GÖNLÜMÜN DUYGU MİMARLARI
M.NİHAT MALKOÇ
Her insanın sevdiği,kendine yakın bulduğu ve benimsediği şâir ve yazarlar vardır.Onların fikirleri,üslûpları ve bakış açıları model olur sevenlerine…Daha sıcak buluruz bu kalemleri kendimize ….Tercih sebebimiz olur ruh dünyalarındaki çalkantılar,gel-gitler….Yazarken tesirleri altında kalırız farkında olmadan…Kâğıda döktüklerimiz her ne kadar orijinal olsa da onların üslûbundan izler taşır.
Sanatta etkilenme kaçınılmazdır.Hangimiz güzel bir şiir okuyup da ondan etkilenmeyiz ki? ...Tesiri altında kaldığımız eserler bilinçaltına yerleşir.Duygularımız kabarınca da ona benzer bir şeyler yazmaya kalkışırız.Ama o sadece ilham kaynağımız olur.Körü körüne taklit etmeyiz onları.Hareket noktası olur eserleri bizim için…Taklitle hiçbir yere varılamaz zaten.Taklit eser her ne kadar güzel görünse de orijinalinin yanında sönük kalır.Onun için sanatta etkilenmeye hoş bakabiliriz ama taklide asla! ...
Beni de etkileyen,sarsan,ruhumu harekete geçiren şâir ve yazarlar da vardır şüphesiz…Onları okuyunca bambaşka bir atmosfere girer ruhum…Heyecanlanırım…Kalbimin atışları hızlanır…”Hah işte sanat bu,söz böyle söylenir.Sanki içimden geçenleri okuyup ebedîleştirmiş…vs.” derim.Bu kalemlerin sayısı iki elin parmakları sayısıncadır ancak.
Gönlümün duygu mimarlarının başında Yunus Emre,Fuzuli, Şeyh Galip,Yahya Kemal Beyatlı, Necip Fazıl Kısakürek, Mehmet Akif Ersoy, Arif Nihat Asya, Ahmet Hamdi Tanpınar, Faruk Nafiz Çamlıbel, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu gelmektedir.Bu zirve şahsiyetlerin tesiri altında kalışımın sebeplerini ve boyutlarını zikredeyim dilerseniz…
O masal dağında ünleyen gazal
Güz ve hasret yüklü akşam bulutu
Güz ve güneş yüklü saman kağnısı
Babamdan duyduğum o mahzun gazel
Ahengiyle dalgalandığım harman
NERDE O ESKİ BAYRAMLAR? ...
M.NİHAT MALKOÇ
Gönüllerin islamla aydınlandığı ülkemizde bütün bayramlar bir başka kutlanır. Fakat dini bayramların yeri apayrıdır. Halk uzun asırlardan beri ramazan ve kurban bayramlarını benimsemiş ve sevmiştir. Gerçi milli bayramlar da milliyetçilik duygularımızın zirveye çıktığı zaman dilimleridir. Fakat bunlar dini bayramlarımız kadar halk katında benimsenmemiştir.
Ramazan ve kurban bayramlarında herkeste bir telaş ve heyecan gözlenir. Çocuklar ve büyükler sabahın ilk ışıklarıyla yataklarından kalkarak bayram namazını kılmak üzere evden ayrılıp caminin yolunu tutarlar. Herkesin yüreği büyük bir sevgiyle ve heyecanla atar. Bayram sabahlarında hemen herkes erkence kalkar sımsıcak yatağından… Büyükler bayram namazından döndüğünde bayramlaşma faslı başlar uzun süre… El öpenler bir yandan bayram harçlığını indirirler ceplerine. Bunu bir karşılık değil, gönülden kopmuş bir hediye olarak düşünmeliyiz. Bu gelenek uzun yılların kültürel birikiminin bugüne yansımasıdır.
Bayram günlerinde evlerimiz bir anda kalabalıklaşır. Yakın ve uzak çevreden insanlar gelir doğup büyüdükleri memleketlerine… Hasret giderir analar, gelinler ve bacılar… Mutluluklar paylaşıldıkça çoğalır bayram günlerinde. Huzur iklimine gireriz beraberce.
Eskiden bayramlar bambaşka bir heyecan ve coşkuyla kutlanırdı. Çocuklara bayramlık hediyeler alınarak sevindirilirdi. Bu yüzden bu müstesna günler dört gözle beklenirdi. Günümüzde bayramlar daha çok iş ortamından uzaklaşmak için vesile kabul ediliyor. Bu güzide günlere ticaret penceresinden bakınca farklı bir tabloyla karşılaşırız. Bayram günlerinde alışverişler doğal olarak katlanıyor. Piyasaya hareket geliyor. Bayramlık alışverişler için bütçeler iyiden iyiye zorlanıyor. Bayram sonrasında maddi gerçeklerle yüz yüze kalınca bayramın o güzelim esintisi fırtınaya dönüşüyor, dallarımız kırılıyor.
Aslında bayramı masumca ve doyasıya yaşayanlar çocuklardır. Onlar bayramı, bu günlerin ruhuna uygun olarak büyük bir keyif ve neşe içerisinde kutluyorlar. Bir çikolata, bir şeker, az miktarda para onları mutlu etmeye yetiyor. Mutlu olmak için çok fazla şey istemez çocuklar… Bir güler yüze bile rıza gösterirler. Bayramlarda kendi çocuklarımızı sevindirirken yetim ve öksüz çocukları da düşünmeliyiz. İmkânlarımız ölçüsünde onların da elinden tutup bayram sevincini kendilerine yaşatmalıyız. Asıl yardıma, sevgi ve şefkate muhtaç olanlar onlardır. Garibin elinden tutmak ve onu düzlüğe çıkarmak sosyal toplum olmanın gereğidir. Böylelikle sosyal huzurun temelini de atmış oluruz. Büyük İslam şairi Mehmet Akif Ersoy eski bayramları ve bu bayramlarda çocukların konumunu şöyle anlatıyor:
“Gelinde bayramı Fatih’te seyredin bir,
Hayale hatıra sığmaz o herc ü merci safa
Çoluk çocuk birer onluk verip de girmek için
Nöbetleşe bekliyorlar acep içinde ne var
Bu kâinat-ı sürurun içinde gezdikçe
Çocukların tarafındaydı en çok eğlence”
Bayramlar sıra dışı günlerdir. Buluşma ve kaynaşma vakitleridir onlar… Sosyal bağlarımız bu vakitlerde daha bir sıkılaşır. Sıla-ı rahim bu günlerde hayatı daha da güzelleştirir ve anlamlı kılar. Bayram neşe ve sevinçtir. İlahi rahmet ve mağfiretin yeryüzüne bol bol indiği mübarek günlerdir bayramlar… Duaların kabul olduğu mübarek vakitlerdir. Bu günlerde müminler birbirleriyle daha çok kaynaşmalıdır. Verilecek fıtır sadakalarıyla garibanlar da sevindirilmelidir. Bayramlar zenginlerin keyif çattığı, yurtdışı gezilerine çıkıp oralarda yüklü alışverişler yaptığı günler olmaktan çıkarılmalıdır. Muhtaçlara her açıdan bayram ettirilmelidir. Çünkü durumu iyi olanların garibanı kollama yükümlülüğü vardır.
“Nerde o eski bayramlar…” deyip duruyoruz. Bayramların o eski manevi havasını kaybettiğinden şikâyetçi oluyoruz. Fakat bunun suçlusunun bizler olduğunu hiç düşünmüyoruz. Uzaydan gelen birileri bizi bu hale getirmedi. Nefsimize köle olarak basiret nazarlarımızı kaybettik. Suçluyu başka yerlerde aramak beyhudedir. Suçlu biziz… Bu müstesna günlere o eski havasını yine ancak bizler kazandırabiliriz. Çok zor değil aslında… İşe yakın çevremizden başlayıp halka halka manevi tamirata girişmeliyiz.
Anlaşılan o ki bu bayramı da buruk kutlayacağız. Çünkü bu yıl da İslam beldeleri zulüm ve işgal altında bulunuyor. Filistin’de, Çeçenistan’da, Keşmir’de, Filipinler’de, Irak’ta, Lübnan’da, Gazze’de, dünyanın pek çok yerinde Müslümanlar kan ağlıyor. Hatta Tunus gibi ülkelerde müminler öz vatanlarında parya olarak yaşamak mecburiyetinde bırakılıyorlar. Sokakta bile başörtülerine müdahale ediliyor. İnançlarını yaşamalarına izin verilmiyor. Bütün bu olumsuzluklara rağmen mübarek Ramazan Bayramınızı tebrik eder; milletimiz, ülkemiz ve tüm İslâm âlemi için hayırlara vesile olmasını Cenab-ı Allah’tan niyaz ederim.
BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN
M.NİHAT MALKOÇ
Bir aylık ramazan orucunu gönül huzuru içerisinde tutup ramazana ‘Elveda’ dedik. Fakat bu sayılı günlerin tadına doyamadık. Ramazanı çok özleyeceğiz. Şimdiden on bir ay geriye doğru saymaya başladık bile. Ramazan nasıl hızlı geçtiyse önümüzdeki on bir ay da öyle hızlı geçecek ve ömrü olanlar yeni bir ramazana ‘Merhaba’ diyecektir. Bu akış ömrün nihayetine dek sürüp gidecektir.
Bayramlar hayatımızın gülen yüzüdür. Fakat son yıllarda her şey gibi bayramlarımızı da yozlaştırdılar. Artık bayram demek tatil demek! ... İnsanlar bayram gelince (tatil birleştirilip uzatılmışsa) kendilerini tatil beldelerine atıyorlar. Yaşlıları ziyaret etmek, hâl hatır sormak, ellerini öpmek çok eskilerde kaldı. Bayramlar buluşmaların ve hasret gidermenin adresiyken şimdilerde tatil vesilesi oldu.
Nerde o eski sıla-i rahimler… Nerede o mezar ziyaretleri… Kur’an okumalar… Ev ev dolaşıp bayramlaşmalar… Şeker ve tatlı ikramları… Bayram namazına gitmenin o doyumsuz tadı ve heyecanı… Bunları doyasıya yaşayamıyoruz artık. Bayramlarımızın içini boşalttılar. Onların da ruhunu çaldılar. Gerçekçi olmak gerekirse bugün de böyle bir bayram yaşıyoruz. İçi boşaltılmış bir bayram…
Müslümanların iki büyük dini bayramından biri olan Ramazan Bayramı, İslam dinine göre Hicri Kamer yılının dokuzuncu ayı olan Ramazan ayının ardından onuncu ay olan Şevval ayının ilk üç günü boyunca kutlanan dini bir bayramdır. Ramazan bayramına “Şeker Bayramı” da diyoruz. Çünkü bu bayramda herkes birbirine şeker ikram eder; tatlı yenilir, tatlı konuşulur. Bu güne özel akide şekerleri, güllaç tatlıları, demirhindi şerbetleri ve hamur işi poğaçalar, simitler hazırlanır.
Bizler hoşlandığımız şeyleri ifade etmede ‘şeker gibi’ benzetmesini yaparız. Bu bayramın ‘şeker bayramı’ diye anılmasının bir sebebi de şeker gibi hoş ve manevi açıdan feyizli olmasından kaynaklanmaktadır. Bu isim gittikçe yerleşmiştir. Artık herkes Ramazan bayramını ‘Şeker Bayramı’ diye biliyor ve bildiriyor. Ramazan bayramına, o gün fıtır sadakası verilmesinden dolayı ‘Fıtır Bayramı’ adı da verilmektedir. Adı ne olursa olsun bu bayram Müslüman-Türk’ün en özel günlerinden biridir. Ümmet kavramının gerçek manada hayata geçirildiği zaman dilimidir.
Aslında dini bayramlar birbirinden uzak düşmüş aile fertlerinin buluşup kaynaşması için güzel bir vesiledir. Bu müstesna günde tatlılar, şekerler, çikolatalar ikram edilir. Baklava en çok sevilen ve ikram edilen tatlılardandır. Ayrıca küs olanların bayram sebebiyle barışması da bir gelenektir. Zira bir müminin mümin kardeşiyle üç günden fazla dargın kalması helal değildir. Bayramlar dargınlıkların ortadan kalkmasına ve dostlukların kurulmasına zemin hazırlarlar.
Geçmişe özlem duymak, insanoğlunun en büyük özeliklerinden biridir. Eski ramazanlara ne kadar özlem duyuyorsak eski bayramlara da o kadar özlem duyuyoruz. Geçen zaman bizleri iyice yozlaştırıyor. Eski bayramları çok arıyoruz. Eski dostlukları bugün bulamıyoruz. Günümüzde her şey paraya ve makama endekslenmiş. Makamlar büyüdükçe insanlar küçülmüş. Üstte olanlar düşmekten korkar olmuş, sırf bu korku yüzünden kendi olabilme onurunu göstermekten uzak kalmışlar.
Biz orta yaşlı insanlar o eski ramazanları ve bayramları görme ve yaşama imkânı bulduğumuz için onları bugünkülerle kıyaslayabiliyoruz. Bugünkü gençler onu bile yapmaktan mahrumdurlar. Onlara acımamak elde değil. Onlar tabir caizse sılada gurbeti yaşıyorlar. Ne kendileri, ne de özendikleri olabiliyorlar.
Hayat şartları ne olursa olsun çocuklarımıza bayram neşesini tattıralım. Çok küçük de olsa onlara bayram hediyesi alalım. Böylelikle bayram, öteki zaman dilimlerinden daha ayrı ve ayrıcalıklı olsun. Bayram harçlığını da ihmal etmeyelim. Bazı şeyler verdikçe bereketlenir. Siz verin ki Allah da size versin Boşluk olmalı ki o boşluğun dolması söz konusu olsun. Mübarek Şeker Bayramınızı kutluyor, İslam âleminin uyanmasına ve kurtuluşuna vesile olmasını yüce Allah’tan niyaz ediyorum.
LEYLE-İ KADR YAHUT GECENİN AYDINLIĞI
M. NİHAT MALKOÇ
Zamanlar vardır zamanın hudutlarına sığmayan… Dua ve dileklerin mutlak itibar gördüğü mübarek gün ve geceler vardır. Leyle-i Kadr da bunlardan biri ve birincisidir. İçinde Kadir gecesi olmayan seksen yıla bedeldir bu ay… Bin aydan daha hayırlıdır Hak katında. Ümitle korku arasında yaşayan insanın ümitlerinin filizlendiği bir gecedir. Kendimizle yüzleşebileceğimiz, gidişatımızı masaya yatıracağımız, muhasebe yapacağımız bir kutlu gecedir Leyle-i Kadr… Yüce Allah’ın rahmet ve mağfiretinin sağanak halinde yeryüzüne indiği bu gecede payımıza düşen hisseyi alma hususunda uyanık davranmalıyız. Kadir gecesinin manevi coşkusunu tüm hücrelerimize yayarak yaşamalı ve yaşatmalıyız. Sözün bu noktasında mübarek Kadir gecesinin gönül dünyamdaki çağrışımlarını söz suretine döken “Leyle-i Kadr Yahut Gecenin Aydınlığı” adlı şiirimi dikkatlerinize sunmak istiyorum:
“Çile nöbetleriyle büyüttük sevdamızı
Göklere yolcu ettik ateşin nidamızı
Hasret katarlarıyla her dem umut taşıdık
Zemherilerde yandık, yaz ortası üşüdük
Leyle-i Kadr’in kadri, dualarda saklıdır
Zamanı hor kullanmak mümine yasaklıdır
O gece aydınlattık ruhun karanlığını
Kalbimizde hissettik iman yârânlığını
Canlar kıyama durdu, huzura yelken açtı
Gönüller kanatlandı, ruh maveraya uçtu
Resulün yokluğunda hüzün düştü geceye
Mânâ yoğunluğunu yükledik üç heceye
Cezbeye kapılınca Muhammed’in aşkından
Salâvatlar yükseldi nurlu gönül köşkünden
Gecenin yarısında yere indi melekler
Yüce Yaradan’ıma arz edildi dilekler
Büründü sırra iman, müminin tacı oldu
Derbeder ve karanlık ruhun ilacı oldu
Huzursuzluğun yükü bükerken belimizi
Ses verdi sessizliğe, titretti telimizi
Seher vaktine kadar dünya nura gark oldu
Hasret çeken gönüller, sevdalarını buldu
Açılınca göklerde engin rahmet kapısı
Bahşedildi mümine sekiz cennet tapusu
Rabbine sunulunca bu gecede ameller
Gözyaşı döktü gözler, semaya kalktı eller
Hakikatin yoluna revan oldu azanlar
Paslı ruhlarımızı cilaladı ezanlar
Bu vakti ihya eden kalmaz elem içinde
Mağrur ve mamur gezer cümle âlem içinde
Kadir gecesinde, çölleşen ruhlarımıza rahmet damlaları değer; yeşerir gönlümüzün sahraları… Bu gecede kirpikler nedamet yaşlarıyla ıslanmalıdır. Gamzelerimizin çukurları pişmanlık gözyaşlarıyla dolmalıdır. Her şeyi bilen, gören ve duyan Yüce Yaradan’a arz etmeliyiz perişan ahvalimizi. Ondan medet dilemeliyiz seher vakitlerine kadar… Ellerimizi her zamankinden daha çok ve kararlı açmalıyız dünyanın ve ukbanın sahibine. Göklerden yere inen rahmet meleklerini Kur’an okurken, namaz kılarken, dua ederken karşılamalıyız.
Gece boyunca bu mübarek vakti kuşanmalıyız. Bu gecenin rahmet ışığıyla önümüzü ve gönlümüzü aydınlatmalıyız. Bizlere emanet olarak verilen bu hayatı bir gün sahibine teslim edeceğimizi düşünerek hayatımızı, yolumuzu ve çizgimizi bu geceyi vesile kılarak bir kez daha gözden geçirerek yeniden düzenlemeliyiz. Hayatın hızlı akışına ibadetlerle yön vermeliyiz. Bir saniyemizi bile gaflet içerisinde geçirmemeliyiz. Zira gaflet dalaleti doğurur.
Bu mübarek gecede, bin aydan daha hayırlı olan Kadir gecesinde yalnızlaşan ruhumuzu Kur’an ikliminde soluklandırmalıyız. Gelecek yılın Kadir gecesinde dünya denen bu misafirhanede ol(a) mama ihtimalini göz önünde bulundurarak bu gecenin rahmet, bereket ve feyzinden azami derecede istifade etmeliyiz. Mübarek Kadir gecesinin Türk-İslam âlemine hayırlar getirmesini, insanlığı; debelendiği isyan ve şer bataklıklarından kurtarmasını Cenab-ı Allah’tan niyaz ediyorum. Dostlar Kadir geceniz mübarek olsun. Nice Kadir gecelerine imanla, irfanla ve ibadet coşkusuyla erişmek temennisiyle…
KADİR GECESİNİN KADRİ
M.NİHAT MALKOÇ
Rahmet ve mağfiretin hayatımızı çepeçevre kuşattığı mübarek bir zaman dilimizdeyiz. Dört bir yanımız nimetlerle ve bereketlerle çevrilmiş… Bu günler sayılıdır ve kıymeti bilinmelidir. Manevi fırsatlar tıpkı maddi fırsatlar gibi belirli zamanlarda kapımızı çalar, bunları ganimet bilip değerlendiremezsek gelecekte pişmanlık duyarız. Fakat bu, geçen zamanı ve fırsatları geri getirmeye yetmez. Manevi fırsatlar kaza edilmemelidir.
Mübarek zaman dilimlerinden birisi de ramazan-ı şeriftir. Bu ayda Allah’a yakın ol(a) mayanlar zarardadır. Bu ayın gününü ve gecesini salih amellerin nuruyla tezyin etmeliyiz. Ramazanın içinde gizlenen bir gece vardır ki o geceyi ibadetle geçirenler bin aya eşit bir zamanın manevi kârını hanelerine yazdırmış olurlar. Bu gece mübarek Kadir gecesidir. Yüce Rabbimiz bu geceye dair şu övücü sözleri dile getiriyor: “Biz onu (Kur’an’ı) Kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesinin ne olduğunu sen bilir misin? Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır… O gecede, Rablerinin izniyle melekler ve Ruh (Cebrail) , her iş için iner dururlar. O gece, esenlik doludur. Tâ fecrin doğuşuna kadar.” (Kadir Suresi 1-5. Ayetler)
Bu ayetlerde de belirtildiği gibi Kur’an-ı Kerim, Kadir gecesinde yeryüzüne inmeye başlamıştır. Bu olay da bu gecenin kutsiyetini artırmaktadır. Bu gecedeki ibadet, içerisinde Kadir gecesi bulunmayan bin ayda yapılan nafile ibadetten daha faziletlidir. Bu ne büyük bir manevi fırsattır! ... Gelecek bir seneye kadar cereyan edecek olan her türlü hadiseler Allah Teâlâ’nın ezelî kaza ve takdiri ile ilgili meleklere bu gecede bildirilir. Bu gecede yeryüzüne Cebrail ve çok sayıda melek iner. Bu gece tanyerinin ağarmasına kadar esenliktir, her türlü kötülükten uzaktır. Yeryüzüne inen melekler uğradıkları her mümine selam verirler. Bu güzellikler senede bir gece gerçekleşir. Onun için kıymetini bilip gereğini yerine getirmeliyiz.
Kadir gecesinin kendine mahsus bir ibadeti yoktur. Kadir gecesini, namaz kılarak, Kur’ân-ı Kerim okuyarak, tevbe, istiğfar ederek ve dua yaparak değerlendirmek en kârlı ve mantıklı bir davranıştır. Üzerinde namaz borcu olanların nafile namazı kılmadan önce hiç değilse beş vakit kaza namazı kılmaları daha faziletlidir. Kazası yoksa nafile kılar. Fakat bu ahir zamanda kazası olmayan kişiye rastlamak pek mümkün değildir. Onun için nafile yerine, kazalarımızı kılıp üzerimizdeki namaz borcundan kurtulmalıyız. Bu gecenin öyle bir anı vardır ki o anda yapılan ibadet ve dualar mutlaka kabul ve makbul olur. Bu önemli anı yakalamak için gecenin bütününü tevbe ve istiğfar ile geçirmek gerekir. Bu tılsımlı vaktin saklı olması, müslümanın bütün geceyi ibadetle geçirmesinin gerekliliğini ortaya koyar. Akıllı insan da her dakikasını Allah’ı anmakla ve ona yönelmekle geçirir.
Bilindiği gibi Kadir gecesinin ne zaman olduğu meçhuldür. Bunda da sayısız hikmetler vardır. Şayet zamanı belli olsaydı diğer günleri gaflet içerisinde geçirebilirdik. Sevap bakımından kârlı çıkmak için bu geceye yüklenirdik. Bu da doğru bir davranış olmazdı. Kul her zaman Allah’ı anmalı, kalbini onun sevgisiyle doldurmalıdır. İbadette devamlılık esastır. Bir yıl yan gelip yatıp bütün ibadetleri bir akşama sığdırmak samimi imanla ve kulluk anlayışıyla bağdaşmaz. Peygamber Efendimiz (sav) ramazanın son on gecesi itikâfa girer ve ev halkını da ibadete yönlendirirdi. Eskilerimiz Kadir gecesiyle ilgili olarak şu özlü ifadeyi söylemişlerdir: “Her geceni Kadir bil; her geçeni Hızır bil” Böyle düşünülürse müslümanın iman hususunda her zaman kararlı ve sabit durması sağlanmış olur.
Kadir gecesinin ramazanın hangi gecesine rastladığı hususunda pek çok rivayet bulunmakla birlikte, ramazanın son on gününde aranması tavsiye edilmiştir. Bazı hadis-i şeriflerde de Kadir gecesinin ramazanın yirmi yedinci gecesine denk geldiği bildirilmektedir: “Onu yirmi yedinci gecede arayınız” hadisi buna işaret etmektedir.
Kadir gecesinde yapılan ibadetler Allah katında çok makbuldür. Bu gece manevi bakımdan çok kârlı bir gecedir. Fakat bu geceye güvenip diğer günlerde ibadetleri askıya almak akıllı müslümanın yapacağı iş değildir. Resulullah Efendimiz: “Kim inanarak, sevabını ancak Allah’tan bekleyerek Kadir gecesinde kıyam üzere olursa (uyanık kalıp ihya ederse) geçmiş günahları affedilir.” buyurmaktadır. Bu hadiste ifade edildiği üzere bu gece uykumuzdan feragat edelim. Bol bol Allah’ı zikredelim; tövbe istiğfar edelim. Ruhlarımızı manevi kirlerden arındıralım. Şafak söktükten sonra günah yükünü üzerinden atmış bir şekilde yeni güne tertemiz bir surette doğalım. Bütün Müslümanların Kadir gecesini kutluyor, bu gecenin Müslüman âleminin uyanışına vesile olmasını Cenab-ı Allah’tan niyaz ediyorum.
HER GECEYİ KADİR BİLMEK
M.NİHAT MALKOÇ
Ramazan ayının kıymetli oluşunun en önemli sebeplerinden birisi de içinde bin aydan daha hayırlı kabul edilen Kadir gecesinin bulunmasıdır. Onun içindir ki Müslümanlar Kadir gecesini bütün belirli zamanlardan daha üstün ve kıymetli tutmuşlardır. Fakat Rabbimiz Kadir gecesini ramazanın içinde gizlemiştir. Yani ramazanın kaçıncı gecesinin Kadir gecesi olduğu bilinmemektedir. Bunda sayısız hikmetler mevcuttur. Öncelikle bu geceyi ihya etmek isteyen kişiler ramazanın her gecesini kadir bilip ona göre her geceyi ibadetle ve taatle geçirecektir. Atalarımızın 'Her geceyi Kadir, her geleni Hızır bil' sözü bu gerçeği teslim etmektedir. Biz Müslümanlar da bu hikmetli sözün gereğini yerine getirmek için ramazan gecelerinin içini manevi feyiz ve bereketle dolduracağız. Her geceyi Kadir gecesi farz edeceğiz.
Kadir gecesi her ne kadar ramazan ayının içinde gizlenmişse de bu gecenin ramazanın son on gününde aranması tavsiye edilmiştir. Bütün bunlara rağmen ülkemizde Kadir gecesi ramazanın yirmi altısını yirmi yedisine bağlayan gece olarak kabul edilir. Bu, dini çevrelerde yaygın bir kanaattir. Ramazanın son günleri yaklaştığında Kadir gecesinin heyecanı bütün hücrelerimizi sarar. Manevi açıdan Kadir gecesine hazırlanırız. Bu gecenin feyiz ve bereketinden azami derecede istifade etmek için planlamalar yaparız. O geceyi ibadetlere ayırırız. Huzur ve huşu içerisinde kendimizi o kutlu vakte odaklandırırız.
Bazı zamanlar halk ve Hak katında muteberdir... Kadir gecesi de bu müstesna zaman dilimlerinin başında gelmektedir. Hadis kaynaklarında Allah Resulü'nün Medine'ye hicretten sonra her yıl ramazanın son on gününde itikâfa çekildiği ve hanımlarını da buna teşvik ettiği mevzuunda bilgiler yer almaktadır. 'İtikâf' sözlükte bir şeye devam etmek, insanın kendisini bir yerde alıkoyması, bir yere kapanıp ibadetle meşgul olması anlamındadır. Dinimizdeki anlamı ise bir mescitte Allah'ın rızasını kazanmak için belli âdâb içerisinde bir müddet kalmaktır. İtikâfa girene 'mu'tekif' veya 'âkif' denir. Hz. Ayşe anamız Resulullah'ın ramazanın son günlerinde nasıl davrandığını şöyle rivayet etmiştir: 'Ramazan'ın son on günü girince, Resulullah geceleri ibadetle geçirirdi. Ailesini de ibadet etmeleri için uyandırırdı. İbadet için diğer zamanlardan daha fazla gayret gösterirdi.'
Ashab-ı Kiram'dan Ebu Saîd (ra) anlatıyor: 'Biz Hz. Peygamber (sav) 'le birlikte ramazanın orta on gününde itikâfa girdik, yirminci günün sabahı olunca eşyalarımızı (evlerimize) taşıdık. Resulullah Efendimiz bir hutbe irad etti ve sonra şunu söyledi: 'İtikâfa girmiş olanlar, itikâf mahallerine dönsünler. Zira bu gece bana Kadir Gecesi'nin hangi gece olduğu gösterilmişti, sonra unutturuldu. Siz, son onda ve tek gecelerde arayın. Ayrıca bu gece kendimi su ve çamur içinde secde eder gördüm.' Resulullah (sav) itikâf mahaline dönünce, o günün sonuna doğru hava bozdu. Mescit o sıralarda (üzeri dallarla örtülmüş) çardak şeklindeydi. Hz. Peygamber'in burnu ve burun yumuşağı üzerinde su ve çamur bulaşığını gördüm. Bu gece 21. gece idi.' (Buhârî, Fadlu Leyle-i-Kadr)
Daha evvel de belirttiğimiz gibi ayların sultanı olan ramazana kadir kıymet kazandıran, Kur'ân'dır. Rivayetlere göre Kur'an bu ayda bir bütün olarak dünya semasına inmiştir. Daha sonra yine ramazan ayı içerisinde parça parça Resulullah'a gönderilmeye başlanmıştır. Bir kısım ayetler belli olaylara cevap olarak gelmiştir. Bu mübarek ayetler zor zamanlarda muhataplara cevap olsun diye Resul-i Ekrem'imizin imdadına yetişmiştir.
Kadir gecesine erişen Müslüman bu mübarek geceyi büyük bir bahtiyarlık ve kazanç olarak addetmelidir. Geceden sehere kadar ibadet ve dua etmeliyiz. Bu gecede özellikle inanarak ve samimiyetle yapılan dualar asla geri çevrilmez. Bu dualarla Allah arasında perde yoktur. Nefeslerimiz direkt Allah'a ulaşır. Her Müslüman dilinin döndüğünce bu vakitler içerisinde ümmetin saadeti ve barışı için dua edip yalvarmalıdır. Bu hususta nasıl dua edeceğimize dair Hz. Ayşe anamızın şu sözlerini dikkatinize sunuyorum:
'Dedim ki, 'Ya Resulullah, Kadir Gecesine rastlarsam nasıl dua edeyim? '
Resulullah Aleyhissalâtü Vesselam 'Allahümme inneke afüvvün tuhibbü'l-afve fa'fu annî (Allah'ım, Sen affedicisin, affetmeyi seversin, beni de affeyle) dersin' buyurdu'
Malumdur ki dünya denen bu mezrada çok sınırlı bir zaman kalacağız. Sonra asıl yurdumuz olan ebedi âleme göç edip gideceğiz. Orada büyük bir hesaba çekileceğiz. Herkes yaptığının karşılığını görecek. Kimse Allah'tan başka arka bulamayacaktır orada. Eğer burada alnımızın ak, başımızın dik olmasını istiyorsak dünyadaki manevi fırsatları kaza etmeyelim. Çünkü fırsatlar her zaman kapımızı çalmaz; çalsa da biz evde olmayız. Ne olur manevi hayatımızın tanzimi için her geceyi Kadir, her geleni Hızır bilelim. Bütün Müslümanların Kadir gecesini en samimi duygularımla kutluyor, düşman çizmeleri altında inim inim inleyen Müslüman kardeşlerimizin kurtuluşuna vesile olmasını Cenab-ı Allah'tan niyaz ediyorum.
TRABZON'UN YENİ VALİSİ NURİ OKUTAN
M.NİHAT MALKOÇ
Yöneticilik, hüner gerektiren meşakkatli bir iştir. Çünkü insanları memnun etmek, doğru yönlendirmek, verimli çalışmalarını sağlamak sanıldığı kadar kolay bir şey değildir. Bu sadece okumakla, yani eğitimle gerçekleştirilemez. Kişinin şahsiyeti ve olaylara yaklaşımı çok önemlidir. Sert mizaçlı olmak her zaman otoriteyi sağlamaya yetmez. Hatta çok kere iticiliğe zemin hazırlar. Hoşgörünün fazlası da gevşekliğe yol açar. Bu hususta dengeyi sağlamak gerekir. İnsanlara ufuklarının genişliği hesaba katılarak yaklaşılmalıdır.
Ülkemizde yaşanan krizlerin çoğu idarecilerin yerinde ve zamanında doğru tavır ve davranış gösterememesinden kaynaklanmaktadır. Türkiye'nin idareci profili aslında başarısız değildir. Bu konuda sürekli serzenişlerde bulunuruz; fakat çok olumlu idareci örneklerini de görmek gerekir. Ülkemizde örnek idarecilerin sayısı görmezlikten gelinemeyecek kadar çoktur. Fakat bizler nedense daha çok olumsuz örnekleri dilimize pelesenk ederiz.
Merkezde bulunan genel idarenin taşradaki uzantıları vardır. Bunların başında valiler gelir. Bilindiği gibi iller Türkiye'de merkezi idarenin en büyük taşra teşkilatıdır. Cumhuriyetin kuruluşunun ilk yıllarında 47 olan il sayısı, 1933'te 57'ye; günümüzde ise 81'e ulaşmıştır. İl idaresinin başı olan vali, devlet tüzel kişiliğinin, hükümetin ve ayrı ayrı her bakanlığın temsilcisidir. Vali İçişleri Bakanı'nın önerisi, Bakanlar Kurulu kararı ve Cumhurbaşkanı'nın onaması ile atanır. Valinin ildeki tüm merkezi idare kurumlarının ve personelinin başı olması nedeniyle oldukça geniş bir alana nüfuzu vardır. Bununla beraber adli ve askeri kurumlar valinin yönetim ve denetimi altında değildir.
İllerin en büyük mülki idare amiri olan valilerin yetkileri çok olduğu gibi sorumlulukları da çoktur. İşlerin düz gitti zamanlarda göze batmazlar. Bir de işler aksamaya görsün en büyük hedef tahtası olurlar. Bunun en bariz örneğini Trabzon'da gördük. Güvenlik zaafı gerekçesiyle Trabzon valisi Hüseyin Yavuzdemir makamından oldu. O şimdi merkez valisi olarak Ankara'da görev yapacak. Aslında o da iyi niyetle çalıştı ve bu şehre hizmet etti. Fakat işler bir anda çığırından çıkınca yerinden oldu. Trabzonlular ona hizmetlerinden dolayı teşekkür ediyor. Ona yeni görevinde başarılar diliyoruz.
Son Valiler Kararnamesiyle 12 ilimizin valisi değişti. Konya Valisi Arif Atilla Osmançelebioğlu ve Trabzon Valisi Hüseyin Yavuzdemir merkeze alındı. Vali Oğuz Kağan Köksal'ın Emniyet Genel Müdürlüğüne atanmasıyla boşalan İzmir Valiliğine Adana Valisi Mustafa Cahit Kıraç atandı. Kahramanmaraş Valisi İlhan Atış Adana Valiliğine, İçişleri Bakanlığı Hukuk Müşaviri Dr. Recep Kızılcık Batman Valiliğine, Batman Valisi Haluk İmga Afyon Valiliğine, Van Valisi Mehmet Niyazi Tanılır Kahramanmaraş Valiliğine, Sakarya Valisi Nuri Okutan Trabzon Valiliğine, Merkez Valisi Hüseyin Atak Sakarya Valiliğine, Sivil Savunma Genel Müdür Yardımcısı Özdemir Çakacak Van Valiliğine, Kütahya Valisi Osman Aydın Konya Valiliğine, Giresun Valisi Şükrü Kocatepe Kütahya Valiliğine, Mülkiye Başmüfettişi Mustafa Taşkesen Giresun Valiliğine, Mülkiye Başmüfettişi Mustafa Toprak ise Çorum Valiliğine getirildi. Valilerimize yeni görevlerinde başarılar diliyoruz.
Son kararnameyle bütün gözlerin üzerine çevrildiği Trabzon Valiliğine atanan Sakarya eski valisi Nuri Okutan'a 'Trabzon'a hoş geldiniz' diyoruz. İlimizin yeni valisi Nuri Okutan'ı yıllardan beri icraatlarıyla takip ve takdir eden bir kişiyim. 'Bir gün şehrimizin valisi olsa' diye hep içimden geçerdi. Özellikle Gümüşhane'nin Kelkit ilçesinin kaymakamı iken çok sınırlı imkânlarla ses getiren işler yapmıştı. İsminin kamuoyunun vitrinine çıkmasını sağlayan Kelkit kaymakamı iken yaptıklarıdır. Bu küçük Anadolu şehrini ayağa kaldırmıştı.
Trabzon'a genç ve başarılı bir vali olan Nuri Okutan'ın atanması bu şehre verilmiş en güzel hediyedir. Devletimiz Trabzon'u her zamanki gibi önemsemiş ve vali atarken titiz ve seçici davranmıştır. Çünkü yeni valimizin son derece başarılı ve ak bir sicili vardır. Ben onu yaptığı cesur ve sıra dışı atılımlarıyla merhum Vali Recep Yazıcıoğlu'na benzetiyorum. Henüz 45 yaşında olan ve gelecekte adından sıkça söz ettirecek olan Okutan'ın bugüne kadar yaptıkları, bundan sonra yapacaklarının teminatıdır bence.
Peki, nedir Okutan'ın ak sicili? Yani neler yapmıştır geçmişte? Nuri Okutan, valilik yaptığı Siirt'te okulöncesi okullaşma oranını yüzde 4'ten yüzde 64'e yükseltmiştir. Sakarya Valiliği sırasında da yüzde 7 olan okulöncesi okullaşma oranını yüzde 80'e çıkarmayı başarmıştır. Eğitime katkılarından dolayı 'Vehbi Koç Ödülü'ne layık görülmüştür. 100 bin dolarlık bu ödülün bir kuruşuna bile dokunmamış, onu da eğitime harcamıştır. O, bu onurlu davranışıyla geçmişte Mehmet Akif'in İstiklal Marşı yarışmasında yaptığını yapmıştır.
Yeni valimiz Okutan tam bir eğitim tutkunudur. Soyadına layık bir insan olduğunu her fırsatta göstermiştir. Özellikle Siirt Valisi iken kızların okuması için çok mücadele etmiş ve bunda da başarılı olmuştur. Emrindeki pahalı mercedesleri satarak elde ettiği kaynağı ilin kalkınmasına aktarmıştır. Resmi araçların özel işlerde kullanılmasına asla göz yummamıştır. Resmi kurum ve kuruluşlarda israfın ter türlüsüne savaş açmıştır. Öyle ki açılışlara çiçek göndermeyi bile yasaklamıştır. Eğitimi esas gündem maddesi olarak hep önde tutmuştur. İşini hakkıyla yapmayan idareci ve memurların korkulu rüyası olmuştur. İşini güzel yapan memurları da ödüllendirerek onlara şevk ve heyecan vermiştir.
Bana göre Trabzon aradığı valiyi buldu. Eğer kent olarak ona sahip çıkarsak Trabzon'da çok güzel işler yapacaktır. Kısa zamanda şehrin imajını ve çehresini değiştirecektir. Artık Trabzon menfi hadiselerle anılmayacaktır. Trabzonlular olarak yeni valimiz Nuri Okutan'ın emrine amadeyiz. Onu bağrımıza basmaya hazırız. Kıymetli valimize tekrar 'Şehrimize hoş geldiniz' diyor bundan sonraki vazifesinde üstün muvaffakıyetler diliyoruz. Haydi, geleceğin aydınlık Trabzon'u için el ele, gönül gönüle verelim.
TRABZON OKUYOR…
M.NİHAT MALKOÇ
Millet olarak kitap okumayışımız üzerine bugüne kadar nice serzeniş yazıları kaleme alınmıştır. Bu yazıların hemen hepsinde, okumayı davranış haline dönüştüremeyişimiz eleştirilmiştir. Bunlar çok yazılıp çizildi, fakat niçin okumadığımız hususunda ilmi görüşler, sosyal araştırmalar ortaya konulmadı. Bazıları bu konuda kalem oynattıysa da sesleri kısık çıktı. Toplum olarak okuyan insanlara değil, zenginlere ve şöhret sahiplerine itibar ediyoruz. Yıllarca okuyup bir yerlere gelenlere özenmiyor gençlerimiz. Çünkü bu kişiler kısa zamanda şöhret olanların yarısı kadar gelir elde edemiyorlar. Okuyanların hayat standardı kısa yoldan zengin olanların yanında çok düşük… Bu veriler okuyan kişilerin gençliğin önünde model teşkil etmesini engelliyor. Onun için çocuklarımız yanlış yollarda olan kişileri örnek alıyor.
Türkiye’nin en eski kültür ve sanat şehirlerinden biri olan Trabzon’da da insanlar yeterince okumuyor. Ülkemizde okuma eylemi henüz davranış haline dönüştürülememiştir. Çoluk çocuğa karışmış, iş güç sahibi olanların okumamasını bir yere kadar hoş görsek de, yarınlarımızın teminatı olan gençlerimizin okumayışına asla tahammül edemeyiz. Yarının idarecileri olacak çocuklarımız bugünden itibaren okuyup bilgi donanımını ikmal etmezse bu kişilerin gelecekte nasıl bir anlayışla hizmet göreceklerini varın siz düşünün... Okuyan insan anlayışlı olur, onda kaba davranışlar göremezsiniz. Hakkıyla okuyanlar, bilgi donanımı eksiksiz insanlardır. Bunu da genç yaşlarda yapılan okuma faaliyetleriyle gerçekleştirirler.
Trabzonlular vatanına, milletine ve değerlerine sıkı sıkıya sahip olsa da bir kısım şer mihraklar bu güzel şehrin güzel insanlarını, özellikle gençlerini kötü emellerine alet olarak kullanıyorlar. İşsizlik, gelecek endişesi ve cehalet gençlerimizi kötü gayeler için kullanılmaya müsait kılıyor. Bunu önlemenin yollarından birisi de çocuklarımıza milli ve manevi şuur kazandırmaktır. Onlara asgari bir kültür birikimi kazandırabilirsek hadiselere daha geniş çerçeveden bakabilirler. Bu da çok okumakla ve düşünmekle gerçekleşir. Trabzon Valiliği, gençlere kitap okuma alışkanlığını kazandırmak ve yaygınlaştırmak amacıyla “Trabzon Okuyor“ adıyla bir okuma kampanyası başlattı. Trabzon’un okumaya duyarlı valisi Nuri Okutan, gençlere kitabı sevdirme konusunda kararlı görülüyor.
Trabzon’da ilk ve ortaöğretim kurumlarında okuma seferberliği başlatıldı. İlk ve ortaöğretim kurumlarındaki öğrenciler her gün 20 dakika süreyle kitap okuyorlar. Bu haftanın her günü düzenli olarak devam ediyor. Kitap okuma çalışmasının eğitim-öğretim yılı sonuna kadar sürdürülmesi planlanıyor. Okumanın davranış haline dönüştürülmesi için belli bir zaman uygulanması gerekir. Umarız Trabzonlu gençler öğretim yılı sonuna kadar okuma eylemini bir davranış haline getirirler. Bu sağlanabilirse gençler bundan sonra kendileri de okuyacaklar. Öyle bir noktaya gelecekler ki okumadıkları zaman hayatlarında bir eksiklik hissedecekler.
Gençlerimiz okumayı bir sevseler bir daha bırakamayacaklar. Fakat onları bu noktaya getirmek için gayret sarf etmek gerekiyor. Bu hususta öğretmenlere, velilere çok görevler düşüyor. Öğrencilere okumayı sevdirmeliyiz. Onlara seviyelerine uygun kitaplar okutmalıyız. Şayet ilgi duymadıkları eserleri onlara dayatırsak onları okumaktan soğutabiliriz. Milli Eğitim Bakanlığı’nın ilk ve ortaöğretim öğrencileri için tespit ettiği “100 Temel Eser” sembolik bir anlam taşımaktadır. Bu eserlerin dışındaki eserlerden de okunabilir. Çerçeveyi geniş tutmak gerekir. Fakat çocukları yanlış davranışlara itecek, onları yaşadıkları toplumdan koparacak eserlerden de sakınılmalıdır. Aksi halde kaş yapayım derken göz çıkarmış oluruz. Türk kültürü ve edebiyatı çok zengin bir birikime sahiptir. Tarihi binli rakamlarla ifade edilen bu milletin kültürel kaynaklarını, geleceği şekillendirecek olan gençlere ulaştırmalıyız. Gençlik, ilhamını ve heyecanını bu yerli kaynaklardan almalıdır. Okuma çalışması bu yüzden çok önemlidir.
OKUTAN VALİ
M.NİHAT MALKOÇ
Türkiye’de okuryazarlık oranı yüzde 88’dir. Yani her yüz kişiden 88’i okuma ve yazmayı biliyor. Bu oran yüksek gibi görülse de aslında çağdaş Türkiye’ye yakışan bir oran değildir. Zira pek çok Avrupa ülkesinde okuma yazma oranı yüzde yüzlere gelip dayanmıştır. Bu çağda okuma yazma bilmemek tek kelimeyle ayıptır. Fakat bu ayıp, bilmeyenin değil, öğretmeyenindir. Sosyal devlet, vatandaşlarının her türlü ihtiyaçlarını gözeterek, gerekli önlemleri alır. Ülkemizde her ne kadar dikkate alınmasa da, okumak bir ihtiyaçtır aslında. Okumayan insanların ruh açlığı pek çok ruhsal boşluğu da beraberinde getirmektedir.
Türkiye’de yüz kişiden 88’i okuma yazma bilse de bilinçli kitap okuyucusu bu oranın çok çok altındadır. Okumuyoruz işte. Yapılan araştırmalar gösteriyor ki gençliğin yüzde 70’i hiç okumuyor. İstatistiklerin dili, okumayışımızı belgeliyor. İstatistik verilerine göre nüfusun yüzde 40’ı hayatı boyunca hiç kütüphaneye gitmiyor. İlköğretimde çocukların yüzde 80’inden fazlası ders kitabı, kaynak ve yardımcı kitap dışında kitap okumadan okullarından mezun oluyor. Üniversite öğretim üyelerinin 1/5’i akademik yayınlar dışında kitap okumuyor. Bu rakamlar bizleri gelecek adına endişelendiriyor. Çünkü okumayan bir milletin geleceği karanlıktır. Böyle bir toplumda kültürel kalkınmadan da bahsedilemez.
Çocuklarımız bilgi sahibi olmadan fikir sahibi oluyor. Bazı çevreler gençliğe zehirli fikirler aşılayarak onların geleceğini karartıyorlar. Okumak yerine seyrediyoruz. Televizyonlar hiç kapanmıyor evlerde. Teknolojinin en büyük nimetlerinden biri olan bilgisayar, bilgi edinmek için değil, oyun makinesi olarak kullanılıyor. Yabancı filmler ve bir kısım yerli yapımlar gençliğin vücut kimyasını bozdu. Aileler kontrolü çoktan kaybetti. Televizyon, kitaplarla olan bağımızı kopardı. Ülkemizde her yıl altı bin çeşit kitap basılsa da okuma oranında o miktarda bir artış görülmektedir. Oysa Türkiye’de iki buçuk milyonun üzerinde üniversite ve yüksekokul mezunu vardır. Yayıncılar bir kitaptan çok sayıda basma cesareti gösteremiyorlar. Çünkü basılan kitaplar elde kalıyor. Avrupa’da gazetelerin her biri milyonlu rakamlar basarken bizde bu sayı yüz binli rakamlarda gezinip durmaktadır. Her gün yüz binlerce gazete hiç okunmadan yok olup gitmektedir. Bu tablo bizleri fevkalade üzüyor.
Trabzon’un kıymetli valisi Nuri Okutan Bey genelde Türkiye’nin, özelde Trabzon’un bu vahim manzarasını görmüş olacak ki bir şeyler yapmak için harekete geçti. Kelkit ilçesinde kaymakamken yaptığı başarılı çalışmalarını Sakarya Valiliği sırasında artırarak devam ettiren ilimizin gayretli valisi Nuri Okutan Trabzon’a da damgasını vurmaya devam ediyor. Okutan, Kelkit’teki kaymakamlığı sırasında tarıma önem vermiş, ilçede ürün çeşitlerini artırmıştı. Yine burada halkla içice yaşayarak bildiğimiz resmi idarecilerden çok farklı biri olduğunu göstermişti. Sakarya’daki icraatları da çok takdir görmüştü. Sakarya Valiliği sırasında Okuyan Şehir Sakarya projesi kapsamında bu şehirde okuma seferberliği başlatmıştı. Aynı vali bu engin tecrübelerini şimdi de Trabzon’a taşıyor. Artık Trabzon’daki öğretim kurumları her gün 20’şer dakika okuma çalışması yapıyor. Bu yeterli olmasa da sembolik açıdan çok önemli bir girişimdir. Okulda 20 dakika okuyan çocuk, okuduğu kitabı evde de devam ettirecek, bir süre sonra kitap kurdu olup çıkacaktır. Kitap gençliğin gündeminde önemli bir yer teşkil edecektir.
Trabzonlular Vali Bey’in bu uygulamasından çok memnunlar. Çocuklar artık sadece ders kitabı okumuyorlar. Hepsinin bir şiir, bir hikâye veya bir roman kitabı var. Edindiğim izlenimlere göre okulda kitap okumaya başlayan çocuklar, okudukları kitapları evde de ellerinden bırakmıyorlar. En enteresan olanı da velilerin okumaya başlaması… Çocuklarının okuduğunu gören veliler de okumaya heveslenmiş. Pek çok evde okuma saatleri düzenleniyor. Sadece öğrenciler değil, veliler de, öğretmenler de harıl harıl okuyor. Bu Trabzon için önemli bir dönüm noktasıdır. Bu uygulama bizleri de heyecanlandırmaktadır. Trabzon Valisi Nuri Okutan, hem ismiyle hem de soy ismiyle müsemma bir insan… Gerçekten de her gittiği yere ışık saçıyor. Okullardaki kitap okuma çalışmasını çok önemsiyor ve destekliyorum.
NAMAZA YAHUT HAYATA DURMAK…
M.NİHAT MALKOÇ
Ruhun huzura ve sükûna kavuşması manevi açlığımızın doyurulmasıyla mümkündür. Manevi açlığı gideren unsurların başında namaz ve oruç gibi ibadetler gelmektedir. Namaz müminlerin hayatındaki olmazsa olmazlardandır. Namaza durmayan yürekler zamanla kararır. Mutlak hakikatlerin üzeri yalan bulutlarıyla örtülerek görülmez olur. Namaz içimizi şenlendirir, ruhumuza manevi aşkın iksirini şırınga eder; bizi Hakk’a yakınlaştırır. Namazla ilgili herkesin bir sözü vardır mutlaka. Hatta sözden öte bu mevzuda şiir yazanlar da olmuştur. Ben de bir zamanlar duygulu bir anımda namaza dair hissiyatımı şöyle yazıya geçirmiştim:
“Ruhumun ateş denizlerinde ılık nefesinle serinledim
Senin mübarek ökçelerinde yükselerek arşa değdi başım
Gafilliğimin intiharı, basiretimi doğuran gül yüzlü ana…
Günahlarıma emsalsiz panzehir, sevaplarımın bereketi
Secdede miracı olursun her kulun, alınların busesi değer sana
Gece yarısı zifiri karanlıklarımın nurlu şamdanı
Göz göz olup paralanmış yürek yaralarıma merhemsin sen
Cemre diye düşersin çölleşen yüreklerin en mahrem yerine
Sıratın kıldan ince, kılıçtan keskin yollarında burağım olursun
Gönlümün kırık pervazlarına konan ürkek bir güvercinsin sen
Ezanların ertesinde ruhuma üflenen sonsuzluk iksiri…
Gözümün nuru, gönlümün süruru, ümitlerimin kundağı namaz
Huzurun dayanağı, kirlenmemiş ruhların sığınağı, can parem
Gonca güllerin bereketli toprağı, ruhumun asaleti…
Zamana ve mekâna gülümseyen gül yüzlü suret namaz…
Açlığın son kertesinde ruhumu emziren mukaddes varlığımsın
Bataklıklarda sere serpe uzanan gölgeme can veren sensin
Sensin gönlümü uçurumlardan düzlüğe çıkaran şehrayin
Nice ölümleri yaşam kıldın, nice müsvedde hayatları dirilttin
Her secdede üflediğin nefesle Hakk’a yakınlaştıran imbatım oldun
Rahmet denizlerinde iri bir katresin ey müminin miracı namaz! ..
Çölleşen ruhlarımızı yeşerten samimi bir dua, ab-ı hayatsın gönül çeşmesinde
Vakti kuşatan, ruhu kanatlandıran bir bakışsın gözbebeklerinde
Son Nebi’nin mukaddes çağrısı, göklerden gelen mihmansın sen
Huzuru yanlış adreslerde arayan zavallıların emsalsiz yitiğisin
Cennetin müjdesi, cehennemin kilidisin, karanlık ruhlara doğan güneşsin
Günahın ve isyanın gölgesinde imanın dirilişine kutlu bir vesilesin
Gönül tellerimi titreten tezene, seherlerimin nurlu şafağısın sen
Gücenik hissiyatımın kanatları, büyüyen umutlarımın gölgesi namaz
Sensin düşlerimin eşkini, sensin yürek coğrafyamın mübarek nurlu dağı
Her Miraç’ta secdelere dökülen pişmanlık gözyaşları günah ateşlerini söndürsün
Rahmet sağanağı alsın tenin kızgınlığını, dağılsın yüreklerden umutsuzluğun efkârı
Diriliş muştuları ezanla birlikte sarsın ruhumu, seccadeler öpsün mübarek alınlardan
Ölüm varsın beklesin şahdamarın yanı başında, ölümsüzlük çalsın kapımızı
Fatihalar ses versin maveradan, namazın kutlu saltanatı dünyayı cennete döndürsün…”
Namazın güzelliklerini mahdut sözlerle ifade etmek zordur. Bu müstesna güzellikleri ancak yaşayarak anlayabiliriz. Çölleşen ruhumuz namazla birlikte adeta zemzemlerle suya doyar. Kuruyan gönül ovalarımız bir bir yeşerir. İbrahim’e gülzar olan ateş bize de gülümser yüzünü, ateşin bağrından güller boy gösterir. Bizi sıradan canlılar zümresinden çekip alarak eşref-i mahlûkat eyler namazın gülen yüzü. Çocuklarımız namazla birlikte hayatın çirkefliklerinden de uzak dururlar. Hayatı diri kılar her rekâtta okunan fatihalar… Namaz sonrasında Allah’ın rahmet ve merhametine uzanan eller boş dönmez hiçbir zaman. Allah kulunun dileklerini duymazlıktan gelmez; ona bütün cömertliğiyle bereket sofrasını açar. Hayatı anlamlı kılmanın ve huzura tutunmanın yegâne yolu secdeden geçer. Namaz bizim huzurumuzdur. Ruhlardaki fırtınalar ancak namaz sonrasında diner. Öyleyse ne duruyorsunuz haydin namaza, haydin kurtuluşa… Namazlarınız kabul olsun.
RAMAZAN’I UĞURLARKEN! ...
M.NİHAT MALKOÇ
Zaman gene yapacağını yaptı ve bir aylık ramazan bir su misali ömrümüzden akıp gitti. Sayılı günlerin çabuk geçtiğini hepimiz biliriz. Fakat ramazanın diğer sayılı günlere nazaran bir kuş gibi uçup gitmesi bizi hüzünlendirdi. Çünkü alışmıştık iftarlara, teravihlere ve o doyumsuz sahurlara….Şimdi bir yıl daha bekleyeceğiz bu güzel günlerin tekrarı için… Kimimiz gelecek ramazana sağ çıkmayacak. Bazılarının son ramazanı olacak uğurladığımız…. Bu durum yürek sahibi olan biz insanları derin düşüncelere sevk ediyor. Acaba kimler yetişecek gelecek ramazana? ... Bu konuda söz söyleme salahiyetimiz yok.
Ne mutlu bu bir aylık mübarek zaman dilimi içerisinde Allah’a yakın olabilenlere! ... Ne mutlu ramazanın içini hakkıyla ve layıkıyla doldurabilenlere! .... Ne mutlu bu Kur’an ayı içerisinde hatimler indirerek bu ayın anlamını yaşayanlara ve de yaşatanlara! ... Ramazanın ruhunu hücrelerine sindirebilenlere ne mutlu! ... Biz ramazandan razıydık, acaba o bizden razı kalarak mı gitti? Onun rızasına uygun davranışlar gösterebildiysek bizden daha bahtiyar kul olamaz. Namazlarımız, teravihlerimiz, hatimlerimiz, zekâtlarımız, fitrelerimiz, sadakalarımız, mevlitlerimiz, tebliğ ve ‘emri bil maruf nehyi anil münker’ gayretlerimiz Allah katında kabul gördüyse ramazan ömrümüzden kopan bir yaprak değil, aksine büyük bir kazançtır.
Gerçek müminler ramazanı bir yük ve külfet olarak görmez, aksine bu mübarek sayılı günlerden haz alır. Bu kıymetli günleri fırsat olarak görür ve gereğini yerine getirir. Müminler ramazanın bitişine sevinmez. Onlar bir ramazan bitmeden öbür ramazanın özlemini duyarlar. Onlar peşin olan dünyevi zevkleri ellerinin tersiyle iterek ahrette ödenecek olan mükâfatı tercih ederler. Çünkü dünyanın bir hayal, bir rüya, bir eğlenceden ibaret olduğunu bilirler. Dünya hayatı uzun gibi görünse de ebedi hayatla kıyaslandığında göz açıp kapayıncaya kadar geçen zaman mesabesindedir. Oysa ahiret hayatı sonsuzdur, sonsuzun ne demek olduğunu ancak basiret gözü açık olanlar hakkıyla bilebilir. Ne mutlu hayatı idrak edebilenlere! ...
Ramazanın o mübarek atmosferine tekrar kavuşmak için tam on bir bekleyeceğiz. Boşuna dememişler ona ‘on bir ayın sultanı’ diye… Sultanımız terk ediyor bizi… Onu çok ama çok özleyeceğiz; yollarını gözleyeceğiz. Akşama doğru iftar var zannedip belki hazırlıklara girişeceğiz yine. Fırınların önünden geçerken gözümüz raflara takılıp kalacak. O güzelim ramazan pidelerini raflarda arayacağız. Gecenin bir vaktinde sahur diye yatağımızdan fırlayıp doğrulacağız. Sabahleyin ekmeğe el uzattığımızda kendimizi oruçlu zannedip irkileceğiz. Akşam namazından sonra ceketimizi giyip camiye yollanacağız. Fakat camilerde o eski heyecandan, kalabalıktan ve tecessüsten eser kalmayacak. Hayatımız sönmüş bir volkan gibi durağanlaşacak… Alışkanlıklarımız bizi peşinden sürükleyecek.
Gözlerimiz minareler arasına gerilmiş mahyaları arayacak. Evlerimize elimize tutuşturduğumuz tatlılarla dönmeyeceğiz artık. İftar saatine yetişeyim diye koşturmayacağız caddelerde… Soframız hazırlandığında ezanın okunmasını beklemeyeceğiz. Hayatımızdaki bir aylık düzen yerini karmaşaya bırakacak. Bazıları eski alışkanlıklarına dönecek… Camiler boşalırken kahveler ağzına kadar dolacak. Sigara dumanları içerisinde kumar kâğıtlarıyla zaman öldürecek idealden ve inançtan nasibini alamayanlar… Meyhanelerde kadehler tokuşturulacak gece yarılarına kadar… Bazıları ar ve namus kavramını nadasa bırakacak… Hayatı diri kılan ve ruhu canlandıran insanî ve imanî hususiyetlerimiz törpülenecek.
“Elveda Ya Şehr-i Ramazan”…Sen giderken ruhumuza kök saldı hüzün ve hazan… Gündüzleri rahmet, geceleri nimet olan bu mübarek ay, içimizdeki süruru kedere, aydınlığı karanlığa tebdil etti. Kur’an, gufran ve ihsan ayı olan ramazanı çok özleyeceğiz. Resulullah ne güzel buyurmuştu: “Oruçlu için iki sevinç vardır: Biri, orucu açtığı zamanki sevincidir; diğeri de Rabbine kavuştuğu zamanki sevincidir.” Fakat bizler bu sevinci o bir aylığına da olsa donduruyoruz. Fakat müminin ölüm sevincini donduramıyoruz. Rabbimiz onu ramazan gibi aşikâr kılmamış, ölümü ömür içerisinde gizlemiştir. O sevinci yaşamak için bu dünyada zaman zaman üzülmek, itilip kakılmak gerekiyor. Yüce Rabbimiz kulunu oruçla, namazla, zekâtla, hacla, kadın, evlat, para sevgisiyle imtihan ediyor, neticesine göre öteki dünyadaki mekânını hazırlıyor. Aslında herkes Cenneti de Cehennemi de dünyada kazanıyor.
Dikkat edin muhterem Müslümanlar! ... Ramazan boyunca kapanan cehennem kapıları ramazanın gidişiyle beraber tekrar açılıyor. Zincire vurulan şeytanın eli ayağı çözülüyor. Müslümanın işi daha da zorlaşıyor. Unutmayınız ki zorlu imtihan kulların son nefese kadar soluksuz devam ediyor. Sakın ola ramazanda kazandığınız güzel davranışları bir kenara bırakmayın; kahve ve meyhane köşelerine dönmeyin. Bu ramazan, hayatı anlamlı kılmanız için adeta bir milat olsun size… Bir aylık ibadetle cennete gidilebileceğini sanmayın, aldanmayın, yanmayın. Allah hepimizi gelecek mübarek ramazana eriştirsin. Kıldığınız namazlar, tuttuğunuz oruçlar, verdiğiniz zekât ve fireler kabul ve makbul olsun. Gelecek ramazan bayramınız şimdiden kutlu olsun. Allah inananların yâr ve yardımcısı olsun.
Bu şiir ile ilgili 794 tane yorum bulunmakta