Yazılarım(muhabbet Bağının Gülleri) Şiir ...

Nihat Malkoç
1599

ŞİİR


30

TAKİPÇİ

GÖNLÜMÜN DUYGU MİMARLARI
M.NİHAT MALKOÇ

Her insanın sevdiği,kendine yakın bulduğu ve benimsediği şâir ve yazarlar vardır.Onların fikirleri,üslûpları ve bakış açıları model olur sevenlerine…Daha sıcak buluruz bu kalemleri kendimize ….Tercih sebebimiz olur ruh dünyalarındaki çalkantılar,gel-gitler….Yazarken tesirleri altında kalırız farkında olmadan…Kâğıda döktüklerimiz her ne kadar orijinal olsa da onların üslûbundan izler taşır.
Sanatta etkilenme kaçınılmazdır.Hangimiz güzel bir şiir okuyup da ondan etkilenmeyiz ki? ...Tesiri altında kaldığımız eserler bilinçaltına yerleşir.Duygularımız kabarınca da ona benzer bir şeyler yazmaya kalkışırız.Ama o sadece ilham kaynağımız olur.Körü körüne taklit etmeyiz onları.Hareket noktası olur eserleri bizim için…Taklitle hiçbir yere varılamaz zaten.Taklit eser her ne kadar güzel görünse de orijinalinin yanında sönük kalır.Onun için sanatta etkilenmeye hoş bakabiliriz ama taklide asla! ...
Beni de etkileyen,sarsan,ruhumu harekete geçiren şâir ve yazarlar da vardır şüphesiz…Onları okuyunca bambaşka bir atmosfere girer ruhum…Heyecanlanırım…Kalbimin atışları hızlanır…”Hah işte sanat bu,söz böyle söylenir.Sanki içimden geçenleri okuyup ebedîleştirmiş…vs.” derim.Bu kalemlerin sayısı iki elin parmakları sayısıncadır ancak.
Gönlümün duygu mimarlarının başında Yunus Emre,Fuzuli, Şeyh Galip,Yahya Kemal Beyatlı, Necip Fazıl Kısakürek, Mehmet Akif Ersoy, Arif Nihat Asya, Ahmet Hamdi Tanpınar, Faruk Nafiz Çamlıbel, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu gelmektedir.Bu zirve şahsiyetlerin tesiri altında kalışımın sebeplerini ve boyutlarını zikredeyim dilerseniz…

Tamamını Oku
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 26.09.2007 - 20:57

    RAMAZAN VE ÇOCUKLAR

    M.NİHAT MALKOÇ


    Hayatın en saf, en berrak, en temiz ve en güzel yüzüdür çocuklar… Onların duygu ve düşüncelerinde riya ve çirkeflik bulamazsınız. Onlarda en ufak art niyet ve önyargı da yoktur. Karşılıksız severler ve bağlılıkları uzun sürer. İlişkilerinde çıkar gözetmezler. Hayal dünyaları çok geniştir çocukların… Yeter ki siz hayallerine kota koymayın…..Onlar güzelliklere yelken açmasını çok iyi bilirler. Onları azgın denizlerin şerrinden ve fırtınalardan koruyalım.

    Çocuklar ruh bakımından ilginç özellikler arz ederler. Her şeyden evvel çok meraklıdırlar. Her şeyin ayrıntısını öğrenmek isterler. Kendisini ister ilgilendirsin, ister ilgilendirmesin her mevzuda soru sorarlar. Hatta bazen sinirlerimizi bozacak derecede ısrarcı olurlar. Öyle olmasa onca bilgiyi kısa zamanda nasıl öğrenebilirler? Onların sonu gelmeyen soruları bizim sonlu sabrımızı çok kere taşırır, raydan çıkan trene döneriz.

    Çocukların ilgi duydukları konulardan birisi de mübarek ramazan ve oruçtur. Yaşı ne olursa olsun henüz ergenlik çağına girmemiş çocuklar bile ramazan üzerine düşünür, kafa yorarlar. Oruç tutmak, özellikle sahura kalmak için can atarlar. Bizler de onlara kıyamadığımız için, onları her şeyden sakındığımız için bu masum istekleri karşısında olumsuz tepkiler gösteririz. Fakat onlar yine de pes etmezler. Netice alamasalar da aynı isteklerle defalarca karşımıza çıkarlar, ta ki isteklerine müspet cevap alana kadar! ...

    Ramazan her ne kadar ergenlik çağına girmiş kişileri muhatap alıp sorumlu tutsa da cemiyetin goncaları kabul edilen çocukları da ilgilendirir. Çocuklara ramazanın o mübarek tılsımlı havasını yaşatmak ebeveynler olarak boynumuzun borcudur. Çünkü onların körpe ruhları bu yaşlarda ramazan sevgisiyle beslenirse ilerde iradeleri çelikleşir.

    Ramazan tatlı heyecanların ve telaşların capcanlı yaşandığı müstesna zaman dilimleridir. Ramazanın heyecan ve coşkusunu çocuklarımızdan esirgememeliyiz. Onlara da bu manevi havayı yaşatmalıyız. Onları ramazanın sevgi, hoşgörü ve rahmet atmosferinden uzak tutmamalıyız. Aksi halde ilerde sorumluluk yaşına geldiklerinde onları oruca ve ramazana kolay kolay ısındıramayız. ‘Ağaç yaşken eğilir’ der atalarımız. Ağaçlar kartlaşmadan onları eğmeye, yönlendirmeye gayret etmeliyiz.

    Çocuklar meraklıdır. Çok basit şeylerde bile harikuladelikler ararlar. Özellikle sahura kalkmak onlar için ulaşılmaz bir hedeftir. Çünkü anne büyük ısrar ve yalvarmalar karşısında, çocuğuna ‘seni kaldıracağım’ diye söz verse de çok sevdiği yavrusunun tatlı uykusunu bölmemek için evladının mışıl mışıl uyuduğunu görünce onu uyandırmaya kıyamaz. Sabahleyin isyanlar patlak verir elbette... Aslında anne ve babalar bu konuda fazla katı olmamalıdır. Sözlerinin arkasında durmalıdır. Çocuklarını birkaç kez(özellikle hafta sonları) sahura kaldırmalıdır. Onlara o manevi duyguyu da tattırmalıdır; meraklarını gidermelidir. Birkaç kez sahura kalkmakla çocuğa bir zarar gelmez. Aksine nadir de olsa bu sahura kalkışlar onun için gelecekte arkadaşlarına anlatabileceği güzel hatıralar oluşturabilir.

    Çocuk sahura kalkınca elbette ki o gün oruç tutmak için ısrar eder. Aile buna da yasak koyar genelde. Çocuk direnirse de ebeveynin şiddetli baskısıyla bu yumuşak direniş kırılır. Bırakın çocukları, kendilerine farz olmasa da istedikleri birkaç gün oruç deneyimi yaşasınlar. Bu onların vücut yapısını ve sağlığını olumsuz yönde etkilemez. Ta o yaşta açlığın ne demek olduğunu bilinçaltına yerleştirirler; yardımlaşma ve merhamet hisleri inkişaf eder. Çocuk akşama doğru iyice elden ayaktan düşse de o günkü heyecan onu dimdik ayakta tutar.

    Çocukların sevdiği bir başka şey de anne veya babalarıyla teravih namazlarına gitmektir. Bunun mücadelesini verirler bir ay boyunca… Bazen ret cevabı alsalar da, ısrarları az da olsa işe yarar ve caminin yolunu tutarlar. Anne ve babalarıyla yatar kalkarlar yumuşak hali ve kilimler üzerinde… Taklit ederler büyüklerini… Cami kavramı onların ruhunda derin ve müspet izler bırakır. Bu gidip gelmeler gelecekte edineceği ahlakına ve inancına tesir eder, onu şekillendirir. Özellikle bazı camilerde okunan mevlitler onlar için ayrı bir heyecan unsuru oluşturur. Çünkü mevlit olan camilerde şeker, bisküvi, çikolata ve lokum dağıtılır. Çocukların arayıp da bulamadığı şeylerdir bunlar! ... Bunlar çocuğun ayağını camiye alıştırır.

    Gelecekte geleneklerine bağlı, saygılı, hürmetkâr, inançlı bir nesil istiyor ve bekliyorsak o neslin hamurunu şimdiden yoğurmalıyız. Hiçbir şey tesadüf eseri gerçekleşmez. Ciğerparelerimiz olan çocuklarımızı yetiştirirken onların manevi dünyalarını da doyuralım. Her şeyi yemek içmekten ibaret görmeyelim. Onları bugünün küçüğü, yarının büyüğü olarak sayalım. Bilirsiniz ki ruh boşluk kabul etmez. Bizler o boşluğu manevi hazlarla dolduramazsak başkaları dünyevi marazlarla doldurabilir. O zaman da iş işten geçmiş olur. Maazallah, ahlakı ve maneviyatı iflas etmiş bir nesil buluruz karşımızda. Bu da bizi manevi uçurumlara yuvarlar. Bu noktada dünya ayağa kalksa onları uçurumdan aşağı yuvarlanmaktan kurtaramaz. Öz evlatlarımızı kendi ellerimizle kor alevler içine atmış oluruz.

    Teravihlere çocuklarımızı da götürelim. Yaramazlık yapsalar da onları Allah’ın evinden kovmayalım. Çünkü onlar günahtan arıdırlar, henüz melektirler. Meleklerin huzuru bulacağı yer de ancak camilerdir. Onlar sizleri namaz kılarken görsün, model olun onlara. Kısacası ramazanı sadece biz yaşamakla kalmayalım, çocuklarımıza da doyasıya yaşatalım. Çocuklara manevi bilinç kazandıralım. Böylelikle yarınlarımızdan daha emin oluruz.

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 26.09.2007 - 20:37

    RAMAZANIN İÇİNİ DOLDURMAK

    M.NİHAT MALKOÇ


    Şu günlerde ayların en kıymetlisi olan ramazanı idrak ediyoruz. Bu ayda müminlerin gönülleri büyük bir neşe ile dolar. Hayatımızdan çıkardığımız İslamî hükümler bir aylık için de olsa geri döner. Bu ay vesilesiyle Müslüman bir millet olduğumuzu hatırlarız. Camiler cemaatle dolup taşar. Minareler arasına asılan mahyalar bizi hakka ve hakikate çağırır. Yüce Rabbimiz İslam’ın beş şartından biri olan oruçla ilgili olarak şöyle buyuruyor:

    “(Oruç) Sayılı günlerdir. Artık sizden kim hasta ya da yolculukta olursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde (tutsun) . Zor dayanabilenlerin üzerinde bir yoksulu doyuracak kadar fidye (vardır) . Kim gönülden bir hayır yaparsa bu da kendisi için hayırlıdır. Oruç tutmanız, -eğer bilirseniz- sizin için daha hayırlıdır.”(Bakara 2/184)

    Aslında Ramazan biz Müslümanlar için bir lütuftur. Oruç ibadetinin maddî ve manevî faydalarını göz önünde bulundurunca ramazanın büyük bir hediye olduğu hakikatini kavrarız. Oruç tutan müminlerin kalpleri yumuşar. Eşyaya sevgi penceresinden bakarlar. Oruçla hemhal olanların basiret gözleri açılır. Kul açlıkla beraber muhtaç ve zayıf olduğunu daha iyi anlar. Oruç şer duygulara karşı adeta bir kalkan olur.

    Mübarek ramazan ibadet ayıdır. Bu ayda yapılan ibadetlerin sevabı katlanarak yazılır. Müslümanlar bu ayda adeta ibadet seferberliği yapmalıdır. Ramazan lâfta kalmamalıdır. Bu mübarek ayın içini doldurmalıyız. Bu ayda Kur’an-ı Kerim’i çok okumak ve hatim indirmek gerekir. Zira Kur’an bu ayda indirilmeye başlanmıştır. Yine bu ayda Allah’ın isimlerini bolca zikretmeliyiz. Yüce Allah bu ayla ilgili olarak şöyle buyuruyor:

    “Ramazan ayı... İnsanlar için hidayet olan ve doğru yolu ve (hak ile batılı birbirinden) ayıran apaçık belgeleri (kapsayan) Kur’an onda indirilmiştir. Öyleyse sizden kim bu aya şahit olursa artık onu tutsun. Kim hasta ya da yolculukta olursa, tutmadığı günler sayısınca diğer günlerde (tutsun) . Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez. (Bu kolaylık) sayıyı tamamlamanız ve sizi doğru yola (hidayete) ulaştırmasına karşılık Allah’ı büyük tanımanız içindir. Umulur ki şükredersiniz.”(Bakara 2/185)

    İslam toplum dinidir; hayatı çepeçevre kuşatmıştır. Küçük büyük, zengin fakir İslam zincirinin her bir halkasını oluşturur. Müslümanlar birbirlerini düşünür ve kayırır. Mübarek ramazan ayında ümmetin kurtuluşu için sürekli dua etmeliyiz. Günahlarımızdan pişman olup ellerimizi semaya kaldırıp mülkün gerçek sahibinden bağışlanma dilemeliyiz. Bu ayda sofralarımızdaki insan halkasını yeni yeni misafirlerle genişletmeliyiz. Unutmamalıyız ki misafir bereketiyle gelir. Bir sofraya ne kadar çok el uzanırsa sofradaki nimetlerin bereketi o nispette artar. Tok gönüllü olanlar sofralarını dostlarına hep açık tutarlar.

    Oruç nefsin kötü arzularını kırar. Kişi aç kalınca nefsanî duygular azalır. Bu haldeki insan, zayıflığını hatırlayarak gerçek hâkimin ve kuvvet sahibinin Allah olduğunu düşünür, ona teslim olur; enaniyetini yener. Oruç tutan insanın başıboş hareket etmesi mümkün değildir. O ancak kendisine çizilen hak ve helâl dairesinde hareket edebilir. Fakat Allah yarattığı ve zaaflarını çok iyi bildiği kuluna altından kalkamayacağı şartlar da koşmaz. Bir ay boyunca onu hayattan soyutlamaz. Kişi ramazanda belli ölçülere uyarak hayatını devam ettirir. Cinsel hayatı bile bazı zamanlar içerisinde kısıtlansa da iftar sonrası dilediğince sürer. Bununla ilgili olarak gelen şu ayet bir kısım sınırlamaları ortaya koyması açısından önemlidir:

    “Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı. Onlar, sizin örtüleriniz, siz de onlara örtüsünüz. Allah, gerçekten sizin, nefislerinize ihanet etmekte olduğunuzu bildi, tevbenizi kabul etti ve sizi bağışladı. Artık onlara yaklaşın ve Allah’ın sizin için yazdıklarını dileyin. Fecir vakti, sizce beyaz iplik siyah iplikten ayırt edilinceye kadar yiyin, için, sonra geceye kadar orucu tamamlayın. Mescitlerde itikafta olduğunuz zamanlarda onlara (kadınlarınıza) yaklaşmayın. Bunlar, Allah’ın sınırlarıdır, (sakın) onlara yanaşmayın. İşte Allah, insanlara ayetlerini böylece açıklar; umulur ki sakınırlar.”(Bakara 2/187)

    Bu ayda ramazanın feyiz ve bereketinden azamî derecede yararlanabilmek için adeta maneviyat seferberliği ilan etmeliyiz. Çünkü ramazan sayılı günlerden ibarettir. Bu günlerin içini hakkıyla doldurmalıyız. Zira gelecek ramazana kavuşacağımıza dair hiçbirimizin elinde herhangi bir senet yoktur. Akıllı insan, her türlü ihtimali göz önünde bulundurarak idrak ettiği ramazanı son ramazan olarak bilir ve gereğini yapar. Zaman hızla akıp gidiyor. Her geçen gün ölüme biraz daha yaklaşıyoruz. Ramazan gibi bereketli ve feyizli günleri layıkıyla değerlendiremezsek sevap-günah dengesi bozulur. Geçen günler fayda değil, zarar hanemize yazılır. Ne mutlu sayılı ramazan günlerini layıkıyla dolduranlara! ...

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 26.09.2007 - 20:06

    RAMAZAN VE BASINIMIZIN İKİYÜZLÜLÜĞÜ

    M.NİHAT MALKOÇ


    Ramazan on bir ayın sultanı sıfatıyla her yıl kapımızı çalar, hayatımıza bambaşka bir renk ve ahenk katar. Bu ayın mübarek atmosferi manevî dünyamızı çepeçevre kuşatır. Ağzımız kötü sözlerden, midemiz ise abur cubur yiyeceklerden uzak durur. İç dünyamız manevî bereketle hayat bulur. Gerçek huzurun ikliminde soluklanırız.

    Ramazan özel ve müstesna zamanların en başta gelenidir. Onu hiçbir vakitle eşdeğer göremeyiz. O her açıdan eşsizdir. Onun güzelliğinin sırlarından birisi de Kur’an’ın bu ayda yeryüzü semasına inmiş olmasıdır. Peygamberimiz bu ayı diğer aylara nazaran çok daha fazla ibadet ederek geçirirdi. Öyle ki namaz kılmaktan ayakları şişerdi.

    Bir hadis-i şerifte anlatılır ki: Peygamber Efendimiz bir keresinde minbere çıkıyordu. Merdivenden yukarı çıkarken birinci basamakta ‘âmin! ’ dedi. İkinci basamakta yine ‘âmin! ’ dedi. Üçüncü basamakta bir kere daha ‘âmin! ’ dedi. Hutbeden sonra, sahabe efendilerimiz “Bu sefer senden daha önce duymadığımız bir şeyi duyduk ya Rasûlallah! Eskiden böyle yapmıyordunuz, şimdi minbere çıkarken üç defa “âmin” dediniz. Bunun hikmeti nedir? ” diye sordular. Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurdular: “Cebrail Aleyhisselam geldi ve ‘Anne-babasının ihtiyarlığında onların yanında olmuş ama anne-baba hakkını gözetmemiş, onlara iyi bakarak mağfireti yakalama gibi bir fırsatı değerlendirememiş kimseye yazıklar olsun, burnu yere sürtülsün onun! ’ dedi, ben de ‘âmin! ’ dedim. Cebrail, ‘Ya Rasûlallah, bir yerde adın anıldığı halde, Sana salât ü selâm getirmeyen de rahmetten uzak olsun, burnu yere sürtülsün! ’ dedi, ben de ‘âmin’ dedim. Ve son basamakta Cebrail, ‘Ramazana yetişmiş, ramazanı idrak etmiş olduğu halde Allah’ın mağfiretini kazanamamış, afv ü mağfiret bulamamış kimseye de yazıklar olsun, rahmetten uzak olsun o! ’ dedi, ben de ‘âmin’ dedim.”

    Bu hadiste de belirtildiği gibi gelecekte pişman olmamak için hayatımıza çekidüzen vermeliyiz. Allah’ın çizdiği yolda yürümeliyiz. Anne babalarımıza sağ iken yetiştiğimizde onlara ‘öf’ bile dedirtmemeliyiz, rızalarını kazanmalıyız. Resulullah’ın adı geçtiğinde ona selatü selam getirmeliyiz. Ramazan geldiğinde onu ibadetlerle geçirip Hakk’ın razı olacağı kullar içerisinde yer almalıyız. Basiret gözümüzü dört açmalıyız.

    Ramazan insanı munisleştirir. Oruçlu insan kötülük yapmaz, başkalarına bulaşmaz. Mevlana gibi hoşgörülü, Yunus gibi sevgi dolu olur. Kendisine bulaşmak isteyenlere Peygamber Efendimizin yaptığı gibi oruçlu olduğunu hatırlatır ve susar. O büyük insan, ramazanda müslümanın tavrını şöyle özetler: “ Şayet birisi kendisiyle itişmeye veya kendisine karşı ağız bozmağa kalkışırsa ‘ben oruçluyum’ diye mukabelede bulunsun”

    Ramazanla birlikte ülke sınırları içerisinde adeta bir maneviyat seferberliği yaşanır. Yedisinden yetmişine kadar hemen herkes kendisini ramazana hazırlar. Bu sadece maddi hazırlık değildir. Gönüller de bu aya girmek için her türlü kötülükten, fitne ve fesattan arındırılır. Müslümanlar o büyük dostu gönül hoşluğu içerisinde karşılarlar. Sadece insanlar mı hazırlanır ramazana? Elbette hayır! ... Kurumlar da kendince hazırlıklar yaparlar. Çalışma saatlerini esnekleştirirler. Bunun yanında gazete ve dergiler de yılda bir ay da olsa Müslümanlıktan söz ederler. Mübarek ramazan, inanç bakımından zayıf olanların kalemine bile dolanır. Onlar da bu ayın faziletinden dem vururlar. Çünkü halkın gündeminde ramazan vardır. Kendilerini okutabilmek için ramazandan bahsetmek mecburiyetindedirler.

    Türkiye’ye ramazan gelince, on bir ay boyunca Müslümanlara saldıran ve onları her fırsatta aşağılayan gazeteler bir anda kızıl olan renklerini yeşile döndürürler. Bu hızlı dönüşüm samimiyetten uzak ve yapmacık olsa da inananlar bu oyuna kolayca gelirler. Hacısının hocasının elinde kartel gazetelerini görebilirsiniz. Sene boyunca Müslümanları rencide eden kartelin gazetelerinde ramazan sayfaları yer almaya başlar. Bazı gazeteler dini kitaplar verir. Bu hızlı değişimi ve dönüşümü anlamakta zorlanırsınız. Islah olduklarını zannedersiniz iyi niyetinizi ortaya koyarak… Fakat ramazan çıkınca bir kez daha gerçek yüzlerini açığa çıkarırlar. Müslümanlara salya sümük saldırmaya kaldıkları yerden devam ederler. Bir ay boyunca onlara finansman sağlarsınız, onları karga misali beslersiniz ama sonuçta gözünüzü oymaktan çekinmezler. Çünkü onların inancı saman alevi gibidir. Sadece Müslümanların parasını çekmeyi, bir ay da olsa onlara gazete satmayı gaye edinirler. Saf olanlar, alışkanlık kazanarak ramazandan sonra da söz konusu gazeteleri almaya devam ederler. Neticede verdikleri paralar inançlarına saldırı şeklinde geri döner.

    Akıllı ve şuurlu mümin, ramazan Müslümanlığıyla okuyucunun karşısına çıkan samimiyetten uzak kartel gazetelerinin oyununa gelmez. Onlara parasını kaptırmaz. Çünkü bilir ki bu kandırmacadan ibarettir. Ramazandan sonra her şey eski haline dönüşecektir. Bunun bir de Allah katında manevî vebali vardır. Bunun hesabını vicdanınıza verseniz de Allah’a veremezsiniz. Onun için kartelin oyununa gelmeyin; dostunuzu ve düşmanınızı iyi tanıyın. Kartel basının ikiyüzlülüğüne alet olmayın. Bilin ki Müslüman uyanık ve basiretli olur, olmalıdır da! ... Aksi halde lokma lokma küçülmeye ve yutulmaya müstahak olursunuz.

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 26.09.2007 - 00:24

    RAMAZANI ORTALARKEN! ...

    M.NİHAT MALKOÇ


    Eskilerimiz ne kadar da doğru demiş ‘Sayılı gün çabuk geçer’ diye… Gerçekten de sayılı gün çok çabuk geçiyor. Dakikalar saatleri, saatler günleri, günler haftaları, haftalar ayları, aylar yılları, yıllar ise koca bir ömrü kovalayıp duruyor. Bir zaman geliyor ki soğuk perdelere çarpıp kalkıyorsunuz. Bundan sonra teslimiyetten başka bir yol da görülmüyor. Şayet zamanında Hakk’a teslim olmuşsanız bu son noktadaki acizlikten mahzun olmazsınız.

    Ramazan ayı daha dün gelmişti. Fakat görüyoruz ki bu mübarek ayı gözümüzü açıp kapayıncaya kadar ortaladık. Yarısı gitti, öbür yarısı kaldı. Zaten ikinci yarısı birinci yarısından daha çabuk ve kolay geçer. Müslüman ramazanın geçip gitmesinden hoşnut olmaz. Zira müminler bir yıl boyunca onun gelmesini büyük bir heyecan ve şevkle bekler durur. Ramazanın gitmeye hazırlanması bizleri ancak hüzünlendirir. Çünkü hayatımıza büyük bir hareket, bereket ve neşe katan bu güzel zaman dilimi gönüllerimizi mamur ediyor.

    Ramazan gönüllerin sükûnete erdiği, kalplerin yumuşadığı, karşılıksız sevmenin ve saygının doruğa çıktığı nurlu bir fasıldır. Bu ayda içimiz durulur ve paklanır. Bir yılın kiri orucun tılsımıyla arınır, akar gider. İnsan yeniden doğmuşçasına saf ve hafif olur.

    Kim ister ramazanların bizleri bir başımıza bırakıp gitmesini? ... O ramazan ki sosyal dayanışmanın ve cömertliğin tavan yaptığı aydır. Zenginlerin malını garip gurebayla paylaştığı ve servetlerini temizlediği bu güzel ayda ellerimizi semaya kaldırıp acizliğimizi Yüce Yaratana beyan ederiz. O da rahmet ve merhamet şemsiyesini üzerimize açar. Nasibimiz neyse onun sonsuz rahmetinden o miktarda faydalanırız.

    Ramazanları öyle kolay kolay unutmak mümkün müdür? ... Gider mi burnumuzdan ramazan pidelerinin mis gibi kokusu? ... Akşama doğru fırınların önündeki uzun kuyruklarda bekleyip pideleri kolumuzun altına koyup hızlı adımlarla yola revan oluruz. Neticede pideler elimizde olduğu halde eve girdiğimizde çocukların yüzündeki tatlı gülümseme ve o berrak nurlu parıltı daha bir belirginleşir. Yemekler sıralanır mutfak tezgâhının üzerinde… Çorba mı dersin pilav mı, yoksa kuru fasulye mi? Her biri ötekiyle lezzet yarışı yapar adeta… Salatadaki cümle yeşillik, taze soğan ve marul damak tadımızı doyumsuzlaştırır. Ferahlar midemiz ve bütün azalarımız… Sofraya uzanan eller bereket olup taşar dört bir yana…

    İşte biz böyle bir neşe çağlayanı olarak görürüz ramazanı… Bu ayla kurduğumuz gönül bağı çelikten daha güçlüdür. Nasıl koparız ramazanın o tılsımlı atmosferinden? ... Dosttan ayrılmak dostu üzer ancak… Ramazan da müminin sadık dostu değil midir?

    Ramazanda nur yüzlü nineler ve pamuk dedelerin cami dönüşünde ceplerine koyup torunlarına getirdiği mevlit şekerlerinde maddi tatların ötesinde bambaşka bir güzellik saklıdır. Paylaşmanın ve başkalarını düşünmenin parlak pırıltısıdır bu… Sofralarımıza konuk olan güzel insanları nasıl unuturuz, nasıl özlemeyiz? İftar sonrasındaki teravihler ve teravih dönüşü çay ve kahve eşliğinde sahura kadar süren dost sohbetleri ruhlarımızın açlığını giderir. Bizi birbirimize daha çok sevdirir ve yakınlaştırır. Özlenen dostluklar doyumsuzlaşır.

    Akşama doğru açlığın üst düzeye çıktığı ve manevi sorumluluğun yerine getirilmesinden doğan hazzın belirginleştiği o mübarek vakitlerde gözümüz minare ışıklarında, kulağımız ezanda, burnumuz ise mutfaktan gelen yemek kokularında olur. Anneler maharetli elleriyle eş ve çocuklarına, çektikleri açlığı yatıştıracak birbirinden lezzetli yemekler hazırlarlar. Her yemeğin içine maddi malzemelerin yanında bir kaşık sevgi ve samimiyet tılsımı eklemeyi ihmal etmezler. Onun içindir ki ev yemekleri dışarıda(lokantalarda) yenen yemeklerden çok daha leziz olur. Bu sevginin farkıdır.

    Ramazan bütün bir toplumu çepeçevre kuşatır. Hemen hepimizin ramazana dair hatıraları vardır. Kimileri çocukluğunun, kimileri gençliğinin, kimileri orta yaşlılığının ramazanlarını yaşatır zihninde. Geçmişe dair anılar canlanır gözlerimizin önünde. Hepsi de muhabbet yüklüdür bu anıların. Çünkü güzelliğini ramazan ikliminden almışlardır. Bu ay içerisinde yaşananlar öyle kolay kolay hafızlardan silinmez. Hepsi de belleklerimize nakşedilir. Ne kadar büyüyüp olgunlaşsak da zihnimizin bir köşesinde yaşatırız onları.

    Ramazanı yaşamayanlara ne kadar da acıyorum. Bunların bir kısmı gurbette olduğu için bu duygudan mahrumdur. Bir kısmı ise zihinlerindeki karanlığın tesiriyle ramazanın nurlu yüzünü ve bereketli yanını görmekten ve yaşamaktan acizdirler, onların bu rahmet sağanağından nasipleri yoktur. Ne büyük bir ayıp ve kayıptır bu…

    Ramazanın içimize dolan rahmet esintisini doyasıya yaşayalım ve çevremize yaşatalım. Camilere sığınalım lanetli şeytanın şerrinden… Ramazanda iblis her ne kadar bağlansa da şeytanın şerri ve vesvesesi yine de bırakmaz peşimizi. Ama oruçla zırhlanan yürekler nefsin gizli ve sinsi oyunlarına pabuç bırakmaz. Ramazan orucu ve ibadetleri iradeleri çelikleştirir. Daha bir güçlü ve donanımlı oluruz nefsimize karşı. Ramazan bizi cümle şer odaklarına karşı korur ve güçlendirir. Bu ibadet müminin manevi zırhıdır.

    Fakat yine geri sayım başladı. Çoğu bitti, azı kaldı bu sayılı günlerin.... Görünen o ki ayrılık kavuşmaktan daha yakın… Onu hoşnut gönderelim ki karşılamaya yüzümüz olsun. Biz senden razıyız, sen de bizden razı ol ya şehr-i ramazan… Allah kavuştursun bizi tekrar sana… Sana layık olamazsak da ümmet olarak bunun samimi mücadelesini verdik. Tevfik ve hidayet âlemlerin Rabbi olan Allah’ın nezdindedir. Ne mutlu ramazanda kurtuluşa erenlere! ...



    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 25.09.2007 - 23:52

    RAMAZAN BEREKETİ

    M.NİHAT MALKOÇ


    Ramazan rahmet ve bereket ayıdır. Bu ayda zenginler fakirleri daha iyi anlama imkânı bulur. Çünkü ramazanda belli süreler içerisinde aç kalan insan, açlığın ne demek olduğunu daha iyi kavrar. Zenginler maddî durumu kısıtlı olan kişilerin, ömürleri boyunca bu güçlüklere nasıl katlandığını sezerler. Onlara karşı merhamet duyguları gelişir. Elindeki imkânların bir kısmını onların istifadesine sunarlar. Böylece zenginle fakir arasında örnek bir sevgi ve dayanışma yaşanır. Ne fakir zengini kıskanır, ne de zengin fakiri hor görür. Böylece sosyal hayatta huzurlu bir yaşamın formülünü bulmuş oluruz. Hayat zindan olmaktan çıkar huzur sığınağı haline dönüşür. Her iki dünyamız da mamur olur.

    Ramazanla birlikte şefkat ve merhamet duygularımız inkişaf eder. Unuttuğumuz sosyal dayanışma ve yardımlaşma, tekrar amacına uygun olarak hayatımıza girer. Açlar doyurulur, mazlumlar kayırılır. Abdullah b. Abbas(ra) 'tan rivayet edildiğine göre Peygamber Efendimiz(sav) şöyle buyurmuştur: 'Yanı başındaki komşusu açken tok olarak geceleyen kişi (olgun) mümin değildir.' Böyle bir hadisin varlığından haberdar olup da yanında ve yakınında açlık çeken fakat bunu bir türlü ifade edemeyen, söylemeye çekinen müminleri nasıl olur da görmezden geliriz? Bu vicdana sığar bir davranış mıdır? İnsanlık bu kadar ayağa düşer mi?

    Ramazanın maddî bereketlerinin yanında manevî bereketleri de büyüktür. Bu ayda dinî duygularımız diğer aylara göre daha da ön plana çıkar. Hayata hayat veren Kur'anî hakikatler yaşamımızın her tarafına siner. Manevî atmosfer bizi dünyaya geliş sebebimizi sorgulamaya yöneltir. İmtihan sırrına vakıf oluruz. Varlığımızın sırrı üzerine kafa yorarız.

    Orucun insana verdiği huzur hiçbir şeyle kıyaslanmaz. Orucu şuurla tutan kişi iç huzuru yakalamış olur. Eğer orucu tutma sırrına vakıf olamazsak perhizden başka bir şey yapmış olmayız. Belki orucumuz kabul olur ama ondan beklenen bereketi ve hazzı elde edemeyiz. Allah'a kulluk şuuru içerisinde tutulan oruç kula gönül huzuru verir. Şayet böyle olmasaydı zayıflamak için yemekten uzak durmayla, orucun bir farkı olmazdı.

    Oruç bize nimetlerin önemini hatırlatır. Diğer zamanlarda pek karşılaşmadığımız açlık ve susuzluk gündemimize oturur. Fakat oruç sadece yemeden içmeden kesilme değildir. Kişinin sadece midesine oruç tutturması yeterli değildir; diğer azalarımıza da oruç tutturup onları da kontrol altına almalıyız. Diğer azaların orucu da nasıl olur demeyin. Gözlerinizi harama bakmaktan sakındırırsanız gözlerinize, dilinizi kötü sözlerden arındırırsanız dilinize, kötü sözleri dinlemekten sakınırsanız kulaklarınıza, haram mal elde edip evinize getirmekten sakınırsanız ellerinize, kötü yerlere ve şer odaklarına gitmekten sakınırsanız ayaklarınıza oruç tutturmuş olursunuz. Kâmil bir müslümanın orucu da böyle olur. Yoksa belli zaman dilimleri içerisinde yemeden içmeden kesilmek kusursuz bir oruç için yeterli değildir.

    Hz. Peygamber(sav) : 'Oruçla Kur'ân, kıyamet gününde kula şefaat edecektir. Oruç, sabrın yarısıdır.' buyurmuşlardır. Orucun ecri Cenâb-ı Hakk katında mahfuzdur. Hâdis-i kudsîde buyurulur: 'Âdemoğlunun her amel ve hareketi kendisine aittir. Oruç ise böyle değil! Çünkü o, benim içindir. (Çünkü ben yemem, içmem ve bütün beşerî sıfatlardan münezzehim.) Dolayısıyla ben, onun mükâfatını (hususî bir şekilde) bol bol vereceğim.' Bu hâdis-i kudsînin ardından Rasûlullâh(sav) , şöyle buyurdular: 'Oruçlunun sevineceği iki ferahlık vardır:1. İftar ettiği zaman (Cenâb-ı Hakk'ın nimetlerine kavuştuğu için) sevinir.2. Rabbine kavuştuğunda da orucu bereketiyle nail olduğu yüksek derece için sevinir.' (Buhârî)

    'Veren el, alan elden üstündür' demiş atalarımız… Şu kesin olarak bilinmelidir ki hiç kimse Allah rızası için vermekle fakir olmaz. Aksine elindeki mal ve para daha da bereketlenir. Hayatımızda bu bereketin yansımalarına hemen hepimiz şahit olmuşuz. Madden geniş zamanlarımızda rıza-i ilahi için tasadduk ettiğimiz için en sıkışık zamanlarımızda sanki Hızır yardımımıza koşmuş, bizi darda kalmaktan kurtarmıştır. Mübarek bir rahmet eli bize uzanmıştır. Allah'a gönülden inanan ve güvenen kul hiçbir zaman darda kalmaz.

    Vermek fedakârlığın ve cömertliğin işaretidir. Bu hasletler herkese nasip olmaz. Bunlar aslında üstün ruh meziyetleridir. İnancımızda zengin insanların konu komşularını aç bırakması haramdır. Onları açlıklarını giderecek kadar yedirmek, çıplak iseler giydirmek vaciptir. Senelik zekâtını verenler bile öyle kolay kolay sorumluluktan kurtulamazlar. Onların bile duruma göre başka birçok vazifeleri daha mevcuttur. Zekât fakirin zengin üzerindeki hakkıdır. İyi düşünülürse fakirlerin varlığı da zenginler için bir nimettir.

    Zenginler zekâtını hakkıyla ve gönül rızasıyla verse kimse aç ve biilaç kalmaz. Kişi bu hakkı sahibine ulaştırırsa aralarında sevgi ve hoşgörü husule gelir. Hele ramazan içerisinde bol miktarda hayır hasenat yaparsak sevap defterimizi inci güherlerle doldurmuş oluruz. Bu ayın bereketini yaşamak ve yaşatmak bahtiyarlığını elde edenlere ne mutlu! ... Onlar gerçek saadeti yakalayan şahsiyet abideleridir. Allah sayılarını artırsın; hayatımız onlarla güzelleşsin.

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 25.09.2007 - 23:22

    RAMAZAN VE TERAVİH

    M.NİHAT MALKOÇ


    Ramazanın gelişiyle beraber İslam coğrafyası birlik ve beraberlik ruhuyla yeniden hayat kazandı. Tabir caizse hayata hayat geldi. İslam dünya gündemine oturdu. Müslümanlar kış uykusundan uyandı. Nadasa bırakılan ruhlar, ekime hazır hâle getirildi. Oysa bir aylık ibadet bizi Cennete ulaştırmak, Cehennem ateşinden korumak için kâfi değildir. Müslüman yılın 365 günü Allah’la beraber olmalıdır. İbadetleri Ramazana sıkıştırmak kendimizi aldatmanın bir başka sinsi yoludur. Müslüman’ın bir gününün nasıl geçeceği Kur’an’da ve hadislerde belirtilmiştir. Hayatımızı bu doğrultuda şekillendirmeliyiz.

    Ramazan’ın gelişiyle beraber gecelerimiz teravihle şenlenir. Büyük küçük demeden camilere akın ederiz. Mevlitler ve ilahiler okunur. Eller semaya açılır. Allah’tan af ve mağfiret dilenir. Teravih namazları ruhlarımızı genişletir. Diğer zamanlara kıyasla Allah’a daha çok yakınlaşırız. İslam ve onun şart koştuğu ibadetler gündemimize oturur.

    Teravih köklü bir geleneksel ibadettir bizde. Ramazan ayında yatsı namazından sonra kılınan namaza ‘teravih namazı’ diyoruz. ‘Teravih’ kelimesi Arapça, ‘terviha’nın çoğuludur ve ‘oturmak, istirahat etmek’ anlamına gelmektedir. Teravih namazı her dört rekâtın sonunda oturulup biraz dinlenildiği için bu adı almıştır. Teravih, orucun sünneti değil, vaktin sünnetidir. Bir mazereti dolayısıyla oruç tutamayanlar da teravih namazı kılabilirler.

    Peygamber Efendimiz, 3–4 gün teravihi cemaatle kıldırmış, daha sonra evden çıkmamıştır. Sebebi sorulunca, ‘Teravih namazının size farz olacağından korktuğum için evden çıkmadım’ buyurmuştur. Teravihin yirmi rekât oluşu ve cemaatle kılınması hadis-i şerifle bildirilmiştir. Teravihin sünnet olduğu ashab-ı kiramın icmaı ile sabittir. Peygamber Efendimiz teravihi, 8, 12 ve 20 rekât olarak da kılmıştır. Fakat bizde genelde 20 rekat kılınır.

    Hanefilere göre, teravih namazının rekât sayısı Hz. Ömer’in uygulamasına dayanır. Hanefi mezhebinin kurucusu İmam-ı Azam Hazretleri, ‘Teravih namazı sünnet-i müekkededir. Hz. Ömer, teravihin yirmi rekât olarak cemaatle kılınmasını kendiliğinden ortaya çıkarmamıştır. O, elindeki sağlam esasa, yani Resulullah’ın sünnetine dayanarak emretmiştir’ buyuruyor. O gün bugündür yaygın olarak böyle kılınıyor.

    Teravih namazını kılarken iki rekâtta bir selam vermek evladır, dört rekâtta bir selam vermek de caizdir. Bazen dört ve bazen iki rekâtta bir selam vermek de caizdir. Teravih, vitirden önce kılınır. Vitirden sonra da kılmak caizdir. Hadis-i şerifte buyruldu ki: “Ramazan ayında inanarak ve sevabını umarak teravih namazı kılanın, günahları affolur.” Bu ne büyük bir müjdedir. Tutulan oruçların sevabına ilave edilen teravihin ecri bizi manevi sahada inkişaf ettirir. Ruhlarımız adeta kanatlanır. Allah’ın beğendiği kullar zümresine katılırız.

    Türk milleti teravih namazına büyük ilgi duymaktadır. Diğer zamanlarda vakit namazı kılmayanlar ramazan gelince teravihleri kaçırmamaktadırlar. Otuz teravih kılmak bazılarınca huzur ve şeref vesilesi olmaktadır. Fakat öncelikle farz olan vakit namazlarının kılınması gerekir. Sünnet farzdan daha mühim değildir. Bu demek değildir ki farzları kılmayanlar teravih de kılmasın. O ayrı, bu ayrıdır. Teravihlere düzenli olarak devam edenler belki zamanla namaza ısınır, vakit namazlarını da düzenli olarak kılmaya başlarlar.

    Bazı gençler teravih namazı kılmak için cami cami dolaşmaktadırlar. Bunda bir beis yoktur. Fakat çok dolaşmanın da hususi bir sevabı bulunmamaktadır. Bir yerde kılınması daha güzel olur. Bunun yanında bazı gençler hızlı teravih kıldıran camileri keşfetmek için birinci hafta keşif yaparlar. Hangi imam hızlı kıldırırsa orada kalırlar. Bu son derece yanlış bir davranıştır. Çünkü teravih zaten sünnet-i müekkededir; farz değildir. Şayet arzu etmiyorsan, ağır buluyorsan kılmazsın. Namazdan vakit çalmak çok yakışıksız bir davranıştır.

    Ramazan geceleri bazı camilere teravih namazını kılmaya gittiğimizde bir kısım imamların namazı hızlı kıldırdığına şahit oluyoruz. Bu çok yaygın bir durum değildir, fakat az da olsa tabir caizse böyle jet imamlar vardır. Bu camilerdeki imamlar tadil-i erkâna riayet etmeyerek teravihi hızlı kıldırmaktadır. Hâlbuki Hanefi mezhebinde tadil-i erkân vaciptir. Vaciplerinden biri kasten terk edilerek kılınan namazı tekrar kılmak vaciptir. Unutularak vacip terk edilirse, sehiv secdesi gerekir. Tadil-i erkân, Şafii’de ise farzdır. Farz terk edilince namaz sahih olmaz. Teravih de olsa, sahih olmayacak kadar hızlı kılmak caiz olmaz. Buna hiçbir imamın hakkı yoktur. Üstelik hiçbir din görevlisi bu manevî sorumluluğun altına girmek istemez. Dediğim gibi bu durumlar istisnalardan ibarettir. Hiç olmaması en doğrusudur. Bütün Müslümanlara hayırlı bir ramazan ve tadil-i erkâna uyularak kılınmış manevî mükâfatı bol teravihler diliyorum. Bu manevi bereket sağanağından istifade edelim.

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 25.09.2007 - 20:44

    RAMAZAN DAVULCULARI VE MANİLER

    M.NİHAT MALKOÇ


    Müstesna zaman dilimlerinden birisidir mübarek ramazan… Onun için de Müslümanlar tarafından büyük bir şevkle karşılanır. Bu aya erişmeden evvel hazırlıklara girişilir. Kadınlar ramazanlık yiyecekler hazırlamaya aylar önceden başlarlar. Yufkalar açılır, konserveler yapılır. Kadınlar her gün birbirine gidip bu gibi hazırlıkları beraberce yaparlar. Bu ayda büyük bir yardımlaşma ve dayanışma örneği gösterilir.

    Ramazan deyince hiç şüphesiz ki aklımıza ramazan davulcuları geliyor. Çok eskilerden bugüne intikal eden ramazan davulculuğu geleneği bugün de devam ediyor. Oruç tutacaklara sahuru haber veren ve kalkıp yemelerini sağlayan bu kişiler nedense günümüzde bazı kesimler tarafından dışlanıyorlar. Hatta bazı belediyeler ramazan davulu çalınmasını yasaklıyorlar. Oruç tutmayanlar bu köklü geleneğin kalkmasını istiyorlar.

    Gerçi oruç tutanların bir kısmı da ramazan davulcularına sıcak bakmıyor. Çünkü küçük çocuklar gecenin yarısında uyanıyorlar; hatta korkuyorlar. Bir daha da yataklarına yatmıyorlar, anneleriyle yatıyorlar. Bazı çocukların davul sesinden etkilenip uyandıkları doğrudur. Fakat bunda asıl kabahat davulcularındır. Çünkü davul çalmanın da belli bir adabı vardır. Amaç oruç tutacakları uyandırmak ve ertesi gün aç kalmalarını önlemektir. Fakat bazı davulcular sanki inadına mahalleyi ayağa kaldırıyor. Bir anda her şey arapsaçına dönüyor. Bu gibi sorumsuz kişiler çok köklü bir geleneğin yavaş yavaş kaybolmasına neden oluyor.

    Bazı belediyeler ramazan davulcularının eğitilmesine önayak oluyor. Müzik alanında çalışanlar onlara davul çalmanın yollarını öğretiyor. Bu doğru ve yerinde bir uygulamadır. Çünkü gece yarısında ritimsiz bir gürültüyle uyanmayı hiç kimse istemez. Çok eskiden insanların diledikleri saatte uyanmasını sağlayan çalar saatler yoktu veya çok yaygın değildi. Fakat günümüzde hemen her evde çalar saat vardır. Hatta teknolojinin nimetlerinden biri olan cep telefonları saat görevi de görerek bizi istediğimiz saatte uyararak kalkmamızı sağlıyorlar. Demek ki artık davulcuların görevi insanları sahura kaldırmaktan öte köklü bir geleneği devam ettirmek, ramazana eğlenceli bir hava kazandırmaktır. Bunu yapanların belli bir müzik eğitiminin olması şarttır. Özellikle vurmalı çalgılar konusunda tecrübeli olmaları, bu alanda eğitim almaları gerekir. Aksi halde gelenek ve eğlence zulme dönüşür. Bu çağda insanları ritimsiz gürültüyle sahura kaldırmak, geleneğin yozlaşması sonucunu doğurur.

    Ramazanlarda davulcular hem davul çalar, hem de bu ayın ruhuna uygun maniler söylerler. Mani halk kültüründe ve edebiyatımızda çok köklü bir geleneğe ve muhtevaya sahiptir. Maniler, söyleyeni belli olmayan, genellikle 7’li hece ölçüsüne göre söylenen dörtlüklerdir. Doğu Anadolu’da mani yerine ‘bayatı’ sözü de kullanılmaktadır. Uyak düzeni “a - a - b – a” şeklindedir. İlk iki mısra birbirinden bağımsız olup; asıl vurgulayıcı içerik, üçüncü ve dördüncü mısralarda yer almaktadır. Konuları aşk, gurbet, ayrılık, kıskançlık olabileceği gibi, ramazan manileri gibi özel zamanlara ait manilere de rastlanmaktadır. Ramazan ayında davulcuların söylediği manilerden bir kısmını dikkatinize sunmak istiyorum:

    “Yeni Cami direk ister / Söylemeye yürek ister
    Benim karnım toktur amma /Arkadaşım börek ister

    Sokak yolu dar mıdır? / Minaresi var mıdır?
    İftara kal diyorlar, / Acep aslı var mıdır?

    Aldanma sağa sola, / Gel gidelim hak yola,
    Güzel oruç tutanın, / Akıbeti hayrola.

    Maniler çiçeklidir. / Birbirine eklidir.
    Davulcunun daveti, / Mutlaka böreklidir.

    Herkes sabırla bekler, / Zayi olmaz emekler.
    İftara geliyoruz. / Hazırlansın yemekler.

    Bak geldi etli dolma, / Çok yiyip göbek salma.
    Üstüne bir kahve iç, / Terâvihe geç kalma! ..

    Kavuştuk Ramazana. / Ne de büyük ihsana.
    Bu ayda oruç tutmak, / Huzur verir insana.

    Sahur oldu ışıyor, / Bülbüller ötüşüyor,
    İftarda çay deyince, / Yüreğim tutuşuyor.”

    Milletler gelenek ve göreneklerini yaşayarak daha güçlü kalırlar. Her ne kadar bu işi maddi bir beklenti karşılığında yapıyorsa da, ramazan davulcusu köklü bir geleneği devam ettiren insandır. Milletimizin değerleriyle zıtlaşmak, onlarla mücadele etmek yerine bu kültürel birikimi koruyup kollamalıyız. Milli ve manevi değerlerimiz sayesinde birbirlerimizle kenetlenebiliyoruz, aynı ruhu yaşıyoruz. Bizleri kendisine benzetmek ve yozlaştırmak isteyen Batılı toplumlara mesafeli durmalıyız; değerlerimize ve değerlilerimize sımsıkı sarılmalıyız.

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 25.09.2007 - 00:25

    RAMAZAN VE SOSYAL YARDIMLAŞMA

    M.NİHAT MALKOÇ


    On bir ayın sultanı olan ramazan rahmet ve merhametin zirveye ulaştığı mukaddes bir zaman dilimidir. Bu ayda sadece oruç tutmak yeterli değildir. Bunu diğer hayırlı faaliyetlerle beslememiz gerekir. Bu ayda Müslümanların birbiriyle yardımlaşması, sosyal bağların kuvvetlenmesini sağlar. Bu davranışlar sayesinde dostluklar daha da pekişir.

    Müslümanlar kardeştirler. Kişi kardeşini darda görünce ona yardım elini uzatır. Bütün Müslümanlar bir ailenin fertleri, hatta bir vücut gibidir. Vücutta bir aza rahatsız olduğunda bütün vücut rahatsız olur. Öyle de müslümanın derdi diğer Müslümanları da dertlendirmelidir. Müminler birbirlerinin yaralarına ilaç olmalıdır. Bu hususta Resulullah şu mübarek sözü söylemiştir: “Birbirine karşı muhabbet ve merhamette, müminler, bir vücut gibidir. Vücudun bir yeri rahatsız olunca, bütün vücut, rahatsız, uykusuz kalıp, onun tedavisi ile meşgul olduğu gibi, Müslümanlar da birbirlerine yardıma koşmalıdır.” (Buhari)

    Müslümanların dertleri müşterektir. Bunları birbirleriyle paylaşırlarsa yükleri azalır. Zira dertler paylaşıldıkça azalır, mutluluklar paylaşıldıkça artar. İster yanı başımızda olsun, isterse dünyanın öteki ucunda olsun, nerde bir sıkıntılı mümin varsa ona şefkat ve merhamet elini uzatmalıyız, ona şefkat kanatlarımızı germeliyiz. Yine bir hadiste ‘Müslümanların dertleri ile ilgilenmeyen, onlardan değildir.’ denmektedir. Bu çok büyük bir manevi ikazdır.

    Bunlar da gösteriyor ki İslam inanç sisteminde kolektif şuur esastır. Bu inançta cemiyetin huzuru, ferdin huzurundan önce gelir. Cemiyet de fertlerden meydana gelmiştir. Hadiseye bu pencereden bakınca ancak fertlerin huzurlu olmasıyla toplumun da huzurlu olacağını anlarız. Müslümanlığı münferit yaşanan bir inanç mekanizması olarak algılayanlar her halükârda yanılıyordur. İslam’da acıyı da, huzuru da paylaşmak muteberdir. Yardımlaşma sadece maddî ve nakdî değildir. Manevi yardımlaşma da çok mühimdir. Başkalarının dertlerine ortak olmak ne büyük bir fazilettir. Bununla ilgili olarak Peygamber Efendimizin mübarek sözlerinden bir kısmını dikkatlerinize sunmak istiyorum:

    “Bir müslümanın sıkıntısını gidereni veya bir mazluma yardım edeni, Allahü teâlâ affeder.”

    “Bir din kardeşinin ihtiyacını gideren, ömür boyu Allahü teâlâya ibadet etmiş gibi sevap kazanır.”

    “Kim bir mümini, bir münafığın eziyetinden korursa, Allahü teâlâda onu, Cehennem ateşinden korur.”

    “Allah indinde, en kıymetli amel, mümini sevindirmek, sıkıntısını gidermek, borcunu ödemek veya karnını doyurmaktır.”

    “Din kardeşini savunan müslümanı Allahü teâlâ, Cehennem ateşinden korur.”

    “Allahü teâlâ, bazı kimseleri, insanların ihtiyaçlarını gidermek için yaratmıştır. İnsanlar, ihtiyaçları için onlara başvururlar. İşte bunlar, kabir azabından emindirler.”

    “Allah katında en kıymetli amel, bir müslümanı sevindirmek yahut bir sıkıntısını gidermek veya sabrını taşıran bir kederini ortadan kaldırmak yahut borcunu ödemektir.”

    “İnsanların iyisi, insanlara iyilik edendir.”

    “Arkadaşın iyisi, arkadaşına, komşunun iyisi ise komşusuna iyilik edendir.”

    “Sizin en iyiniz, kendisinden hep iyilik beklenen ve kötülük etmeyeceğinden emin olunandır.”

    “Hayra vesile olan, hayır işlemiş gibidir. Allahü teâlâ, sıkıntıya düşene, çaresize yardım edeni sever.”

    “Layık olana da, olmayana da iyilik et. Eğer layık olana iyilik edersen ne iyi. Eğer o kimse iyiliğe layık değilse, sen, iyilik ehlinden olursun.”

    Ramazan ayı yardımlaşmanın gözle görülür biçimde arttığı bereket ayıdır. Fitre ve zekâtlar yanında, durumu iyi olan Müslümanlar fakirlere gıda yardımı yaparak onları sevindirirler. Fakat müslümanın yardım yapmasının da bir usulü vardır. Bir elin verdiğini öbür el bilmemelidir. Yardım ederken garibanlar incitilmemelidir. Türkiye’de yardım manzaralarını görünce üzülüyoruz. Hiçbir ciddi organizasyon yapılmadan yardımlar itiş kakış bir vaziyette dağıtılıyor. Ortalık savaş alanı gibi karmakarışık bir durum arz ediyor. Böyle yardım yapmak dayanışmanın ve İslam’ın ruhuna aykırıdır.

    Allah rızası için yardım edenler, en çok sevdiklerinden verirler; verirken de hiç mi hiç huzursuz olmazlar. İşe yaramaz şeyleri vermek muteber değildir. Kıymetsizi verip kıymetli sevaba erişmek mümkün mü? Fedakârlık etmeyen sevdiğini elde edemez. Bununla beraber yardımsever kişinin gözü, verdiği şeyin peşinde kalmaz. O verdikçe haz alır. En iyisinden, işe yarayanından verir. Yüce Rabbimiz bu hususta şöyle buyurmuştur: “Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe, iyilik ve hayra nail olamazsınız. Ne infak ederseniz, Allahü teâlâ, onu hakkıyla bilir ve mükâfatını verir.”(Al-i İmran 92) Bu ayetin iyi okunması ve manasının hakkıyla idrak edilmesi gerekir. Yoksa verdiklerimiz bize fazla bir getiri sağlamayabilir.

    Günümüz şehir yaşantısında merhamet ve yardımlaşma duyguları bir hayli azalmıştır. Modern yaşam tarzında bencillik almış başını gidiyor. Zamanımızda keserler hep kendine yontuyor. İnfak etmekle fakir olunacağı zannediliyor. Bugün çok mal ve para kazanılmasına rağmen, kazanılanların zekâtı miktarınca verilmediği için, fakirler sevindirilmediği için elimizdekilerin bereketi olmuyor, kazancımızın çoğu elimizden uçup gidiyor. Allah bizi bu mübarek ramazan ayında verdikçe maddî ve manevî mükâfat kazananlardan eylesin.

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 24.09.2007 - 00:30

    ŞAİR BOLLUĞUNDA ŞİİR KITLIĞI! ...

    M.NİHAT MALKOÇ


    Duygusal bir millet olduğumuz herkes tarafından kabul edilir. Üç kıtada hüküm sürmüş bir ceddin evlatlarıyız. Onlarca devlet, egemenliğimiz altında en parlak günlerini yaşamış. At üzerinde kıtalar aşmışız. Kılıçlarımızın şakırtısına dağlar ses vermiş. Bunlar hep yaşanmış… Fakat bakmayın erkeklerimizin burma bıyıklarına, sert bakışlarına, külhanbeyi edalarına… Bunların çoğu içlerinde pamuk gibi bir yürek taşır. Sert görünümlerinde gizli bir duygusallık yatar. Bunu kendileriyle birkaç muhabbet ettikten sonra kolayca anlayabilirsiniz. Genellemelerin elbet istisnaları da vardır. Fakat bunlar, malumdur ki kaideyi bozmazlar.

    Ülkemizde rağbet gören büyük bir şiir pazarı var. Yani Aziz Nesin’in deyimiyle “Türkiye’de her üç kişiden dördü şairdir.”… “ Kime, ne zararı var? Allah ilhamlarını bol etsin” diyeceksiniz. Bizler şair bolluğundan rahatsız değiliz. Bizim şikâyetimiz şiir kıtlığı… Sizin anlayacağınız şair bolluğunda şiir kıtlığı çekiyoruz. Bunun aksini kim iddia edebilir?

    Türkiye’de yüzün üzerinde kültür, sanat ve edebiyat dergisi mevcuttur. Bu dergilerde her ay yüzlerce şiir yayınlanır. Fakat bunların yüzde kaçı şiirsel derinliğe, imge yoğunluğuna, soyut anlatıma sahiptir. Bazı kişiler bu özelliklerin şiirde şart olmadığını ileri sürebilir. Fakat şiiri diğer türlerden hangi ölçütleri esas alarak ayıracağız? Her yazılanın şiir olmadığı kanaatinde hemfikiriz. Bazıları buna “kendince şiir” diyebilir. Fakat ben bu ifadeye katılmam hiçbir zaman… Şiirde öncelikle duygu yoğunluğu ve edebi derinlik olmalıdır. Ölçülü yazarsın, ölçüsüz yazarsın, bu bir tercihtir. Fakat hangi formda yazarsanız yazın, şiirsel derinliği, anlam yoğunluğunu sağlamalısınız. Aksi halde yazdıklarınız “kendince şiir” olur.

    Geçenlerde okuduğum bir haber, bizdeki şair bolluğunu bir kez daha tescil etti. İş Bankası Kültür Yayınları tarafından düzenlenen Attila İlhan Şiir Yarışması’na kaç tane şairin iştirak ettiğini düşünüyorsunuz? Bu yarışmaya şairler ya yayınlanmış şiir kitaplarıyla, ya da şiir dosyalarıyla katılabiliyordu. Yani tek şiirlik bir yarışma değildi. Nerden bakarsanız bakın, her bir şiir kitabında veya şiir dosyasında 40–50 şiir var. Bunlar abartılı bir yekûn tutuyor.

    Sizinle bir tahmin tutturma imtihanı yapalım. Bu yarışmaya kaç şairin kitap veya kitap hacmindeki dosyayla katıldığını bir tahmin edin bakalım... Yüz mü? Çıkın çıkın… Beş yüz de olmaz demeyin… Beş yüzü çarpın ikiyle, şimdi üzerine 200 ekleyin, işte sonuç… Tam 1200 şair(!) katılmış söz konusu şiir yarışmasına… Şimdi bazıları “şair” kelimesinin yanındaki parantezin içinde yer alan ünleme bozuluyordur. Ne yani bunların hepsi şair mi? Elinizi vicdanınıza koyun… 1200 şairin her birinin dosyasında 50’şer şiir olsa toplam 60 bin şiir eder. Bu çok büyük bir rakamdır. Son yıllarda hafızalarınızda iz bırakan kaç şiir okudunuz? Madem bu kadar şair var, niçin ciddi miktarda adamakıllı şiir yok?

    Kişi ister ölçülü ve kafiyeli, ister serbest tarzda yazsın eğer ortaya koyulan eserde şiirsel unsurlar yakalan(a) mamışsa bu karalamalara şiir diyemeyiz. Kafiyeleri alt alta dizip bu eylemi bir marifetmiş gibi sunanlara acıdığım gibi, deli saçması sözleri “özgün” ifade diye pazarlayan sahte şiir tüccarlarına da acırım. Onların duygu müşterisi olmayı hiç istemem. Bunların harcadığı kâğıtlara ve akıttıkları mürekkeplere yanarım. Hepsi zayi olup gitmişlerdir. Bu kişiler haddini bilse yine saygı gösteririm. Fakat çoğu kendini “şair-i maderzad(anadan doğma şair) ” sandığı için saygıyı hiç hak etmiyorlar. Onları sahte gururlarıyla yapayalnız bırakmak en doğru harekettir. Belki bu şekilde hatalarını fark edebilirler.

    Türkiye’de 70 milyon nüfus varsa en az 700 milyon da şiir vardır. Yani fert başına düşen şiir sayısı onlu rakamların çok üstündedir. Fakat ülkemizde nedense şiir kitapları hiç satılmayan eserler kategorisinde başı çekmektedir. Her gün binlerce şiirin yazıldığı bu ülkede şiir kitabı satılmıyor. Şiir kitabı çıkaranlar, elde kalan eserlerini eşe dosta bedavadan dağıtıyorlar. Fakat bu onların yeni şiir kitapları çıkarma azmini baltalamıyor. Bazıları, nerden çıkarıyorlarsa, her gece üç-beş şiir çıkarıyor. Bu duruma sevinelim mi, üzülelim mi, bir türlü karar veremiyoruz. Fakat bu şair bolluğunda şiir kıtlığını görünce üzülüyorum ister istemez.

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 20.09.2007 - 22:46

    TUT BENİ EY ORUÇ; KAVRA, İYİCE TUT…
    M.NİHAT MALKOÇ

    Ramazan gönül dünyamızı tamir ve mamur eden müstesna bir aydır. Çağın hastalıklı ruhunu ancak bu ayın manevi dermanlarıyla tedavi edebiliriz. Günümüz insanlarının içindeki manevi boşluğu ramazanın huzur iklimiyle doldurup çölleşen ruhlarımızı yeşertebiliriz. On bir ayın sultanı olarak vasıflandırılan bu güzide zaman dilimiyle ilgili nice methiyeler dizildi. Yine de hakkıyla ifade etmeye güçleri yetmedi kalem sahiplerinin. Tıp doktoru olmasının yanında manevi konularda yazmış olduğu birbirinden güzel yazı ve şiirleriyle tanınan Senai Demirci’nin “Tut Beni Ey Oruç “ adlı manzumesinden ilham alarak ben de “Tut Beni Ey Oruç; Kavra, İyice Tut” adlı bir şiir kaleme aldım. Bahsi geçen şiirimi bu konudaki ilk eseri veren Senai Demirci’ye ithaf ettim. Bu şiirimi dikkatlerinize sunmak istiyorum:

    Masmavi bir göğün şafağında dalarken yemyeşil düşlere
    Kalemin zehirli kanı damlar bembeyaz sayfalara
    Bulutlar kusar acıların haram meyvesini
    Şakiler tutar yolların nurlu kavşağını
    Gözlerimin kan çanaklarında yüzer sülükler
    Sen yetişirsin ufukları kuşatan ve kucaklayan ramazan
    Sen derman olursun katmerleşen yürek yarama
    Panzehirim, azgın fırtınalarıma şefkatli liman…

    Tut beni ey oruç; tut ki uçurumlarda hakikatin eteğine yapışayım
    Yalanların kızgın ateşinde akışkan berrak suyum ol…
    Çığlıkların tahtında suskunluklarımın sesi ol
    Ensemde hissettiğim korkuların nefesi dağılsın enginliklere
    Tutsun elimden nur yüzlü bir derviş, çekip alsın Yusuf’un kuyusundan
    Yalan denizlerinde karaya vurmasın hakikat gemisi…

    Tut beni ey oruç; tut ki ateş köprülerinden tamuya düşmesin tenim…
    Ruhum sıkışıp kalmasın maddenin kasvet cenderesinde
    İmanın saydamlığında aksın ilahi nazarlar yüreklere
    Mumdan gemilerim yol alsın uçsuz bucaksız ateş denizlerinde
    Yağmurlar taşısın rahmetini gönül tarlamızda sararan başaklara
    Çöz şeytanın kirli saçlarına dolanan kırılgan benliğimi

    Tut beni ey oruç; tut ki asrın gayya çukurlarının şer havzına düşmekten kurtulayım
    Eksilen yanlarımı senin rahmet ve bereketinle çoğaltayım
    Nefsimin yularını eline al, karanlık gözlerine sok şahadet parmağını…
    Aynaların derinliğinde bırak mazimin uslanmaz gölgesini
    Ruhumdaki tortuları, süveydadaki karaltıları sele ver…
    Çıkar, şefaat kapısının ardında bırak ruhumun kirlenen elbisesini

    Tut beni ey oruç; tut ki düşerken tutunabileyim minarelerin nurdan gölgesine
    Bir çocuğun bakışlarının saflığında bırakayım rahmani düşlerimi
    Gözyaşımın sağanağında yıkansın zamanın kirli pabuçları
    Yıldızdan avizenle gider kalp göğümün karanlığını
    Yürek dağlarımda biriken karları dağıtsın rahmet rüzgârın
    Düşürme aklarımı, varlığın bereketinde ikmal et yoklarımı…

    Tut beni ey oruç; tut ki kaynayan ateş denizlerine düşüp de yanmamayım
    Solmasın baharı müjdeleyen güllerim hazan bahçelerinde
    Ebedi uykuma dalayım mahyaların şefkatli aydınlığında
    Zihnimdeki keşmekeşler, vahyin duruluğunda çözülsün
    Mızrap vursun, gönül sazımın tellerinde aşka gelsin kelimeler
    İmanım tazelensin isyan çamurlarının uzağında…

    Tut beni ey oruç; fitnecinin diline, zalimin eline düşerken tut…
    Hilalin gölgesinde emzir ruhumu, düşlerin döşeğinde uyut…

    Ramazana dair güzellikleri ifade etmede çok kez aciz kalır kelimeler... Ramazan ikliminin doyumsuzluğunu ancak bu iklimde soluklananlar bilir. Ruhların kasvet içerisinde gerildiği bu asırda, orucun ipine sarılmalı ve bataklıklardan kurtulmalıyız. Günah mezbeleliklerinde debelenmekten ramazan kurtaracak bizi. Bu ayın rahmet ve bereket ikliminden hakkıyla yararlanma gayreti içerisinde olursak manevi zenginliğe erişiriz. Gelin bu güzel günleri zikirle ve şükürle geçirelim. Oruç tutarken “Belki bu bizim son ramazanımızdır” anlayışı içerisinde olalım. Bu ölümlü dünyada gerçekten de bu bizim son ramazanımız olabilir. Orucu bu şuurla tutarsak bu eşsiz ibadetin manevi lezzetini fazlasıyla hissedebiliriz.

    Cevap Yaz

Bu şiir ile ilgili 794 tane yorum bulunmakta