Yazılarım(muhabbet Bağının Gülleri) Şiir ...

Nihat Malkoç
1599

ŞİİR


30

TAKİPÇİ

GÖNLÜMÜN DUYGU MİMARLARI
M.NİHAT MALKOÇ

Her insanın sevdiği,kendine yakın bulduğu ve benimsediği şâir ve yazarlar vardır.Onların fikirleri,üslûpları ve bakış açıları model olur sevenlerine…Daha sıcak buluruz bu kalemleri kendimize ….Tercih sebebimiz olur ruh dünyalarındaki çalkantılar,gel-gitler….Yazarken tesirleri altında kalırız farkında olmadan…Kâğıda döktüklerimiz her ne kadar orijinal olsa da onların üslûbundan izler taşır.
Sanatta etkilenme kaçınılmazdır.Hangimiz güzel bir şiir okuyup da ondan etkilenmeyiz ki? ...Tesiri altında kaldığımız eserler bilinçaltına yerleşir.Duygularımız kabarınca da ona benzer bir şeyler yazmaya kalkışırız.Ama o sadece ilham kaynağımız olur.Körü körüne taklit etmeyiz onları.Hareket noktası olur eserleri bizim için…Taklitle hiçbir yere varılamaz zaten.Taklit eser her ne kadar güzel görünse de orijinalinin yanında sönük kalır.Onun için sanatta etkilenmeye hoş bakabiliriz ama taklide asla! ...
Beni de etkileyen,sarsan,ruhumu harekete geçiren şâir ve yazarlar da vardır şüphesiz…Onları okuyunca bambaşka bir atmosfere girer ruhum…Heyecanlanırım…Kalbimin atışları hızlanır…”Hah işte sanat bu,söz böyle söylenir.Sanki içimden geçenleri okuyup ebedîleştirmiş…vs.” derim.Bu kalemlerin sayısı iki elin parmakları sayısıncadır ancak.
Gönlümün duygu mimarlarının başında Yunus Emre,Fuzuli, Şeyh Galip,Yahya Kemal Beyatlı, Necip Fazıl Kısakürek, Mehmet Akif Ersoy, Arif Nihat Asya, Ahmet Hamdi Tanpınar, Faruk Nafiz Çamlıbel, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu gelmektedir.Bu zirve şahsiyetlerin tesiri altında kalışımın sebeplerini ve boyutlarını zikredeyim dilerseniz…

Tamamını Oku
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 23.10.2007 - 23:29

    TRABZON, FATİH VE FETİH

    M.NİHAT MALKOÇ


    Trabzon, Türk-İslâm coğrafyasının en köklü yerleşim yerlerinden biridir. Pek çok millete ve medeniyete ev sahipliği yapan bu güzide şehir, 26 Ekim 1461 yılında İslâm topraklarına dâhil edilmiştir. Rumlar şehri büyük komutan Fatih’e teslim etmiştir.

    İstanbul’u gayri müslimlerin elinden alarak İslâm diyarı yapan ve Peygamber Efendimizin övgüsüne mahzar olan Fatih, ikinci büyük başarısını Trabzon’u fethederek göstermiştir. Bu açıdan bakılınca Trabzon, Fatih’in ikinci İstanbul’udur. Bundan 546 yıl önce Trabzon’u fethetmek gayesiyle Zigana Dağı’na gelerek planlar yapan Fatih’e, annesi Sara Hatun: “Hey oğul! Bu Trabzon’a bunca zahmet nedendür? Trabzon nedür ki, andan ötürü Şehsuvar-ı Saltanat piyade olup pür taab ola? ” diyerek onu bu niyetinden caydırmak istemiştir. Bu söz üzerine, çağ açıp çağ kapayan Koca Fatih şu anlamlı cevabı vermiştir:

    “Trabzon’u fetihten maksat, kale fethetmek ve servet kazanmak değildir. Buraları müslümanlara vatan yapmak, Allah’ın rızasını ve cihad sevabını kazanmaktır. Bu zahmet din(İslâm) içindir. Bundan ötürü çektiğimiz sıkıntılardan daha çoğunu da çeksek yine azdır.”

    Bu şehrin konumu önemlidir. Trabzon, tarihî İpek Yolu’nun üzerindedir. Ayrıca Türkiye’nin Orta Asya’ya açılan kapısıdır. Bu nedenlerle bu güzide şehrin fethi Türk siyasî tarihi açısından çok önemlidir. Bilindiği gibi Trabzon, Rumlar’ın merkeziydi. Burayı bir üs olarak kullanıyorlardı. İflas eden Rum ordusu Trabzon’u bir sığınak ve tükenmemiş olduklarının ispatı olarak görüyorlardı. Fatih’in muazzam zaferi Rumların bu kozunu da ellerinden çekip aldı. Son küfür kalıntıları da Anadolu’nun mukaddes topraklarından silinmiş oldu. Sultan Alparslan’ın Anadolu’ya vurduğu Türk-İslâm mührü daha da pekişmiş oldu.

    Fatih Sultan Mehmet bir mücahitti. Allah’ın dinini Anadolu topraklarına yayma emelindeydi. Savaş bilgisi olağanüstüydü. Manevî terbiyesini Molla Güranî ve Akşemseddin gibi erenlerden almıştı. Nefsini İslâm potasının saf ikliminde eritmişti. Bir güzel gazelinde fetihlerden ne amaçladığını, hedefinin ne olduğunu şöyle dile getiriyor:

    “İmtisâl-i Câhidû-fillâh oluptur niyyetüm
    Din-i İslâm’un mücerred gayretidür gayretüm(1)

    Fazl-ı Hak u himmet-i cünd-i ricâlullâh ile
    Ehl-i küfri ser-te-ser kahr eylemekdür niyyetüm(2)

    Enbiyâ vü evliyaya istinâdum var benüm
    Lütf-i Hak’tandur hemân ümmîd-i feth ü nusratum(3) ”

    (1. Beyit: Asıl gayem, “Allah uğrunda, Onun için hakkıyla savaşınız” ayetine bağlı kalmaktır. Gösterdiğim gayret de, İslâm dininin emrettiği gayretlerdendir.

    2. Beyit: Yüce Allah’ın lütuf ve yardımları, O’nun sevgili kullarının himmetiyle donanmış askerlerin gayretleriyle, niyetim kâfirleri baştanbaşa bozguna uğratmaktır.

    3. Beyit: Ben, peygamberlere, din büyükleri velilere güveniyorum, kendimi onlara dayamışım. Benim fetih ve zafer ümitlerim Allah’ın yardımlarıyla gerçekleşecektir.)

    Fatih’in iman gücü büyüktü. Onun azimli mücadelesi karşısında Trabzon Rum İmparatoru David Komnen de tutunamadı. Kısa zamanda şehri Fatih’e teslim etmek zorunda kaldı. Önce İstanbul, sonra da Trabzon ulvi gayelerle fethedilerek Türk-İslâm topraklarına katıldı. Allah’a güvenen ve onun gösterdiği yoldan gidenler zafer müjdesine nail olurlar.

    Trabzon’un fethi her açıdan çok mühimdir. Şehzadeler şehri Trabzon’un fethiyle beraber Anadolu birliği sağlanmış oldu. Karadeniz bir Türk gölü hüviyeti kazandı. Cihan Padişahı Fatih Sultan Mehmed, zorlu fetihten sonra ilk Cuma namazını, o zamanki adıyla Yeni Cuma Kilisesi’nde kıldı. Böylece feth-i mübinin manevî yönü de tamamlanmış oldu. Trabzon’un fethinin 546. yılında yüce Fatih’i rahmet ve minnetle anıyoruz.

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 23.10.2007 - 23:29

    GEÇMİŞTE TRABZON

    M.NİHAT MALKOÇ

    Trabzon’un geçmişi M.Ö.7 bin yılına kadar uzamaktadır. Bu güzel şehir tarihte pek çok medeniyetin beşiği olmuştur. Buraya ilk olarak Tibarenler, Mosklar ve Marlar yerleşmişlerdir. Şehir zamanla Medler, Persler ve Makedonyalılar’ın eline geçmiştir. 1080 yılında Anadolu Selçukluları’nın himayesinde kalmıştır. 1461’de Fatih Sultan Mehmet tarafından Osmanlı topraklarına katılmıştır. Burası o zamanlar eyaletti. Yavuz Sultan Selim bu eyaletin valiliğini yapmıştır. Kanunî Sultan Süleyman’ın çocukluğu bu şehirde geçmiştir. 1916 senesinde Ruslar’ın işgaline uğramıştır. Fakat 24 Şubat 1918’de geri alınmıştır.

    Trabzon, tarihî eserler bakımından zengin bir durum arzetmektedir. Şehirde Roma, Bizans, Osmanlı eserleri bulunmaktadır. Trabzon Kalesi, Kalepark, Cephanelik, Yeni Cuma Camiî, Ayasofya(Hanhia Sophia) , Fatih Ortahisar Camiî, Küçük Ayvasıl Kilisesi(St. Anna Kilisesi) , Molla Nakip Camiî, Kudrettin Camiî, Hüsnü Göktuğ Camiî, Santa Maria Kilisesi, Kızlar Manastırı(Panagia Thaoskepastos) , Kaymaklı Manastırı, Vazelon Manastırı, Kuştul Manastırı(Gregorius Peristera) , Sumelâ(Meryemana) Manastırı, Gülbahar Hatun Camiî(Büyük İmaret) , İskenderpaşa Camiî, Çarşı Camiî, Vakıfhan(Taşhan) , Alacahan, Bedesten, Fatih Hamamı, Hacı Arif Hamamı, Tophane Hamamı, Sekiz Direkli Hamam, Meydan Hamamı, Atatürk Köşkü, Memişağa Konağı bu şehrin belli başlı tarihî eserleridir.

    Trabzon adı üzerine değişik rivayetler mevcuttur. Şarl Teksiye’ye göre meşhur Ksenofon silahşörleriyle Trabzon’a girdiğinde kaleyi masaya benzetmiş ve kendi dilinde masa karşılığı olarak buraya “Trapezos” demiştir. Bir değişik görüşe göre buraya daha önceleri Orta Asya Türk kavimlerinden Turanlara bağlı Tirabenler ve Elizonlar yerleşmişlerdir. Bunlar, sonra birleşmişler, neticede “Tibaren-Elizon” adını almışlardır. Bu zamanla değişerek bugünkü hâle dönüşmüştür. Evliya Çelebi’nin belirttiğine göre Fatih, Trabzon’u fethedince buranın havasını çok beğenmiş ve şehre can alıcı, lâtif manasında “Tarab-Efzun” ismini vermiştir. Yine “Trabzon Tarihi” adlı eserin yazarı Şakir Şevket’e göre Trabzonlu bir Türk pehlivanı bir altın paranın tuğrasını parmağıyla silip bozuyor. Bu hadiseden sonra şehre “Tuğrabozan” adı veriliyor. Bu zamanla şimdiki şekle dönüşüveriyor.

    Trabzon’un nüfusu, geçmişten günümüze kadar dalgalı bir seyir izlemiştir. Şarl Teksiye’ye göre Trabzon on yedinci yüzyılda on sekiz bin evden oluşan bir yerleşim yeriydi. Bouillet’in dediğine göre burası Birinci Dünya Savaşı’ndan evvel 87 bin nüfuslu bir şehirdi.

    Evliya Çelebi, Seyahatname’sinde Trabzon’un hamsisine de genişçe yer vermiştir. Seyyah Çelebi o zamanlar hamsinin kebabının, çorbasının, pilav ve baklavasının yapıldığını söylüyor. Ayrıca hamsinin her derde deva olduğunu özellikle belirtiyor.

    Eskiden Zağnos Köprüsü asma imiş; makaralara takılı zincirlerle gündüzleri indirilir, geceleri kaldırılırdı. Bu köprü Zindankapı ile İmaret Kapısını birbirine bağlamaktadır. Üst üste kemerli iki gözü vardır. Şehre bugün de nostaljik bir hava ve görünüm kazandırmaktadır.

    Trabzon’u hâkim bir tepe olan Boztepe’den seyredenler, şehrin doğal görünümüne doyamazlar. Fakat son zamanlarda gerçekleştirilen düzensiz yapılaşmalar kentin tarihî kimliğini tehdit eder boyuttadır. Trabzon gibi şehirler, bırakın Türkiye’yi, dünyada da azdır. Çünkü bu şehir onlarca asır evvel kurulmuş, medeniyetleri besleyip bağrında büyütmüştür.

    Trabzon zengin bitki örtüsüyle, yemyeşil dağlarıyla bir botanik bahçesini andırmaktadır. Bu şehir tarihî güzellikleriyle adeta bir açıkhava müzesi görünümündedir. Güzel Trabzon’umuzun dört bir yanında maziyi solumak mümkündür. Burası padişahlar şehridir. Kanuni Sultan Süleyman burada doğmuş, Yavuz Sultan Selim burada uzun seneler valilik yapmış, Fatih Sultan Mehmet de şehrin kapılarını Türklere açmıştır. Bu kentin mirasçıları olan bizler, tarihî dokuyu hiç değiştirmeden, olduğu gibi muhafaza etmeliyiz. Ancak böylelikle ceddimize vefa borcumuzu ödemiş oluruz. Trabzon şehri tarihî değerlerini yaşatarak modernleşmelidir. Şehrin ruhu modernleşme uğruna köreltilmemelidir.

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 23.10.2007 - 22:30

    ZİYA DOĞAN’LA NELER KONUŞTUK?

    M.NİHAT MALKOÇ


    Geçen hafta sonu(20 Ekim 2007 Cumartesi) Trabzon’un tek beş yıldızlı oteli olan Zorlu Grand Hotel’de uydudan Türkiye’nin dört bir tarafına ve dünyaya yayın yapan Giresun merkezli Tempo Tv’nin canlı yayın konuğuydum. Trabzon’un başarılı programcılarından Gazeteci-Yazar Kenan Aydoğdu’nun hazırlayıp sunduğu Türkiye genelinde seyirci nezdinde ilk beşe girme başarısı gösteren “Ne Var Ne Yok? ” adlı programın birbirinden seçkin tam 12 konuğu vardı. İşadamı Galip Pekşen, Kamu-sen Trabzon Temsilcisi Coşkun Dilber, Ticaret ve Sanayi Odası’ndan Ayhan Sürmen, Baro Başkanı Veysel Malkoç, KTÜ Rektör Başdanışmanı Muzaffer Tunç, Kesk Dönem Sözcüsü, Taka Gazetesi Yazarı Yusuf Turgut; Esnaf ve Sanatkârlar Odası Başkanı Halil İbrahim Kalfaoğlu, Trabzon Mimarlar Odası Başkanı, AKP Trabzon Milletvekili Cevdet Erdöl gibi önemli isimler Trabzon’un birikmiş sorunlarını canlı yayında enine boyuna tartıştı. Tespitler yapıldı, çözüm önerileri getirildi.

    Beş saat boyunca devam eden canlı yayının bana ayrılan zaman diliminde ‘Trabzon’un kültür, sanat ve edebiyat meseleleri’ konusunu dilim döndüğünce anlatmaya çalıştım. Yaklaşık yirmi dakikalık konuşmamda Trabzon’un eski bir kültür, sanat ve edebiyat merkezi olduğundan söz ettim. Bu şehrin öncelikle kapsamlı bir kültür merkezine, konferans salonlarına ihtiyacı olduğunu belirttim. Kızlar Manastırı’nın bir an evvel aslına uygun olarak restore dilip sanatın hizmetine sunulmasının önemine işaret ettim. Şehirdeki kültür, sanat ve edebiyat oluşumlarının birbirinden kopuk, gevşek ve pasif olduğunu dile getirdim. Bu şehirde Türkiye genelinde adından söz ettiren edebiyat dergilerinin yeterli olmadığından, mevcutların da belli kesimlere seslendiğinden, genel okuyucuya hitap etmediğinden yakındım.

    Ramazanlarda iyi organize edilmiş fuarların açılması gerektiğini, şehirde yerel yönetimlerin de desteklediği özellikle büyüklere yönelik şiir ve kompozisyon yarışmalarının eskiden olduğu gibi düzenlenmesinin önemine değindim. Daha evvelki yıllarda yapılan şairler şölenlerinin Trabzon kültürüne, edebiyatına canlılık ve dinamizm getirdiğine inandığımı ifade ettim. Belediyelerin yayınlayacağı ve halka ücretsiz dağıtacağı kitaplarla bölge insanlarını okumaya teşvik etmesinin ehemmiyetine değindim. Trabzon halkının okumadığını, valilik kararıyla öğrencilerimizin okullarında her gün yirmişer dakikalık okuma faaliyetinin okuma sevgisini artıracağını ifade ettim. Eski vali konağının sanatseverlerin hizmetine verilmesini, buranın Trabzon Sanatevi adı altında düzenlenmesini takdirle karşıladığımı kamuoyuyla paylaştım. Yaptığım bu konuşmanın kapsamlı ve faydalı olduğuna, Trabzon’da kültür, sanat ve edebiyat alanında büyüyen meselelere ışık tuttuğuna inanıyorum.

    Diğer konuşmacılar da alanlarında Trabzon’un geçmişten bugüne gelen sorunlarını teşhis ederek çözüm önerileri sundular. Zaman sınırlamasının olmadığı, konuşmacıların rahatça konuşma imkânı bulduğu programa seyirciler de sanal yollarla katılıp düşüncelerini dile getirdiler. Stüdyo konuklarına sorular yönelttiler. O gün Trabzonspor’un Beşiktaş’la maçı vardı. Maç Trabzon’un 2–0 üstünlüğüyle devam ederken bir anda her şey tersine dönmüş, Beşiktaş maçı 3–2 kazanmıştı. Durum böyle olunca ve Trabzon’un ortak beyinleri bir araya gelince elbette Trabzonspor da konuşuldu. Takımın durumu, başarısızlıkların sebepleri, yönetimin ve Ziya Doğan’ın başarısızlığı masaya yatırıldı. Bunlar konuşulurken Ziya Doğan’ın programa katılmak istediği haberi iletildi. Zaten kendisi programın yapıldığı otelde kalıyordu. Trabzon’un farka gideceğinin umulduğu bir maçı basiretsiz kararlarla yenilgiyle neticelendiren Ziya Doğan, programa bizzat katılarak görüşlerini ilk ağızdan dile getirdi. Gergin olduğu her hâlinden belli olan Doğan, kendisiyle ilgili suçlamalara cevaplar verdi.

    Ziya Doğan’ın stüdyoya gelmesinden sonra Trabzon’un diğer sorunları bir kenara bırakılarak tam üç saat boyunca Trabzonspor konuşuldu. Bizler Doğan’a sorular sorduk. Bu sorular karşısında Hoca kendi görüşlerini kamuoyuyla paylaştı. Asıl suçlunun kendisi olmadığını, istifasının da çözüm olmayacağını belitti. Bu faydalı program tam beş saat sürdü.

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 21.10.2007 - 17:00

    TRABZON BÜYÜR GÖZBEBEKLERİMDE–2

    M. NİHAT MALKOÇ


    Şehirlerin de belli bir kimliği ve karakteri vardır. Bu kimlik tarihi süreç içerisinde oluşur. Bunun oluşumunda tarihî şahsiyetler, şairler, yazarlar ve bütün sanatçılar aktif rol oynarlar. Asırların birikimleriyle oluşan bu kimlik korunmalı ve geleceğe taşınmalıdır. Kentlerin bu özgün kimliğini modernleşme adı altında heba etmemeliyiz. Şehirlerin tarihî ve tabiî dokusunu muhafaza etmeliyiz. Günümüz insanı modernlik adı altında tarihî değerleri yok ediyor. Eski, tarihî evler yangın kisvesi altında ortadan kaldırılarak yerlerine hiçbir geleneksel iz taşımayan yüksek binalar kuruluyor. Ruhsat verme hakkını elinde bulunduran yerel yöneticilerin ve devletin ilgili birimlerinin bu talana dur demesi büyük önem arz etmektedir. Yoksa tarihi, kalınca kitapların iki kapağı arasına hapsedeceğiz.

    Trabzon şehri de her geçen gün geçmişinden uzaklaştırılmakta, modernlik adı altında bizimle uyuşmayan tarzlarda yapılaşmalar görülmektedir. Eski camiler dışında her şey yenisiyle değiştiriliyor. Yeniliğe karşı değiliz, ama tarihin talan edilmesine, geleneksel mimarinin estetik çizgilerinin kaybolmasına da gönlümüz razı olmaz. Şehirler, mazisiyle vardır, var olmalıdır. Tarihî dokunun titizlikle korunması gerekmektedir. Bu hususta Trabzon’da güzel şeyler de olmuyor değil. Son yıllarda Trabzon’da eski eserlerin nerdeyse tamamına yakını Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından restore edilmektedir. Bu alanda cansiperane çalışan Trabzon Vakıflar Bölge Müdürü sayın Mazhar Afacan’ı yürekten kutluyorum. Onun döneminde hiçbir dönemde görülmemiş ölçüde yenileme çalışması yapıldı.

    Trabzon bizim her şeyimizdir. Bu şehir bize bir kimlik ve kişilik kazandırmıştır. Bizler bu şehir için varız. Herkes bu düşüncede olursa bütün şehirler mamur ve müreffeh olur. Herkes kendi alanında; doğduğu, büyüdüğü şehre verebileceğinin en iyisini vermelidir. Bunlar sadece maddi şeyler değildir. Bu kentin sanata, edebiyata, kültüre de ihtiyacı vardır. Bu alanda kalem oynatanlar şehirlerini unutmalıdır. Mesela son yıllarda Trabzon üzerine kaliteli şiirler yazılmıyor. Bu şehir artık geçmişteki gibi büyük şairler ve genel anlamda ülke çapında şöhret kazanmış edebiyatçılar yetiştiremiyor. Şehrimiz üzerine yazılmış yeni şiirler bulmakta zorlanıyoruz. Durum böyle olunca bizler de kalemimizi ve hünerimizi ortaya koyarak dilimiz döndüğünce bir şeyler yazıp geleceğin aydınlık zihniyetteki gençlerine miras olarak bırakıyoruz. Bu anlamda ilk bölümünü daha evvel verdiğim “Trabzon Büyür Gözbebeklerimde” adlı şiirimin son bölümünü siz değerli dostlarımla paylaşmak istiyorum:

    Hüzünler ki kanatır yüreğimin tenhalarını
    Hamsilerin kara yazgısı son bulur ağlarda
    Yağmur yıkar, rüzgâr tarar dağınık saçlarımı
    Bir kemençe nağmesiyle bozulur sessizliğin büyüsü
    Horon halkalarında kardeş olur kızı kızanı

    Kakmalarla süslenmiş hançer durmaz kınında
    Ulvi gayeler yatar ecdadın akınında

    Mübarek ezan sesi duyulurken derinden
    Topların tesiriyle taşlar oynar yerinden

    Nice çağlar kapattı, açtı ordumuz bizim
    Al kanlarla sulandı şanlı yurdumuz bizim

    Sözlerin yangınında kavruldu her bir hece
    Tuğların gölgesinde gündüze döndü gece

    Dua iklimlerinde göğe yönelir eller
    İnanç vadilerinde gerçekleşir emeller

    Trabzon büyür gözbebeklerimde…
    Değişmem kuymağını zengin sofralarına
    Çay kokar, tütün kokar bacıların kınalı elleri
    Bozulmuş sevda bahçeleri, virandır bağlarımız…
    Yağmalanan yüreğimde büyütürüm umut kırıntılarını
    Hayal kırıklıkları cam kırıklarına karışır ay ışığında
    Açar mı yine gönül bahçemizin gülleri?

    Kaleler kuşatılır, Fatih verir fermanı
    Rüzgâr taşır seherde can evine dermanı

    Konuşur kekemeler, mevcudat dile gelir
    Yanar gönül sarayı bülbüller güle gelir

    Namlunun gölgesinde aşılırken çizmeler
    Nur yağar gök kubbeden arza düşer huzmeler

    Bakmaz ceddim düşmanın gözünün karasına
    Rumlar gözyaşı döker tuz basar yarasına

    Bizim inancımızda bayramdır ölüm anı
    Fatih’in orduları kazanır imtihanı…

    Kanuni’nin sokaklarında büyüdüğü, Yavuz Sultan Selim’in uzun yıllar valilik yaptığı, çağ açıp çağ kapayan Fatih Sultan Mehmet’in fethettiği Trabzon, yarınlara emin adımlarla yürümelidir. Bu şehirde var olan Osmanlı medeniyeti izlerini özenle korumalıyız. Şehrin özgün yapısını bozmamalıyız. Bizler modernleşmeye asla karşı zihniyette insanlar değiliz. İnsanı ve insanî değerleri ön plana çıkaran bir modernleşme tarzı benimsenmelidir. Bugünkü modern şehirlerde geleneksel motiflerden ve özgün tarihî kimlikten söz edilemiyorsa bu çıkmaz, bir yerlerde yanlış yaptığımızdan dolayıdır. Trabzon şehri kimliğiyle, mimarisiyle, kültürel değerleriyle o eski Trabzon’un asaletini yansıtmalıdır. Şehirle insan birbirine yabancılaşmamalıdır. Kentler caddesiyle, sokağıyla, meydanlarıyla, sahilleriyle, park ve bahçeleriyle geçmişle bugünü sentezleyebilmelidir. Şehrin kaybolan ruhu tekrar geri getirilmelidir. İnsanlar susunca şehrin kimliği konuşmalıdır. Şehrin dokusu kentin imzası olmalıdır. Diller sustuğunda şehrin özgün kimliği konuşmalıdır.

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 21.10.2007 - 16:59

    TRABZON BÜYÜR GÖZBEBEKLERİMDE–1

    M.NİHAT MALKOÇ


    Cihan padişahı Kanunî Sultan Süleyman’ın doğduğu, yedi yaşına kadar yaşadığı, babası Yavuz Sultan Selim’in 22 yıl valilik yaptığı tarihi bir şehirdir Trabzon… O zamanlardan kalma Osmanlı yadigârı Gülbahar Hatun türbesi bu şehre ayrı bir önem kazandırmaktadır. Gülbahar Hatun İkinci Bayezid’in eşi, Yavuz Sultan Selim’in annesi, Kanunî’nin babaannesidir. Böyle şanlı bir mazisi vardır Trabzon’un… Bu topraklar nice büyük insanlar yetiştirmiştir. Ülkenin kültüründe, sanatında, edebiyatında, siyasi hayatında derin izler bırakan bu kıymetli şahsiyetleri ne yazık ki geleceğe taşıyamadık, yaşatamadık. Geçmişin güzelliklerini yeni nesillere aktaramadık. Ne yazıktır ki son dönemlerde yeni değerler yetiştiremedik. Yani geçmişten emanet kalan mirasımızı hor kullandık.

    Günümüzde Trabzon o görkemli eski günlerini mumla arıyor. Bu şehir geçmişin ışıltılı günlerini özlüyor. Geçenlerde Trabzon’la ilgili bir şiir aradım, internete baktım, kitapları karıştırdım. Birkaç ciddi eser dışında kayda değer şiir bulamadım. Bu şiirler de geçmişten bugüne aktarılmış eserlerdi. Yani günümüzde Trabzon şairlere ilham vermiyor. Bu şehir, şairlerin zihnini meşgul etmiyor artık. Bu durum günümüzde değer yargılarının ve algılama usullerinin çok değiştiğini gösteriyor. Bu kısır döngüden kurtulmadıkça, şehrimize sahip çıkmadıkça geleceğe dönük müspet beklentiler içerisinde olamayız. Kişi birilerini eleştirirken kendisini de eleştirebilmelidir. Ben de öyle yaptım. Baktım ki benim de yaşadığım şehri anlatan ciddi bir şiirim yok. Hemen kaleme sarılarak Trabzon’un fethiyle bugününü birleştiren duyguları ihtiva eden “Trabzon Büyür Gözbebeklerimde” adlı yarı serbest ve yarı ölçülü bir şiir kaleme aldım. Bu şekil, klasik tarzlara da bir tepki sayılabilir. Bir şiirde birkaç ölçü bir arada kullanılabilmelidir. Bu şiirimin ilk bölümünü sizlerle paylaşmak istiyorum:

    “Trabzon büyür gözbebeklerimde…
    Bir fetih sonrası sevinci yaşanır yüreklerde
    Gülümser ufuklar, dağılır karamsar düşünceler…
    Dalgalar döver Ganita’nın yosunlu taşlarını
    Düşlerim takılır Farozlu balıkçıların ağlarına
    Âh, ne güzeldir yağmur sonrası toprak kokuları
    Tarihin vitrinidir Ortahisar burçları…

    Kül olur hatıralar sonbahar yangınında
    Kaynar cadı kazanı, kılıç durmaz kınında

    Fatih’in uykusunu süsler fetih düşleri
    Hüznün tahtına çıkar saadet gülüşleri

    Yankılanır vadiler, rüzgâr taşır sesini
    Toprak bağrına basar ecdadın gölgesini

    Şimalden esen rüzgâr dağıtır bulutları
    Yürek başkentlerine götürür umutları

    Gönüllerin Fatih’i kurar aşk otağını
    Karadeniz’de açar muhabbetin bağını

    Trabzon büyür gözbebeklerimde…
    Beşik kertmesidir denizin mavisiyle dağların yeşili
    Âh o ince belli bardaklarda içtiğimiz demli çayları! …
    Her nefeste hasret dağlar kavruk, yaralı yüreğimi
    Ufuklardan güneş doğar, dağılır vadilerin pusları
    Hışımla toprağa düşer postalların iri gölgesi
    Burçların eteğinde başlar insan hasatı

    Kanatlı süvariler koşarlarken ön safta
    And içerse bu millet zafer kalır mı lafta?

    Tepeler yol verirken, toprak gelirken dile
    Rum ordusunda hüzün, kopar büyük velvele

    Fatih’in heybetinden yanar, tutuşur dağlar
    Dönmeyen yolculara yollar yas tutar ağlar

    Fetih anahtarıyla Fatih açarken çağı
    Haram olur nefere, sıcak ana kucağı

    Körpecik fidanları, toprak saklar bağrında
    Gül bahçeleri yanar, kutlu sevda uğrunda

    Trabzon büyür gözbebeklerimde…
    Çayın demine karışır, geceye gömülür hüzünler

    Trabzon, şairlerin duygu ve düşünce dünyasında tekrar o eski görkemli yerini almalıdır. Bu şehrin güzelliklerini görmek için içimizi kirden, pastan ve önyargılardan arındırmalıyız. Tertemiz bir ruh hali içerisinde Boztepe’ye çıkıp Trabzon’u baştanbaşa temaşa etmeliyiz. Böylelikle güzellikler duygularınızı değiştirecek, şehre sevdalanacaksınız. Trabzon şiirle, edebiyatla, kültürel zenginlikleriyle, şerefli tarihiyle gündem oluşturmalıdır. Bunun için bu şehrin içinde yaşayanlara da, bu şehirden uzakta yaşadığı halde bu topraklarda doğup büyüyenlere de mühim görevler düşmektedir. Unutmayınız ki Trabzon için yapılacak güzellikler tekrar bizlere geri dönecektir. Bunu unutmayalım, şehrin geleneksel değerler açısından tekrar ihya edilmesi için zaman geçirmeden bir şeyler yapılmalıdır. Bu hususta her kesime görevler düşmektedir. Kimse sadece eleştirmekle vazifesini yaptığını düşünmesin

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 20.10.2007 - 17:34

    TRABZON’UN KÜLTÜREL MESELELERİ

    M.NİHAT MALKOÇ


    Trabzon, Kanunî Sultan Süleyman’ın doğduğu, Yavuz Sultan Selim’in 22 yıl boyunca valilik yaptığı, Fatih Sultan Mehmet’in fethettiği, Gülbahar Hatun ve Ahi Evren Dede gibi büyük şahsiyetlerin topraklarında metfun olduğu bir tarih, kültür ve sanat şehridir. Fakat günümüzde şehrin bu özelliklerini yeterince ve gereğince muhafaza edemedik. Bu gibi değerlere kayıtsız kalınınca; onların bıraktığı boşluğu hiç de onaylamadığımız, arzu etmediğimiz bir kısım çirkeflikler doldurdu. Son yıllarda Trabzon’un imajı zedelendi.

    Karadeniz’in incisi Trabzon’un kültürel meseleleri her geçen gün çığ gibi büyüyor. Her şeyden evvel Trabzon’da bir kültür merkezi ve konferans salonu eksikliği vardır. Hamamizade İhsan Bey Kültür Merkezi yıkıldı. Yerine yeni ve daha modern bir kültür merkezi yapılacaktı. Fakat söz konusu merkezin molozlarının kaldırılması dışında henüz ciddi bir çalışma yapılmış değildir. Madem çalışmalar bıçak gibi kesilecekti o zaman bu binayı niçin apar topar yıktınız? Sırf bu yüzden Trabzon’da aylardan beri ciddi bir kültürel faaliyet yapılamıyor. Öte yandan Kızlar Manastırı’nın restore edilerek Çağdaş Sanatlar Müzesi’ne dönüştürüleceği dillendirilip duruluyor. Fakat bu alanda da somut bir atılım göremiyoruz.

    Trabzon’da çocuklarımız, gençlerimiz ve erişkinlerimiz kitap okumuyor. Kitaplarla beslenmeyen insanların edebî duygularının gelişmesini, kültür, sanat ve edebiyat alanında derinleşmesini bekleyemezsiniz. Bu hususta sayın valimiz Nuri Okutan Bey’in tüm okullarda başlattığı “her gün yirmişer dakikalık okuma çalışması”nı takdirle karşılıyorum. İstatistiklere göre Ege ve Akdeniz bölgelerindeki öğrenciler sınavlarda daha başarılı oluyorlar. Çünkü o bölgelerin çocukları bizimkilerden daha çok okuyorlar. Onun için sınavlarda kavrama güçlüğü çekmiyorlar. Okullarda yirmişer dakika okuyan çocuk, kitapların dünyasına adım atmış oluyor. Bu, zamanla bir heves hâline dönüşüyor. Bunu evdeki okumalarla ileriye götürüyorlar. Fakat gariptir ki bu uygulamaya bile karşı çıkan sivil toplum kuruluşları var Trabzon’da.

    Trabzon’da kültür, sanat ve edebiyat alanında maalesef ciddi teşkilatlar yok. Bir zamanlar bizler, Murat Yüksel’in öncülüğünde Karadeniz Yazarlar Birliği’ni kurmuştuk. İlk yıllarda bu teşkilat çatısı altında son derece güzel işler yapıldı. Birlik bünyesinde onlarca kitap yayınlandı.”Yunus” isimli kaliteli bir dergi çıkarıldı. Fakat bir süre sonra bu bölgenin en büyük hastalığı olan “baş olma sevdası” yüzünden söz konusu birlik “tabela birliği” seviyesine düştü. Belediye bile bu kuruma tahsis ettiği yeri geri aldı, dışarıda kaldılar. Şu anda tabela asacak yerleri bile yok. Büyük emeklerle bir yerlere getirilmiş kurum harcanmamalıydı.

    Son yıllarda Trabzon’da Türkiye genelinde teşkilatlanan kültür, sanat ve edebiyat oluşumlarının şubeleri açıldı. Türkiye Yazarlar Birliği, İlesam gibi… Fakat hiçbiri de ciddi işler yapamadılar. Şairleri, yazarları, kültür ve sanat adamlarını kucaklayamadılar. Yazarlardan destek bulamadılar. Daha sonra Çağdaş Yazarlar Derneği kuruldu. Aslında yeni teşkilatlar kurmak yerine, bir araya gelinip tek bir kurum oluşturulabilseydi daha faydalı olurdu. Zira birlik ve beraberlikten güç doğar. Fakat bunu bir türlü beceremediler.

    Türkiye’nin pek çok şehrinde çok ciddi sanat, edebiyat ve fikir dergileri çıkarılıyor. Mesela Malatya’da Türkiye çapında dağıtım ağı olan Nida ve Somuncu Baba dergileri neşrediliyor. Kayseri’de Berceste, Adana’da Güneyce, Gümüşhane’de Cümle, Bilecik’te Kardelen dergileri yayınlanıyor. Örnekleri çoğaltabiliriz. Trabzon niçin bu alanda başı çekmiyor. Trabzon’un neyi bu şehirlerden eksik ki! ... Bu alanlarda öncü olamayan bir şehrin ‘kültür şehri’ olma vasfı tartışılır. ‘Kültür şehri’ ifadesini dilimize dolamakla kültür ve sanat şehri olunmaz. Kültür şehrinde her gün birkaç faaliyet olur, insanlar nereye gideceğini şaşırır.

    Bugün Trabzon’da aylık yayınlanan hiçbir kültür sanat, edebiyat içerikli yayın organı yoktur. Kıyı dergisi iki ayda bir, Mortaka üç ayda bir yayınlanıyor. Sürmene’de Sürmene Lisesi bünyesinde Tekne isimli pırıl pırıl bir öğrenci dergisi yayınlanıyor. Bunların dışında Trabzon’da kayda değer edebi bir yayın yoktur. Bu saydığım dergilerden biri olan Kıyı dergisi belli bir kesime sesleniyor. Kemikleşmiş bir şair ve yazar kadroları var. Oysa bölgesel dergiler belli bir düşüncenin yayın organı olmamalıdır. Şayet belli bir kitleye odaklanırsanız genel okuyucu kitlesinden destek göremezsiniz. Bu durumda hatayı kendinizde aramalısınız.

    Trabzon’la ilgili karamsar bir tablo çizdiğimin farkındayım. Fakat kültür alanında olumlu şeyler olmuyor değil. Mesela Zeytinlik’teki eski vali konağının Vali Nuri Okutan’ın ve Faruk Özak’ın himmetleriyle sanatçılara tahsis edilmesini çok önemli bir açılım ve atılım olarak görüyorum. Bunda emeği geçenlere, özellikle Karikatürcüler Derneği Trabzon Temsilcisi Adnan Taç’a şükranlarımı sunuyorum. Sanatçıların tek çatı altında toplanmasına zemin hazırladılar. Fakat mühim olan bundan sonraki süreçtir. Burayı verimli kullanmak gerekir. Ramazan Bayramının son günü bu binada sanatçıların, edebiyatçıların bayramlaşma merasimi vardı. Fakat katılımcı sayısı oldukça azdı. Bu da gösteriyor ki sanatçılar bir araya gelmekte zorlanıyor. Sanatçılar birbirlerini desteklemiyorlar ki halktan destek beklesinler.

    Eskiden Trabzon’da ramazan aylarında kitap fuarları açılırdı. Şairler ve yazarlar Trabzon’a çağrılarak okuyucularla buluşturulurdu. Bu etkinlik yıllardan beri yapılmıyor. Ramazanlar bu yüzden sönük ve heyecansız geçiyor. Gerçi Şana’daki Dünya Ticaret Merkezi’nde birkaç kez kitap fuarı düzenlendi. Fakat organizasyondaki aksaklıklar ve beceriksizlikler yüzünden ne yayıncılar, ne de okuyucular memnun kaldı. Fuar alanı şehirden uzak kaldığı için organizasyon beklenen ilgiyi görmedi. Fakat kötü örnek emsal olmaz.

    Önceki yıllarda Trabzon’da şairler şöleni yapılırdı. Bu etkinlik kapsamında ülke çapında ün yapmış pek çok şair Trabzon’a çağrılırdı. Trabzonlu şairler de bu organizasyonda yerini alırdı. Kitaplarda şiirlerini okuduğumuz ve büyük hayranlık duyduğumuz şairlerle yüz yüze konuşma imkânı bulurduk. Şölenlere katılan şairlerin şiirleri kitap haline getirilerek ilgililere ücretsiz dağıtılırdı. Bu faaliyetler şehre özgün bir kimlik ve hareket kazandırırdı. Yok artık böyle şeyler… Peki, ama neden? Bu kentin sanat damarı mı kurudu? Ne oldu?

    Bundan evvelki yerel yöneticiler belediye bünyesinde yüzlerce kitap yayınlayarak, bunları ücretsiz olarak halka dağıtırlardı. Bunun için belediyenin kasasından bir kuruş çıkmazdı. Hayırsever insanların desteğiyle yapılırdı bu işler… Gerçi bu dönemde de birkaç ciddi kitap yayını gerçekleştirildi. Fakat bu yeterli değildir. O dönemde Trabzon çeşmelerle donatılmıştı. Fakat günümüzde o çeşmelerin muslukları bile söküldü.

    Yerel yönetimler sanata destek vermelidir. Eskiden Trabzon’da kültür sanat faaliyetleri bugünle kıyaslanamayacak kadar yoğundu. Belediyenin öncülüğünde büyüklere yönelik şiir ve kompozisyon yarışmaları yapılırdı. Bu yarışmalara yurdun dört bir yanından insanlar katılırdı. Bunlar son dönemde bıçak gibi kesildi. Birkaç ses yarışmasıyla yetinildi. Oysa marifet iltifata tabidir. Siz şaire, yazara, sanatçıya destek vermezseniz, yeri gelince onları yarıştırarak ciddi bir rekabet ortamı oluşturmazsanız, teşvik etmezseniz sanat ağacının kökleri kurumaya yüz tutar. Böylece popüler kültür asırlık değerlerimizi siler süpürür.

    Her insanın kendine göre bir düşünce dünyası vardır. Düşünceler tehdit unsuruna dönüşmedikçe masum sayılırlar. Bizler Yunus’un sevgisiyle, Mevlana’nın hoşgörüsüyle büyüdük. Son yıllarda şehrimizde yapılan festivallere belli görüşteki şairler çağrılıyor. Bu şairler de bizim insanlarımız, onlar da çağrılsın. Onların başarılarıyla da gurur duyuyoruz. Fakat bizler bu şehirde yıllardan beri yok sayılıyoruz. Şahsen 17 yıldan beri bu alanda kalem oynatıyorum. Şiir, hikâye, deneme, makale yazıyorum. Türk edebiyatına hizmet ediyorum.

    Beni İstanbul’daki edebiyat çevreleri Trabzon’dakilerden daha çok tanıyor. Bugüne kadar 25 tane ödül kazanan bir edebiyatçının yok farz edilmesi beni yaralıyor. Mersin’de festival oluyor, beni çağırıyorlar, Nevşehir’de, Kapadokya’da festival oluyor, beni çağırıyorlar. Oralarda Trabzon’u temsil ediyorum. Fakat beni ben yapan topraklarda bu gibi kültürel faaliyetlere çağrılmıyoruz. Böyle davrananlar sanatı bile politize ediyorlar. Sonra da hiç sıkılmadan ‘Sanat evrenseldir’ diyorlar. Doğrusu bu çelişkiyi anlamakta zorlanıyorum. Gelin Trabzon için bir araya gelelim, her alanda bu şehri ileriye taşıyalım. İyisiyle, kötüsüyle bu şehir bizim… Gidebileceğimiz başka Trabzon yok. Bu böyle biline…

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 17.10.2007 - 22:55

    BANA ‘VEFA’ DEMEYİN

    M.NİHAT MALKOÇ


    Geçenlerde günlük bir gazetede okuduğum haber sinirlerimin tepeme çıkması için yetti, hatta arttı bile. Vefasız bir millet olduğumuzu biliyordum da bu kadarını da tahmin edemiyordum. Gazetedeki haberde aynen şunlar yazıyordu: “Türk şiirinin üstadı Necip Fazıl Kısakürek’in, vefatına kadar son 20 yılını geçirdiği ve en önemli şiirlerini yazdığı, Başbakanları, Bakanları ağırladığı Erenköy’deki köşkü yıkıldı. Ethem Efendi Caddesi üzerindeki iki katlı taş yapının sahibi, yerine apartman yapılması için geçtiğimiz günlerde köşkün yıkılmasına izin verdi. Üstadın hatıralarını barındıran köşkün bulunduğu yerde şimdi inşaat makinelerinin gürültüsü yükseliyor.”(Yeni Şafak Gazetesi–16 Ağustos 2006 Çarşamba)

    Mürekkep yalamış herkesin yakından tanıdığı ve yerli kültürle beslenen insanların sevdiği bir şair olan Necip Fazıl Kısakürek, yirminci yüzyılın ikinci yarısına damgasını vurmuş bir aydındır aynı zamanda. Onun billur kaynaklarından beslenmeyenler bu milleti anlayamazlar. Çünkü o, bu milleti en iyi şekilde anlamış ve anlatmış, kelimenin tam anlamıyla bir münevverdir. Münevverdir, çünkü çevresini aydınlatmıştır, hakikatleri saptırmamıştır. Sanatı Allah’ın şanını yayan vasıtaya dönüştürmüştür. O da tıpkı Akif gibi hayal ile alışverişi olmayan, gördüğünü söyleyen bir söz eridir.

    Onun bize bıraktığı zengin şiir ve yazı külliyatı gelecek nesillerin başucu kitapları hükmündedir. Bu kitaplardan beslenen ruhların hıyanet içerisinde olması mümkün değildir. Çünkü bu eserlerden dini hissiyat, vatan sevgisi ve millet olma şuuru süzülmektedir. Bu gözelerden içenlerin manevi susuzluk hissetmesi mümkün değildir. Onu hakkıyla okuyan ve anlayanların yeni arayışlar içerisine girmeye ihtiyacı yoktur. Bu eserler gençlerimize kılavuz olacak düzeydedir. Kılavuzu Necip Fazıl olanın batıla sapması da mümkün değildir.

    Türk milletine mal olmuş böyle büyük bir şairin ve mütefekkirin yirmi yıl boyunca yaşadığı bir evi yıkıp yerine apartmanlar diken bir anlayışı şiddetle kınıyorum. Bu ev bugün itibariyle bir şahsa ait olabilir. Öyle de olsa devlet veya millî kültürle ilgili vakıflar parasını ödeyip burayı kamulaştırarak müze haline getirebilirdi; isabetli olan da buydu.

    Bir elin parmakları sayısınca olan gerçek aydınlarımızdan biri kabul edilen Necip Fazıl’ın hatırası böyle talan edilmemeliydi. Öncelikle ve özellikle onun gözesinden su içtiğini iddia edenler, bu yıkım gerçekleşmeden müdahale etmeliydi. Bu manevî mirasa milletçe sahip çıkmalıydık. Yine aynı gazetenin haberinde bu mühim köşkün yıkılmaması için Üstadın oğlunun çabaları anlatılıyor. Mehmet Kısakürek, yıkılan köşkün Necip Fazıl Müzesi olarak hizmet vermesi için çok çaba sarfettiğini belirterek şunları söylüyor:

    “Üstad 1983’te o evde vefat etti. O yıllarda Turgut Özal iktidardaydı. Rahmetli Özal, defalarca o evde üstadı ziyaret etti. Özal’ın müsteşarı Hasan Celal Güzel ve Kültür Bakanı Namık Kemal Zeybek’ten, yıkılan köşkün kamulaştırılıp bir müze haline getirilmesini istedim. Bir sıkıntı olması halinde alternatif olarak da üstadın yine uzun yıllar oturduğu Arif Paşa Köşkü’nü gösterdim. Bu iki köşkten birinin müze veya kültür evi haline getirilmesi ve üstadın bizde mevcut olan bütün eşyaları, tarihî ve edebî arşivinin ve her biri birer kültür mirası olan eserlerinin müsveddeleri ve asıllarının bu kültür evinde kamuya mal edilmesi için çok çırpındım.

    Üstada büyük yakınlık iddiası içinde olan bu insanlar taleplerime karşı ilgisiz kaldı. Hasan Celal Güzel son görüşme talebimi kabul etmediği zaman bana bir de mesaj gönderdi. İfadesi aynen şöyleydi: ‘Üstad bizim gönlümüzdedir. Öyle mekâna filan ihtiyacı yoktur.’ Namık Kemal Zeybek’ten de bir sonuç çıkmadı. O yıllarda Arif Paşa Köşkü yıkıldı. Güya yeniden restore edilerek arka tarafa uyduruk bir şekilde yapıldı. Yerine de gökdelen inşa edildi. Üstadın elimizde mevcut bütün tarihî ve edebî arşivi, eşyaları, hatıraları, eser müsveddeleri ve asılları ciddi bir mekâna muhtaç… Hepsi kültür mirasıdır. Benimle birlikte ölüp gitmemeli, kesin surette kamulaştırılmaları gerekir. Mekân konusunda son talebim de bir buçuk yıl önce Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’a olmuştur. İstanbul’da vakıflara ait herhangi bir mekânın kültür evi olarak kullanılması için kira mukabili üstadın varislerine veya Büyük Doğu Yayınları’na verilmesini talep ettik.”

    Batı’yı eleştirip dururuz, kültürlerini ve anlayışlarını yerin dibine batırırız. Fakat düşünüyorum da bu vahim hadise ve vefasızlık örneği herhangi bir Batı ülkesinde yaşanır mıydı? Kesinlikle hayır! ... Çünkü onlar bu gibi değerlerini ve değerlilerini baş tacı ediyorlar. Necip Fazıl gibi insanlar bırakın Türkiye’yi, dünyada bile ender yetişiyor. Ben Üstad Necip Fazıl’ı ve onun maneviyatını, eserleri haricinde nerede hissedeceğim? Bu vahim aşamadan sonra tuğladan ve betondan yığma bir yapı yapıp şahsî eşyalarını ve eserlerini oraya toplasanız bu yapmacık olmaz mı? Manevî değeri tartışılmaz böyle bir köşkün göz göre göre yok edilmesini nasıl ve neyle açıklayabilirsiniz? Özel ve tüzel yetkililer, ne olur bana bundan sonra ‘vefa’ demeyin. Sakızlaşan sözde vefadan da, bozadan da nefret etmeye başladım.

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 17.10.2007 - 22:36

    80 YAŞINDA BİR ŞAİR DELİKANLI: NURETTİN ÖZDEMİR

    M.NİHAT MALKOÇ


    Geçenlerde Trabzon Lisesi çok değerli bir şiir üstadını ağırladı. 10 Ekim 2007 Çarşamba günü Trabzon Lisesi’ni teşrif eden Nurettin Özdemir’le uzun sayılabilecek bir süre boyunca kültür, sanat, edebiyat ve hayat üzerine konuştuk. Kıymetli Şair Nurettin Özdemir’i gıyaben tanırdım. Bugüne kadar hiç karşılaşmamıştık kendisiyle. Yeğeni Ali Çetin Özdemir, Trabzon Lisesi’nde Edebiyat Öğretmeni olarak çalışıyordu. Yani mesai arkadaşımdı, üstelik aynı branştandık. Dayısı olan Nurettin Özdemir’le görüşme isteğimi iletmiştim kendisine. O da ilk fırsatta bunu sağlayacağını söylemişti bana. Şair Özdemir Ankara’da yaşıyordu. Seyrek geliyordu Trabzon’a ve memleketi olan Gümüşhane’ye… Trabzon’a gelince beni de çağırdılar. Koşa koşa gittim. Çünkü onunla tanışmayı, sohbetinde bulunmayı çok istiyordum.

    Şair Nurettin Özdemir’in şiirlerini severek okuyan, üzerlerinde şekil ve içerik analizi yapan bir şiir dostuyum ben. Vaktiyle kendisiyle ilgili yazılar da kaleme almıştım. O, günümüz şiirinde yaşayan ustaların başında geliyor şüphesiz. Şiirlerini serbest tarzda yazmasına rağmen kelimeleri ustaca kullanarak farklı bir ahenk oluşturmuştur. Onun özellikle “Vatan” şiirini çok severim. Bu şiir süssüz ve sade bir dille yazılmasına rağmen şiirsel derinliğe sahiptir. O, sade bir dille de güzel şiirler yazılabileceğini göstermiştir.

    Özdemir, 1927 senesinde Gümüşhane’nin Kelkit ilçesinde doğmuştur. 1951’de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olarak serbest avukatlığa başlamıştır. 1961 yılında Gümüşhane’den milletvekili seçilerek 1972’ye kadar Gümüşhane’yi milletvekili olarak temsil etmiştir. 1980 yılında Kültür Bakanlığı Müşavirliğine atanmıştır. 1988 yılında Türkiye Kızılay Derneği Genel Merkez Kurulu üyeliğine, üç yıl sonra da Kızılay Genel Başkan vekilliğine seçilmiştir. Evli ve beş çocuk babasıdır. Özdemir elli yılı aşkın bir süredir şiirle uğraşmaktadır. “Hayat Şiiri”, “Yağmur Sonrası”, “Yitik Sevgi”, “Vakit Geçti Yorgunum”, “Zaman ve Aşk” adlı şiir kitapları yayınlanmış ve bazı şiirleri de bestelenmiştir.

    Gümüşhaneli Şair Nurettin Özdemir ortaöğreniminin ilk yıllarında Trabzon Lisesi’nde okumuş, daha sonra İstanbul’da Haydarpaşa Lisesi’nden mezun olmuştur. Fakat onun için Trabzon Lisesi’nin yeri bambaşkadır. Kendisiyle yaptığımız ikili konuşmalarda Trabzon Lisesi’ne dair anılarını tek tek anlattı. Çok güçlü bir hafızası var. Gençlik yıllarına ait hatıralarını aktarırken gözlerinin nemlendiğini fark ettim. Şu anda 80 yaşında olan Özdemir, 65 yıl evvelki anılarını kâğıttan okuyormuş gibi sıraladı. Onlarca ismi hâlâ aklında tutabiliyor.

    O gün Şair Nurettin Özdemir’le Trabzon Lisesi’ni baştanbaşa dolaştık. Okul Müdürü Ömer Eyüboğlu okul hakkında gerekli bilgileri verdi kendisine. Okulda yapılan yeniliklere hayran kaldı. Sınıfa girip öğrencilerle ayaküstü söyleşti. Onlara hatıralarından bir demet sundu. Öğrencilere nasihatlerde bulundu. Şairlik serüveninden bahsetti. Eski günleri anlatırken gözyaşlarına hâkim olamadı. Öğrencilere yaşadığı dönemin zorluklarını anlatarak şunları söyledi: “Trabzon Lisesi’ni okuduğum zamanlarda yalnızca Trabzon’da lise vardı. Artvin’de lise yoktu, Rize’de lise yoktu, Gümüşhane’de lise yoktu, Erzincan’da, Ordu’da, Giresun’da lise yoktu. Samsun’da vardı, Kastamonu’da, Zonguldak’ta, Trabzon’da vardı. Yani Türkiye’de sadece 18 lise vardı. Bu bölgenin bütün çocukları orada yatılı okuduk.”

    Nurettin Özdemir Bey şiirde Ahmet Hamdi Tanpınar’dan çok etkilendiğini anlattı bize. Onunla Haydarpaşa Lisesi’nde karşılaşmış, kendisine uzun bir şiir okumuş, hayranlığını kazanmıştır. Yahya Kemal’i, Necip Fazıl’ı tanımış, sohbet meclislerine iştirak etmiştir. Yabancı şairlerden Rilke’nin tesiri altında kalarak şiirler yazmıştır. Rilke’yi ona tanıtan ve sevdiren de Tanpınar’dır. İstanbul’un tarihi dokusu ve tarihi coğrafyası onu derinden etkilemiştir. O, Türk şiirini çok iyi tanımış, yapıca sağlam eserler vermiştir. Özdemir, gençlik yıllarında Trabzon’da yaşadıklarını hiç unutamıyor. Çıkardıkları Boztepe Dergisi’nden, müdürleri Faik Dranas’tan hatıralar anlatıyor. Özdemir’in diksiyonu çok düzgün, etkileyici konuşuyor. Nezaketiyle tam bir Osmanlı erkeği imajı veriyor. Allah ömrünü uzun eylesin.

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 14.10.2007 - 18:12

    UYAN EY GÖZLERİM GAFLETTEN UYAN! ....

    M.NİHAT MALKOÇ

    Bizler eskiden üzerine güneş doğmayan bir millettik? Sabahın erken saatlerinde yatağımızdan kalkar, Allah’ın huzurunda secdeye varır, günün ilk şükrünü eda ederdik. Sessizliğin içine dalar, manevi iklimlerde soluklanırdık. Hakikat yolunun sadık yolcusuyduk Hiç kimse bizi hak bildiğimiz yoldan çeviremezdi. Sırat-i müstakim üzere yürürdük hayat yolunda. Hayat ağacının leziz meyveleri eksik olmazdı. Göklere değen dallarımız manevi meyvelerini taşımakta zorlanırdı. Bereket eksik olmazdı soframızdan.

    Bizler şerefli bir milletin evlatları olarak geleceğe taşıyamadık emsalsiz değerlerimizi. Şanlı Osmanlı’nın kurduğu düzen dünya hayatıyla ahiret hayatını dengede tutmayı esas alıyordu. Padişahından halkına kadar hemen herkes dünyayı bir geçit olarak görüyor, Hakk’a kul olmayı en büyük özgürlük olarak kabul ediyordu. İbadetler ruhların vazgeçilmez azığıydı. Uykuda geçirilen vakitler uyanık olunan vakitlere nazaran çok azdı. Sabah namazları üzerine titrenirdi. Kimse bu vakitte gaflet uykusunda olmazdı. Eskiden devlet idarecileri dini, hayata göre değil, hayatı dine göre tanzim ederlerdi. İnanç hususunda hassas davranılırdı. Bununla ilgili anlatılan yaşanmış bir hadise bu hassasiyeti tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor.

    Osmanlı döneminde Sultan III. Murat Han bir sabah namazını kaçırmış… Dini hayatı her şeyden çok önemseyen bu büyük padişah kıl(a) madığı bir sabah namazına fazlasıyla üzülmüştü. Bu üzüntü onu derin muhasebelere götürmüştü. Yüceler yücesinin huzuruna çıkmadan evvel, çabuk davranarak nefsini hesaba çekmiştir. Geçirdiği duygusal incinme neticesinde “Uyan Ey Gözlerim Gafletten Uyan” adlı derin manalı bir şiir kaleme almıştır. Bu şiirde manevi körlüğü zemmetmiş, uykudan açılmayan gözlerini gafletten uyanmaya çağırmıştır. Seher vaktinde cümle mevcudatın lisan-ı halleriyle Allah’ı zikrettiğini, eşref-i mahlûkat olan insanın bu hususta gevşek davrandığını dile getirmiştir. Dünyanın geçiciliğini hatırlatarak mala, mülke, makama yaslanan insanların güvenli ve doğru bir yolda yürümediklerini hatırlatmıştır. Bilindiği üzere şair sultanlardan biri olan III. Murat, “Muradî” mahlâsıyla şiirler yazmıştır. Onun, bir sabah namazını kılamaması üzerine yazmış olduğu “Uyan Ey Gözlerim Gafletten Uyan” adlı şiirini dikkatlerinize sunmak istiyorum:

    “Uyan ey gözlerim gafletten uyan!
    Uyan uykusu çok gözlerim uyan
    Azrail’in kastı canadır, inan.
    Uyan ey gözlerim gafletten uyan!
    Uyan uykusu çok gözlerim uyan

    Seherde uyanırlar cümle kuşlar
    Dill-u dillerince tesbihe başlar
    Tevhid eyler dağlar taşlar ağaçlar
    Uyan ey gözlerim gafletten uyan!
    Uyan uykusu çok gözlerim uyan

    Semâvâtın kapuların açarlar.
    Mü’minlere rahmet suyun saçarlar…
    Seherde kalkana hülle biçerler.
    Uyan ey gözlerim gafletten uyan!
    Uyan uykusu çok gözlerim uyan

    Bu dünya fanidir sakın aldanma.
    Mağrur olup tac-u tahta dayanma.
    Yedi iklim benim deyu güvenme.
    Uyan ey gözlerim gafletten uyan!
    Uyan uykusu çok gözlerim uyan

    Benim, Murad kulun, suçumu affet.
    Suçum bağışlayub günahım ref’ et.
    Rasûl’ün sancağı dibinde haşret.
    Uyan ey gözlerim gafletten uyan!
    Uyan uykusu çok gözlerim uyan”

    Bu şiir bir pişmanlık bildirisidir. Her bir mısrası kızgın gözyaşlarıyla yazılmıştır. “Uyan Ey Gözlerim Gafletten Uyan” isimli şiir değişik zamanlarda değişik bestekârlarca bestelenerek halkın manevi uyanışına hizmet etmiştir. Buradan da anlıyoruz ki bir zamanlar hem fert, hem topyekûn millet olarak dini hassasiyetlerimiz üst düzeydeydi. Günümüzde sabah namazını kıl(a) mayan insanlar böyle büyük bir pişmanlık yaşayabiliyor mu? Müslümanların yüzde kaçı düzenli olarak sabah namazlarına kalkabiliyor? Ne kadar da değişti değer yargılarımız! ... Zamanla her şey gibi dini değerler ve ibadetler de hafife alındı, sıradanlaştı. Bu elbette hayra alamet bir gidiş değildir. Bu yolun sonu maazallah uçurumdur. Fakat gözlerimiz o kadar körelmiş ki uçurumu bile düz yol zannediyoruz.

    Devlet ve millet olarak değerlerimizin bendesiydik bir zamanlar… Şimdiyse değerlerimiz kölemiz oldu. Uçup gitti mübarek nefesler… Gölgeler karardı, koyulaştı geçen zamanla birlikte… Aydınlık şafaklardan gelmesini beklediğimiz yolcuların izini kaybettik. Çöllerde vaha ararken çamura battık yolların kavşağında. Sabahlarımız aydınlığını ve tazeliğini çoktan yitirdi. Artık güneş üzerimize doğuyor. Sabahların rahmet ve bereket ikliminde doyasıya soluklanamıyoruz. Güneş üzerimize doğuyor her sabah…

    Hayatımız milli ve manevi değerlerden çok uzaklaştı. İnandığımız gibi yaşayamadığımız için, zamanla yaşadığımız gibi inanmaya başladık. Bütün bunlara rağmen kalplerimiz katılaştığı için nedamet gözyaşları dökemiyoruz. Gözlerimiz hakikatlere kapandı sanki. Basiret nazarlarımıza gölge düştü. Bir zamanlar seher vakitlerinde Hakk’a ve hakikate sarılan ve duaya kalkan eller şimdi yastığımız oluverdiler. Yastık olan elerin tekrar dualar eşliğinde Hakk’a ve hakikate yönelme zamanı geldi. Kutlu iklimlere yol almak için bir an evvel yola çıkmamamız lazımdır. Yoksa kervan göçecek, bizler yine dağ başlarında bir başımıza kalacağız. Yolumuzu aydınlatan güneş üzerimizden çekecek ışığını. Elimizi çabuk tutalım, yitiğimizi Avrupa kapılarında değil, kaybettiğimiz yerlerde arayalım.

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 07.10.2007 - 00:44

    RAMAZAN BAYRAMI DÜŞÜNCELERİ

    M.NİHAT MALKOÇ


    Bayramlar huzur ve sükûnun en yüksek seviyede cereyan ettiği zaman dilimleridir. Kültür ve medeniyetimizde bayramların apayrı bir yeri ve önemi vardır. Birlik ve beraberliğin çimentosudur bu müstesna vakitler… Milli bütünlüğümüzü bu gibi ortak değerlerimize borçluyuz. Değerlerini yaşayan ve yaşatan milletler geleceğe emin adımlarla ilerlerler. Türk milleti zor badirelerden geçerek bugüne gelebilmişse bunu milli ve manevi değerlerine borçludur. Onun için çocuklarımıza değerlerimizi anlatmalı ve benimsetmeliyiz. Özellikle dini bayramlarının manevi hazzını çocuklarımıza doyasıya yaşatmalıyız. Onların da gelecekte çocuklarına anlatacağı bayram hatıraları olmalıdır. Bayramlar herkeste derin duygu ve düşünce çağlayanları oluşturur. Bir zamanlar Ramazan Bayramının şair gönlümde meydana getirdiği duygu ve düşünceleri “Ramazan Bayramı Düşünceleri” adlı şiirimde kafiyelere dizerek şöyle ifade etmiştim. Bu bayram hissiyatımı sizlerle paylaşmak istiyorum:

    Muhabbetin gölgesi düşerken can evine
    Sıladan uzaktaki yürek neye sevine?
    Zaman bildiğin zaman arife ne, bayram ne?

    Kurulsun yüce mizan, haklar yerini bulsun
    Şen ola gönül köşkü, bayramlar bayram olsun

    Yanar yürek dağları giryenin ateşinden
    Sayılı gün tez geçer, uyanırsın düşünden
    Gelir bayram neşesi ramazanın peşinden

    Gururlanma ey insan sen de bir garip kulsun
    Şen ola gönül köşkü, bayramlar bayram olsun

    Kul çekmezse müşkülât ulaşamaz menzile
    Huzur damlacıkları akar durur gönüle
    Şeker bayramı gelir lezzeti değer dile

    Gönül bahçelerinde gül açsın, zakkum solsun
    Şen ola gönül köşkü, bayramlar bayram olsun

    Şairlerin dilinde bayram aşk güftesidir
    Çağları aşıp gelen Itri’nin bestesidir
    Bayram yetime kucak, gariplerin sesidir

    Mümin bayram ederken müşrik saçını yolsun
    Şen ola gönül köşkü, bayramlar bayram olsun

    Dursun bozuk saatler, çekin gönüle ayar
    Sevgi coğrafyasında dolaşın diyar diyar
    Girsin düşlerimize mübarek gül yüzlü yâr

    Zalime balyoz yumruk, mazluma ayak kolsun
    Şen ola gönül köşkü, bayramlar bayram olsun

    Zihinlerde ateşten heyulalar örülür
    Arasat meydanında suretimiz görülür
    Fanilerin defteri elbet bir gün dürülür

    Sevap çeşmelerinden amel kabımız dolsun
    Şen ola gönül köşkü, bayramlar bayram olsun

    Gönül penceresinden girsin cennet kokusu
    Kuş uykusuna dönsün müminin kış uykusu
    Sarsın hücrelerimi vahdet, vefa duygusu

    Ey sırat-ı müstakim sen ne mübarek yolsun! ...
    Şen ola gönül köşkü bayramlar bayram olsun

    Feyiz ve bereket ayı olan ramazanın sonunda bayram sevincini doyasıya yaşıyoruz. Gönüllerimiz taptaze bahar rüzgârlarıyla doluyor. Pörsüyen ruhlarımız bayram müjdesiyle diriliyor. Vicdanlar kirli duygulardan arınıyor. Keşke bu güzide ve mübarek zaman diliminde bütün Müslüman milletler ümmet şuuru içerisinde özgürce yaşayabilseler. Iraklı kardeşlerimizin başına akıllı bombalar yağmasa… Filistinliler sürgünlere mahkûm olmasa… Çocukların tatlı uykuları bomba sesleriyle bölünmese… Barut değil, huzur solusa bebeler…

    İslam’ın yanlış tanıtıldığı, Müslümanların sabır ve tahammüllerinin fazlasıyla zorlandığı bu dönemde ne kadar bayram edilirse biz de o kadar yaşıyoruz bayram düşüncelerini. Bayramlarda içimiz gülse de suretimiz kan ağlıyor. Bayramın yankısı cevap bulmuyor gönüllerimizde. Günümüzde atlastan cepkenli yiğit akıncıların ruhu toprağın derinliklerinden ses vermiyor. Eski bayramların tadı hayallerimizi süslüyor. ‘Nerde o eski bayramlar…’ sözü dudaklardan düşmüyor. Ramazanlar ve bayramlar mahzun geldi, mahzun gidiyor. Fakat bizler yine de gelecekten ümitliyiz. Güneş battıysa tasalanmaya gerek yok. Zira güneş doğmak için batar. Bizler o kutlu doğuşun intizarıyla yaşıyoruz. Her şeye rağmen ramazan bayramınız mübarek olsun; şeker bayramı Türk-İslam âlemine hayırlar getirsin.

    Cevap Yaz

Bu şiir ile ilgili 794 tane yorum bulunmakta