Yazılarım(muhabbet Bağının Gülleri) Şiir ...

Nihat Malkoç
1598

ŞİİR


30

TAKİPÇİ

GÖNLÜMÜN DUYGU MİMARLARI
M.NİHAT MALKOÇ

Her insanın sevdiği,kendine yakın bulduğu ve benimsediği şâir ve yazarlar vardır.Onların fikirleri,üslûpları ve bakış açıları model olur sevenlerine…Daha sıcak buluruz bu kalemleri kendimize ….Tercih sebebimiz olur ruh dünyalarındaki çalkantılar,gel-gitler….Yazarken tesirleri altında kalırız farkında olmadan…Kâğıda döktüklerimiz her ne kadar orijinal olsa da onların üslûbundan izler taşır.
Sanatta etkilenme kaçınılmazdır.Hangimiz güzel bir şiir okuyup da ondan etkilenmeyiz ki? ...Tesiri altında kaldığımız eserler bilinçaltına yerleşir.Duygularımız kabarınca da ona benzer bir şeyler yazmaya kalkışırız.Ama o sadece ilham kaynağımız olur.Körü körüne taklit etmeyiz onları.Hareket noktası olur eserleri bizim için…Taklitle hiçbir yere varılamaz zaten.Taklit eser her ne kadar güzel görünse de orijinalinin yanında sönük kalır.Onun için sanatta etkilenmeye hoş bakabiliriz ama taklide asla! ...
Beni de etkileyen,sarsan,ruhumu harekete geçiren şâir ve yazarlar da vardır şüphesiz…Onları okuyunca bambaşka bir atmosfere girer ruhum…Heyecanlanırım…Kalbimin atışları hızlanır…”Hah işte sanat bu,söz böyle söylenir.Sanki içimden geçenleri okuyup ebedîleştirmiş…vs.” derim.Bu kalemlerin sayısı iki elin parmakları sayısıncadır ancak.
Gönlümün duygu mimarlarının başında Yunus Emre,Fuzuli, Şeyh Galip,Yahya Kemal Beyatlı, Necip Fazıl Kısakürek, Mehmet Akif Ersoy, Arif Nihat Asya, Ahmet Hamdi Tanpınar, Faruk Nafiz Çamlıbel, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu gelmektedir.Bu zirve şahsiyetlerin tesiri altında kalışımın sebeplerini ve boyutlarını zikredeyim dilerseniz…

Tamamını Oku
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 17.02.2008 - 15:36

    KİTAPÇI AHMET HOCA VE OKUMA AŞKI

    M.NİHAT MALKOÇ

    Köprübaşı, Trabzon’umuzun şirin bir ilçesidir. Yüksek dağlar arasında sıkışıp kalan bu ilçede herkes birbirini tanır. Çünkü tek caddesi vardır bu yerleşim yerinin. Bu küçük şehirde muhakkak insanlar birbirleriyle karşılaşır. Herkes herkesin hâlinden haberdardır. Köylerde yaşayan insanlar adeta bir aile gibidir. Evinizde bir erzak tükense rahatlıkla komşunuzun kapısına gidebilirsiniz. Dayanışma ve yardımlaşma en üst noktadadır. Zira herkes birbirine muhtaçtır burada. Güler yüzlüdür insanlar… İmkânları kıt olsa da elleri açıktır.

    Gençlik yıllarımı bu ilçede geçirdim. İlkokulu, ortaokulu ve liseyi bu topraklarda okudum. Altı yıl boyunca Köprübaşı’na indim her gün. Çünkü ortaokul ve lise Köprübaşı’nda vardı sadece. Bizler sabahın erken saatlerinde kalkar, fındıklıklardan aşağı inerek Köprübaşı’na varırdık. Bu zorlu süreç yaz kış demeden aralıksız olarak altı yıl devam etti. O zamanlar pek çok köyün yolu da yoktu. Bizim Kosron köyü de yolu olmayan yerlerden birisiydi. Patika yollardan düşe kalka ilerleyerek şehre varırdık. O zamanlar Köprübaşı ilçe değildi, belde statüsündeydi. Bina sayısı da bugünkünün ancak yarısı kadardı.

    O zamanlar Köprübaşı Lisesi bugünkü ilköğretim okulunun bulunduğu binada eğitim öğretim faaliyetlerini sürdürüyordu. Köprübaşı’nı boydan boya geçmeden okula ulaşmak mümkün değildi. Rahmetli Hacı Yunus’un yokuşunu çıkmak nefesleri keserdi. Köyden okula gelip gitmelerimiz yazda kışta, yağmurda çamurda devam ederdi. Fakat mutluyduk; hayatın tadını doyasıya çıkarırdık. Küçük şeyler bile bizi mutlu ederdi. O günleri unutmak mümkün mü? Öğlede yemek yiyecek paramız olmazdı çok kere. Rahmetli Bıyıkoğlu Mustafa’nın zeytin ekmeğiyle akşam ederdik. Bol parası olanlar için helvayla reçeli de unutmamak lazım.

    Köprübaşı’nda ciddi bir kırtasiye dükkânı yoktu. Benim öğleleri en çok takıldığım yer Kitapçı Ahmet Dayının küçücük dükkânıydı. Öğleleri okuldan çıkar çıkmaz; açlığımı bile unutur o dükkânın küçük, fakat sıcak ve samimi ortamında soluklanırdım. Daha çok incik boncuk ve dinî kitaplar satardı. Çocukların ilgisini çekecek şekerlemeler ve çikolatalar onda bulunurdu. Fakat sattığı mallar ucuz olurdu. Çocukların sınırlı bütçesini sarsmazdı.

    Ona çocuklar daha çok “Tebrikçi Ahmet Dayı” derlerdi. Çünkü Köprübaşı’nda sadece o, tebrik satardı. Bunun dışında ekonomik kitaplar getirirdi. Ben kitap sevgisini Tebrikçi Ahmet Dayıdan kazandım. Öğle harçlıklarımı yemez, ondan kitap alırdım. Evde kütüphane kurmaya başlamıştım. Kütüphanemdeki ilk eserleri hep ondan almışım. Hemen her gün bir kitap almayı adet edinmiştim. O yüzden genellikle öğleleri hep aç gezer, o açlıkla akşamleyin eve giderdim. Bugün on bin civarındaki kitap ve dergi içeren zengin kütüphanemin temeli o yıllarda atılmıştır. O kitapları şimdi tatlı bir hatıra olarak özenle saklıyorum.

    “Tebrikçi Ahmet Dayının ölüm haberini alınca çok üzüldüm. Bundan 20–25 sene önceki hatıralar zihnimden geçti. O, her şeyden önce çok mütebessim bir insandı. Sık sık uğrardım dükkânına. Özellikle yağmurlu günlerde soluğu onun yanında alırdım. Küçükle küçük, büyükle büyük olmasını bilirdi. Bedensel engelli olmasına ve zor yürümesine rağmen hayata sımsıkı bağlıydı. Dükkânında abdestini alır, çok kere cemaate gider, kulluk vazifelerinin en önemlisi olan namazını kılardı. Boş zamanlarında da sürekli Kur’an-ı Kerim okurdu. Şimdilerde Hollanda’da din görevlisi olarak bulunan oğlu Necati, benim samimi dostlarımdandır. Onu hem İmam-Hatip Lisesi’nde okutmuş, hem de hafız etmişti. Maddî durumu iyi olmamasına rağmen hâline sürekli şükreder, kanaatkâr davranırdı.

    Kitapçı Ahmet Dayı, Köprübaşı’nın sembol isimlerinden biriydi. Kanaatimce onu tanımayan ve sevmeyen bir kişi gösterilemezdi. Çünkü kimsenin işine karışmazdı. Yapıcı bir kişiydi. Kendi küçük dünyasında yaşardı. Rahmetli babamın da çok iyi dostuydu. Öğretmen olduktan sonra da sürekli uğrardım yanına. Kendisini bir baba gibi sever ve sayardım. Bana çok değer verirdi. Hâl hatır sormadan geçmezdim dükkânının önünden. Ecel onu da aramızdan çekip aldı. Allah rahmet eylesin, çocuklarının ve bütün sevenlerinin başı sağ olsun.

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 17.02.2008 - 15:35

    KUZEY TV’DE ŞİİR VE EDEBİYAT SÖYLEŞİSİ

    M.NİHAT MALKOÇ

    Trabzon; kültür, sanat ve edebiyat açısından Türkiye’nin ikinci İstanbul’udur. Bu şehir geçmişten bugüne kadar nice emsalsiz değerler yetiştirmiştir. Fatih Sultan Mehmet’in fethettiği, Yavuz Sultan Selim’in 22 yıl valilik yaptığı, Osmanlı’nın tahtında en uzun süre kalan padişah olarak bilinen Kanunî Sultan Süleyman’ın doğduğu şehir olan Trabzon, Cumhuriyet devrinde Hasan Saka’yı başbakanlığa, Cevdet Sunay’ı Cumhurbaşkanlığına taşımıştır. Bu şehrin mümbit toprakları nice değerli şahsiyetler yetiştirmiştir.

    Trabzon’un sadece Trabzonspor’la anılması; tarihî, kültürel ve edebî değerlerinin göz ardı edilmesi üzücüdür. Trabzonspor’un Trabzon için çok mühim bir değer olduğunu bizler de kabul ediyoruz. Fakat Trabzon demek, Trabzonspor demek değildir. Böyle sığ düşünmek tarihî gerçeklerle bağdaşmaz. Trabzon çok eski bir medeniyet merkezidir. Bu şehrin gün yüzüne çıkarılmamış nice değerleri ve değerlileri vardır. Bu şehirdeki yazılı ve görsel medya organlarının gece gündüz top peşinde koşmak yerine biraz da bunlara yer vermesi bizlerin en büyük beklentisidir. Zira bu şehrin halkı her gün spor tartışması dinlemekten bıktı.

    06 Şubat 2008 Çarşamba günü Trabzon’un çok değerli araştırmacı-yazarlarından Mustafa Yazıcı’nın Kuzey TV’de hazırlayıp sunduğu “Trabzon Trabzon” adlı programının stüdyo konuğuydum. “Trabzon’da Şiir ve Edebiyat” ana temasının işlendiği program, gündüz saatlerinde (13.30’da) başladı. 70 dakika sürdü. Programda biyografim ve şiir geçmişim üzerinde durdum. Mustafa Yazıcı’nın sunduğu programda şu görüşlere yer verdim:

    “Şiire ve edebiyata 1990 yılında başladım. Aradan 18 yıl gibi uzun bir zaman geçmiş. Ben bu süre içerisinde binlerce yazı ve yüzlerce şiir kaleme almışım. Gazeteciliğe 1990 senesinde Türksesi gazetesinde başlamışım. İlk yazım Uzunsokak’ın araç trafiğine kapatılması üzerineydi. Bugün aradan 18 yıl geçti; Uzunsokak ancak şimdi araç trafiğine kapatılabildi. Yine de doğru mu yapıldı, yanlış mı yapıldı tartışmaları sürüyor.

    İlk şiirim Kültür Bakanlığı’nın çıkardığı “Gençliğin Sesi” dergisinde yayınlandı. Bu ilk şiirim “Gece Yarısı” adını taşıyordu. Arapça ve Farsça kelimelerin çokça kullanıldığı bir hece şiiriydi. Bugüne kadar, en büyüğünden en küçüğüne kadar onlarca dergi ve gazetede fikrî, edebî, felsefî ve kültürel konularda yüzlerce yazı ve şiir yazdım. Bu yayın organlarından Türk Edebiyatı, Türk Dili, Bizim Çocuk, Çınar, Bizim Azerbaycan, Anadolunun Sesi, Üniversitelinin Sesi, Türkiye, Bizim Okul, Deyiş, Şenliğin Sesi, Somuncu Baba, İnsanlığa Çağrı, Mavi Yeşil, Yeni Sesleniş, Gençliğin Sesi, Yeşilay, Kümbet, Irmak, Tekne, Ardıç, Nida, Gülistan, Kardelen, Değirmen, Irmak, Ayvakti, Cümle, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, İklim gibi dergilerde; Türksesi, Demokrat Gümüşhane, Kuşakkaya, Ortadoğu, Yeni Mesaj, Hergün, Candaş, Edebiyat, Bolu Üçtepe, Akçaabat Yeni Haber, Karadeniz Olay, Hizmet, Hüryol gibi gazetelerde yıllardan beri deneme, makale, fıkra ve şiirler yazmaktayım. Bunlara ilave olarak “Bizim Okul” isimli kültür, sanat ve edebiyat dergisinin Yazı İşleri Müdürlüğü’nü yaptım. Fakat bu yayın organının ömrü fazla uzun sürmedi.

    Marifet iltifata tabidir. Şairlerin güç ve moral kaynağı ödüllerdir. Ben de yazı hayatım boyunca onlarca ödül kazandım. Bunlar benim yazma şevkimi ve heyecanımı artırdı. Trabzon ve Akçaabat Belediyelerinin düzenlediği pek çok yarışmada çeşitli ödüller aldım. Şiir, gezi yazısı, deneme türlerinde düzenlenen yarışmalarda defalarca Türkiye birincisi oldum. Mersin ve Nevşehir’deki kültür, sanat ve edebiyat festivallerinde Trabzon’u temsil ettim. Birkaç yıldan beri her ay beş ayrı dergide, iki ayrı gazetede şiir ve yazılar yayınlamaktayım. Lakin kitaba ve yazara hak ettiği değer verilmedikçe yazdıklarımı kitap haline getirmeyeceğim.”

    Mustafa Yazıcı’nın sunduğu ve naçizane şahsımın konuk olduğu programda bunların dışında şüphesiz çok şeyler daha konuşuldu. Fakat bunları aktarmayı gerekli bulmuyorum. Bana bu imkânı veren başta program yapımcısı ve sunucusu Mustafa Yazıcı’ya ve bizi güler yüzle ağırlayan Kuzey TV müdürü Turgay Beşyıldız’a şükranlarımı sunuyorum.

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 17.02.2008 - 15:35

    AKÇAABAT’IN 90. KURTULUŞ YILI VE “DENİZ KIZINA GAZEL”

    M.NİHAT MALKOÇ

    Akçaabat’ın düşman işgalinden kurtuluşunun 90. yıldönümünü büyük bir sevinç ve coşkuyla kutladık. Trabzon’un arka bahçesi konumundaki Akçaabat, doksan sene sonra gelişmiş, kendini aşmış, müreffeh bir şehir olarak karşımıza çıkıyor. Trabzon’un bu en büyük ilçesinin bu sevindirici noktalara gelmesi bizleri mutlu ediyor, fazlasıyla gururlandırıyor. Şehrin gelişmesine katkıda bulunanlara şükranlarımızı sunuyoruz.

    Akçaabat Belediyesi 2002 yılından beri şehrin kurtuluşunun arifesinde ilköğretim, ortaöğretim ve serbest kategorilerde şiir ve kompozisyon yarışmaları düzenleyip insanları yazmaya yönlendiriyor. “Bir Sevdadır Akçaabat” ve “2018 yılında Nasıl Bir Akçaabat” temalarında düzenlenen yarışmalar yedi seneden beri aralıksız devam ediyor. Belediye yetkilileri 2002–2005 yılları arasındaki yarışmalarda dereceye giren şiirleri “Bir Sevdadır Akçaabat” adlı kitapta bir araya getirdiler. 2008 yılı kurtuluş etkinlikleri çerçevesinde düzenlenen kompozisyon yarışmasında “Mansiyon”, serbest kategorideki şiir yarışmasında ise birincilik ödülü kazandım. “2018 Yılında Nasıl Bir Akçaabat” temalı yarışmada birincilik ödülü kazanan “Deniz Kızına Gazel” adlı şiirimi dikkatlerinize sunmak istiyorum:

    “Gönlü düşürdü yere billâh sakar bu şehir
    Yaralı yüreğime çivi çakar bu şehir

    Hüzün süvarileri dayanınca yüreğe
    Hayal denizlerinden ruha akar bu şehir…

    Pulathane içinde saklar vaktin hüznünü
    Dünden alıp ilhamı güne bakar bu şehir

    Dualar gözyaşıyla göklere yükselirken
    Hasreti alev ateş, yakar yakar bu şehir

    Maviliğin koynunda kuşanır yalnızlığı
    Başına yasemenler, güller takar bu şehir

    Tutuşur mendirekte sulara düşen ateş
    Ölümsüz anıları başa kakar bu şehir

    Yankılanır sinede ayrılığın ağıdı
    Yürekte bırakmadı gurur, vakar bu şehir

    Şakaklarımda aklar hüzün taşır yarına
    Aynadaki gölgeme kurşun sıkar bu şehir

    Sargana’da ân durur, katmerleşir acılar
    Yüreğimin bendini yakar yıkar bu şehir

    Muhabbet çınarının dökülür yaprakları
    Sevgilinin nazından bir gün bıkar bu şehir

    Silahların gölgesi düşünce umutlara
    Zakkumun inadına sümbül kokar bu şehir

    Zamandan düşülünce acıların darası
    Düşmanı yılan gibi bir gün sokar bu şehir

    Gelinliğini giymiş, vuslata kanatlanmış
    Yüce dağ başlarında bembeyaz kar bu şehir

    Kalbimizin azığı, has bahçemizin gülü
    Hicran ateşlerinde gönlüme yâr bu şehir

    Akçayla olur abat gülümser Akçaabat
    Selamet sahiline elbet çıkar bu şehir…”

    Şairleri peşinden sürükleyen şehirlerin hatıraları hafızalardan hiç silinmez. Şairlerin şiirlerine konu olan şehirler adını ebedileştirir. Ülkemizde pek çok şehir üzerine şiirler yazılmıştır. Edebiyatımızda zengin bir ‘şehir şiirleri’ külliyatı mevcuttur. Akçaabat’a dair yazılan ve henüz mürekkebi kurumayan bu şiirler şehrin güzelliklerini söz mülküne taşımış oldular. Bu ve benzeri yarışmaların sürdürülmesi kentlerin kimliğine büyük katkılarda bulunacaktır. Akçaabat’ın doksanıncı kurtuluş yıldönümü güzel görüntülerle sona erdi. Mavi gözlü, yeşil elbiseli Akçaabat’la nice yıllara sağlıkla, selametle, huzurla ve esenlikle çıkmayı yüce Rabbimizden diliyoruz. İyi ki varsın şairlerin şiirlerine ilham kaynağı olan Akçaabat! ...

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 17.02.2008 - 15:34

    PIERRE LOTI BİZDEN BİRİ

    M.NİHAT MALKOÇ

    Gerçek adıyla Louis Marie Julien Viaud, bilinen takma adıyla Pierre Loti… Kendisine 1867 yılındaki Okyanusya seferi sırasında, Tahitili yerliler tarafından “Pierre Loti” ismi verilmiştir. Loti, Büyük Okyanus’ta yetişen bir çiçeğin adıdır, gül anlamına gelir. O, bir Fransız yazarı… Denizci bir aileden gelen Pierre, çocukluğunda Latince, Yunanca ve İngilizce dillerini öğrenmiştir. Türkiye’de, özellikle İstanbul’da onu tanımayan, bilmeyen aydın yok gibidir. İstanbul’da Divanyolu’nda bir caddeye, Eyüp’te bir kahvehaneye ve o kahvehanenin bulunduğu tepeye adı verilen bu meşhur yazar Türk dostu olarak bilinir.

    Pierre Loti asker kökenli bir yazardır. Fransız Deniz Kuvvetlerinde albaylığa kadar yükselmiştir. İlk romanı Aziyade’nin ilhamını İstanbul’dan almıştır. İstanbullu bir güzele gönlünü kaptırmıştır. Eserde Osmanlı’dan kesitler bulmak mümkündür. Loti birçok defa İstanbul’da bulunmuş, bu şehri çok sevmiştir. İlk gelişi bir subay olarak görev sebebiyledir. Daha sonra İstanbul’a defalarca geldi, Eyüp’te ikamet etti. Eyüp’e, genel anlamda İstanbul’a hayran kaldı. Osmanlıların insanî yaklaşımları ve hayat tarzları onu fazlasıyla etkiledi. Türkler de onu sevdi, o da Türkleri sevdi. Osmanlı Türkiyesinin haklarını değişik çevrelerde müdafa etti. “Can Çekişen Türkiye” adlı eserinde Batılıların ikiyüzlülüğünü dile getirdi. Fakat bizler onun kırk kitabının dörtte birini bile Türkçeye kazandıramadık.

    Batı âleminde biz Türklere destek çıkan, bizi savunan şöhretli şair, yazar ve aydınların sayısı birkaçı geçmez. Pierre Loti bunların başta gelenidir. O, İstanbul’da bulunduğu zamanlarda Türk gibi giyinmiş, Türk gibi düşünmüş ve Türk gibi yaşamıştır. Hatta bunlarla yetinmeyip yeri gelince tespih çekmiş, fes takmıştır. O aradığı huzuru bu topraklarda bulmuştur. İstanbul onu büyülemiştir. Bu şehrin gerçek âşıklarından biri olup çıkmıştır.

    Pierre Loti’yi bir kısım Türkler sömürgeciliğin ajanı olarak görmüş, Fransızlar ise Osmanlı’yı savunduğundan, ona alaycı ve şüpheci gözlerle bakmıştır. Şair Nazım Hikmet, Pierre Loti’yi duygularında samimi olmamakla suçlamış, ona tepkiler yağdırmıştır. Ama onun Osmanlı Türklerine yakınlığı saraydan yankı bulmuştur. Batının çifte standartlı politikalarını eleştiren ve Osmanlı’dan yana görüş belirten Loti, Tophane Rıhtımı’nda büyük bir törenle karşılanmış, Sultan Reşat tarafından sarayda ağırlanmıştır. Sultan Abdülhamit tarafından da kabul edilmiştir. O, İtalyanların Trablusgarp’a saldırması üzerine Osmanlı’dan yana görüşler ileri sürerek İtalyanları yermiştir. Gerçekleri söylemeyi insanlık gereği olarak görmüştür.

    Onun Ermenilerle ilgili görüşleri de enteresandır ve tarihî gerçeklerle bağdaşır. Ermenilerin yaptığı çirkefliklere ve katliamlara değinen Pierre Loti, Osmanlı’nın tutumunu doğal tepki olarak görür. O ‘kim olsa hainlere sert davranır’ anlayışındadır. Doğduğu topraklar olan Fransa’nın Ermenilerle birlik olup Anadolu’yu işgal etmelerini eleştirir. Pierre Loti’nin yeni Türkiye tarafından saltanatın kaldırılmasını yersiz bulması şimşeklerin üzerine yönelmesine sebep olur. Biz böyleyiz işte… Herkesin bizim gibi düşünmesini isteriz. Bizim gibi düşünmeyenleri, bizim düşüncelerimize sırt çevirenleri bir kalemde sileriz.

    Kadim Türk dostu Pierre Loti savaş karşıtı bir insandı. O, her insanın hayat hakkına saygı gösteriyor, bunu engellemeye kalkanlara karşı tepkisi sert oluyordu. Hayata hümanist gözlerle bakıyordu. O dönemlerde, dünyanın Osmanlı’ya topyekûn saldırdığı bu zaman diliminde Loti’nin mazlumdan yana bir tavırla bize sahip çıkması az bir şey değildir. O aynı zamanda göğsünde Osmanlı nişanı taşıyacak kadar duygularında samimidir. Atatürk bu büyük Türk dostunu onurlandırmış ve ona olan şükran ifadelerini kendisine iletmiştir.

    O, İstanbul’a geldiğinde şehrin manzarasına hâkim Eyüp sırtlarındaki tepeye sürekli uğrardı. Çay kahve içer, şehri seyrederdi. Burada halkla kaynaşır, sohbetler ederdi. Bu yüzden onun ölümünden sonra bu tepeye ve burada bulunan kahveye ‘Pierre Loti’ adı verilmiş, bu büyük yazarın ve Türk dostunun adı yaşatılmıştır. Bu davranış, milletimizin vefa duygusunu gösterir. Pierre Loti o tepeyle, üzerindeki tesislerle ve özellikle kahveyle hep yaşayacaktır.

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 29.01.2008 - 01:09

    2018 YILINDA AKÇAABAT YAHUT RÜYADAN UYANIŞ

    M.NİHAT MALKOÇ

    Şehirler insanların hafızalarıdır. Yaşadıklarımıza şahittir cadde ve sokaklar… Bizi bizden daha iyi tanır kaldırım taşları. Hatıralarımızı saklarlar. Muhayyileleri güçlüdür şehirlerin. Dünü bugüne, bugünü yarına bağlarlar. Bu anlamda sağlam birer köprüdürler.

    Yeşilin kırk tonunun hâkim olduğu Akçaabat, Trabzon’umuzun en müstesna şehirlerinden birisidir. Pek çok medeniyete beşiklik yapmıştır. Dostça ve kardeşçe yaşamanın sembolü olmuştur. Bu şehirde farklı medeniyetler birbiriyle kucaklaşmıştır; dostça, kardeşçe yaşamanın en güzel numunelerini göstermiştir. Böylece günümüze yol almışlar.

    Çağımız insanı daha çok şehirlerde yaşamayı tercih ediyor. Nüfus kalabalığı bir kısım problemleri de beraberinde getirmektedir. Birlikte yaşama arzusu ve dayanışma ihtiyacı, şehirlerin gözde yerleşim birimleri olmasına yol açıyor. Fakat bunun da belli başlı sıkıntıları yok değil. Hele dar bir araziye kurulu engebeli bir arazide yaşıyorsanız sıkıntılarınız o ölçüde artacaktır. Arazi sizin genişleme arzularınıza gem vuracaktır.

    Akçaabat da engebeli bir arazi üzerine kurulmuş tarihî bir şehirdir. Her açıdan tarihle bugünü birleştiren bir yapıya sahiptir. Bu yönüyle de ülkemizin sayılı yerleri arasında yer almaktadır. Kuruluşu çok eskilere dayanmaktadır. Tarihî ve kültürel değerler bakımından çok zengindir. Bu durum, şehre bambaşka bir hava ve özellik katmaktadır.

    Akçaabat gibi tarihî şehirlerin gelişmesi sanıldığı kadar kolay değildir. Tarihî mirası muhafaza etmek öncelikli olarak düşünülmelidir. Bu eserleri geleceğe özenle taşımalıyız. Özellikle bu güzide eserlere yakın yerlerdeki yeni yapılaşmalarda tarihî dokunun hususiyetini yansıtan mimarî özelliklere sahip binalar üretmeliyiz. Beton yığınını andıran yapılara ruhsat verilmemelidir. Bununla alâkalı olarak Orta Mahalle ve çevresi bu hususta pilot bölge seçilmelidir. Çünkü bu mahalle Akçaabat’ın bakir ve gülen yüzüdür.

    Kurtuluşunun yüzüncü yılında modern bir Akçaabat görmek istiyorsak toplu konut projeleri teşvik edilmelidir. Çünkü ancak bu şekilde dağınık yerleşimden kurtulabiliriz. Toplu yerleşim birimlerine hizmet götürmek hem kolay, hem de ucuzdur. Kooperatiflerin yeterince yeşil alan ve oyun alanı bırakması sağlanmalıdır. Yapılan binalar beton yığınına dönüşmemelidir. Çağdaş mimarinin estetiğinden yararlanılmalıdır. Çok nüfusu bünyesinde barındıran siteler oluşturulmalıdır. Sitenin tüm ihtiyaçları aynı mekânda karşılanabilmelidir. Alış-veriş merkezleri inşa edilmelidir. Bununla ilgili olarak Söğütlü civarında uygun araziler mevcuttur. Bu arazilerde geleneksel mimariye uygun yerleşim yerleri inşa edilmelidir.

    Vatandaşı belediyede temsil etmek üzere belli sayıda kişiler görevlendirilmelidir. Belediye başkanları ve belediye meclis üyeleri bu işi her ne kadar yerine getiriyorsa da bağımsız halk meclislerinin oluşturulmasında sayısız faydalar vardır.

    Akçaabat’ın tabiî yapısı şehrin gelişmesini engellemektedir. Çünkü ev yapılmaya müsait arsa sayısı son derece yetersizdir. Yani mevcut arazi az olduğu için değerlidir. Onun için iktisatlı ve yerli yerinde kullanılmalıdır. Yaylacık mevkiindeki tamir ve bakım atölyeleri Düzköy yolu üzerinde uygun bir yerde toplanmalıdır. Bu arsalardan yararlanılmalıdır.

    Yeni meskenler inşa edilirken yola geniş alanlar tahsis edilmelidir. Bugün Akçaabat’taki cadde ve sokaklar son derece dar ve yetersizdir. Eskiden cadde ve sokaklar dar tutulmuş. Bundan sonra daracık sokakların oluşumuna imkân verilmemelidir. Eski cadde ve sokaklar tanzim edilirken orijinaline sadık kalınmalıdır. Yaya kaldırımları geniş tutulmalıdır. Tarihî doku mutlaka korunmalıdır. Yaya geçitleri hiç ihmal edilmemelidir. Cadde ve sokakların asfaltlanmasına hız verilmelidir. Ara sokaklar tıpkı caddeler gibi çağdaş ve modern hâle büründürülmelidir. Alt ve üst geçitlerin sayısı artırılmalıdır.

    Bugün Akçaabat’ta önemli bir park problemi vardır. Taşıtlar ana caddelerin ve ara sokakların üzerine park edilerek, insanların rahat hareket etmesi kısıtlanmaktadır. Gelecekte bu meselenin acilen çözüme kavuşturulması gerekir. Bununla ilgili olarak modern katlı otoparklar yapılabilir. Böylelikle cadde ve sokaklarımız çirkin görüntüden kurtulmuş olur. Bu arada sinyalizasyonu eksik yerler kısa zamanda ikmal edilmelidir. Kazalara davetiye çıkaran bu gibi yerler yeniden düzenlenmelidir. Zira kaza geliyorum demiyor.

    Trabzon-Akçaabat arasında gereğinden çok dolmuş minibüs vardır. Bu ilk bakışta avantaj gibi görünse de gerçekte öyle değil. Çünkü minibüsler dolmadığı için yolcular uzun süre yollarda bekletilmektedir. Aslında Akçaabat-Trabzon arasına hafif raylı sistem kurulabilse mesele kökünden çözülmüş olur. Bu hem Trabzon’un hem de Akçaabat’ın modern bir görünüme bürünmesine zemin hazırlar. Aslında böyle bir çalışmanın yapılması çok da zor değildir. Pekâlâ, kıyı şeridi boyunca hafif raylı sistem inşa edilebilir. Bunun yeni kalkınma planlarına alınması gerekir. Bu, Akçaabat’ı çağdaş bir görünüme kavuşturabilir.

    Bunun yanında deniz ulaşımından da yararlanılabilir. Deniz kenarında yaşamamıza rağmen denizin, balık dışında, hiçbir şeyinden yeterince ve gereğince istifade edemiyoruz. Akçaabat-Trabzon arasına deniz otobüsleri de konabilir. Bu insanları denize yaklaştırarak stres atmalarına imkân sağlar. Hayatımıza ayrı bir renk ve ahenk katar.

    Çevre sorunları doğal dengenin bozulmasıyla ortaya çıkar. Günümüz insanı her geçen gün tabiatı kirletmektedir. Aslında insanoğlu göz göre göre kendi acı sonunu hazırlamaktadır. Çevre kirliliğinin pek çok çeşidi vardır. Bunlar hava kirliliği, su kirliliği, toprak kirliliği, kimyasal ve nükleer kirlilik, çöp, katı atıklar, trafik ve gürültü kirliliğidir.

    Su kirliliğinin önlemek için kanalizasyon şebekelerinin eksiksiz yapılması gerekir. Sanayi tesislerine arıtma istasyonları yapma zorunluluğu getirilmelidir. Şehir şebeke suları mutlaka düzenli olarak klorlanmalıdır. Kanalizasyon suları arıtımdan geçirilmelidir. Derelerin ıslah edilmesi lâzımdır. Akçaabat geçmiş yıllarda bunun acılarını yaşamış bir yerleşim yeridir. Bunun acıları hâlâ zihinlerimizde saklıdır. Su arıtma tesisleri çağın teknolojisiyle donatılmalıdır. Su şebekesi gelecek yıllarda ihtiyacı karşılayacak şekilde modernize edilmelidir. Akıllı insanlar problemi yaşamadan tahmin eder ve önlemini alırlar.

    Bugün Akçaabat’ta ciddi bir hava kirliliği problemi mevzubahis değildir. Fakat yarın da böyle olacağının garantisi yoktur. Onun için muhtemel hava kirliliği sıkıntısının önlenmesi için şimdiden geleceğe dönük planlar yapmalıyız. Bilindiği gibi hızlı nüfus artışı ve düzensiz şehirleşme hava kirliliğine davetiye çıkarmaktadır. Özellikle kış aylarında soba ve kaloriferlerin düzensiz bir biçimde yakılması hava kirliliğini azamî seviyeye çıkarmaktadır. Bunun yanında kilitlenen trafiğin ortaya çıkardığı eksoz gazları da kirliliğe yol açmaktadır. Yüksek binalar arasında kalan cadde ve sokaklarda hava akımı yeterince sağlanamadığı için çevre sağlığı tehlikeye girmektedir. Ne edip edip bu sorunu aşmalıyız.

    Hava kirliliğini önlemek için her şeyden evvel kaliteli kömür kullanımı sağlanmalıdır. Bunun yanında fuel-oil tercih edilmelidir. Kalorifer ateşçileri belirli kurslarla eğitilmelidir. Belediye çirkin ve düzensiz yapılaşmayı önlemelidir. Isı yalıtımı teşvik edilerek enerji tasarrufuna yönelinmelidir. Birkaç yıl sonra Trabzon’a getirileceği söylenen doğalgaz hattı en kısa zamanda Akçaabatlılar’ın hizmetine de sunulmalıdır. Bununla ilgili altyapı hazırlıklarına bugünden başlanmalıdır. Şehrimizin bu konuda zaman kaybına tahammülü yoktur. Doğalgazın gelmesiyle pek çok mesele kendiliğinden çözülmüş olacaktır.

    Akçaabat, Trabzon’un hızla gelişen ilçelerinin başında gelmektedir. Bu şehrin gelişiminde turizmin payı istenilen düzeyde değildir. Oysa şehrimiz adeta bir turizm cennetidir. Eşsiz güzelliklerle bezenmiş bu şehirde tabiatın yeşilliğiyle denizin ve göğün mavisinin kucaklaştığını görürsünüz. Tabiî, tarihî, arkeolojik, kültürel ve turistik yönden çok zengin olan Akçaabat, tarihî İpek Yolu güzergâhı üzerinde yer almaktadır.

    Şehrimizin yaylaları meşhurdur. Yaylalarımızdaki bitki örtüsü ve flora zenginliğini dünyanın hiçbir yerinde bulmak mümkün değildir. İsviçre’nin turizm bakımından ileri ülkeler arasında olması doğal bitki örtüsü sayesindedir. Bunun daha fazlası Akçaabat yaylalarında mevcuttur. Durum bu iken bu bakir alanları değerlendirmek için daha ne bekliyoruz? Hıdırnebi, Haçkaoba, Kadırga, Kiraz, Lapazan, Kayabaşı, Kulindağı, Sazalanı, Kuruçam yaylaları turizme kazandırılmalıdır. Bu yaylalarda yapılan bungalov tipi evlerin sayısı artırılmalıdır. Öncelikle iyi bir tanıtım organizasyonu gerçekleştirilmelidir.

    Akçaabat’ta çok güzel plajlar ve mesire yerleri vardır. Özellikle Mersin plajı bunların başında gelmektedir. Yakın köylerimizde de tabiatla iç içe olabileceğimiz yerler mevcuttur. En önemlisi de Sera gölüdür. Sera gölü bir Avrupa ülkesinin sınırları içerisinde olsaydı burayı cennete dönüştürürlerdi. Oysa biz bu konuda hiçbir şey yapmış değiliz. Sıradan bir iki lokanta dışında Sera gölüne yapılan bir yatırım yoktur. Herhalde “Derya içredir deryayı bilmezler” sözü bizim gibi basiret gözü kapalı insanlar için söylenmiştir. Burasının kısa zamanda turizmin hizmetine sunulması gerekir. Bu potansiyeli zayi etmemeliyiz.

    Şehirlerin kalkınıp büyümesi ancak sanayi ve ticaretle gerçekleşir. Akçaabat yıllardan beri bu yönden fazlasıyla ihmal edilmiştir. Bu şehir sanayileşmeden payına düşeni alamamıştır. Onun için de bu şehirde yaşayanlar karınlarını doyurmak için sıla yangınını göz önüne alarak, doğup büyüdükleri diyarı geride bırakarak gurbet yollarına düşmüşlerdir. Akçaabat, zengin bir yerleşim yeri olmamasına rağmen ülkemizin değişik yerlerinde yatırım yapan pek çok zengin Akçaabatlı vardır. Fakat bu insanlar doğup büyüdükleri, havasını teneffüs ettikleri, buz gibi sularından içtikleri memleketlerine yatırım yapmamışlardır. Paralarını Ege, Akdeniz ve Marmara gibi turizm ve sanayi merkezlerine yatırmışlardır.

    Akçaabat’tan sanayi ve endüstri bölgelerine yönelik göçler her geçen gün artarak devam etmektedir. Bugün Akçaabat’a başka şehirlerden gelen öğrenci ve memurları çıkarırsak kent sokakları boşalır. Bunu da göz ardı etmemeliyiz. Onları velinimet olarak görmeliyiz. Göçü tersine çevirmenin yollarını aramalıyız.

    Şehrimizin insanı çok zekidir. Avrupa ülkelerinde ve Amerika’da onlarca Akçaabatlı dâhi öğrenci olağanüstü icatlara ismini yazdırmaktadır. Yani genelde ülkemizin, özelde söylemek gerekirse Akçaabat’ın zeki çocuklarına imkân verilmediği için beyin göçü yaşanmaktadır. Bizler de onların icatlarını yüksek meblağlarla ithal etmekteyiz. Yerinde saymamızın asıl sebebi budur. Çocuklarımıza güvenelim, onlara imkân sağlayalım.

    Bir zamanlar Rusya’nın yaptığını şimdi Türkiye yapıyor. Rusya’da bir makinenin her parçası ayrı bir müstemleke ülkede üretilir, başka bir yerde de montajı yapılırdı. Bu kasıtlı yapılan bir eylemdi. Maksat her ülkeyi ve bölgeyi birbirine muhtaç etmekti. Akçaabat’ta fındık ve tütün yetiştiği halde bunların yerinde işleneceği fabrikalar yoktur. Bu ürünlerin yerinde işlenebilmesi için fabrikalar kurulmalıdır. Külfet bizim, nimet başkalarının olmamalıdır. Hem ürünlerin yerinde işlenmesinin daha ekonomik olacağı şüphe götürmez bir gerçektir. İşsiz gençlerin kurulacak bu tesislerde istihdam edilmesi bir başka fayda olarak karşımıza çıkıyor. Bu bir taşla iki kuş vurmak gibi bir şey… Öyleyse daha ne bekliyoruz?

    Sanatkârlık Akçaabat insanının ruhunda vardır. Burada yetişen her fert sanata meyillidir. Maharetlidir bu şehrin genci, yaşlısı… Elinden muhakkak bir iş gelir. Bu kişiler evlerde kısıtlı imkânlarla üretim yapmaktadırlar. Kaşık, kepçe, keser, orak, balta, silah, kazma, makarna çubuğu gibi aletler imal eden bu insanların elinden tutup desteklemek millî bir görevdir. Ben inanıyorum ki bu insanlar desteklense çok daha büyük işler yapabilirler.

    Sanayi kalkınmanın temelini teşkil eder. Şehirler sanayi sayesinde kalkınırlar. Sanayi kalkınmanın dinamik gücüdür. Tez vakitte orta ve küçük ölçekli sanayi tesislerinin sayısını artırmak zorundayız. Akçaabat’a muhakkak bir Organize Sanayi Bölgesi kurulmalıdır. Bu zanaatkârlar da orada modern tesislerde üretim yapmalıdır. Böylelikle yeni istihdam alanları oluşacaktır. Fakat bu gibi tesisleri muhakkak şehirden uzak tutmalıyız. Düzköy yolu üzerinde uygun alanlar temin edilebilir. Dere boyunca sanayi bölgeleri oluşturulabilir.

    Şehrin ticari canlılığını sağlayan mekânlar ticaret merkezleridir. Şehrimize modern ticaret merkezleri kazandırılmalıdır. Bakkallar, kasaplar, tuhafiyeciler, atölyeler, tamirhaneler, ayakkabıcılar, konfeksiyoncular, hırdavatçılar belli mekânlarda toplanmalıdır. Bunun yanında modern bir fuar alanı yapılmalıdır. Burada belli dönemlerde değişik sektörlerin katılımıyla fuarlar düzenlenmelidir. Üreticiyle tüketici aynı çatı altında buluşturulmalıdır.

    Üniversiteler toplumu yönetecek ve yönlendirecek kurumlardır. Bu kurumlar hem bilim üretir, hem de üretilen ilmi uygulama sahasına sokarlar. Yani ülkenin beyni sayılırlar. Toplumun meselelerinin çözümüne katkıda bulunulurlar. Üniversiteler bağlı bulundukları şehrin çehresini değiştiren ilim ve irfan yuvalarıdır. Şehrimizin Söğütlü mevkiînde Eğitim Fakültesinin bulunması bu şehir için büyük bir avantajdır. Bunu iyi kullanmalıyız. Bu fakültenin genişleyerek müstakil bir üniversiteye dönüşmesi de mümkündür. Bu gerçekleştirilebilirse şehrin çehresi değişecektir. Bunun için gayret sarf edilmelidir.

    Akçaabat folkloruyla dünyada bir incidir. Halk oyunlarımızı maharetle oynayanlar, değişik yarışmalarda dünya birincilikleri kazanarak şehrimizin adını dünyaya duyurmuşlardır. Fakat son yıllarda folklordeki canlılık kaybolma temayülündedir. Folklorun yaşatılması için mutlaka bir enstitü kurulmalıdır. Bunun aracılığıyla folklorcular okullu olmalıdır. Nasıl ki Brezilya’da samba okulları varsa bizde de bu manada horon okulları kurulmalıdır.

    Şehrimizin en önemli tanıtın unsurlarının başında köfte gelmektedir. Akçaabat köftesinin ünü ülke sınırlarını aşmıştır. Pek çok yerde köfte yapılsa da hiçbiri Akçaabat köftesinin yerini tutamaz. Onun kendine göre bir formülü vardır. Hem Akçaabat köftesi Akçaabat’ta yenir. Nasıl ki aşçılığın merkezi sayılan Mengen’de Aşçılık Okulu açılmışsa Akçaabat’ta da yemek üzerine bir yüksek okul veya bölüm açılıp Eğitim Fakültesi’ne bağlanmalıdır. Köfte iyi bir tanıtımla midesine düşkün insanları kendine çekmelidir

    Geçtiğimiz yıllarda birinci futbol liginde top koşturan tek ilçe takımı olan Akçaabat Sebatspor’un o görkemli günlerine tekrar dönmesi için şehir halkı kenetlenerek adeta bir seferberlik ruhuyla takımına el atmalıdır. Bu takım bir zamanlar şehrimizin adının dilden dile dolaşmasına vesile olmuştu. Fenerbahçeler, Galatasaraylar Fatih Stadyumu’nda ecel terleri dökmüşlerdi. Şehrimizin tanıtımı için futbolun sihirli gücünden istifade etmeliyiz.

    Bu şehir bir kültür-sanat kentidir. Tarih boyunca Akçaabat’tan onlarca sanatkâr ve yazar çıkmıştır. Fakat günümüzde her nedense bir duraklama hissediliyor. Bu kent sanat konusunda yeni atılımlar gerçekleştiremiyor. Kanaatimce bunun sebebi, sanatkârları yeterince teşvik etmemektir. Yerel yönetimlerin eski ve yeni sanatçılara sahip çıkması gerekir. Onların adı değişik cadde ve sokaklara verilmelidir. Bir sanatçının onure edilmesi için ille de ölmesi gerekmez. Onu yaşarken hatırlayalım ki daha güzel eserler verebilsin.

    Bu şehri canından çok seven bir insan olarak ticarethanelerde yabancı isimlerin boy göstermesini istemiyorum. Belediye, işyerlerine ruhsat verirken Türkçe isim koymayı şart koşmalıdır. Türkçenin eski gücüne ve ihtişamına kavuşabilmesi için bu gereklidir.

    Kalkınmalını yolu okumaktan ve bilgilenmekten geçer. Bu mutlak hakikattir. Şehrimizde modern okuma salonları açılmalıdır. Şehir kültürel bir yapıya büründürülmelidir. Kitap fuarları yaygınlaştırılmalıdır. Ülkemizin seçkin şair ve yazarları yöre insanıyla buluşturulmalıdır. Kültürel kalkınma seferberliği başlatılmalıdır. Çünkü bu ülke ve bu şehir, aydın insanların omuzları üzerinde yükselecektir. Bunu umuyor ve bekliyoruz.

    Zaman dünyayı yeniden şekillendiriyor. Yirmi birinci yüzyılda hızlı bir gelişme ve yenileşme hamlesi yaşıyor şehirlerimiz. Bizler gelişen dünyaya ayak uydurmak zorundayız. Kendi dairemizin etrafında dönüp duramayız. Dairemizin dışına çıkmalıyız. Akçaabat çağdaş şehir olma yolunda emin adımlarla ilerlemelidir. Kökümüzü unutmadan ve yozlaşmadan modern çağı yakalamalıyız. Şekil olarak değil, öz olarak batılılaşmalıyız.

    Akçaabat olarak geldiğimiz noktada kültür ve sanattan nasibimizi gereğince ve yeterince almalıyız. Ecdadımızdan teslim aldığımız Akçaabat’ı alnımızın akıyla çağdaş bir Akçaabat hüviyetinde çocuklarımıza teslim etmeliyiz. Bunlar benim düşlerim… Fakat 2018’li yıllarda Akçaabat’ın kurtuluşunun yüzüncü yılını kutladığımız zaman diliminde, bu rüyadan uyandığımda böyle bir Akçaabat görmeyi çok arzuluyorum. Şayet gelinen noktada çocuklarımıza böyle bir Akçaabat bırakamazsak bu nesil bizden bunun hesabını sorar. Onlara güzel ve özel bir şehir bırakmak bizim sorumluluğumuzun gereğidir. Yarının müreffeh Akçaabat’ı için haydi dostlar el ele gönül gönüle verelim. Sizin de bu çorbada tuzunuz olsun.

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 29.01.2008 - 00:16

    YIL 2018…BURASI AKÇAABAT

    M.NİHAT MALKOÇ

    Yıl 2018... Burası Akçaabat! ...
    Gözlerim kamaşıyor etrafı seyredince…Her yer pırıl pırıl…. Menekşe kokuları etrafı çepeçevre kuşatmış. Sanki bakımlı bir bahçede hissediyorsunuz kendinizi. Dükkânların kapısında güler yüzlü adamlar, müşterilerini uğurluyor. Kenardaki manav, meyveleri süzen genç bir kadına yardımcı olmak için büyük bir sabır ve tahammül örneği gösteriyor. Fakat kadın yine de hiçbir şey almadan ayrılıyor manavdan. Satıcı, mütebessim bir çehreyle uğurluyor mızmızlanan kadını. Vakarından ve güler yüzünden hiçbir şey kaybetmeden yeni müşterisini bekliyor. Etraftan geçen insanlara her fırsatta tebessüm ederek iyi niyet duygularını iletiyor. Kasap, kıyma çekerken müşterinin arzusunu soruyor. Hiç kimse bir gram çalmıyor teraziden. Siftah yapan esnaf, kendisine gelen müşteriyi nazikçe komşu bakkala yönlendiriyor. “Ben siftah yaptım, o henüz yapmadı.” diyor. Sanki ahilik canlandı yeryüzünde. Alan memnun satan memnun hâlinden.

    Yıl 2018... Burası Akçaabat! ...
    Akçaabat-Trabzon arası yemşeyil bir koridor….Gözümüz gönlümüz canlanıyor. Esen rüzgâr, yol boyunca salınan ağaçları okşuyor. İnsanlar denizle yoldaşlık ediyor. Gençler oltalarını denize atmış “Ya nasip” diyorlar. Birisinin oltasını koca bir balık titretiyor. Palamut mu ararsın, kefal mi, yoksa mezgit mi? Hepsi mevcut suların derinliğinde.

    Deniz berrak ve masmavi… Suyun dibi görünüyor. Denizin etrafında kızgın kumlardan ve çakıllardan başka bir şey yok. Ne plastik şişeler, ne metal kutular, ne de kâğıt atıkları… Etrafta çöpler için ayrı, plastik şişeler ve teneke kutular için ayrı çöp sepetleri var. Herkes seferberlik havası içerisinde çevreyi muhafaza ediyor. Yere çöp atan kişi kendisini uyarana mahcupça teşekkür ediyor. Kızgınlık yok insanların çehrelerinde. Mutluluklar diyarının güzel insanları bunlar. Güneş yumurtayı pişirircesine kızgın… Sıcaktan bunalanlar istediği yerde denize girebiliyor. Sahil boyu her yer berrak ve temiz…. Deniz davetkâr bakışlarla içine çekiyor sıcaktan bunalan genci, yaşlıyı.

    Yıl 2018... Burası Akçaabat! ...
    Herkesin karnı tok, sırtı pek… Fakat yine de sabahın ilk ışıklarıyla evlerinden çıkıp işe gidiyorlar. Herkesin bir işi ve bol miktarda aşı ve sevdiği bir eşi var. Yüzler gülüyor. Kapılar besmeleyle açılıyor. Bereketli bir gün yaşamak işe besmeleyle başlamakla mümkün… Fabrikalar daha çok ve daha kaliteli mal üretmek için birbiriyle yarışıyor. Fakat tamahkârlıktan eser yok. Herkes birbirini tamamlıyor. İnsanların hem karnı hem de gönlü tok. Kimse kimsenin kusurunu aramıyor. Sevgiyle bakıyor gözler. Fabrikalardan çıkan ses, tatlı bir musikinin yumuşak nağmeleri gibi kulaklarımızı okşuyor. Aydınlık yarınlara kavuşmanın müjdecisi bu tiktaklar… Herkes işinin, aşının başında. Koşturuyor insanlar aydınlık yarınlar için. Haktan evvel vazife var, herkes bu anlayışla hareket ediyor.

    Yıl 2018... Burası Akçaabat! ...
    Cadde ve sokaklar içaçıcı… Geniş caddelerden akan trafik, hayatın düzen içinde devam ettiğini gösteriyor. Yol kenarları park alanı gibi kullanılmıyor. Yollar kenarlara park etmiş araçlarla daraltılmıyor. Araçlar katlı modern otoparklara çekiliyor. Esnaf dükkânının önü kapatılmadığı için durumundan memnun, müşteriler de öyle. Yaya kaldırımları geniş ve düzenli. Dükkâncılar, kaldırımları açık pazar gibi kullanmıyor. Ürünler uygun yerlerde sergileniyor. Herkes rahatça dolaşıyor yaya kaldırımlarında. Kimse kimseye eziyet etmiyor.

    Yıl 2018... Burası Akçaabat! ...
    Eski mimariyle yeni mimari uyum içinde. Tarihin şefkat ikliminde soluklanıyor insanlar. Tarihî Akçaabat evleri koruma altına alınmış; etraftaki yapılaşmalar tarihî dokuya uygunluk teşkil ediyor. Bin yıllık tarih, yaşam mücadelesi veriyor. Evlerin oymaları ve işlemeleri gören gözleri kamaştırıyor. Orta Mahalle’deki evler sanki bir açık hava müzesi görünümünde. Turistler bu manzarayı görünce hayranlıklarını gizleyemiyorlar. Ahşabın zarafeti ve büyüleyici güzelliği gören gözleri kamaştırıyor. Yeni yapılan binalar, beton yığınlarından ibaret değil. Doğal çevreye uyum sağlayacak nitelikte yapılıyor her şey… Görüntü kirliliği oluşturmuyor yeni yapılar.

    Yıl 2018... Burası Akçaabat! ...
    Erenler, âlimler ve ozanlar yatağı olan bu şehirde insanlar bilgece konuşuyor. Bu toprağa kanını ve mürekkebini akıtanlar, hafızalarda derin izler bırakıyor. Kendini vatan uğrunda yıpratanların büstleri şehrin gözde mekânlarını süslüyor. Şeyh Hacı Hakkı Efendi’den Yaşar Bedri Özdemir’e kadar onlarca aydınlık sima bu coğrafyanın içine işlemiş. Bu değerler manzumesi gün geçtikçe soluklanmamızı sağlıyor. Ruhumuzu imar ediyorlar.

    Yıl 2018... Burası Akçaabat! ...
    Herkes gelenek ve göreneklerine saygı duyuyor. “Kökü mazide âti” gerçek anlamda ifadesini buluyor. Köylerde yaşayanlar hayatlarından memnun. İnsanlar bağını, bahçesini ekip biçiyor. Hiç kimse “Armut piş, ağzıma düş” anlayışında değil. Alın teri akıyor toprağa. Toprak veriyor çalışana. İnsanlar şehre doluşup rahat beklentisi içinde değil. Köylüler ürettikleri ürünleri salı günleri pazarda satıp temel ihtiyaçlarını karşılıyorlar. Akçaabat tereyağı altın günlerini yaşıyor. Hayvancılık umutsuzların umudu hâline gelmiş. Çalışana veriyor Yaradan. Geçim sıkıntısı lügatlerimizden silinmiş bir daha yazılmamalıcasına.

    Büyüğe saygı ve küçüğe sevgi baş tacı edilmiş. Küçük küçüklüğünün, büyük büyüklüğünün idrakinde. Sevgi köprüsü dünü bugüne, bugünü yarına bağlamış. İstikbalden kuşku duymuyor kimse. Geleceğin aydınlık güneşi gönül göğümüzü süslüyor, hayallerimizi ısıtıyor. Herkes yarınlara büyük umutlarla bakıyor. Fakat kimse durmuyor, hep çalışıyor.

    Yıl 2018... Burası Akçaabat! ...
    Kültürümüzün yüz akı folklor eski haşmetli günlerine geri dönmüş. Dünya yine Akçaabat folklorunun kıvraklığını konuşuyor. Yemyeşil çimenlerin üstünde dünyanın en uzun horon halkaları oluşturuluyor. Kimseye özel davetiye gönderilmese de herkes kendini davetli addettiği için büyük kalabalıklar boy gösteriyor. Horon coşkusu genç yaşlı herkesin içinin kıpır kıpır olmasına neden oluyor. Sanki bu heyecanı hisseden ağaçlar da salınarak eşlik ediyorlar bu coşku fırtınasına. Çimenler, ayaklar altında kalmasına rağmen hiç de şikâyetçi değiller hallerinden. Çiçekler daha bir alımlı gözüküyor bu güzel manzarada.

    Yıl 2018... Burası Akçaabat! ...
    Sevda türküleri yakılıyor. Türküler yanık yüreklerin tercümanı oluyor. Âşıklar sevdiklerine nazire yapıyorlar. Coşkulu yürekler horona katılmadan atamıyorlar içlerindeki ateşi. Daldan dala uçuşan kuşlar bu horon halkasına dahil olmuş sayıyorlar kendilerini. Düğünler, dernekler, imeceler yeniden canlanıyor hayatımızda. Her tepe başı horon düzü oluyor delikanlılara. Horon soluk alışımızı hızlandırıyor. Dünya selâm duruyor bu muhteşem tabloya. Sallama, sıksara, kozangel, siyasiya, aşağa alma, düz horon ve bıçak oyunu hayat buluyor ayaklarda ve salınan omuzlarda. Kıvrak ayaklar toprağı inim inim inletiyor.

    Yıl 2018... Burası Akçaabat! ...
    Trafik keşmekeşi diye bir mesele kalmamış bu güzel şehrin yollarında. Yollarda durup beklemiyor taşıtlar. Herkes hakkına razı… Allah’ın verdiğine kanaat ediyorlar. Hatta yolcusunu alan şoför, fazlasını arkadaşına gönderiyor. Dayanışmanın en güzel tabloları sergileniyor. Akçaabat-Trabzon arası modern raylarla döşenmiş. İsteyen hafif raylı sistem aracılığıyla gideceği yere varıyor. Tramvaylar modern bir hava katmış şehre. Her şey yerinde ve zamanında gerçekleşiyor. Kimse işine geç kalma endişesi taşımıyor.

    Yıl 2018... Burası Akçaabat! ...
    Doğalgaz hayatımızı kökünden değiştirmiş. Evde ve işyerlerinde ucuz ve temiz bir yakıt olan doğalgaz kullanılıyor. Fabrikaların bacasından zehir çıkmıyor artık. Hava kirliliği mazinin karanlığına karışmış. Evler düzenli olarak ısıtılıyor. Kömür ve odun derdi yok. Kim korkar kışın dondurucu soğuğundan. “Kömürüm ve odunum biterse ne yaparım” korkusu rüyalarımızı kâbusa dönüştürmüyor. Yirmi dört saat boyunca gaz emrinizde. İster ısınmada, ister ocakta, ister banyoda; nerede istersen orada kullan. Lüküs hayat dedikleri bu olsa gerek.

    Yıl 2018... Burası Akçaabat! ...
    19 Haziran 1990 senesindeki felâketten dersimizi aldık fazlasıyla. Yağmur yağınca kara kara düşünmeye hacet yok. Altyapı problemi kökünden çözüldü. Su yolunu bilip gidiyor. İnsanlar yağmur ve fırtınayı korkuyla beklemiyor. Romantizm olsun diye pencerelerinden keyifle izliyorlar damlaların yere düşüşünü. Her gün köstebek yuvasına dönmüyor cadde ve sokaklar. Mesele bir çözüldü, pir çözüldü. Geçmişten ibret alınca tarih tekerrür etmiyor. Kanalizasyonlar denize akıtılmıyor. Çöpler modern tesislerde işlenerek çevreye zarar vermeden geriye dönüştürülüyor. Çevre kirliliği yazmıyor kitaplarımızda. Elektrik ve telefon hattı yeraltına alındı çoktan. Görüntü kirliliği teşkil etmiyorlar artık.

    Yıl 2018... Burası Akçaabat! ...
    Söğütlü’deki fakülte gittikçe büyüyerek müstakil bir üniversiteye dönüşüyor. Gece gündüz ilim alışverişi sürüyor. Yurdun dört bir yanından gelen talebeler şehre hayat katıyor. Ticaret canlanıyor. Öğrenciler yerel kültürle millî kültürü bir araya getirip harmanlıyorlar. Kültürel alışveriş bütün hızıyla devam ediyor. Kimse kimseyi küçümsemiyor. Herkes birbirinden faydalanmanın yollarını araştırıyor. Yüzyılın bilim asrı olduğunun bilincinde herkes… Kütüphaneler gençlerle dolup taşıyor. İnsanlar parklarda ve otobüslerde bile elinde bir şeyler, okumakla meşgul... Bilimle inancın çelişmediğini ispatlıyor inancını bütün değerlerin üstünde gören ve yaşayan genç dimağlar… Kimse kimsenin inancıyla alay etmiyor. Herkes muhatabına saygı gösteriyor; olduğu gibi kabul ediyor.

    Yıl 2018... Burası Akçaabat! ...
    Varlıktan üstün olan sağlık, devletin gözetiminde korunuyor. Hastaneler temiz ve ferah… Hastaneye değil sanki yıldızlı otele giriyorsunuz. Görevliler sizi kapıda karşılıyor. Sıra beklemek tarihe karışmış. Sizi bir odaya alıp baştan aşağı muayene ediyorlar. Yatarak tedavi edilecek bir durum varsa yatırıyorlar. Günde üç beş kez doktor gelip durumunuzu soruyor, kontrol ediyor. Yemeğiniz ayağınıza kadar getiriliyor. Kısa zamanda iyileşerek hastaneden ayrılıyorsunuz. Yine aynı güler yüzler, sizi kapıya kadar getirip uğurluyor. Kendinize değer verildiğini hissetmek sizi fevkalâde mutlu ediyor. Psikolojiniz düzeliyor. Devletinize minnet duygularıyla bağlanıyorsunuz. İnsanları karşılıksız seviyorsunuz.

    Yıl 2018... Burası Akçaabat! ...
    Akçaabatlılar futbol tutkusunu daha da ileri götürüyorlar. Köklü kulüplerin başında gelen ve bir zamanlar birinci ligde takımların kâbusu olan Akçaabat Sebatspor, birinci lige tekrar geri dönmüş. Fakat bu sefer asansör takım olmaya hiç niyeti yok. Taraftar takımına sahip çıkıyor. İdmanlar bile seyircilerle dolup taşıyor. Ligin tozunu atıyor Sebatlı gençler. Bu durum Akçaabat’ın dillerde dolaşmasına vesile oluyor. Türkiye bir kez daha Akçaabat’ı konuşuyor. Tütünspor da üçüncü ligde top koşturuyor. Yakın bir zamanda çok daha iyi yerlere geleceğinden kimsenin kuşkusu yok. Futbol bu şehre can katıyor.

    Yıl 2018... Burası Akçaabat! ...
    Akçaabat yaylaları altın günlerini yaşıyor. Baharla birlikte açan çiçekler insanları çekiyor dağ başlarına. Dağlar huzurun sığınağı… Şehirlerde yorulanlar soluğu kırlarda alıyor. Bir yanda tereyağı, bir yanda bal, öbür yanda özel çiftliklerde üretilen alabalıklar… Yerli ve yabancılar mıhlama ve kuymağa bayılıyorlar. Yaylalar turizmin hizmetinde. Özel inşa edilmiş yaylakentlerde bungalov tipi evler herkesin ilgisini çekiyor. Çam ağacından yapılmış bu evlerde uyumak ömre ömür katıyor. Çam kokusu, doğal bir ortamda olduğunuzun habercisi oluyor. Rakım yükseldikçe havanın doğallığı artıyor. Ciğerler bayram ediyor adeta. Bıçakla kesilen yoğurtlar ve buz gibi ayranlar ikram ediliyor yurdun dört bir yanından gelen meraklılara. Karadeniz’in bahtı kara diyenleri yalanlıyor tüm bu yaşananlar.

    Yayladan dönüşte Akçaabat köftesini yemeden ayrılınır mı bu şehirden? Köfte yemedikten sonra Akçaabat’a gitmenin ne anlamı olabilir? Köfteler yiyiliyor keyifle. Damak tadını bilenler hayran kalıyor yedikleri köftenin lezzetine. Bazıları tarif alsa da tutturamıyorlar bu lezzeti. Demek ki maharet biraz da ellerde. Hem köfte Akçaabat da yenir besbelli.

    Zihnim uykuyla uyanıklık arasında gidip gelirken bir elin yavaşça yüzüme değdirildiğini hissediyorum. Arkamı dönüyorum. El ısrarla yüzüme değdiriliyor. “Kalksana, işe geç kalacaksın.” Yalvarırcasına devam eden bu cümlelerle kendime gelmeye çalışıyorum. Sırılsıklam olmuşum terden. Çok uzun bir rüyadan ayrılmış olmanın yorgunluğu bütün bedenimi sarmış. 2008’li yıllardan 2018’li yıllara yolculuk yapmanın verdiği rehavetle kendime gelmekte zorlanıyorum. Bu kadar uzun yıllar nasıl da bir rüyaya sığabiliyor. Bunu muhayyilem almıyor. Demek ki rüyaymış bütün bunlar ha… Fakat rüyayı hayra yormak bizim geleneklerimizde olan bir adettir. Ben de bu rüyayı hayra yormak istiyorum. Yahya Kemal “ İnsan hayal ettiği müddetçe yaşar” demiyor mu? Neden hayaller gerçek olmasın ki? Ben bu rüyanın zamanla gerçek olacağına bütün kalbimle inanıyor ve gerçekleşmesi için dua ediyorum. Akçaabat 2018’de bu rüyayı neden gerçekleştiremesin ki? ...

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 28.01.2008 - 21:57

    KENTİN BELLEĞİNE YOLCULUK

    M.NİHAT MALKOÇ

    Yaşadığımız mekânlar üzerinde düşünmek ve kentlerin kimliğini sorgulamak duyarlı insanlara düşen bir vazife olsa gerek… Kentle kültür kavramları birbirini çağrıştıran lafızların başında geliyor. Bu iki sözcük yapışık ikizler gibidir. Biri ötekinden kolay kolay ayrılamaz.
    İnsanın dünyaya gelişiyle beraber; birlikte hareket etme, organize olma ihtiyacı doğmuştur. Şehir organizasyonu içerisinde herkese belli başlı vazifeler düşmektedir. Kentin dekoru ortak değerimizdir. Onu korumak ve geliştirmek vazifemizdir.

    Şehirlerin tarihi kimliği, kent içinde yaşayan insanlara lisan-i haliyle çok şeyler söyler. Kültürel eserlerin ait olduğu çağ, mimari özelliklerinden yola çıkılarak kestirilebilir. Çünkü her devrin ayırt edici incelikleri vardır. Bu yönüyle eserler çağlara vurulan damgadır.

    Bu duygular içerisinde bugünü arkamda bırakarak Akçaabat’ın geleceğine uzanıyorum. Yarına yollanan bir gezginim ben… Yollar önümde uzun bir şerit gibi dağları tepeleri aşıyorlar. Yollar ki hayatımızı başka hayatlara bağlıyor. Gizlerin sırrını ifşa ediyor yollar… Hiçlikten sonsuzluğa açılan bir kapıdır her biri… Bir kapıdan girip uzun bir zaman tünelinden geçerek 2018’li yıllara demir atıyorum. Milenyumun eteklerinde çadırımı kurup kalın çerçeveli gözlüklerimle yarının, 2018’in Akçaabat’ını temaşa ediyorum:

    Bir martı çırpınıyor denizin yüreğinde. Geleceğe yolladığımız mektuplar varmıyor adreslerine… Geceyle oynaşıyor düne dair hatıralarımız… Sürgün sevdalar dağlıyor bedene mahkûm yürekleri… Maziyi rüyalarımıza hapsediyor bugünün metal silueti.

    Gecenin koynunda sabahlayan düşlerimiz tanyerinin ağarmaya başlamasıyla birlikte hakikatin suratına çarpıp tuz buz oluyor. Bir ‘âh’ duyuluyor derinden… Buhranlar anaforunda zamansızlığa yollanıyoruz. Tabiatın işveli bakışları kayıyor görüş alanımızdan.

    Bir dağ yamacından kar esintisi değiyor yorgun bedenlere. Akça diyar göz kırpıyor yarınlara yosun yeşili gözleriyle… Bir denizkızı gibi alımlı alımlı dolaşıyor koylarda… Serpiliyor zamanın güçlü kolları arasında. Dalgalara bırakıyor üzerindeki eskimiş mahmurluğu. Bütün bakışların üzerinde yoğunlaştığı şeffaf şalını atıyor üzerinden. Üryan bir şehir kimliğinde kulaç atıyor gelecek zamanlara.

    Şehir kendini ve kimliğini bulmak için dalıyor zamanın derinliğine. Bir damla yaş dökülüyor özleme banılmış yosun yeşili gözlerinden. Hayat felsefesini bir kez daha yokluyor. Adına dizilen neşidelerle teselli buluyor şehir… Her bir neşide bir serenada dönüşüyor ay ışığıyla aydınlatılmış gecenin koynunda. Mazı sönüp gidiyor şehrin karanlık, sarp köşelerinde.

    Dalgalar maviliğiyle övünüyor her gurup vakti… Bir erguvan utangaçlığında takalara göz kırpıyorlar. Telli duvaklı bir gelecek düşlüyorlar suların aydınlığında. Hüzün bir anda neşeye dönüşüyor kızaran bulutların gölgesi altında. Akşamın gölgesi örtemiyor şehrin on sekiz yaşında bir güzele nazire yaparcasına kırıtan güzelliğini.

    Masalları bile kıskandırır Akçaabat’ın ak güzelliği… Yüreğin en mutena ve müstesna köşelerine oturur gönlünce. Sevmek ayrılığı peşinen kabul etmektir ya…Yahut yanmaya rıza göstermek! ... Şehir bunun farkındadır her dem… Cadde ve sokaklarıyla büyür mekânlara sıkışmadan yaşamanın doyumsuz özlemiyle… Şehrin zamana akıtılan gözyaşları buharlaşır.

    Şimdi şehir en güzel elbiselerini giyinmiş yavuklusunu bekleyen bir yârdır. Her gün bir asır gibidir, takvimlerden koparılan her bir yaprak çile nöbetidir. Kibrit kutusu evlerde yaşanan heyecanlar dışarıya taşar. Hasrete dair söylenen türküler yanık bir ezgiye dönüşür. Karamsarlık umut rüzgârlarıyla bertaraf edilir. Sevdanın yaprakları birer birer taçlanır.

    Şehir emin adımlarla koşar geleceğe. Emekleme dönemini çok gerilerde bırakmıştır. Şaha kalkmış bir at gibi diri ve enerjik bulur kendini. Ağır adımlarla seyreden yürüyüş, koşmaya dönüşür engebeli yollarda. Taşlı ve dikenli yollar güllerle bezenmiştir. Artık dikenler güllerin gölgesi altında görünmez olmuştur. Hayaller gerçeğin aydınlığında bir güneş gibi parlak huzmelere dönüşmüştür. Menzile varan yolda engeller bir buz misali erimiştir. Zamana tanıklık edenler şehrin geleceğe uzanan rüyasını hayra yormuşlardır. Çünkü yollar menzile çok yakındır. Menzil başarı bayrağının sallandığı muhkem bir kaledir.

    Rengini ve parlaklığını kaybetmiş güllerin gül yüzüne kan gelmiştir Akçaabat’ta. Karanlıkta kalanlara ışık, yuvasızlara yuva, yetim ve öksüzlere merhamet olmuştur şehir… Dar vakitlere sıkıştırılmış geniş zamanların yükü… Yol ayrımlarında kılavuz olmuş yolculara şehrin uyanan ve kabaran ruhu. Mananın penceresinde iri güller açmış; manasızlığa ilaç olmuş… Çağlar milenyumun suratına kusmuş iğrenerek! ...

    Sessiz çığlıklara merhem olmuş suların gölgesinde ummanlaşan dualar… Topraklara değmiş dualı dudakların nefesi. Yırtıcı pençelerini saklamış kırbaçlanan ayaklar… Tesbih taneleri gibi dökülmüş canavarın zehir saçan dişleri. Sularına küsen ırmaklar yine de yağmurlara açmış kızgın yüreğini. Kuşlara mesken olan dallar, ağırlığını atmış üzerinden. Umut, koyu bir gece karanlığında kızgın şişlerle kör etmiş karamsarlığın lanetli gözlerini… Şehir ve içindekiler aydınlık bir güne doğmuşlar tanyerinin ağarmasıyla birlikte.

    Akçaabat’ın cadde ve sokakları geleceği soluyor. Maziyle istikbali birleştiren kesme taşlar bugüne baharın gülen yüzünü taşıyorlar. İğde kokuları ruhumu ferahlatıyor. Şehrin üzerindeki bulutlar yağacak yağmurun, bolluk ve bereketin habercisi oluyor. Göğün maviliği saflığın, enginliğin ve katıksız muhabbetin tılsımını içinde taşıyor. Herkes kendi rüyasını yaşıyor hayat denen mahzende. Geleceğe yol alıyor yorgun adımlar…

    Gökte kuşlar denizde balıklar, toprakta solucanlar bile ayak uyduruyor yaşanan hızlı ve köklü değişime. Suların titrekliği, kuşların tedirginliği, topraktaki canlıların hayata dört elle sarılmaları renkli yelpazeler olarak karşımıza çıkıyor. Ak Cami’nin avlusuna konan güvercinlerin gözlerinde umudun parıltısı var. Günde beş vakit ezanla azıklanan ruhlar doyumsuz lezzetle göğün yedinci katına havalanıyor.

    Caddelerin uğultusu akan hayatın ve geçen zamanın habercisi olarak kulaklarımızın çeperine çarparak yankılanıyor. Şadırvanlardan akan suyun soğukluğu temmuz sıcağında kavrulan bedenlere ilaç oluyor. Yaşlı çınarlar geçen zamanın türküsünü söylüyor mermer taşlarının üstünde gölgelik olan servilere. Her mermer taş, bir hayata tekabül ediyor. Avuçların ayaları duaların esintisiyle hayat buluyor. Secdelere uzanan alınlar serinliyor. Metalik çağın suni teneffüslerinden rahatsız olan ve hassasiyetini kaybeden duyularımız toprağın buram buram doyumsuz kokusuyla hayat buluyor. Toprağa yaklaştıkça insan oluyor bedenler… Topraktan uzaklaştıkça kaybediyoruz özümüzü ve sözümüzü…

    Mutena, muazzez, mukaddes, muallâ ve mücella sıfatlarıyla müzeyyen şehirler giriyor düşlerimize… Hafızamızdaki fotoğraf kareleri bir puzzle gibi yerlerini buluyor. Çocukluk, ilk gençlik, orta yaşlılık ve ihtiyarlık hepsi de oturuyor bütüne. Bembeyaz sayfalara yazılan yazılar şiddetli fırtınalarla aşınıyor. Rengârenk fotoğraflar siyah beyaza dönüşüyor.

    Göllerinde yeşilbaşlı ördekler yüzüyor Akçaabat’ın… Hepsi de hayatı sudan ibaret görüyorlar. Gökte süzülen turnalar kuşbakışı seyrediyorlar ak şehrin ak geleceğini… Dalgalar eskisi gibi hırçın ve telaşlı değil. Bahçelerden gelen tütün kokuları yerini yaban otlarına bırakmış… Kızların kınalı elleri tütün kırmıyor artık. Salı pazarında mısır ekmeği, tereyağı, peynir ve kolivalık mısırlar şehirlilerin ilgisine ve damak dadına amade…

    Akçaabat bir kalkınma seferberliğinin ardından yorgun düşmüş… Şimdi tatlı bir sükût içinde huzura kulaç atıyor. Geceler fecre çıkarken, karanlıklar aydınlığa dönüşürken, ezanlar sabaha gülümserken evlerin camlarından içeriye gün doğuyor. Güneş bütün pozitif enerjisini büzüşen damarlarımıza taşıyor. Hayata bakış açımız yenileniyor, renkleniyor ve tazeleniyor.

    Her dem gözlerimde ve gönlümde büyüyor Akçaabat… Göğümdeki en büyük, en aydınlık yıldız oluyor. Çınarlar tazeleniyor, yaprakları yeşeriyor. Şehir, halkıyla birlikte çağın üstünde şaha kalkıyor. Umutlar kanat çırpıyor aydınlık şafağa… Yürekler iyimserlik iklimi içerisinde yarınlar için atıyor. Arayıp da bulamadığımız huzur, evimizin başköşesine kurulmuş. Akçaabat 2018’li yıllara koşuyor. İçimizde coşku ve heyecan bir çağlayandan düşen su misali çağladıkça çağlıyor. Bu köklü değişime dost gülerken düşman ağlıyor.

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 28.01.2008 - 21:54

    ŞEHİRLERİN RUHU YAHUT AKÇAABAT’IN YARINI

    M.NİHAT MALKOÇ

    Şehirler koca bir maziyi bağırlarında saklarlar. Yani şehirlerin de kendilerince bir hafızası vardır. Her köşe başı, her cadde ve sokak geçmişten izler taşır. Temaşa eden gözler dünü bugüne, bugünü yarına bağlayan kültür halkalarını görünce bu kültür mozaiğinin saltanatını gönüllerince yaşarlar. Şehirleri kuşatan kültürel unsurlar adeta bir yelpaze oluştururlar. Bu unsurlar dostça, kardeşçe ve barış içerisinde yaşamanın teminatıdır.

    Günümüzde görünen o ki şehirlerin ruhu, modern zamanlara sığmıyor. Şehirle insanın, bir zincirin eş halkaları olduğunu unutmamak lazım. Modern zamanlar maziye tahammül edemiyor. Yenilik adına geçmişin ruhu çalınıyor. Neticede ruhsuz kentler çıkıyor ortaya… Bu ruhsuz kentlerin içinde maziye sırt çeviren, hafızasını yitirmiş ufuksuz nesiller yetişiyor. Böyle bir nesille yarınların kozasını sağlıkla örmek müşkül görünüyor.

    Türkiye’nin ve Trabzon’un sayılı şehirlerinden birisidir Akçaabat… Emsalsiz köftesiyle adından söz ettirmiştir hep… Bu şehir çalışkan ve girişimci insanıyla, bölgesinde her dönemde gelişmeye açık bir şehir olma özelliğini korumuştur.

    Akçaabat’ın geleceği öncelikle ve özellikle turizme bağlıdır. Çünkü bu şehir mevcut potansiyeliyle bir turizm kenti olma vasfını fazlasıyla hak etmektedir. Bilindiği üzere Yıldızlı beldesi sınırları içerisinde Sera isimli bir gölümüz vardır. Trabzon’un yanı başındaki bu atıl gölü vakit geçirmeden turizmin hizmetine sunmalıyız. Şehrin gürültüsünden uzak olan bu tabiat cennetine sığınmalıyız. Burada öncelikle iyi bir fizibilite çalışması yapılmalıdır. Evvela bu göl çamurdan ve her türlü atıktan temizlenmelidir. Köylerden gelen kanalizasyon atıkları buraya akıtılmamalıdır. Tabiat bozulmadan, doğal dokuya uygun tesisler inşa edilmelidir. Mümkünse beton hiç kullanılmamalıdır. Buralardaki tesislerde sütlaç, köfte, balık çeşitleri, lahana gibi yöresel yemekler misafirlerin hizmetine sunulmalıdır. Aynı zamanda küçük atölyelerde üretilen yöresel el sanatlarına ait ürünler sergilenerek satışa sunulmalıdır.

    Akçaabat köftesinin şöhretini ve özgünlüğünü sanırım bilmeyen yoktur. Hemen her yerde Akçaabat köftesi yapılsa da bu köftenin en güzeli ve orijinali bu şehirde marifetli ustaların ellerinde özel etten yapılır. Akçaabat köftesinin patenti bile tescil ettirilmiştir. Sırf köfte yemek için hemen her gün yüzlerce insan bu şehre uğramaktadır. ‘Uğramak’ ifadesini özellikle kullanıyorum. Çünkü Akçaabat’ta yerli ve yabancı turistleri ağırlayacak yeterli donanımda otel sayısı çok azdır. Onun için kısa zamanda konaklama tesislerinin niteliğini ve niceliğini artırmak lazımdır. Gelen insanlara konforlu bir konaklama imkânı sunmak gerekir. Karnı doyan insanın huzur içerisinde barınmaya da ihtiyacı vardır. Gelecekte Akçaabat’ımızda Avrupa standartlarında otellerin ve konaklama tesislerinin inşa edilmesini bekliyoruz. Turistleri sadece yemeğe değil, yatıya da bekleriz.

    Akçaabat’ın ruhunu yansıtan en güzel mekânların başında Orta Mahalle gelmektedir. Buradaki tarihi evler ahşap mimarinin en güzel örnekleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Safranbolu, Beypazarı, Odunpazarı evleri nasıl koruma altına alındıysa tarihi Orta Mahalle evleri de devlet tarafından kültür mirası addedilip özenle muhafaza edilmelidir. Buradaki evler restore edilip pansiyona dönüştürülerek turizmin hizmetine açılmalıdır. Bu pansiyonlarda yerel motiflere ve yöresel yemeklere yer verilmelidir. Şehirlerin metal saltanatından kaçanlar, yorulan ruhlarını buralarda dinlendirmelidir. İçlerinde hasrete dönüşen nostaljiyi doyasıya yaşamalıdır. Orta Mahalle’deki tarihî mirasın mutlaka korunması ve geleceğe taşınması gerekir. Bunu gerçekleştirmek için devletin yardım elinin uzanması şarttır. Zira mahalle halkının evlerini restore edecek ve koruyacak imkânları yoktur.

    Geleceğin Akçaabat’ında metalin soğukluğunu istemiyoruz. Unutulmamalıdır ki insanlar toprağa yaklaştıkça mutlu olurlar. Topraktan uzaklaşan insanların, mutluluğu görkemli binalarda araması beyhudedir. Doğal hayatın doğada olduğu hiçbir zaman unutulmamalıdır. Onun içindir ki şehrin geleceğine dönük bütün çalışmalarımızda öncelikle tabiî dengeyi korumayı amaç edinmeliyiz. Ne kadar muhteşem görünse de doğaya zarar veren hiçbir şey gözümüzde muteber değildir. Çünkü bizler dünyayı çocuklarımızdan emanet aldık. Bu emanete ihanet edersek onlara karşı saygınlığımızı kaybederiz.

    Doğal bir liman olan Akçaabat bir deniz kentidir aynı zamanda... Fakat denizin verimli bir biçimde kullanıldığı söylenemez. Bu büyük kaynak istenildiği gibi kullanılamamakta, denizden sadece mevsimlik balık ve hamsi avlanmaktadır. Oysa denizi bir turizm unsuru olarak kullanabiliriz. Kara ulaşımının iyice sıkıştığı ve sinirleri bozduğu bu zamanda deniz taşımacılığından gereğince yararlanabiliriz. Şehir insanını denizle barıştırabiliriz.

    Tarım, ticaret, turizm ve eğitim; 2018’li yılların Akçaabat’ının çıkış noktasıdır. Bu sektörler şehrin ufkunu açacak yatırım alanlarıdır. Gelecekte bu alanlarda yapılabilecek pek çok yatırım kalemleri ve imkânları mevcuttur. Bunlara yönelik olarak altyapı hazırlıklarının bir an evvel bitirilmesi zaruridir. Yerel yönetimler kendilerine düşen vazifeleri öncelikte yapmalıdır. Ondan sonra merkezi yönetimden proje uygulama yardımı istenmelidir.

    Trabzon, art bölgesi kısıtlı bir şehrimizdir. Bir hayli eğimli bir alanda kurulan bu kent, artık kapasitesini doldurmuştur. Bundan sonra Trabzon, Akçaabat yönünde genişleyecektir. Belki yakın bir zamanda Trabzon’la Akçaabat bütünleşecektir. Yıldızlı ile Mersin arası gelişmeye müsait bir durum arz etmektedir. Bu alan, gelecekte Trabzon’un ve genel anlamda bölgenin cazibe merkezi olacaktır. Bunu tahmin etmek için yakın geçmişe bakmak yeterlidir. Zira bu şerit kısa bir zaman dilimde çok büyük bir değişim ve gelişim grafiği çizmiştir.

    Fatih Eğitim Fakültesi’nin Akçaabat sınırları içerisinde bulunması büyük bir avantajdır. Gerçi okulun şehre katkısı istenildiği düzeyde değildir. Bu yüksek öğretim kurumunun şehre katkısının beklenildiği düzeyde olmaması organizasyon eksikliğinin ve işbilmezliğin bir neticesidir. Söz konusu fakültenin gelecekte müstakil bir üniversiteye dönüşme ihtimali yüksektir. Bu gerçekleşirse Akçaabat’ın lehinde çok şey değişecektir.

    Eskiden Tekel binası olarak kullanılan yapıların üniversiteye devredilmesi, burada Güzel Sanatlar Fakültesi’nin kurulacak olması şehre ayrı bir hava katacaktır. Fakat bir eğitim kurumunun şehrin ana caddesinin üzerinde kurulu bulunması eğitim açısından çok doğru bir şey değildir. Belli ki burada bir fakülte açılırsa daha sonra bunu şehir dışına taşımanın hesapları yapılacaktır. Bence sonradan yapılacak şeyin baştan yapılması gerekir. Yani Tekel binaları ticari işletmelere ayrılmalıdır. Eğitim kampüsü ise şehir dışında olmalıdır.

    Akçaabat’ta düzensiz şehirleşmenin sancıları her geçen gün daha çok hissedilmektedir. Bugünkü derme çatma görünüm, bu şehre yakışmamaktadır. Gelecekte sağlıklı bir yapıya ve hoş bir görünüme kavuşabilmesi için Akçaabat’ın yeni bir şehir planlamasına ihtiyacı vardır. Acil olarak yapılması gereken şey toplu konut yatırımlarına ağırlık verilmesidir. Aksi halde çarpık kentleşme, şehrin imajını ve görünümünü her geçen gün daha da bozacaktır. Bu şehrin bugün bile ciddi manada konut eksiği vardır. Toplu Konut İdaresi’nin buraya da el atması ve vatandaşa fizikî anlamda gösterişli, geleneksel yapıya uygun, sağlıklı konutlar üretmesi gerekir. Bu çeşit kontrollü yapılaşma şehrin görünümünü de ciddi manada güzelleştirecektir.

    Akçaabat’ın en güzel yerlerinden biri de yaylalarıdır. Birbirinden güzel yaylalar yöre halkının hayvanlarının otladığı ve kendilerinin de yazın sıcağında serinlendiği yerlerdir. Fakat bu sağlıklı ve güzel yerlerin artık turizme de açılması gerekir. Bunun için geç bile kalınmıştır. Yaylalarda doğal yapıyı bozmayan ahşap ağırlıklı, tek katlı bungalov tipi evlerin yapılması ve bunların turizmin hizmetine sunulması gerekir. Yaylaların temiz havası ve tertemiz soğuk suyu sağlık fışkırıyor. Bunlardan herkesin yararlanması lazımdır. Ama yaylaların doğal görünümünün bozulmaması ön şart olmalıdır. Önüne gelen yapı ruhsatı alamamalıdır. Şehirlerdeki çarpık yapılaşmayı yaylalara taşımamalıyız; taşımak isteyenlere izin vermemeliyiz. Yaylalar bizim oksijen depomuzdur. Rahat nefes alabilmemiz için oralardan başka gidecek yerimiz kalmamıştır. Oraları da bozarsak bindiğimiz dalı kesmiş oluruz.

    Akçaabat, sahil şeridinde yer alan bir yerleşim yeridir. Karadeniz sahil yolu buradan geçmektedir. Burası ana yol üzerindedir. Fakat ne yazık ki bugüne kadar Akçaabat’ımıza modern bir otogar yapılamamıştır. Bu, şehir yönetiminin bir eksiği, hatta ayıbıdır. Bu ayıbı bundan sonra taşımak istemiyoruz. Tez zamanda bu şehre modern bir terminal yapılmalıdır. Araçlar rastgele yolcu indirip bindirmemelidir. Sahilde bunun için uygun alanlar mevcuttur.

    Trabzon gelecekte bir kongreler şehri olmaya adaydır. Bunun hazırlıkları ve yatırımları yapılmaktadır. Bu çerçevede Akçaabat’ın da kongre turizminden payına düşeni alması gerekir. Hıdırnebi ve Kayabaşı Yayla kentleri bunun için müsait mekânlardır. Buralara gelen ilim heyetleri hem farklı bir mimaride istirahat edecek, hem de yaylanın doyumsuz atmosferinde soluklanacaklar. Buralara tekrar tekrar gelmek isteyeceklerdir. Fakat bunun için tesislerin kapasitelerinin artırılması ve ilave tesislerin inşa edilmesi şarttır. Bunun yanında buralara giden yolların yaz, kış açık vaziyette bulundurulması, asfaltlanması gerekir.

    Türkiye’nin en güzel el işleme hasır bilezikleri Trabzon’da yapılmaktadır. Bunları yapan sanatkârların önemli bir kısmı Akçaabatlıdır. Fakat Akçaabat merkezinde hasır bilezik ve el sanatları tezgâhları yoktur. Bazı küçük yerlerde ve özellikle evlerde bir kısım el sanatları yapılmaktadır. Geleceğin Akçaabat’ında hüner işi el sanatlarının belli bir yerde teşkilatlandırılması ve organize bir birliğe kavuşturulması sanatın geleceği açısından mühim bir girişim olacaktır. Sanat ancak devlet katkısıyla bir yerlere gelecektir.

    Marifet iltifata tabidir. El sanatlarının para etmesi ve bu alanda çalışanların az da olsa geçimlerini bu yolla sağlaması bu alana olan ilgiyi artıracaktır. Onun için el sanatları ürünlerinin sergileneceği ve satışının yapılacağı bir kültür merkezinin şehre kazandırılması her açıdan faydalı bir girişim ve yatırım olacaktır. Bunun bir hayırsever tarafından veya devlet eliyle yapılması mümkündür. Bunlar gerçekleşirse sanat Akçaabat’ta şaha kalkacaktır.

    Akçaabat’ımız yakın geçmişte çok büyük bir sel felaketi geçirmiştir. Bu felakette bir kısım insanlarımız hayatını kaybederken, pek çok hemşehrimiz de büyük maddi kayıplara uğramıştır. Şehir baştanbaşa çamur baskınına uğramış, eski doğal görünümün sağlanması için aylarca uğraşılmıştır. Bu bir felaketti şüphesiz. Fakat bu felaket geliyorum demişti. Zira o zamanlar dere ıslah çalışmaları yapılmamış, bunun yanında şehrin altyapısı yetersiz kalmıştır.

    Allah bize o kara günleri bir daha göstermesin. Fakat duayla ve kuru tevekkülle işi bağlayamayız. Öncelikle elimizden gelen önlemlerin alınması zaruridir. Bununla irtibatlı olarak şehrin altyapısının kusursuz yapılması, eksikliklerin bir kez daha elden geçirilerek takviye edilmesi, özellikle dere ıslah çalışmalarına önem verilmesi gerekir. Bunlar zor ve külfetli çalışmalardır. Üstelik görsel dönüşümleri de yoktur. Yani yaptığınız iş dışardan görülmez. Onun için bunlar kör yatırımlar olarak görülebilirler. Fakat hayatî değer taşırlar.

    Son yıllarda planlanan ve yapılan yatırımlar gösteriyor ki Trabzon bir sağlık merkezine dönüşmektedir. Gelecekte yapılması düşünülen sağlık yatırımlarından Trabzonluların yanında bölge illerdeki vatandaşlarımız da yaralanacaktır. Akçaabat, Trabzon’a yakınlığı sebebiyle bu yatırımlardan payına düşeni almalıdır. Öncelikle Akçaabat’a daha kapsamlı bir hastane kurulmalıdır. Mevcut hastanenin ihtiyacı karşılamadığı ayan beyan ortadadır. Hastane yatırımları için Söğütlü civarında uygun alanlar mevcuttur.

    Yakın bir gelecekte Trabzon’a ve çevre ilçelere doğalgaz gelecektir. Doğalgaz’ın ilimize ulaşması Akçaabat’ın da çehresini değiştirecektir. Çünkü son yıllarda Akçaabat’ta da kirli hava sorun olmaya başlamıştır. Özellikle kışın ortalarında soba ve kaloriferlerin yoğun olarak yakılması havayı zehirlemektedir. Akçaabat merkezinde bir an evvel doğalgaz altyapısının hazırlanmaya başlanması gerekir. Bunun için hiç zaman kaybedilmemelidir.

    Akçaabat’ın yakın gelecekte yapması gereken yatırımlardan birisi de katı atık tesisleridir. Uzun yıllardan beri çöpler sahildeki dolgu alanına ve zaman zaman da denize atılmaktaydı. Bu aslında sadece Akçaabat’ın değil, Trabzon’un da meselesidir. Hatta katı atık hususunda Türkiye’nin büyük sıkıntıları vardır. Akçaabat’ımız bu hususta il yönetimiyle ortak hareket ederek katı atık sorununu tez vakitte halletmelidir. Bu devirde atıkların denize atılması son derece ilkel bir anlayıştır. Üstelik sağlık açısından da çok sakıncalıdır.

    Bir kıyı şehri olan Akçaabat’ta denize yeterli önem verilmemektedir. Balıkçılık ana babadan görme ilkel sayılabilecek yöntemlerle yapılmaktadır. Şehirde rızkını denizden sağlayanlar çok zor şartlarda çalışmaktadır. Akçaabat’taki balıkçı barınağı bu şehre hiç yakışmamaktadır. Üstelik bu yer bugünkü ihtiyaçları karşılamaktan çok uzaktır. Tez zamanda bu barınak yıkılmalı, yerine modern bir balıkçı barınağı yapılmalıdır. Bunun yanında mevcut mendirek uzatılmalıdır. Olmuşken şehre bir de yat limanı kazandırılmalıdır.

    Şu şehirde folklor önemli bir yere sahiptir. Akçaabat horonu dünyaca tanınmıştır. Bu şehirdeki folklor ekipleri ülkemizi dünya çapında başarıyla temsil etmişlerdir. Burada folklorun okullaşması ve geliştirilmesi elzemdir. Brezilyada samba neyse, Akçaabat’ta da horon odur. Kültür Bakanlığı’nın Akçaabat folkloruna destek olması şarttır. Böyle giderse yakın bir gelecekte horonumuz da, kemençemiz de bir nostalji olarak kalacaktır. Bununla ilgili olarak bu şehirde bir Horon Enstitüsü kurulabilir. Bunun da ötesinde Akçaabat’a bir konservatuar açılabilir. Burada sahne ve ritim sanatları eğitimi verilebilir. Bunların daha sağlıklı ortamlarda gerçekleşmesi için öncelikle kapsamlı bir kültür merkezinin şehre kazandırılması gerekir. Çok amaçlı bu merkez, şehrin kültürel yapısını renklendirecektir.

    Şehirlerin kalkınması daha çok sanayi ve ticaretle gerçekleşir. Akçaabat’ta ciddi bir sanayi ve ticaret işletmesi söz konusu değildir. Bir kısım küçük atölyeler dışında sanayi tesisi yoktur. Bu işletmelerin bir kısmı şehrin yakınında veya içinde yer almaktadır. Bunların bir merkezde toplanması şarttır. Trabzon’un gelecekteki Organize Sanayi Bölgelerinden birinin Akçaabat sınırları içerisinde uygun bir yerde kurulması şehre ticarî anlamda çok şey kazandıracaktır. Akçaabat gerek nüfusu ve gerekse il merkeziyle bütünleşmesi yönüyle bu yatırımı fazlasıyla hak etmektedir. Yetkililerin bu konuyu ısrarla takip etmesi şarttır.

    Akçaabat bizim gözbebeğimizdir. Burada yaşayan insanlar her türlü hizmetin en iyisine layıktırlar. Fakat her şey maddî güçle, yani parayla olmaktadır. Şehirlerin devletten aldığı kaynaklar nüfuslarına göredir. Bu da büyük bir yekûn tutmamaktadır. Belediyelerin bir noktadan sonra eli kolu bağlanmaktadır. Bizler gelecekte, 2018 yılında, yani bu şehrin kurtuluşunun yüzüncü yılında Akçaabat’ı daha mamur ve müreffeh görmek istiyoruz. Bu saydıklarımızın gerçekleşmesini ümit ediyoruz.

    Arzular hayal olarak doğar, güçlü insanların muhayyilesinde hakikate dönüşürler. Bizler bu şehrin evlatlarında geleceğe dair bu gayreti, isteği ve dayanışma ruhunu fazlasıyla görüyoruz. Yarınlar güzel Akçaabat’ımız için bugünden daha umutlu, iyimser, hayat dolu ve mamur olacaktır. Çok zamanımız kalmamıştır. Yarın artık bugündür. 2018 yılında, yani Akçaabat’ın kurtuluşunun yüzüncü yılında gülümseyen bir Akçaabat görmek dileğiyle! ...

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 26.01.2008 - 23:51

    GÜNERİ KADİRBEYOĞLU’NUN ARDINDAN

    M.NİHAT MALKOÇ

    Önümde bir gazete duruyor… Üzerinde de “Gümüşhane’nin sevilen simalarından emekli öğretmen, fotoğraf sanatçısı Güneri Kadirbeyoğlu hayatını kaybetti.” haberi… İnsan tanıdığı bir kişinin bu son haberiyle mahzunlaşıyor bir an… Hayatın yoğunluğunda belki çoktandır hatırımıza getirmeyiz dostlarımızı… Fakat bu hüzünlü manşet bize onu hatırlatıyor. Acı bir hatırlayış bu… Bu son hatırlayış oluyor. Üzücü olan da bu zaten… Acıyla ve kederle son hatırlayış… Gözlerimin önünde asılı kalıyor gülen siması… Gördüğümüz son görüntü gitmiyor göz önünden. Zira son kare kalıyor zihinlerde. Öylece resmediliyor belleklere…

    Beklenmedik bir zamanda aramızdan ayrılan Güneri Kadirbeyoğlu, Gümüşhane’nin yetiştirdiği ‘beyefendi’ mizaçlı insanlardan biriydi. O, bir Gümüşhane âşığıydı. İçinde doğduğu topraklara aşk derecesinde bağlıydı. Kadirbeyoğlu, adı Gümüşhane’yle özdeşleşmiş değerlerden birisiydi. Gümüşhane ona sevginin en üst basamağı olan aşkı çağrıştırırdı. Eğitimci ve fotoğraf sanatçısı olan Güneri Ağabey, dürüstlük ve hoşgörüde emsalsiz bir insandı. Şahsiyetiyle Gümüşhane’nin yerel kimliğini ve insanî yapısını yansıtıyordu. Akif Timurhan(Zevrakî) ’ın ardından bu şehre düşen büyük bir acıdır onun aramızdan ayrılışı. Gümüşhane her geçen gün değerlerini kaybediyor, abide şahsiyetler ebediyete göçüyor. Fakat endişe etmeye gerek yok, onların yerinde yeni değerler filizleniyor.

    Güneri Bey nice güzel işler yapacakken, genç sayılabilecek bir yaşta ayrıldı aramızdan. Zira O, 65 yaşında olmasına rağmen hayat doluydu. Zamanın içini güzelliklerle doldurma heyecanı ve telaşı içerisindeydi. Fotoğrafçılık onun için bir tutkuydu. O, yazıyla kolay kolay anlatılamayacak pek çok şeyi fotoğrafların diliyle sözsüz anlatmıştır. Deneme yanılma yoluyla fotoğrafçılığın püf noktalarını öğrenmiştir. Fakat bu işten para kazanmayı düşünmemiştir. Onun fotoğrafları çok kere kendisinden izin alma nezaketi gösterilmeden kullanılmıştır. Kendisi çok zengin bir fotoğraf albümüne sahipti. Gümüşhane tarihini yazacakların bu zengin fotoğraf albümünü görmeleri bir mecburiyettir.

    Fotoğrafçılık onun en keyifli uğraşıydı. Bu işte maharetliydi. Bununla ilgili olarak Turan Tuğlu Ağabey’in bir yazısından alıntı yapmak istiyorum. Buna merhum Güneri Bey’le Turan Bey arasında geçen bir diyalog olarak da bakabilirsiniz: “Bir gün cep telefonum çaldı, açtım Güneri Kadirbeyoğlu, ‘Ağabey’ dedi, fotoğraf makineni al ve Kuşakkaya tepesinin bir fotoğrafını çek. Ne var ki, dedim… ‘Kuşakkaya tepesini bir bulut çepeçevre sarmış, çok güzel bir görüntü oluşmuş, o güzelliği kaçırmayalım.’ Sen niye çekmiyorsun, diye sordum. ‘Ağabey, ben hastanedeyim, yatıyorum, pencerem Kuşakkaya’ya bakıyor’ dedi.”

    Hatıralar ve doyumsuz güzellikler mazinin sisleri arasında kaldı artık. Şimdi Güneri Kadirbeyoğlu’nu ifade eden mütevazı bir parantez var gözlerimizin önünde. 1943 yılında Gümüşhane’de açılan bu parantez, 2008 yılı kışının iliklere işleyen soğuğunda Trabzon’da bir hastanede sessizce kapandı.(1943–2008) … Bu paranteze dolu dolu 65 yıl sığdırdı Kadirbeyoğlu. Bu 65 seneye de nice güzel şeyler doldurdu. 1965’te öğretmenliğe başlayış, Bayburt’ta geçen görev yılları…1970’li yıllarda Gümüşhane Eğitim Araçları Başkanlığı’ndaki çalışma hayatı… Yıllarca görev yaptığı kurumun başkanı olarak emekliye ayrılış… Yani 1994’te gelen gecikmiş emeklilik… Başarılı hizmetlerle geçen otuz yıl…

    Eğitimi insan olmanın ve insan kalmanın gereği sayan bir anlayışla köy köy dolaşıp eğitim camiasını bilgilendirme gayretleri… Ortaokul yıllarında başlayan fotoğraf merakını profesyonelliğe taşıma… Türkiye genelinde pek çok gazete ve dergide birbirinden güzel ve özel fotoğraflara atılan imzalar… Son olarak da Gümüşhaneliler ve Gümüşhane’yi Sevenler Hizmet Vakfının Genel Sekreterliği’ndeki samimi ve karşılıksız gayretler… Gümüşhane’nin gözü, kulağı ve dili olan Kuşakkaya gazetesinde gönüllü çalışmalar… Ve Gümüşhane’nin en büyük camii olan Kemaliye Camii’nde kılınan cenaze namazının ardından sevenlerin duaları ve gözyaşları arasında Emirler Mezarlığında son bulan şerefli, parlak ve sade bir hayat…

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 26.01.2008 - 01:28

    HABERİNİZ VAR MI? HİCRİ 1429’DAYIZ! ...

    M.NİHAT MALKOÇ

    Zaman akıp gidiyor kendi mecrasında. Fakat bizler bu akışta pek çok şeyin farkına bile varamıyoruz. Çünkü ayrıntılara takılıp kaldığımız için gerçekleri göremiyoruz. Zaman, hicrete mahkûm hayatları menziline taşıyor. Her gün fark etmesek de gönül dünyamızda hicretler yaşıyoruz. Zira hicret sadece bir yerden bir yere maddeden göçmek değildir. Mana hicretleri de en az maddeden hicret etmek kadar tesirli ve mühimdir. Ancak bunun idrakinde olanlar, ruh dengeleri ve hassasiyetleri kaybolmayanlar bunun mana ve önemini kavrayabilir.

    Fahr-i Kâinat Hz. Muhammed(sav) ’in Mekke’den Medine’ye yaptığı mukaddes yolculuk; geçmişi, bugünü ve geleceği kuşatan bir nur halesidir. Kıymet bilmezlerin ve altından anlamayan sözde sarrafların manevî hazineleri ellerinin tersiyle itmelerinin müşahhas hâlidir hicret… Bunun temelinde yatan sebepler dünyayı anlamlandırmadaki yanılgılardır.

    Hayat durağan değildir. Bunun için dinamik olanlar burada tutunabilir, iz bırakabilir. Hicret Hakk’ın hatırı için, yine onun emriyle yapılmıştı. Mallar ve canlar mukaddes dava uğrunda hiçe sayılmıştı. Sahabeler hüzün çeşmelerinden doldurmuşlardı mübarek kaplarını. Bunların hepsi İslam’ın gönüllerde yeşermesi, serpilmesi, olgunlaşması içindi.

    Hayat zaten göçlerden ibarettir. Ruhlar âleminde bekleyen can; bir nutfeden bedene bürünerek, evvela anne karnına, orada dokuz ay bekledikten sonra da dünya denen bu imtihan sahrasına düşer. Ruhun öz diyarından kalkıp bu gurbete katlanması hüzün yağmurlarının gözlerden boşalmasına zemin hazırlar. Bedene anlam kazandıran ve onun muhatap kabul edilmesini sağlayan ruhun gurbeti ölüm denen dünyevî sonla nihayetlenir. Bu, geride kalanları üzse de ruhun özgürlüğe kanatlanmasından, öz vatanına kavuşmasından başka bir şey değildir. Ömrün hazanı olan hicret, ateşe verilen gönül bahçelerimizin imarı ve ihyasıdır.

    Göç hayatın özünde var olan mutlak hakikattir. Zaman, mekân, hissiyat, mevsimler de bir bir göçmüyor mu? Dünyanın dönüşü de göçtür. İlk insan ve ilk peygamberin Cennetten dünyaya gönderişi de bir hicret değil miydi? Demek ki göçün hüznünü ilk yaşayan fert ilk insan olan Âdem’dir. Onun göçü yasak bir meyveye vesile kılınmıştı. Resulullah’ınki ise daralan tebliğ sınırlarını açmak ve çerçeveyi genişletmek için olmazsa olmaz bir yolculuktu.

    Hicret aslında yenilenmektir. Çevrenin, duyguların, umutların, özlemlerin yenilenmesi… Kuruyan göz pınarlarındaki yaşların tazelenmesi… Göçle birlikte zamanın ve mekânın boyutları genişler, başkalaşır, helezon biçimini alır. Hicret değişime zemin hazırlar. Sıkışan hayatlar onunla rahat nefes alır, açılıp serpilme imkânı bulur. Kabuğa mahkûm öz; açılma, kendini gösterme fırsatı bulur. Hicret bu kabuğu açan bir değişimin dönüm noktasıydı.

    Göç maddî ve manevî paylaşımın doruk noktasıdır. Farklılıklarımızın çatışma unsuruna dönüşmeden hakikat paydasında birleşip gönül bahçelerimizi süslemesidir göçlerden arda kalan. Muhacirlerle Ensar’ın bir günde şekillenen o emsalsiz İslam kardeşliği hicretin sırlarının inkişafından başka nedir ki? ... Öyle bir kardeşlik ki o güne kadar görülmüş değil. Güzellikleri, nimetleri paylaşmak; zorlukları, imkânsızlıkları sineye çekmek…

    Mekke’den Medine’ye göç edenler, gittikleri yerlerde tebliğ vazifesini Mekke’ye nazaran çok daha rahat ve aleni bir şekilde icra edebildiler. Bu mukaddes gidiş, ağır bedeller ödemeyi beraberinde getirdiyse de manevî doyum o bedellerin kurşundan ağırlığını bedene yükletmedi. Ruhlar imanın nuruyla kuşlar gibi kanatlandı maveraya… Vakit huzura erdi.

    Hicret, hasret mumunun fitilini ateşlemektir. Gel gör ki bu mumun ışığıdır zifiri karanlıklarda önümüzü aydınlatan. Onunla beraber İslam kıtalar dolaştı. Hicret ölümün kollarında doğan yetim ve öksüz bir bebekti. Aşkın narında yanmaktı, sarp kayalıklarda bir başına yetişen cılız dallara su olmaktı. Onları da yaşamın gayesinden ve sırrından haberdar etmekti. Yunus’un “Bir ben vardır bende benden içeru “ dediği sırra ermekti hicret…

    Bugün hicreti unuttuk… Sıkışıp kaldık ruhun daracık dehlizlerinde. Ne gitmek ne de kalmak mümkün… İnsanlık yeni hicretlere gebe mi ne! ... Hicri 1429 seneniz mübarek olsun.

    Cevap Yaz

Bu şiir ile ilgili 794 tane yorum bulunmakta