Karadeniz Oyunları, 07 Temmuz’da düzenlenen kapanış töreniyle sona erdi. Trabzon Hüseyin Avni Aker Stadı’nda, Türkiye ile Rusya futbol takımları arasında oynanan maçın ardından yapılan kapanış töreninde, katılımcı ülke sporcuları geçiş yaptı. İstiklal Marşı’nın okunmasının ardından Trabzon Belediye Başkanı Volkan Canalioğlu, Gençlik ve Spor Genel Müdürü Mehmet Atalay ile 1. Karadeniz Oyunları Organizasyon Komitesi Başkanı Yunus Akgül birlikte, 2010 yılında 2. Karadeniz Oyunlarına evsahipliği yapacak Romanya’nın Uluslararası Spor Ajansı Başkanı Emanuel Fontenau’ya Karadeniz Oyunları Bayrağı’nı verdi.

    Karadeniz Oyunları’nın açılış törenleri hazıfalarımıza kazınmıştı, kapanış törenleri de öyle oldu. Kapanış töreninde Trabzon Kolbastı ekibinin, yöreye özgü bir oyun olan kolbastı gösterisinin ardından, havai fişek gösterileri eşliğinde oyunlar ateşi söndürüldü. Trabzon Belediye Başkanı Volkan Canalioğlu, Gençlik ve Spor Genel Müdürü Mehmet Atalay’a teşekkür plaketi verdi. Tören, Trabzonlu sanatçı Volkan Konak’ın sevilen şarkılarını seslendirdiği konserle sona erdi. Kapanış törenini, Bayındırlık ve İskân Bakanı Faruk Nafiz Özak, Gençlik ve Spor Genel Müdürü Mehmet Atalay ve Trabzon Belediye Başkanı Volkan Canalioğlu ile çok sayıda vatandaş izledi. Şölen havasında başlayan oyunlar, yine büyük bir coşku ve eğlenceyle bitti. Şimdi şehir eski olağan havasına döndü. Bize bu güzellikleri yaşatan başta Mehmet Atalay olmak üzere, tüm yetkililere teşekkür ediyoruz.

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 06.07.2007 - 21:06

    GAZETECİLERİN DUAYENİ: TURAN TUĞLU

    M.NİHAT MALKOÇ

    Zor meslektir gazetecilik… Zorluğu içinde saklıdır. Eğer dürüst olursanız, hatır minnet üzere yazmazsanız başınız sıkıntıdan kurtulmayabilir. Fakat vicdanınızı paspas yerine koyup zamana ve zemine göre güçlünün yanında yer alırsanız hem risklerden uzak yaşarsınız, hem de kısa zamanda köşeyi dönersiniz. Fakat bu yaptığınız gazetecilik değil, ısmarlama haber servisçiliği olur. Gün gelir vicdanınızın sesi kulaklarınızı iyice rahatsız eder. Aynalara bakmaktan utanırsınız. Kişiliğiniz göğüs kafesinizden uçup gider.

    Gazetecilik, gerçekleri eğip bükmeden, olduğu gibi okuyucuya sunmaktır. Faturası ve bedeli ne olursa olsun gazeteciliği onuru için yapanlar böyle davranırlar. Yarım asrı aşkın bir zamandan beri Anadolu’nun küçük bir ilinde, Gümüşhane’de gazetecilik yapan Turan Tuğlu Ağabey bu mesleğin duayenlerinden biridir. Gençliğinden bugüne kadar binlerce köşe yazısına ve habere imzasını atmıştır. Fakat hiçbir zaman gazetecilik onurundan ödün vermemiştir. Doğru bildiklerini yazmaktan sakınmamıştır. Muhakkak o da değişik, ısmarlama haber ve yorum yazma tekliflerine muhatap olmuştur. Fakat hiçbir şüphe ve şaibeye meydan vermeden gazetecilik yapmıştır. Şayet ısmarlama haber ve yazı yazsaydı bugün çok daha farklı yerlerde olurdu. Oysa o, küçük bir büroda Kuşakkaya gazetesi aracılığıyla Gümüşhanelilere doğru haber ve isabetli yorumlar sunuyor; bunun mücadelesini veriyor. Onun gazeteciliğe dair görüşlerini bir yazısından iktibas etmek istiyorum. Bu görüşler gazeteciliğe heveslenenlere veya bu işin içinde olanlara yol gösterecek değerdedir. Genç gazetecilerin bu düşünceleri yabana atmaması, kılavuz edinmesi gerekir:

    “Yazılısıyla, görüntülüsüyle bir meslek gazetecilik… Temel, amaç, her konuda halkı bilgilendirmek, bilinçlendirmek, kamuoyu oluşmasına katkıda bulunmak… Yanlış yapanları olmaz mı gazetecilerin? Zarar verenleri olmaz mı? Olur elbette. Hangi meslekte olmuyor ki. Gazeteciler de bu toplumun bireyleri, gökten zembille inmiyorlar. Birçok meslekte olduğu gibi, gazetecilik mesleği de özveri isteyen bir meslektir.

    Gazeteci korkuyla, tehlikeyle, ölümle, tehditle iç içe yaşar. Savaşta, toplumsal çatışmalarda, yangında, sel felaketinde, depremde, savaşanlarla birlikte, çatışanlarla birlikte, doğal afetlerle mücadele verenlerle birlikte çoğu kez ön saflarda hep gazeteciler vardır. Gazeteciler hep felaket haberi sunmazlar. Güzellikleri de, kalemleriyle, fırçalarıyla, fotoğraf makineleriyle, kameralarıyla görüntülerler.

    Gördüklerini, düşündüklerini, araştırdıklarını, tespit edebildiklerini yansıtır gazeteci. Gazetecilerin gördükleri, araştırdıkları düşündükleri, tespit edebildikleri kimilerinin hoşuna gitmeyebilir, kimilerinin zararına olabilir. Bu kimilerinin içinde Başbakanlar da, bakanlar da milletvekilleri de, bürokratlar da, işadamları da, politikacılar da, sıradan vatandaşlar da olabilir. Gazeteci için fark etmez. Gazeteci doğruluğuna inandıklarını yapar. Doğru olmayanları yapan gazeteciler varsa, onları da yine kendi içinde ayıklar. Onlar da boy verir toplumsal aynalarda. Vatandaş onu da görür, ötekini de. Daha çok yarası olanlar gocunur gazetecilerden. Gazeteciler, korkulan ya da öfke duyulan insanlar değildir. Ama gazetecilik şirinlik mesleği de değildir. Herkes, gazetecilik konusunda da başka konularda da ölçülü, mantıklı, hoşgörülü olmalıdır.” (Kuşakkaya Gazetesi, (Gümüşhane) , Sayı: 2246)

    Turan Tuğlu Bey, gazetecilik mesleğini uzun yıllardan beri sürdürüyor. Bugüne kadar kendi menfaatlerini düşünmedi hiç, ülke menfaatleri doğrultusunda yazdı hep... Milletin değerlerine saygılı oldu, fakat evrensel değerleri de göz ardı etmedi. Aydın Doğan’ın arkadaşı ve hemşehrisi olmasına rağmen, gazetecilikte onunla aynı yolda yürümedi. Kendi çizdiği yolda, yerel imkânlarla yürüdü. Haftalık olan gazetesini günlüğe döndürdü. Bazı çevreler bunun uzun soluklu devam edemeyeceğini düşünse de o, bunu da başardı. Zor şartlar altında güzelliklere imza attı. Her zaman ağırbaşlı olmayı tercih etti; tevazuu elden bırakmadı. Onun gibi bir bilge adamı tanıdığım ve sohbetinde bulunduğum için kendimi şanslı görüyorum.

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 05.07.2007 - 02:46

    ŞÖHRETİN SAHTE BÜYÜSÜ

    M.NİHAT MALKOÇ


    Barış öldü! ...Şöhretin büyülü dünyasında geceyle gündüzü ayırt etmekten aciz kalan insanlar! ... Bu ölüm size de bir şeyler fısıldıyor. Dünya; hayatın doyasıya yaşandığı, arzuların ayyuka çıktığı, sorumsuzlukların zirveye tırmandığı başıboşluk diyarı değildir. Dünya bir imtihan sahasıdır. Herkes gelir, dünya denen imtihan salonunda soruları alır, ömür denen zaman çerçevesinde çözer, önceden tayin edilen kurallara göre yaşar ve arkasında iyi bir nam bırakarak asıl yurduna göçer. Barış Akarsu da bu dünyaya öylece geldi. Kısa ömründe her kula verilen kulluk sorumluluğu onun sırtına da yüklendi. O da kendince yaşadı ve yakın zaman evvel aramızdan ayrıldı. Arkasında yaşlı gözler ve buruk yürekler bıraktı.

    Barış öldü! ... Barış aslında hiç yaşamadı ki! .... Çünkü o kendi hayatını değil, kendine reva görülen, bizlere ve kendisine yabancı bir hayatı yaşadı. Bu hayat elbisesi o doğmadan evvel kendisine veya onun gibilere, bizi bizden koparmak isteyenler tarafından biçilmişti. Türk kültürünü ve inancını hazmedemeyenler, sesinden ve fiziki güzelliğinden yararlanıp ona hiç de güzel olmayan suni bir hayatı uygun görmüşlerdi. Eline bir gitar verip yeni nesli, fikir dağarcığı bomboş olan gençliği onun arkasına takıp bilinmez yollara sürüklemişlerdi. Bu gençlik; geleneklerinden, göreneklerinden, toplumsal değerlerinden koparılmış, Batının çizdiği sınırlar içerisinde yaşamaya mecbur edilmiş kayıp bir nesildir.

    Barış öldü! ...Barış’ı aslında hiç yaşatmadık; kendince yaşamasına, ruhunu dinlemesine, kararlarını mantık süzgecinden geçirip tatbik etmesine müsaade etmedik. Ona bir rota çizdik, ‘böyle yaşayacaksın’ dedik. Bu rotaya uydukça onu yücelttik. Ona yeni güzergâhlar tayin ettik. Kendi kararlarını kendisine bırakmadık. Türk gençliğini ‘rock’ adlı müzik türüyle kandırıp onun yoluna revan ettik. Genç yaşta sağlıklı kararlar alması zor olan bu körpe dimağları iyice uyuşturduk. Onlara kaldıramayacağı ağırlıkta yükler yükledik.

    Barış öldü! ... Onu Türkiye’nin vitrini yapanlar ve bunun için yarışmalar tertip edenler ne kadar gururlansa azdır! Aslında onlar Barış’ın gerçek katilidirler. Sadece Barış’ın mı? Bu düzenbaz çevreler, nice Barışları şöhret çöplüğünde öldürdüler. Onlara değerlerini yaşama ve yaşatma imkânı vermediler. Ölmek sadece canın bedenden çıkması değildir. Bizi var eden ve olmazsa olmaz değerlerden olan naslardan uzak ve habersiz yaşamak ölmek değil de nedir? Ölümün ispatı için ille de mezara girmek mi gerekir? Nice can taşıyanlar vardır ki gerçekte ölmüşlerdir. Yaşamanın ve insan olmanın delili can taşımak değildir zaten...

    Barış öldü! ...Televizyonda her gece magazin fırtınası estirenler ve her türlü ahlaksızlığı ‘modern ahlak’ olarak gençliğe sunanlar, bu ölümün asıl sorumlusudurlar. Karayollarına, emniyete, kavşaklara yüklenmesin kimse… Suçluyu başka yerde, yanlış adreslerde aramayalım. Barış’ı medya doğurdu, zehirledi ve henüz ömrünün taze baharında öldürdü. Barış öldü, Allah sıradaki Barışlar’ı şer odakların şerrinden korusun. Yine Barışlar üretilecek ve vaktinden evvel bozuk para gibi harcanacak. Onlar bu yoldan köşe dönüyorlar, anaların, babaların gözyaşları onlar için hiçbir şey ifade etmiyor. Bazen çirkin yüzlerini örtmek için timsah gözyaşları döktüklerine bakmayın. Onlar gözyaşı dökme numarası yaparken yeni Barışlar’ın yollarını gözlüyorlar. Onları ancak para, nam ve kan doyurur.

    Barış öldü! ...Medya gençleri zehirlemeye, balondan şöhretler çıkarmaya ve onları emelleri doğrultusunda kullanmaya devam ediyor. Her gün onlarca dizi yayınlanıyor televizyonlarda. Hangi kalalı açarsanız bir diziyle karşılaşıyorsunuz. Gürültü ve şamata müzik diye yutturuluyor. İsyankâr ve ideallerden yoksun bir gençlik ortaya çıkarmak için müziği alet ediyorlar. Televizyonlardaki yarışmalar bunun için araç olarak kullanılıyor. Kısa zamanda şöhret basamaklarını çıkanlar nerede olduklarını, ne yaptıklarını şaşırıyor. Onları buralara getirenler, tabii ki emelleri doğrultusunda kullanıyorlar. Ayakları yere basmıyor genç şöhretlerin… Tabir caizse frene basayım derken gaza basıyorlar. Netice malum! ...

    Barış öldü! ... Fakat zehirlenecek nice Barışlar sırada bekliyor, hepsinin de beyni uyuşturulmuş, gönüllü kobay olmaya hazırlar. Düşünmelerine hiç mi hiç gerek yok, onlar için düşünenler çok… Onlara düşünmek değil, hayal etmek kalıyor. Barış’ın ne günahı vardı? Onu doğal hayattan koparıp ateş kozasına koyup yakanlar kabahatli… Barış, özünden ve doğal ortamından koparılarak şöhret kafesinde tutulanların hayatının nerede ve nasıl biteceğine örnek oldu sadece… Onun imkânları kimde olsa benzer şeyler yapardı. Bu genç kardeşimize ve onun gibi şöhretlere hakikaten üzülüyoruz. Onlardan büyük idealler peşinde koşmalarını, hâl ve hareketleriyle milletine ve gençlere örnek fertler olmalarını beklerdik. Fakat daha evvel belirttiğim gibi koca kafalılar onların doğal seyrinde hareket etmelerine müsaade etmiyor.

    Barış öldü! ...Şimdi bütün televizyonlar onun ölüm haberini veriyor. Herkesin gözü yaşlı… Doğumundan ölümüne kadar olan 28 yıllık kısa hayatını anlatıyorlar. Eski kayıtlar arşivlerden çıkarılıp vizyona giriyor. Herkes yolları ve kavşağı ölüm sebebi olarak görüyor. Oysa bozuk yollardan evvel konuşulacak çok şey var. Eğer bunları konuşmazsak, şöhret üreten ve tüketen çarkları sorgulamazsak nice Barışlar ölecek. Bu ölüm maddi ölüm olmasa da manevi ölüm şeklinde gerçekleşecektir. Yazık değil mi gençlerimize! ...

    Barış öldü! ...Bir gecelik şöhretlerin akıbeti berbat oluyor. Onlara doğal ölümü bile reva görmüyorlar nedense… Ne olur çocuklarımızın hayatın doğallığı içerisinde yaşamalarına engel olmayalım. Onları şöhretin zehirli oklarıyla öldürmeyelim. Yüreklerimiz yangın yeri olmasın. Tuz buz olmasın geleceğe dönük hayallerimiz… Onların da anneleri, babaları var. Onları ağlatmayalım. Üstelik onlar sizin gibi timsah gözyaşları dökmezler. Siz evlat acısının ne olduğunu bilir misiniz? İnsafa gelin beyler insafa! ...Sevgili Barış’a Allah’tan rahmet, yakınlarına, özellikle anne ve babasına sabır diliyorum. Medyaya mı? Onlara ‘el insaf’ diyorum. Bu son olsun bari. Kirli ellerinizi çekin gençliğin üzerinden! ...

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 04.07.2007 - 16:25

    TEZHİP SANATI VE TEZHİP SERGİSİ

    M.NİHAT MALKOÇ


    Geçenlerde Uzunsokak’tan geçerken gözüme Mahmut Goloğlu Kültür Merkezi kapısında asılı bir afiş çarptı. Afişte Tezhip Sergisi’nden bahsediliyor, sanatseverler bu sergiyi gezmeye davet ediliyordu. Acele işim olmasına rağmen tezhip sergisi ilgimi çekti; alelacele merdivenlerden yukarı çıkıp sergiyi gezmeye başladım. Sergi salonuna girerken güleç yüzlü kursiyerler karşıladı beni. Kursiyerlerin tamamı kızlardan oluşuyordu. Bu durum ilgimi çekti ve kurs hocalarına sebebini sordum. Öncelikle Trabzon’da tezhip sanatına erkeklerin ilgi duymadığını söyledi. Bununla beraber tezhip kursunu verecek erkek öğretici de yoktu. Bu sebeplerle pek çok sanat dalı gibi tezhip de kızlarımızın ellerinde yaşama mücadelesi veriyor.

    Bilindiği üzere tezhip geleneksel süsleme sanatlarından biridir. Bu kelime Arapçadan dilimize girmiştir. Kelime anlamı ‘altınlama, yaldızlama’ demektir. Fakat tezhip sadece altın suyuyla değil, boya ile de yapılır. Günümüzde ekseriyetle boyayla yapılmaktadır. Çünkü altınla yapılanlar çok pahalıya mal olmaktadır. Eskiden pahalı el yazması eserler altın yaldızlı olarak tezhip motifleriyle bezeniyordu. Zaten tezhip daha çok yazma kitapların sayfalarını, hat levhalarının kenarlarını süslemede kullanılmıştır. Günümüzde el yazması eserler tarihe karıştığı için tezhip sanatı da ölüm kalım mücadelesi vermektedir.

    Türk kültüründe tezhip sanatı çok eskilere dayanmaktadır. Türkler’de tezhibin geçmişi Uygurlar’a kadar uzanır. İlgili kaynaklardan edindiğimiz bilgilere göre mani dininin Uygurlar arasında yayıldığı 9. yüzyılda tezhip sanatı da görülmeye başlanmıştır. Bu dönemde İslam ülkelerinde de tezhip yaygın bir sanattı. Anadolu’ya Selçuklular’ın getirdiği tezhip, en gelişkin dönemini Osmanlılar zamanında yaşamıştır. Yazma eserler tezhiple hayat bulmuştur.

    Tezhip sanıldığı gibi masraflı bir sanat değildir. Herkes bu sanatla meşgul olabilir. Tezhipte temel malzeme altın ya da boyadır. Tezhip ustalarının verdiği bilgilere göre altın, dövülerek ince bir tabaka haline getirilmiş varak olarak kullanılır. Altın varak su içinde ezilip jelâtinle karıştırılarak belli bir kıvama getirilir. Boya ise genellikle toprak boyalardan seçilirdi. Sonraları sentetik boyalar da kullanılmıştır. Tezhip sanatıyla uğraşanlara ‘müzehhip’ denmektedir. Tezhip sanatçısı bir kâğıdın üstüne çizdiği motifi önce sert bir şimşir ya da çinko altlığın üstüne koyarak çizgileri noktalar halinde iğneyle deler. Sonra bu delikli kâğıdı uygulanacağı zeminin üstüne koyarak delikleri yapışkan bir siyah tozla doldurur. Delikli kâğıt kaldırıldığında motifin uygulanacak zemine çıktığı görülür. Bu motif iyice belirginleştirilip altınla ya da boyayla doldurularak tezhip meydana getirilir.

    Trabzon Halk Eğitim Merkezi Müdürlüğü tarafından açılan tezhip kursuna 20 kursiyer katılmış, bunlardan bir kısmı devam etmiş, bir kısmı da bırakmıştır. Mahmut Goloğlu Kültür Merkezi’nde 10 kursiyerin 150 civarındaki tezhip tablosu sergilenmiştir. Bu eserler ustaların eserlerinden kopya edilerek oluşturulmuştur. Kopya deyince olayı basite almayın. Tezhibin kopyası yeniden oluşturmak kadar zordur. Çünkü o çizgileri ve motifleri boyalarla ve çizgilerle birebir tutturmak son derece zahmetli bir iştir. Bu işle uğraşanların sabırlı olması gerekir. Zira tezhip sanatı aceleciliği asla kabul etmez; el emeği, göz nuru gerektirir.

    Trabzon Halk Eğitim Merkezi sene içerisinde değişik kurslar açarak gençlerin bilgi ve beceri sahibi olmalarını sağlıyor. Bunlar arasında makine ve el nakışı, bilgisayar, muhasebe, ayakkabıcılık, trikotaj, resim-boyama, gümüş telkari, kalorifer ateşçiliği, hayvan yetiştiriciliği, giyim-mefruşat mesleki ve teknik kurslarını; okuma-yazma, avcılık, santral operatörlüğü, bağlama-org-gitar, halk oyunları, satranç, diksiyon, tiyatro, anne-çocuk eğitimi programı, yabancı dil sosyal ve kültürel kurslarını sayabiliriz. Bu kurslara katılmak son derece kolay… İsteyen ve şartları tutan herkes ücretsiz olarak bu kurslardan faydalanabiliyor.

    Tezhip kursu da Trabzon Halk Eğitim Merkezi Müdürlüğü tarafından düzenlenen bir kurstu. Kurs sonunda çok hoş eserler çıktı ortaya… Demek ki istenince güzel şeyler üretilebiliyor. Kusa katılan öğrencileri, hocalarını ve onlara zemin hazırlayan Halk Eğitim Merkezi Müdürü Engin Nur’u kutluyorum. Trabzon bu gibi güzel faaliyetlerle anılmalıdır.

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 04.07.2007 - 11:55

    MUHTEŞEM AÇILIŞ VE MEHMET ATALAY

    M.NİHAT MALKOÇ


    Bugünlerde Doğu Karadeniz’in en büyük şehri konumundaki Trabzon’da büyük bir heyecan yaşanıyor. 1. Karadeniz Oyunları, Trabzon merkez olmak üzere Rize ve Giresun illerinde yapılıyor. Oyunların açılışı 02 Temmuz 2007 Pazartesi akşamı yapıldı. Mahşeri bir kalabalığın takip ettiği açılış tek kelimeyle muhteşem oldu. Açılış biletleri kısa zamanda tükendi. Trabzon Hüseyin Avni Aker Stadyumu tıklım tıklım doldu. Trabzonlular açılış törenine büyük alaka gösterdi. Oyunların açılışını Başbakan Recep Tayip Erdoğan yaptı.

    Açılış törenleri, oyunlara katılan 12 ülkenin milli takım sporcuları ve teknik heyetlerinin seyircileri selamlaması ile başladı. Sunuculuğunu Türkçe ve İngilizce olarak Korhan Abay’ın yaptığı açılış programında, geçiş töreninin ardından İstiklal Marşı okundu. Daha sonra konuşan Başbakan Erdoğan, “Bütün dost ve kardeş ülke kafilelerine hoş geldiniz diyor, tarihi bir organizasyona tanıklık ettikleri için teşekkür ediyorum. Kazasız, belasız, kaliteli, heyecanlı, bol madalyalı müsabakalar temenni ediyorum. Sporcu, antrenör, spor elemanı, hakemler ve seyircilere başarılar diliyorum. Sevgi, dostluk ve barışa katkıda bulunması ve hayırlı olması dileğiyle 1. Karadeniz Spor Oyunları’nı açıyorum” dedi.

    Karadeniz Oyunları’nın meşalesini tutuşturacak ateş, stadyuma Türkiye’ye Avrupa, dünya ve olimpiyat şampiyonlukları kazandırmış ve aralarında dünya şampiyonu güreşçi Mehmet Akif Prim, Avrupa şampiyonu rekortmen atlet Elvan Abeylegesse, dünya şampiyonu tekvandocu Bahri Tanrıkulu, olimpiyat şampiyonu halterci Tamer Sağır, A Milli Basketbol Takımı kaptanı İbrahim Kutluay’ın da yer aldığı sporcuların ellerinde getirilerek, Türkiye’ye A Milli Futbol Takımı ile dünya üçüncülüğü kazandırmış Trabzonlu Teknik Direktör Şenol Güneş’e teslim edildi. Oyunların meşalesi, ‘tüm insanlığı birleştirecek kalıcı bir barışın fitilini tutuşturmak’ temennisiyle, Şenol Güneş tarafından yakıldı. Meşalenin tutuşturulmasını havai fişek gösterileri izledi. Daha sonra yöresel bir halk oyunu olan Kolbastı ve halk oyunu gösterileri alkışlar eşliğinde oynandı. Semazen ve uçan adamlar gösterilerinin ardından, oyunların açılış etkinliği Türkiye’ye Eurovision Şarkı Yarışması’nda birincilik kazandıran Sertab Erener’in konseriyle sona erdi. Nerden bakarsanız bakın Trabzon tarihi bir gece yaşadı.

    Trabzon, Rize ve Giresun’da 2–8 Temmuz tarihleri arasında yapılacak 1. Karadeniz Oyunlarına Karadeniz Ekonomik İşbirliği (KEİ) örgütünü oluşturan 12 ülke Arnavutluk, Azerbaycan, Bulgaristan, Ermenistan, Gürcistan, Moldova, Romanya, Rusya, Türkiye, Sırbistan, Ukrayna ve Yunanistan’dan 18 yaş altı genç sporcular katılıyor. Atletizm, basketbol, bisiklet, ritmik jimnastik, okçuluk, tekvando, voleybol, yüzme ve futbol dallarında yapılacak oyunlarda, ayrıca gösteri amaçlı olarak bedensel engelliler okçuluk, atletizm ve yüzme branşlarında da yarışmalar düzenlenecek. Bin 297 sporcu, 259 çalıştırıcı, 402 hakem, 90 takım menajeri ve 142 yöneticinin yer alacağı oyunlar süresince yaklaşık 600 gönüllü yardımcı personel de görev yapacak. 1. Karadeniz Oyunları’nın kapanış töreni, 7 Temmuz Cumartesi günü yine Hüseyin Avni Aker Stadı’nda yapılacak. 2010 yılında yapılacak 2. Karadeniz Oyunları ise alınan karar gereği Romanya’da gerçekleştirilecek.

    1.Karadeniz Oyunları açılış töreni her açıdan muhteşemdi. Çok güzel bir açılış programı gerçekleştirildi. Trabzon şehri doyumsuz bir gece yaşadı. İlk kez böylesine kapsamlı bir organizasyon gören Trabzon halkı, hâlinden ziyadesiyle memnundu. Böylesine güzel bir organizasyonu kusursuz gerçekleştiren Trabzonlu başarılı bürokrat Gençlik ve Spor Genel Müdürü Mehmet Atalay’ı herkesin kutlaması gerekir. Atalay bu organizasyonun Trabzon’a kazandırılması ve eksiksiz işlemesi için adeta Trabzon’a çadır kurdu. Gecesini gündüzünü bu organizasyona ayırdı. Fakat neticede güzellikler kendini göstermeye başladı.

    Karadeniz Oyunları futbol müsabakalarında Türkiye-Gürcistan maçını Avni Aker’de seyrettim. Gençlerimiz Gürcistan’ı 5–3 mağlup etti. Gençlerimizle gururlandım. Oyunlar Trabzon’a heyecan getirdi. Yaz sıcakları yerini olimpiyat serinliğine bıraktı.

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 27.06.2007 - 01:52

    ORDA BİR ŞEHİTLİK VAR UZAKTA YAHUT HARMANTEPE ŞEHİTLERİNE…

    M.NİHAT MALKOÇ


    Vatan için canlarını ortaya koyan, sağ kalınca gazi, ölünce şehit olan kahraman insanlar sayesinde bizim oldu bu topraklar… Vatanımızda gözü olanlar her türlü hileyi denediler cennet vatanımıza konmak için. Fakat zor zamanlarda bir ve beraber olan milletimiz bu şer odaklarına geçit vermedi hiçbir zaman. Her seferinde imanıyla, irfanıyla ve destanlaşan mücadeleleriyle püskürttüler hain düşmanları. Hangi milliyetten olursa olsun hepsine karşı tek yürek ve tek yumruk oldular. Köle gibi yaşamaktansa, izzetini kaybetmektense ölmeyi tercih ettiler. Düşmanların; kadınımıza, kızımıza, bayrağımıza, mukaddesatımıza el ve dil uzatmalarına müsaade etmediler. Biri ölünce öbürü, kalan boşluğu seve seve doldurdu. Zira onlar Hüseyin Nihal Atsız’ın aşağıdaki dörtlüğünde tarif ettiği kahramanlardı:

    “ Kahramanlık ne yalnız bir yükseliş demektir,
    Ne de yıldızlar gibi parlayıp sönmektir.
    Ölmezliği düşünmek boşuna bir emektir;
    Kahramanlık; saldırıp bir daha dönmemektir.”

    Şerefli Türk tarihi Türk’ün vatanı, iffeti ve namusu için neler yapabileceği gösteren ibret dolu örneklerle doludur. Bu örnekler imanın ve mücadele ruhunun nelere kadir olduğunu göstermektedir. Savaşa katılmak ölüm beratını kolunun altına koymayı da zorunlu kılıyordu. Zira “gitmek var dönmek yok” sözü en çok savaşlar için geçerli olan bir ifadeydi. Nice insanımız gidip de dönememiştir yuvasına. Bebeler yetim kalmıştır, eşler dul olarak devam ettirmiştir geri kalan hayatlarını. Hatta gidenlerin naaşları bile geri dönmemiştir. Bizler dedemin babasının mezarını bilmiyoruz. O da Birinci Dünya Harbi yıllarında askere alınmış, bir daha geri dönmemiştir. Hemen her ailede buna benzer gerçek hayat öyküleri vardır.

    Tarihte başımıza musallat olan milletlerin başında Ruslar gelmektedir. Ruslarla hemen hemen her zamanda ve mekânda karşı karşıya gelmişiz. Sürekli gözleri topraklarımızda olmuştur Rusların… Ruslarla yaptığımız amansız savaşlarda yenildiğimiz de olmuştur yendiğimiz de… Fakat zaferlerimizin sayısı hezimetlerimizden çok fazladır. Günümüzde Köprübaşı ilçesinin Harmantepe Yaylası’ndaki şehitlik, Türk-Rus savaşlarına şahitlik etmektedir. Bu şehitlikteki eski bir levha bu mücadeleyi şöyle anlatıyor:

    “26 Haziran 1916’da Türk kuvvetleri hücuma geçerek Ağaçbaşı Yaylasındaki Rus kuvvetlerini Soğuksu’ya çekilmeye mecbur etti. 29 Haziran 1916’da Harmantepe Kabanbaşı hattında 36 saat süren muharebelerde 60. alayımız topçu atışı ve süngü hücumu ile Rus kuvvetlerini perişan ederek Avulota kadar püskürttü. Bu çatışmalarda 60. Alay 7 zabıt, 150 nefer zayiat verdi. 15 Temmuzda Bayburt Ruslar tarafından işgal edildiği için Türk kuvvetlerine geri çekilme emri verildi. Türk kuvvetleri Harmantepe’yi şehit Bayram Çavuş ve arkadaşlarına emanet ederek çekilirken tepeyi Bayramtepe olarak selamladılar.”

    Burada ifade edilenlerden öğrendiğimize göre bu tepede tüyler ürpertici savaşlar olmuştur. Kuş uçmaz, kervan geçmez bu dağlarda askerlerin naraları yeri göğü tutmuştur. Vatanımıza tasallut eden Ruslar, Türk askerinin gösterdiği mücadele azmi ve ölme hevesi karşısında küçük dillerini yutmuşlardır. Zira onlarda vatan sevgisinden ziyade maddiyat ve paranın hükmü geçerlidir. Oysa Türklerde vatan sevgisi her şeyin üzerinde bir değerdir. Vaktiyle Harmantepe Şehitleri’nin destanlaşan mücadelesini “Harmantepe Şehitlerine” adlı şiirimde şöyle dile getirerek manevi sorumluluğumu bir nebze de olsa üzerimden atmıştım:

    “Dağların kucağında uyuyan yiğit erler
    Mübarek kanınızla vatanlaştı bu yerler

    Harmantepe şahittir şaşalı zaferine
    Ne dünyalar sığdırdın gözlerinin ferine

    Bir elde kutsal kitap öbür elinde kılıç
    Mukaddesattan aldın savaşacak onca güç

    Hilalin hatırına canınızdan geçtiniz
    Hayat karşılığında sonsuzluğu seçtiniz

    Teslim olurken Hakk’a kırpmadın gözlerini
    Altın yaldızla yazsak mübarek sözlerini

    Sonsuzluğa kanatlan yüce dağ başlarında
    Acı var annelerin süzülen yaşlarında

    Rüzgâr hatıran için gece gün söyler ağıt
    Şehidim efkârlanma, arşa gülücük dağıt

    Bu ıssız tepelerde sevdiklerinden ırak
    Düşlerini zamanın sağanağına bırak

    Alır mı mermer taşlar teninin ateşini?
    Çoktandır arş-ı âlâ görmedi bir eşini

    Ey dağları inleten gür sedalı askerim! ...
    Tecelli eyler sana rahman, rahim, hak, kerim

    Ey ufkun ötesinde huzura eren yiğit! ...
    Nöbette bekleyenler olmak istiyor şehit

    Ey umudun çağrısı, hakikatin gür sesi! ...
    Gökte yankılanacak zaferinin bestesi

    Dönmediler geriye önden giden atlılar
    Bu dünyada çilekeş, orda saltanatlılar

    Silah kuşanan erler söylüyor türkünüzü
    Yaşatıyor bu millet mukaddes ülkünüzü

    Ölüm size yakıştı bir gülün kucağında
    Kanla destan yazdınız peygamber ocağında”

    Ne mutlu vatan aşkıyla cepheye koşup yüce Allah’ın üstün kıldığı şehitlik mertebesine erişenlere… Hayatımız bir şekilde sona erecek, hepimiz bu fani hayattan çekileceğiz. Kimileri ibadetlerini hakkıyla yerine getirdiği için galip dönecek geriye, kimileri de dünyanın şatafatına aldandığı için amel heybesinde bir şey götüremeyecek Hak’ın huzuruna… Onlar da şüphesiz ki mağlup ayrılacaktır dünya denen imtihan sahasından. Rabbimiz şehitleri öve öve bitiremiyor. Onlara özel bir muamelede bulunacağını ayetlerinde zikrediyor. Şu ayet her şeyi ortaya koyacak açıklıktadır: “Allah yolunda hicret edip öldürülen veya ölenlere gelince muhakkak Allah, onları güzel bir rızıkla rızıklandıracaktır. Şüphesiz Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır. Ancak (savaş) sizleri birbirinizle denemesi içindir. Allah yolunda öldürülenlerin ise; kesin olarak (Allah) amellerini giderip-boşa çıkarmaz.” (Hac Suresi, 58)

    Her dönemde iman ve küfür vardı, bugün de var, yarın da olacaktır. Bu içerde ve dışarıda da aynıdır. Uluslararası arenada dostumuz az, düşmanımız çoktur. Gerçi ülkelerarası ilişkilerde salt dostluklar yoktur, çıkar ilişkileri vardır. Ötesi yalan ve hileden ibarettir. Sözlerimi bitirirken, tenha tepelerde ve dağ yamaçlarında ölerek şehitlik mertebesine yükselen Harmantepe Şehitlerini bir kere daha rahmet, minnet ve saygıyla anıyorum. Ruhları şad olsun.

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 26.06.2007 - 02:41

    KIRK BİR KERE MAŞALLAH…

    M.NİHAT MALKOÇ


    Her insanın hayatının mühim dönemleri vardır; buna hayatın dönüm noktaları da diyebiliriz. Bunlar güzel de olabilir, elem verici de… Benim hayatımın en güzel dönüm noktalarından birisi henüz 22 yaşında Gümüşhane’de öğretmenliğe başladığım yıldır. O günleri hiç unutmam. 02 Aralık 1992 günü Gümüşhane Lisesi’nde öğretmenliğe başladım. Genç, idealist, heyecanlı bir delikanlıydım. Gümüşhane’ye karlı Zigana dağlarını aşarak ulaşmıştım. Fakat içindeki öğretmenlik sevdasını hiçbir şey söndüremezdi. Her şeyde bir güzellik görüyordum. Bilgiye susamış körpe zihinlere bengisu olacaktım.

    Beş yıl çalıştım Gümüşhane’de… Bu süre içinde pırlanta gibi öğrencilerim ve dostlarım oldu. Bu şehri terk ederken arkamda bir sevgi halesi bıraktım. Sevdiğim insanları orada bırakıp memleketime, Trabzon’a döndüm. Fakat Gümüşhane’yi hiç unutmadım. Yüreğimin tenha bir köşesinde oldu Gümüşhane… Farzı muhal bu şehrin insanlarını unutsam bile elmasını, pestilini, kömesini, dutunu, vişnesini, kuşburnusunu unutamazdım. Ben bu şehrin, başta insanları olmak üzere her şeyini sevdim. Trabzon’la Gümüşhane arasında sevgi köprüsü kurdum. Gümüşhane hayatımda hep özel kaldı. Dostluğumuz hiç eskimedi onunla…

    Gümüşhane’de görev yaptığım süre içerisinde Kuşakkaya ve Demokrat Gümüşhane gazetelerinde hemen her hafta yazı ve şiirlerim yayınlandı. Değişik içeriklerde köşeler hazırladım. Kuşakkaya’dan Turan Tuğlu Ağabey, Demokrat Gümüşhane’den Alişan Ergin Ağabey, gazetelerinin ve yüreklerinin kapılarını ardına kadar açtılar bana… Boş zamanlarımda hep yazdım, yazdıklarımı onlara götürdüm. Sağ olsunlar yazılarımı beğendiler, beni yüreklendirdiler. Fikirlerime değer verdiler. Ben de onları sevdim, bilge olarak kabul ettim. Sözlerine değer verdim. Her fırsatta rahle-i tedrisatlarında hazır bulundum.

    Geçende Kuşakkaya gazetesini posta kutusundan alıp her zamanki gibi heyecanla karıştırmaya başladım. Gazetenin orta sayfasında onlarca resimden oluşan bir albüm dikkatimi çekti. Biraz dikkat edince ve ortadaki yazıyı okuyunca anladım ki Kuşakkaya gazetesi 41. yaşına girmiş. 41. Şeref yaşını kutluyor Kuşakkaya gazetesi… Gazetede bugüne kadar kalem çalmış yazarların siyah-beyaz fotoğrafları bir araya getirilerek vefa kokan bir albüm oluşturulmuş. Kendi fotoğrafımı da albümün içinde görünce doğal olarak mutlu oldum.

    Gümüşhane’de görev yapmaya başladığımda 22 yaşında tığ gibi bir delikanlıydım. Geleceğe dönük hedeflerim ve ideallerim vardı. Herkes eğlenmenin yollarını ararken ben hep okudum, arayış içerisinde oldum. O dönemde hem öğretmenlik yaptım, hem de Kuşakkaya gazetesinde her hafta yazmaya başladım. Sanırım o zamanlar gazetede yazan en genç yazar(adayı) bendim. Fakat Kuşakkaya gazetesinin başyazarı ve sahibi muhterem insan Turan Tuğlu ağabeyden büyük alaka, saygı, sevgi ve hürmet gördüm. Bana yaklaşımı usta yazarlara olan yaklaşımından farklı değildi. Her sözünün arkasında yazmaya teşvik vardı.

    Bugün yazdığım yazıların sayısı binleri çok gerilerde bırakmışsa bunda Turan Ağabey’in katkısı da büyüktür. Onun müspet yaklaşımları biz gençlere güç vermiştir. Bize güvenmiştir, güveni cevap bulmuştur. Kendisi dün olduğu gibi bugün de 54 yıllık usta bir yazar olmasına rağmen işinde ve hayatında bir tevazu abidesidir. Örnek bir eş, örnek bir baba, örnek bir dosttur. O aynı zamanda devletçi ve Atatürkçüdür. Dini bütün bir insandır. Atatürkçülükle dindarlığı bağdaştıramayanların onun hayatından alacağı güzel dersler vardır. Atatürkçülüğün dindarlığa, dindarlığın Atatürkçülüğe engel olmadığını bir türlü anlamak istemeyenler, 54 yıllık gazeteci Turan Tuğlu’nun rahle-i tedrisatından geçmesi gerekir.

    Gazetenin orta sayfasındaki siyah beyaz albüme bakınca, sözlerini Fikret Şeneş’in yazdığı “Kimler Geldi Kimler Geçti” adlı unutulmaz şarkı geldi aklıma… Nice insanlar girmişti bu gazetenin kapısından içeri… Gazetenin iki kurucusundan biri olan merhum Zühtü Çetinkaya’dan merhum Sabri Özcan San’a kadar kimler gelmiş kimler geçmiş Kuşakkaya gazetesinin sayfalarından… Bunlar arsında Nurettin Özdemir, Şinasi Özdenoğlu, Sabahattin Kömürcüoğlu, Necati Akagün, Prof. Dr. İsa Kayacan, Prof. Dr. Erdoğan Selçuk, Akif Timurhan(Zevraki) , Hasan Soydaş, Güneri Kadirbeyoğlu, Kılıçarslan Yücel adlarını sayabiliriz. Bu ve diğer isimlerden ölenlere rahmet, kalanlara sağlık ve selamet diliyorum.

    Kuşakkaya, Gümüşhane’nin yanı başında yer alan yüce bir dağının adıdır; şehrin sembolüdür. 41 yıldan beri aralıksız bu adla yayın yapan Kuşakkaya gazetesi de Gümüşhane’nin gözü, kulağı ve sesidir. “Ülkümüz; kıvançta ve tasada el ele, gönül gönüle mutlu bir Gümüşhane, mutlu bir Türkiye’dir” sloganını logosunun altından eksik etmeyen, söz konusu dağın siluetini en tepede bulunduran Kuşakkaya gazetesi için söylenecek tek bir söz var: “Kırk bir kere maşallah…” Allah nazardan saklasın.

    Üstelik Kuşakkaya gazetesi artık haftanın bir günü değil, her günü yayın yapıyor. Okuyucularına yalandan arî, dürüst, gerçekçi haberler sunuyor. Popülizme, magazine yer vermeyen, kişilik haklarına saygı gösteren ve emin olmadığı haberleri pas geçen Kuşakkaya, Gümüşhanelilerin gözbebeği olmaya devam ediyor. Bu haber gemisinin kaptanı kıymetli gazeteci, bilge adam Turan Tuğlu Ağabeye ve mürettebatlarına bundan sonraki çalışmalarında üstün başarılar diliyorum. İyi ki Kuşakkaya gazetesi var; iyi ki Turan Tuğlu Ağabey var. Allah her ikisine de uzun ve bereketli ömürler ihsan eylesin. Vefakâr ve kadirşinas Gümüşhanelileri zor şartlar altında hazırlanan ve yaşam mücadelesi veren bu gazeteyi sahiplenmeye, öylesine bakıp geçmeden, büyük bir güvenle ve ciddiyetle okumaya çağırıyorum. Gümüşhaneliler bunu zaten yıllardır yapıyorlar. Bu gazete biraz da onların eseri değil midir? Kuşakkaya’nın kırk birinci doğum gününü kutluyorum. “Kırk bir kere maşallah! ...Allah nazardan ve kem gözlerden saklasın” diyorum.

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 26.06.2007 - 01:46

    BİRİNCİ KARADENİZ SPOR OYUNLARI ÜZERİNE

    M.NİHAT MALKOÇ


    Dünyanın küreselleşerek büyük bir köy haline dönüştüğü bir çağda yaşıyoruz. Ulaşım ve kitle iletişim araçlarındaki baş döndürücü gelişmeler, dünyayı birbirine bağladı. Artık çok uzun mesafeleri çok kısa zamanda kat edebiliyoruz. Dünyanın öbür yanındaki insanlarla sesli ve görüntülü olarak görüşebiliyoruz. İnsanlar arası ilişkiler ve etkileşimler zamanla daha da girift bir hâl almış durumdadır. Böyle bir dünyada yalnız başına yaşamak ve ferdi hareket etmek mümkün değildir. İnsanlar ve genel anlamda milletler hemen her alanda ortak projeler gerçekleştiriyorlar. Bu birliktelikler rekabeti ve başarıyı da beraberinde getiriyor.

    Devletlerarası ilişkilerde sporun yerini ve önemini hepimiz biliriz. İnsanoğlunun var oluşundan bugüne kadar spor önemli bir etkileşim aracı olmuştur. Spor her çağda gelişmiş, zenginleşmiş ve kategorileri artarak bugünlere gelmiştir. Spor hem rekabeti, hem de dayanışmayı artırmıştır. Devletler spor vasıtasıyla birbirlerini daha iyi tanıma ve önyargılardan uzaklaşarak hareket etme imkânı bulmuşlardır. Silahla ve başka yollarla elde edilemeyen diplomasi, spor aracılığıyla sağlanmıştır. Spor dostluk ve barış kapılarını açmıştır.

    Bugünlerde Trabzon ve çevresinde çok mühim bir organizasyon gerçekleştiriliyor. Birinci Karadeniz Spor Oyunları merkez Trabzon olmak üzere Giresun, Ordu ve Rize gibi kentlerde gerçekleştiriliyor. Karadeniz Oyunları 2–8 Temmuz 2007 tarihleri arasında Trabzon, Rize ve Giresun’da yapılıyor. Bu spor oyunlarında asıl ağır yük Trabzon’un üzerinde olacaktır. Giresun ve Ordu’da sadece futbol grup maçları oynanacaktır.

    Karadeniz Spor Oyunları’nda yarışacak kişiler gençlerden oluşuyor. Çünkü oyunlara 18 yaş altı genç sporcular katılacak. Oyunlara Karadeniz Ekonomik İşbirliği’ni oluşturan 12 ülkenin sporcuları iştirak edecektir. Bu ülkeler, baş harfi sırasına göre, Arnavutluk, Azerbaycan, Bulgaristan, Ermenistan, Gürcistan, Moldova, Romanya, Rusya, Türkiye, Sırbistan, Ukrayna ve Yunanistan’dır. Oyunlarda şu branşlar yer almaktadır: Atletizm, basketbol, bisiklet, ritmik jimnastik, okçuluk, taekwando, voleybol, yüzme ve futbol… Ayrıca, gösteri amaçlı olarak bedensel engelliler okçuluk, atletizm ve yüzme branşlarında yarışacaklar. Oyunlarda 1297 sporcu mücadele edecektir. 259 çalıştırıcı, 402 hakem, 90 takım menajeri ve 142 yönetici yer alacaktır. Oyunlar süresince yaklaşık 600 gönüllü yardımcı personel görev yapacaktır. Oyunlar Köyü olarak Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde Yurt-Kur’a ait yurtlar ve çevresi düzenlenmiştir. Konaklama için burası kullanılacaktır.

    Trabzon’umuz ilk kez böyle büyük bir uluslararası organizasyona ev sahipliği yapıyor. Bugüne kadar futbolda pek çok dünya takımı Trabzon’a geldi, üstelik çoğu da Trabzonspor’a yenilerek boynunu büküp geri döndü. Fakat Trabzon, futbol dışında böyle büyük bir organizasyona şahitlik etmedi. Bu etkinlik, sporun futboldan ibaret olmadığını da açık seçik gösterecektir. Türkiye’de spor demek, nedense futbol demek gibidir. Ama dünyada hiç de öyle değil. Bunu bu organizasyonda açıkça görmek ve yaşamak mümkün olacaktır. Trabzonlular sporun en mühim branşlarını doyasıya seyretme imkânı bulacaklardır.

    Birinci Karadeniz Spor Oyunları’nda değişik il ve ilçelerdeki tesislerden istifade edilecektir. Atletizm için Söğütlü’de şahane bir tesis yapıldı. Basketbol müsabakaları Trabzon 19 Mayıs ve KTÜ Spor Salonu’nda yapılacak. Bisiklet, Hopa-Samsun arasında 6 etap üzerinden gerçekleştirilecek. Güreş, Yomra Spor Salonu’nda Okçuluk, Akçaabat Fatih Stadı’nda Taekwando, Vakfıkebir Spor Salonu’nda Voleybol, Araklı ve Of Spor Salonları’nda, Ritmik Jimnastik, Trabzon Dünya Ticaret Merkezi’nde, Yüzme, Trabzon Mehmet Akif Ersoy Kapalı Yüzme Havuzu’nda gerçekleştirilecektir. Futbol müsabakaları için Trabzon Hüseyin Avni Aker Stadyumu, Giresun Atatürk Stadyumu, Rize Atatürk Stadyumu kullanılacaktır. Sporun coşku ve heyecanı il ve ilçelerimizi saracaktır. Oyunların açılış töreni 2 Temmuz, kapanış töreni ise 7 Temmuz tarihlerinde Trabzon Hüseyin Avni Aker Stadı’nda yapılacaktır. Bu heyecan fırtınasına tüm Trabzonluları davet ediyoruz.

    Cevap Yaz

Bu şiir ile ilgili 794 tane yorum bulunmakta