Yazılarım(muhabbet Bağının Gülleri) Şiir ...

Nihat Malkoç
1598

ŞİİR


30

TAKİPÇİ

GÖNLÜMÜN DUYGU MİMARLARI
M.NİHAT MALKOÇ

Her insanın sevdiği,kendine yakın bulduğu ve benimsediği şâir ve yazarlar vardır.Onların fikirleri,üslûpları ve bakış açıları model olur sevenlerine…Daha sıcak buluruz bu kalemleri kendimize ….Tercih sebebimiz olur ruh dünyalarındaki çalkantılar,gel-gitler….Yazarken tesirleri altında kalırız farkında olmadan…Kâğıda döktüklerimiz her ne kadar orijinal olsa da onların üslûbundan izler taşır.
Sanatta etkilenme kaçınılmazdır.Hangimiz güzel bir şiir okuyup da ondan etkilenmeyiz ki? ...Tesiri altında kaldığımız eserler bilinçaltına yerleşir.Duygularımız kabarınca da ona benzer bir şeyler yazmaya kalkışırız.Ama o sadece ilham kaynağımız olur.Körü körüne taklit etmeyiz onları.Hareket noktası olur eserleri bizim için…Taklitle hiçbir yere varılamaz zaten.Taklit eser her ne kadar güzel görünse de orijinalinin yanında sönük kalır.Onun için sanatta etkilenmeye hoş bakabiliriz ama taklide asla! ...
Beni de etkileyen,sarsan,ruhumu harekete geçiren şâir ve yazarlar da vardır şüphesiz…Onları okuyunca bambaşka bir atmosfere girer ruhum…Heyecanlanırım…Kalbimin atışları hızlanır…”Hah işte sanat bu,söz böyle söylenir.Sanki içimden geçenleri okuyup ebedîleştirmiş…vs.” derim.Bu kalemlerin sayısı iki elin parmakları sayısıncadır ancak.
Gönlümün duygu mimarlarının başında Yunus Emre,Fuzuli, Şeyh Galip,Yahya Kemal Beyatlı, Necip Fazıl Kısakürek, Mehmet Akif Ersoy, Arif Nihat Asya, Ahmet Hamdi Tanpınar, Faruk Nafiz Çamlıbel, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu gelmektedir.Bu zirve şahsiyetlerin tesiri altında kalışımın sebeplerini ve boyutlarını zikredeyim dilerseniz…

Tamamını Oku
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 30.01.2010 - 10:07

    TRABZON BELEDİYESİ’NDEN KISA KISA…

    M.NİHAT MALKOÇ

    Kültür ve Sosyal İşler Müdürü Murat Yeter…

    Trabzon Belediyesi yönetimi el değiştirince belediyeye bağlı birimlerin yöneticileri de değişti. Trabzon Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğüne Murat Yeter getirildi. Yeter, eski başkan Canalioğlu zamanında Necip Fazıl Kısakürek Okuma Salonu’nda görevliydi. Sizin anlayacağınız pasif göreve alınmıştı. Oysa Murat Yeter, eski belediye başkanlarından Asım Aykan zamanında Belediye Kültür Müdürü Selim Çelenk’in yardımcısı olarak canla başla çalışıyordu. Beş yıl boyunca kütüphanedeki görevini sabırla yerine getiren Murat Yeter şimdi Trabzon Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürü olarak güzel işlere imza atıyor. Fakat yaptıkları basına pek yansımıyor. Çünkü o, reklamı sevmiyor; sadece işini yapıyor.

    Murat Yeter’in başında bulunduğu Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü birçok örnek çalışmaya imza attı. Bunlar arasında Kanunî Sultan Süleyman’ı anma programını, Trabzon’un fethi programını, ÖSS’ye girecek öğrenciler için hazırlanan moral gününü, Ramazan etkinliklerindeki halk ve mehter konserlerini, Zağnos’taki Ahmet Özhan konserini, Anadolu’da yaşam fotoğraf yarışmasını, Fetih konserini, Cumhuriyet konserini, ‘Her Çocuğa Bir Kitap Kampanyası’nı sayabiliriz. Murat Bey’i bu güzel çalışmalarından dolayı tebrik ediyor, bu etkinliklerin bundan sonra da artarak devam etmesini temenni ediyoruz.

    Trabzon Belediyesi Gençlik Merkezi…

    Trabzon Belediyesi Gençlik Merkezi güzel çalışmalar yapıyor. Trabzon Belediyesine bağlı olarak faaliyetlerini sürdüren gençlik merkezindeki kurslara vatandaşlar yoğun ilgi gösteriyor. Kalkınma Mahallesi’nde faaliyetlerini sürdüren gençlik merkezinde, bilgisayar, resim, keman, gitar, bağlama, halkoyunları kurdele nakışı, ney, capoeira, taekwondo ve aerobik kurslarında toplam 325 kursiyer eğitim görüyor.

    Konusunda uzman öğretmenlerin ders verdiği hafta içi ve hafta sonu yapılan kurslarda, taekwondo, bilgisayar, resim, halkoyunları, kurdela nakışı kursları ücretsiz olarak verilirken; aerobik, keman, gitar, bağlama, İngilizce, ney ve capoeira kurslarında eğitim gören kursiyerlerden sivillerden 40, öğrencilerden ise 30 TL ücret alınıyor. Kurs sonunda eğitimlerini başarıyla tamamlayanlara sertifika veriliyor.

    Bunlar Trabzon’un kültür, sanat çalışmalarının altyapısını oluşturacaktır. Bu kurslar sayesinde gençler kötü alışkanlıklardan kurtarılmaktadır. Trabzon’umuzun gelecekte kültür ve sanat etkinlikleriyle anılması için bu gibi çalışmalara her kesimin destek vermesi gerekir.

    Oyuncak Kardeşliği…

    Trabzon Belediye Başkanlığı Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü tarafından oyuncak kardeşliği kampanyası başlatıldı. Elinde kullanmadığı oyuncağı bulunan çocukların belediyeye ulaştıracağı oyuncaklar 23 Nisan Ulasal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda ihtiyaçlı çocuklara dağıtılacak. Kendi oyuncağını ihtiyaçlı çocukla paylaşan çocuklar arasında yeni bir kardeşlik başlatılacak. Bu kampanyaya katılmak isteyenler Trabzon Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü’ne, Kalkınma Gençlik Merkezi ile Trabzon Belediyesi’ne ait okuma salonlarına müracaat edebilecekler. Oyuncaklar bu merkezlerde toplanacak.

    Trabzon Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürü Murat Yeter “Oyuncak Kardeşliği Kampanyası’nın amacına ulaşması için gayret sarf ediyor. Murat Yeter bununla ilgili olarak şu görüşlere yer veriyor: “Çocuklara farklı oyuncaklar kazandırmak, hayal dünyalarını zenginleştirmek ve çocuklar arası dayanışmayı pekiştirmek amacıyla bu kampanyayı başlattık. Trabzon halkı yardımseverdir. Bu nedenle kampanyamızın olumlu sonuç vereceğine inanıyoruz. Kampanya kapsamında bağışlanan oyuncaklar 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda çocuklara hediye edilecektir” Ne diyelim… Çok güzel bir çalışma…

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 30.01.2010 - 10:04

    “KTÜ’NÜN KURULUŞU VE ALİ KEMAL YILMAZ BAYRAKTAR

    M.NİHAT MALKOÇ

    23 Ocak 2010 Cumartesi günü öğle saatlerinde Trabzon Kanuni Vakfı’nda, Trabzon’un tanınmış avukatlarından Ali Kemal Yılmaz Bayraktar’ın “KTÜ’nün Kuruluşu” adlı kitabının tanıtım programı vardı. Bu programı takip etmek için ben de orada yerimi aldım. Ali Kemal Yılmaz Bayraktar, kitabını okurlarına imzalamak için oradaydı.

    Avukat Ali Kemal Yılmaz Bayraktar’la dostluğumuz ve diyaloğumuz birkaç yıl öncesine dayanıyor. Bürosunda kendisini ziyaret edip sohbetine ortak olmuştum. Sohbetin ardından bu kıymetli zatın Trabzon’un canlı tarihi olduğuna kanaat getirmiştim. Bu engin tarihî birikimini geniş kitlelerle paylaşması gerekiyordu. Bunun için hatıralarını tez zamanda kitaplaştırmasını istirham etmiştim kendisinden. Bu hususta benim de yardımcı olabileceğimi belirtmiştim ona. O da bu konuda bana hak vermişti. Bu kitap da hatıralarla dolu bir eser…

    Kıymetli dost Ali Kemal Yılmaz Bayraktar’ın imza gününe gelenlerin sayısı yirmiyi geçmezdi. Kaleme aldığı kitap, KTÜ’nün kuruluş serüvenini anlatmasına rağmen KTÜ’yü temsilen gelen hiç kimse yoktu. Üstelik Sayın Bayraktar, KTÜ’nün kuruluşunda emeği geçen kişilerin başında geliyordu. Üniversitenin kurulması gerektiği fikrini Celal Bayar’a ileten, bu hususu görüşmek için cumhurbaşkanı Bayar’dan randevu alan da O’ydu. Fakat bu hususu bilenlerin sayısı ne yazık ki çok azdı. Oysa üniversite yetkililerinin bunları bilmesi gerekliydi.

    Avukat Ali Kemal Yılmaz Bayraktar, Trabzon’da ve genel anlamda Türkiye’de en çok vakıf ve dernek kuran kişi olarak bilinir. Onun kurduğu vakıflardan biri de Karadeniz Üniversitesi’ne Yardım Derneği’dir. KTÜ’nün temelleri bu dernek sayesinde atılmıştır.

    İmza günü münasebetiyle hazırlanan kokteylde Bayraktar’la uzun süre sohbet etme imkânı bulduk. Çeşitli sorular sorduk kendisine. Siyasete girmeyiş sebebini sordum ona. O da iki kez milletvekilliği teklifi aldığını; fakat kişiliğinin siyaseti kaldıracak yapıda olmadığını söyledi. Trabzon’un yakın geçmişini bir kamera tarafsızlığı içerisinde bizlere aktardı. 83 yaşında olmasına rağmen her şeyi dün gibi hatırlıyor. Hafızasının gücüne hayran kaldım.

    Ali Kemal Yılmaz Bayraktar bir mücadele adamı… Ömrü çetin mücadelelerle geçmiş Bayraktar’ın… Fakat o hiç yılmamış. Bu yaşa gelen bir insanın hâlâ memleket meseleleriyle uğraşması, yaşadığı şehre katkıda bulunma mücadelesi içerisinde olması takdire şayan bir harekettir. Polat Alemdarları örnek alan ve kültürel yozlaşmanın laboratuarına dönen bugünün gençlerinin Ali Kemal Yılmaz Bayraktar’ı tanıması ve ondan ilham alması gerekir.

    Trabzon’un imarı için gecesini gündüzüne katan ve bunun için birçok dernek kuran Ali Kemal Bey’in ikinci kitabı olarak yayınlanan, tam adıyla “Trabzon ve Gümüşhane’nin Efsane Delikanlısı Karaçukurlu Fehmi Ağa, Avukat Oğlu ve Trabzon’da KTÜ’nün Eğitim Enstitüsü’nün Tıp Fakültesi’nin, Orman Fakültesi’nin, Ticari İlimler Akademisi’nin, İlahiyat-Ziraat-Hukuk vs. Eksik Fakültelerinin Kuruluş Çalışmaları” olan bu eser büyük bir boşluğu dolduracaktır. Trabzon’un son 70 senelik tarihiyle ilgili bilgi ve belgeleri bu kıymetli eserde bulabilirsiniz. 442 sayfadan oluşan bu eser, bir kişinin hayatından öte, bir ilin geçmişinin fotoğrafı niteliğini taşıyor. Yani bu eseri okuyanlar Bayraktar’ın şahsında Trabzon’un yakın geçmişine vakıf olacaklardır. Çünkü bu eserde Ali Kemal Bey’in kişisel meseleleri yoktur.

    “KTÜ’nün Kuruluşu” adlı bu eser dört yılda tamamlandı. Eserde bir tasnif eksikliği göze çarpıyor. Fakat yaşı sekseni aşkın bir kişinin bu kadar belgeyi ve bilgiyi bir araya getirmesi her türlü takdire layıktır. Bu eseri bir editörün gözden geçirip tasnif etmesi gerekirdi. Bu eserde ağırlıklı olarak KTÜ var. O zaman bu eserin ikinci baskısını KTÜ’nün yapması gerekir. Bu yapılırken eser yeniden gözden geçirilerek bilgi ve belgeler işinin ehli bir kişi tarafından yeniden tasnif edilmelidir. Üniversiteye bu kadar büyük katkısı bulunan bir kişinin adının üniversitede hâlâ bir birime verilmemesi de büyük bir eksiklik ve vefasızlıktır. Sayın rektörümüz İbrahim Özen vefalı ve dost bir insandır. Bu kitabı okuduktan sonra gereğini yapacağını düşünüyorum. KTÜ’ye ve onun rektörü İbrahim Özen’e de bu yakışır.

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 30.01.2010 - 10:00

    YAZARLIĞININ 50. YILINDA HÜSEYİN ALBAYRAK

    M.NİHAT MALKOÇ

    Hüseyin Albayrak, Trabzon deyince akla gelen ilk isimlerden biridir. O, kalemi eline alalı beri Trabzon üzerine yazıyor. Trabzon’un tarihi, kültürü, medeniyeti, basını ondan soruluyor. Trabzon konusunda sanki ayaklı bir kütüphane… Kıt imkânlarla uzun yıllardan beri zengin bir kütüphane ve arşiv oluşturmuştur. Trabzon sevgisi onun hücrelerine kadar işlemiş. Trabzon’la ilgili tarihî bir bilginin ve belgenin peşinde aylarca dolaştığı olmuştur. Küçük bir memur maaşıyla bu kadar işin üstesinden gelmek çok zordur. Fakat o, bu zorluğu yenmiş bir kişidir. Boğazından ve giyiminden kesip kitaba yatırım yaptığı bilinen gerçeklerdendir. Onun Trabzon üzerine yazılanlardan oluşan çok zengin bir arşivi vardır. Hüseyin Albayrak’a, 1995 yılında, Karadeniz Yazarlar Birliği tarafından “Araştırma İnceleme Hizmet Ödülü” ve Yunus Dergisi tarafından da “Makale Hizmet Ödülü” verilmiştir.

    Hüseyin Albayrak, 50 yıldan beri gazete ve dergilerde yazıyor. İlk yazısını 1959’da Demokrat Çaykara gazetesinde yayınlayan Albayrak, bugüne kadar binlerce yazıya imza atmıştır. Albayrak’ın Trabzon’da; “Sabah Postası, Yeni Gün, İleri, Türksesi, Trabzon, Kuzey Haber, Sahil, Karadeniz, Karadeniz Olay, Akçaabat Haber, Trabzon Haber” gazetelerinde; İstanbul’da; “Babıâli’de Sabah, Milli Gazete” de; Ankara’da ise; “Yeni Düşünce, Hergün” gazetelerinde makale, araştırma ve günlük yazıları; “Toprak, Diyanet, Müteferrika, Kebikeç, Türk Yurdu, Yeni Avrasya, Yunus” dergilerinde de özgün araştırma yazıları yayınlanmıştır.

    Yazı hayatının 50. yılını kutlayan araştırmacı-yazar Albayrak’ın, memleketi Trabzon üzerine yazdığı birbirinden kıymetli eserler, alanında önemli bir boşluğu doldurmaktadır. Bunlar arasında “Trabzon’dan Atatürk’e(Komisyon) , Kurtuluş Savaşı’nda Trabzon, Tarih İçinde Trabzon Lisesi, Kuruluşunun 100. Yılında Cudibey İlkokulu, Trabzon Kültür Tarihine Bir Bakış, Trabzon Basın Tarihi(1869–1928 C.1) , Trabzon’un Fethi, Trabzonlu Muallim İbrâhim Cûdî (Hayatı, Eserleri, Şiirleri) , Trabzon Orta Hisâr ve Çevresi, Trabzon İmâret (Hâtûniyye) Külliyesi, Trabzon İskender Paşa Külliyesi, Fetihten Kanûnî’ye Trabzon İdârî Yapılanma ve Trabzon Valileri, Bir Trabzon Sevdalısı Niyazi Tarakçıoğlu(Hayatı-Şiirleri-Nesirleri) , Trabzonlu Meşhurlar Ansiklopedisi vb. ilk akla gelenlerdir.

    26 Aralık 2009 Cumartesi günü Trabzon Sanatevi’nde anlamlı bir program vardı. Türkiye Yazarlar Birliği Trabzon Şubesi tarafından “Yazarlığının 50. Yılında Trabzonlu Araştırmacı Yazar Hüseyin Albayrak” adlı bir sergi ve sunum gerçekleştirildi. Trabzon’un seçkin yazarları, gazetecileri, şairleri, kültür ve sanat adamları yazarlıkta 50 yılını geride bırakan usta kalem Hüseyin Albayrak’ı yalnız bırakmadılar. Dostlarından Veysel Usta, Mustafa Yazıcı, Halit Macit, Hikmet Aksoy, Refik Karaağaçlı gibi isimler onu enine boyuna anlattılar; hatıralara yer verdiler; konuşmalarında geçmişe doyumsuz yolculular yaptılar. Bunların ardından Trabzon Vali Yardımcılarından Aziz Mercan, Trabzon Belediye Başkan Yardımcısı O. Necip Sevinç de Albayrak’la ilgili birer protokol konuşması yaptılar.

    Dostlarının kendisiyle ilgili güzel konuşmalarından sonra Araştırmacı-Yazar Hüseyin Albayrak da bir konuşma yaptı. Konuşmasında duygulanan Albayrak, ömrün ilk 70 yılının çok çabuk geçtiğini söyleyerek şu düşüncelere yer verdi: “50 yıldan beri yüzlerce dergi ve gazetede yazılar yazdım. Onlarca kitabım okuyucuyla buluştu. Kalemimi, Trabzon’un dününü bugüne taşımak için kullandım. Zor günler geçirdik bu süreçte. Fakat yazmayı, araştırmayı bırakmayı hiç düşünmedim. Hep Trabzon’un kültürünü, tarihini, edebiyatını, basınını düşündüm. Zaman zaman kıymet bilmez kişilerin tavırları karşısında üzüldüm. Kaleme aldığım eserlerin layık olduğu değeri görmediği durumlarda ümit kırıklığı yaşadım. Fakat iyi ki Trabzon üzerine çalıştım. Bundan sonra da yazmaya devam edeceğim. İyi ki sizler gibi dostlarım var. Yazdığım eserler benden sonra da hizmet görmeye devam edecektir.”

    Trabzonlu kalem erbabı insanlar olarak Hüseyin Ağabey’i çok seviyoruz. Ona, kaleme aldığı değerli eserlerden dolayı şükranlarımızı sunuyoruz. Allah ona uzun ömür versin.

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 30.01.2010 - 09:56

    TÜRK-İSLAM FİKRİYATININ GÖZESİ: ERGUN GÖZE

    M.NİHAT MALKOÇ

    Ölüm yine bozdu bağlarımızı. Kırdı dallarımızı fırtınalar, boranlar... Sert esen rüzgâr sürükledi, götürdü canları toprağın kara bağrına. Bahardan bir hatıra kaldı geriye. Tebessümler asılı kaldı sisli aynalarda. Gidişler kalanların zihninde acı izler bıraktı. Gidenlerin ardından bakakalanlar acıyı azık ettiler. Derin bir uykuya daldı hatıralar… Gidenler biraz da bizleri götürdü uzak diyarlara. Geride “Süreyya” misali yıldızlar bıraktılar. Yeni bir hayatın temelini attı gidenler… Sonsuzluğun kapısından geçip menzile vardılar. Dünyadaki fanilikleri de toprak oldu onların göçüsüyle birlikte. Ayrılığın hüznünü kalanlar çekti içine. Gidenler acıyı emanet bıraktılar. Geride kalanlar hayata tutundular en zayıf noktasından. Gidenler bir daha geri dönmemek üzere ayrıldılar bu limandan; vedalaşmaya bile zaman bulamadan. Evvel gidenler gittikleri yerde daha kıdemlidirler şimdi…

    Üstad’ın “Ölüm bu, güzel şey, budur perde ardından haber; / Hiç güzel olmasaydı, ölür müydü peygamber” dizeleri bize ölümü şirin gösteriyor. Biz kabul etmeye yanaşmasak da ölüm güzellikler ülkesine, sonsuzluklar diyarına yol almaktır. Hayatı sonsuzluk aşısıyla tazelemektir bir anlamda. Onun içindir ki ölüm sonsuz hayata açılan geniş bir kapıdır. Bu kapıdan geçmeyen yiğit çıkmadı bu güne kadar; bundan sonra da çıkmayacaktır elbette....

    İnsanlar vardır bir çınar misali dimdik yaşar ve öylece eğilip bükülmeden emaneti sahibine teslim ederler. Onlar ki sadece Hakk karşısında eğilirler. Onların; peşinde koştukları, varını yoğunu uğruna feda ettikleri davaları vardır. Bir ömür boyu aynı çizgide yaşarlar; eğilip bükülmezler. İşte vasıflarını belirttiğim bu insanlardan birini daha ebediyete uğurladık.

    Tarihler 13 Kasım 2009’u gösterdiğinde bir kalp durdu Babıâli’de… Türk basınının muhafazakâr kalemlerinden Ergun Göze, Hakk’a yürüdü. Hak bildiği yolda yürüyen ve kalemini adeta bir hançer gibi kullanan Ergun Göze artık yok aramızda. Türk basın hayatının onurlu kalemlerinden biriydi Göze… Fikir hayatımızın gözelerinden biri daha kurudu ne yazık ki! ... Koca bir çınar devrildi sessizce… Fırtınalı bir hayat sükûnetle son buldu.

    O, milliyetçi muhafazakâr bir kalem olarak biliniyordu. Doğru bildiğini söylemekten çekinmedi hiçbir zaman… Hak ve hakikat davasının emrine verdiği kalemi bir kılıç kadar keskindi. İmanlıydı, ihlâslıydı ve büyük bir vatanseverdi O… Anadolu’nun bağrından, Sivas’tan kopmuş bir seldi Ergun Göze… O, önüne engel olarak dikilen şer güçleri büyük bir cesaretle ezmesini bilmiştir. Sözünü hiçbir zaman muhataplarından sakınmamıştır. Nefes aldıkça kimseye minnet etmemiştir. Ömrünce mal mülk peşinde koşmamıştır. Onun için varsa yoksa hak ve hakikat davasıydı. Gerisi teferruattan ibaretti bu dünyada.

    Onun heyecanı hiçbir zaman eksik olmazdı. Çünkü sırtladığı Türk-İslam ülküsü bu coşkuyu ve heyecanı diri ve iri tutuyordu. Polemikçiliğiyle de tanınıyordu. Çoğu meslektaşı menfaat rüzgârının esiş yönüne göre sürekli cephe değiştirirken o, aynı noktada sabit ve daim duruyordu. Nokta kadar menfaat için virgül gibi eğilmeyi zül ve onursuzluk sayıyordu.

    Dost canlısı bir insandı Ergun Göze… Dostlarıyla aynı havayı teneffüs etmek için zaman ve mekân engel değildi hiçbir zaman… Çok geniş bir dost halkası vardı Göze’nin... Peyami Safa’dan Necip Fazıl’a, Fethi Gemuhluoğlu’dan Aydın Bolak’a kadar çok geniş bir dost çevresi vardı. Muhabbet konuları memleket meseleleriydi. Futbol ve magazin lakırdıları dillerinden ve gönüllerinden fersah fersah uzaktı. Memleketteki kısır döngü ve idealsizlik onu fazlasıyla üzerdi. Memleketteki ahlakî çöküş onun içinde bir yaraya dönüşmüştü.

    Merhum Ergun Göze aslında İstanbul Barosu’na kayıtlı bir avukattı. Avukatlık görevini uzun süre sürdürmüştü. O zamanın barosuyla mücadeleleri meşhurdur. Bu arada basın yayın işlerini de yürütüyordu. Çok geniş bir ilgi ve bilgi alanı vardı onun. Edebiyattan musikiye kadar pek çok güzel sanatla yakından ilgilenirdi. Geleneksel sanatlara alakası çok büyüktü. Bunları yayılması ve yaşatılması için kalemini her fırsatta kullanırdı.

    Ergun Göze’nin Tercüman’ı benim de severek okuduğum ve her fırsatta aldığım bir gazeteydi. Kemal Ilıcak’ın Tercüman’ı o zamanlar sağın büyük gazetelerindendi. Tarihî bir misyonu omuzlamıştı bu güzide gazete. Bir mektep vazifesi görüyordu muhafazakâr çevrede. Bu gazetenin üç büyük atlısı vardı: Ergun Göze, Ahmet Kabaklı, Tarık Buğra… Göze’nin “Köşebaşı” köşesi ilk okuduğum kısımdı. Çünkü onun parlak düşüncelerine katılmadığım pek olmazdı. Onun meseleler karşısındaki tavrı benim düşüncelerimle örtüşürdü çoğu zaman…

    Ergun Göze son nefesini verdiğinde 78 yaşındaydı. Fakat kendisini hayattan hiçbir zaman soyutlamamıştı. İlerleyen yaşına rağmen, geleceğin imanlı nesilleri için yapması gerekenler vardı. O, çok büyük zorlukları aşarak bugünlere gelmişti. Günümüz gençliğinin bu acı tecrübeleri yaşamaması için onların yolundaki engelleri bertaraf etmekle meşguldü.

    Ergun Göze, Babıâli’de geçen elli yılını “Yaşasın Hatıralar” adlı eserde dile getirmişti. Ergun Göze, “Gazetecilik, yazı hayatı bir mikrop gibi insanın içine girdi mi, bir daha çıkmaz. Ben de, gazeteciliğe bir fikir içinde olduğum için, o fikrin çok saldırıya ve haksızlığa uğradığını gördüğüm için girdim” demişti. Gerçekten de Göze, inançlarının savunuculuğunu yapmıştır kaleme aldığı yazı ve kitaplarında. Düşüncelerini müdafaa etmiştir sürekli...

    2009 yılında Trabzon’da, valiliğin öncülüğünde “Kitaplı Hayaller Vadisi” adlı bir kitap şenliği düzenlendi. Bu şenliğe Türkiye’nin değişik yerlerinden şair ve yazarlar davet edildi. Bunlar arasında merhum Ergun Göze’nin muhterem eşi Hicran Göze ve kızı Zeynep Uluant da vardı. Bu kitap şenliğinde ben de mihmandar olarak görevliydim. Ergun Bey’in eşi ve kızıyla uzun ve derin sohbetler yaptık o zamanlar... Ergun Bey de hasta olmasaydı bu kitap şenliğine katılacaktı. Eşinden Ergun Bey’in telefon numarasını aldım. Kendisine telefon ederek geçmiş olsun dileklerinde bulundum. Meşgul olduğu için kısa konuştuk. Fakat kendisi daha sonra beni aradı. Telefonda güzel bir sohbet ettik. Eşinin ve kızının yanımda olduğunu söyleyince “Ben de gelecektim Trabzon’a ama sağlığım elvermedi. Eşimi ve kızımı iyice gezdirin oralarda. Onlar size emanet… Daha sonra yine görüşelim” dedi. Bu benim, gazetedeki köşe yazılarını ve kitaplarını severek okuduğum Ergun Göze Bey’le ilk ve son konuşmam oldu. Çok kibar bir adam olduğunu bu konuşmamızda bir kez daha anladım.

    Merhum Ergun Göze’nin bütün ailesi kalem erbabı… Eşi Hicran Göze ve kızı Zeynep Uluant birbirinden kıymetli yazılarıyla ve kitaplarıyla tanınıyorlar. Hicran Göze’nin kaleme aldığı “Mehmet Akif-Hüzünlü Bir Yolculuk”, “Kadıköylü Yıllarım”, “Maveradan Gelen Ses”, “Halide Edip Adıvar-Zor Yılların Zor Kadını” gibi eserler okuyucu tarafından sevilerek okunmaktadır. Öte yandan Ergun Göze’nin kızı Zeynep Uluant da “Hasbihaller”, “İlhan Ayverdi-Bir Hayat Bir Lügat”, “Cenap Şahabettin’in Avrupa Mektupları”, “Bir Ömür Böyle Geçti: Samiha Ayverdi”(Aysel Yüksel’le birlikte) adlı kitapları kaleme almıştır.

    Ergun Göze, yaşadıkça araştırdı ve yazdı. Bildiklerini okurla paylaşmayı çok severdi O... Neticede 34 tane kitap yayınladı bugüne kadar… Bu kitaplar arasında şunlar ilk göze çarpanlardır: “Meşhurların Son Sözleri, Anadolu Sahabeleri, Peyami Safa-Nazım Hikmet Kavgası, Köşebaşı, Peyami Safa’dan Seçmeler (F.K. Timurtaş ile beraber) , Mukayeseli İslam Tarihi Kronolojisi, Dirilen Çöl, Soruşturma, Çar Tabancası (piyes) , Üçüzler (piyes) , İçimizden Otuz Kişi, Üniversite Dosyası (Profesörler Geçiyor) , Dısişleri Kavgası, Ecevit Çıkmazı, Bulunmuş Defterden Cuma Düşünceleri, Seçmeler, Üniversite Niçin Çöktü, İslamiyet ve Teknoloji, Freud ve Freudizmin İçyüzü, Üç Büyük Muzdarip, Rusya’da Üç Esaret Yılı, Gözümle ve Gönlümle Tanıdıklarım, Peygamberimiz ve Dört Halifesi, İslam’a Selam, Peyami Safa’nın Türk Düşüncesindeki Yeri, Theodor Harzl’in Hatıraları ve Sultan Abdülhamit, Besmele Bahçesi, Kuğunun Son Ötüşü (Çanakkale Destanı) .”

    Ergun Göze aynı zamanda bir yayıncıydı. Yani sadece yazmıyor, aynı zamanda yazı mutfağında aşçılık da yapıyordu. O, Boğaziçi Yayınevi’ni başarıyla idare ediyor, bu yayınevi aracılığıyla Türk kültürünün temel dinamiklerini gün yüzüne çıkarıyordu. O, Boğaziçi Yayınevi’nden çıkardığı eserlerle kültür ve medeniyetimize ayna tutuyordu. Böyle bir yayınevinin varlığı büyük bir boşluğu dolduruyordu. Devletin yapamadığını bu yayınevi başarıyla yapıyordu. Boğaziçi Yayınları’nın her kitabı kültür hayatımızda ses getiriyordu.

    Necip Fazıl, Peyami Safa ve Cemil Meriç gibi sağın aydınlarıyla derin dostlukları vardı Ergun Göze’nin. Bu üç münevveri, onun kaleminden okumak apayrı bir keyiftir. Bu keyfi yaşamak için onun “Üç Büyük Muzdarip” adlı kıymetli eserini okumak gerekir.
    Ergun Göze tam bir entelektüeldi. O, zaman zaman bir kısım eserler de çevirdi dilimize. Fransızcayı, bu dilde tercüme yapacak kadar iyi biliyordu. Fransızcadan on tane kitap çevirmiştir dilimize. Bunlar arasında şunları sayabiliriz: “Malik Binnebi’den: İslam Davası, Kur’anı Kerim Mucizesi, İslam ve Demokrasi, Cezayir’de İslam’ın Yeniden Doğuşu, Asrın Şahidinin Hatıraları; Vincent Monteil’den: İsrail’in Gizli Dosyası Terörizm”

    Merhum Ergun Göze’yi yakından tanımak için onun “Yaşasın Hatıralar” adlı anı kitabını dikkatlice okumak gerekir. Ergun Bey, Tercüman gazetesinde yaşadıklarını bu kitapta 170 sayfa boyunca anlatmıştır. O, “Babıâli’de Sabah” gazetesinde genel yayın müdürü olarak görev aldığı yılları, yakın tarihin mühim dönemlerini, ihtilalleri, kalem kavgalarını Yaşasın Hatıralar’da bir bir anlatmaktadır. İyi ki böyle bir hatıra kitabını kaleme almış. Zira bu kitap sayesinde yakın geçmiş hakkında birinci ağızdan doğru bilgilere ulaşabiliyoruz.

    Ergun Göze, yaşadıkça inancının peşinden gitmiştir hep… Sivri dili bir arı gibi sokmuştur muhaliflerini. İhanet içerisinde görmüştür çoğu aydınları. Bu hususta sağ ve sol ayrımı da yapmamıştır. Bu özelliği yüzünden çok da düşman kazanmıştır. Fakat onun için inançlar ve değerler her şeyin önünde gelirdi. Bunlardan taviz verilemezdi. Son nefesine kadar da o, inançlarının sıkı takipçisi olmuştur. Zira inançlarını yaşam için itici ve hayat verici bir güç olarak görüyordu. Onun inançla ilgili şu sözleri altın yaldızla yazılmaya değerdir:

    “Aslında imansız yaşamak imkânsızdır. ‘Hiçbir şeye inanmıyorum’ diyen de hiçbir şeye inanmadığına inanmıştır. İnanınız. İnanmaya inanınız. İnanmak, basite alınamayan muhteşem bir kuvvettir. İnanmak, vazgeçilmez bir bilgidir. Bu dünyanın sınırlarını aşan bilgi... Öyle ise bu muhteşem kuvvet ve bilgiden mahrum kalmayınız... İnanınız! İnanmak sevgidir. Sevmeyen inanamaz. İnanmadan sevmek olmaz. İnanınız! ... Sevgiye inanınız!

    İnanmak fedakârlıktır… Teknoloji çarkları arasında sıkışmış insanın unuttuğu fedakârlık... İnanmadan fedakârlık olmaz... İnanınız! .. İnanmış insanın yüzündeki güzellik, fiziki sebeplere bağlanabilir mi? Hatta, renklere sığmayan bu güzellik, başka güzelliklerle kıyas olunabilir mi? İnanınız. İnanmanın güzelliğine inanınız! .. Taşlara, putlara, batıl ideolojilere inananların haline bir baksanıza… İnanışlarındaki güzellik, inandıklarının çirkinliğini bile örtecek neredeyse. İnanınız. Evet, inandığınız için birçoklarının bağımlı hale geldiği zevklerden mahrum kalacaksınız. Fakat unutmayınız, onlar da sizin tattığınız birçok ulvi zevklerden mahrum kalmaktalar. İnanınız! İnanmanın sağladığı tartışılmaz mutluluğa inanınız. İnanmak kuvvettir, bilgidir, sevgidir, güzelliktir, birliktir, samimiyettir, saadettir.”

    Ergun Göze geçen yıl bir kalp ameliyatı geçirmişti. O günden beri bir türlü sağlığına kavuşamadı. Fakat hastalığına rağmen hiçbir zaman çalışmaktan da geri durmadı. Örnek bir aydın sorumluluğu içinde ülkenin karanlıklarına ışık tuttu. Çocukluğumuzun ve gençliğimizin kılavuz yazarı olan Ergun Göze, Kadıköy’deki evinde son nefesini verdi. Türkiye çok değerli bir aydınını ve güçlü bir kalemini yitirdi. Onun boşluğunu dolduracak inançta ve donanımda kalemlerin azlığı bizleri derin hüzünlere gark ediyor. Bizler bundan sonra yeni Ergun Gözeler ve yerli kültürü benimsemiş inançlı kalemler yetiştirme gayreti içinde olmalıyız.

    Son dönemlerde İstanbul Merkez Efendi Mezarlığı, Türk kültürünün köşe taşlarını bağrına bastı. Bunlardan birisi de Ergun Göze’dir. O şimdi servilerin gölgesinde sonsuzluk uykusunu uyumaktadır. Geride bıraktığı telif eserleri ve tercümeleri okurlar tarafından zevkle okunuyor. Onlar okundukça onun ruhuna da Fatihalar ulaşıyor. Bunların yanında Boğaziçi Yayınları aracılığıyla Türk kültürüne armağan ettiği eserler de onun ruhuna rahmet okunmasına vesile oluyor. Boşuna dememiş Mevlana Celâleddin-i Rumî: “Kamil odur ki koya dünyada bir eser, / Eseri olmayanın yerinde yeller eser.” Merhuma Allah rahmet eylesin.

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 30.01.2010 - 09:49

    OSMANLI HAFTASI’NDA OSMANLI’YI HATIRLAMAK…

    M.NİHAT MALKOÇ

    Trabzon Belediyesi bu yıl ilk kez “Osmanlı Haftası Etkinlikleri” düzenledi. Bu çerçevede Osmanlı Devleti’nin kuruluşunun 711. yıl dönümü anısına konferans verildi.

    Osmanlı Haftası’yla ilgili etkinliklerin ilki olan konferanstan evvel Trabzon Belediye Başkanı Dr. Orhan Fevzi Gümrükçüoğlu kısa bir açış konuşması yaparak şunları söyledi: “Osmanlı’da padişahlar saraylarda değil, savaş meydanlarında öldüler. Kanunî 14 yaşına kadar Trabzon’da yaşadı. Yavuz Selim burada 22 yıl valilik yaptı. Bu şehir Cevdet Sunaylar, Hasan Sakalar, Ali Şükrüler yetiştirdi. Bundan sonra da yetiştirmeye devam edecek”

    Daha sonra KTÜ Fen Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Kenan İnan, az ama seçkin bir topluluğa seslenerek Osmanlı’nın 624 yıllık şanlı tarihini ana başlıklarla şöyle özetledi:

    “624 yıllık Osmanlı’nın neresinden başlayacağımı bilemiyorum. Osmanlı Tarihini hiçe sayarak Dünya Tarihini yazamazsınız. Osmanlı çok milletli ve çok kültürlüydü. Bu anlamda imparatorluktu. Fakat Osmanlı diğer imparatorluklar gibi sömürgeci olmadı hiçbir zaman... İnsanların dillerini ve dinlerini zorla değiştirmediler… Avrupalılar, Osmanlı’ya hep Türk İmparatorluğu demişlerdir. Fakat bizde nedense “Osmanlı” diye yerleşmiş devletin adı.

    Osmanlı’nın yükseliş döneminin padişahları yatağında ölmedi. 1. Murat, Kosova’da savaş meydanında şehit oldu… Yıldırım Bayezid, Timur’la Ankara Savaşı’nı yaptı. Savaşmasalar olmaz mıydı? Olmazdı; çünkü bu coğrafya ikisine dar gelmekteydi. Yıldırım Bayezid mert bir insandı. Timur’u ters bir zamanında yakalamasına rağmen ona o durumda saldırmamıştır. Fakat anlaşılan o ki Yıldırım, savaşın bir hile olduğu gerçeğinden habersizdi. Yıldırım Bayezid’ın beş oğlu vardı, birini Timur götürdü. Ötekiler taht kavgasına girişti.

    2. Murad dönemi devletin tekrar toparlandığı bir dönemdir. Aslında devleti onun adına Çandarlı yönetiyordu… Osmanlı’ya en çok yenilgiyi tattırmış olanlar Macarlardır. Macarlar, Osmanlıları Balkanlarda perişan etti… Osmanlı tarihinde padişahlıktan istifa eden ilk ve tek kişi 2. Murad’dır. Bu durum Çandarlı’nın hoşuna gitmediği için onu ikna ederek tekrar devletin başına getirdi. Fatih başa geçince Çandarlı’yı darağacına gönderdi. Fatih daha çok devşirmeleri vezirliğe getirdi. Devşirme vezirlerden dördünü de idam ettirmişti. Osmanlı Fatih’le birlikte cihan imparatorluğu olmuştur. Fatih 30 yılda 35 sefer yapmıştır. O da yatağında ölmemiştir. Fatih’in fetihlerinin bir kısmı ekonomik amaçlıdır. Çünkü devlet çarkı dönecekti. Fatih, Uzun Hasan’la Otlukbeli Savaşı’nı yapmıştır. Bu savaşta Fatih, Uzun Hasan’ı yenmiştir. Fatih, Karadeniz’i bir Türk gölü yapmak istiyordu. Bunu başarmıştır da…

    Yavuz döneminde Osmanlı toprakları ikiye katlanmıştır. Yavuz’un Şah İsmail’le arasındaki kavga bir mezhep kavgası değil, siyasî bir çekişmedir. Kutsal toprakları Yavuz zamanında ele geçirdik. Halifelik Yavuz’la gelmedi; ondan önce de Osmanlı padişahları halife olarak anılmaktaydı. Kanunî döneminde Osmanlı’da bazı şeylerin ters gittiği anlaşılmıştır.16.yy’ın sonunda padişahlar çok genç yaşlarda başa geçiyor, erken ölüyorlardı. Onun içindir ki devlet annelerin elinde kalmıştır. Güçlü padişah tipi o dönemde neredeyse son bulmuştur. 1700’lü yıllarda Osmanlı dünyayı takip edemediği için geri kalmıştır. Osmanlı parası kıymetini kaybetmiştir. 1683’te Merzifonlu, 2. Viyana Kuşatması’ndan başarısızlıkla dönmüştür. Çünkü ordusu kalabalık olmasına rağmen donanımsız ve etkisizdi.

    2. Mahmud’un yaptığı inkılâplar Cumhuriyet döneminde yapılanlardan az değildir. 2. Meşrutiyet döneminde çok partili hayat başlamıştır. Osmanlı’nın yükselişi de çöküşü de 300’er yıl olmuştur. Yani Osmanlı birdenbire yıkılmadı. Osmanlı’nın son 20–25 yılı hep savaşlarla geçmiştir. Fakat o çöküş döneminde de dünyanın beşinci büyük devletiydi.

    Bugün Kafkaslar ve Balkanlar kaynıyor. Osmanlı döneminde bu topraklarda huzur hâkimdi. Arkamızda utanılacak bir tarih yok, aksine övünülecek bir tarih vardır.”

    Değerli tarihçi Prof. Dr. Kenan İnan’ı can kulağıyla dinledi salondaki herkes… Çünkü anlatımı çok etkileyiciydi; konusuna hâkimdi; üslubu içtendi. Çok faydalı bir konferans oldu.

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 12.09.2009 - 07:35

    RAMAZAN BAYRAMI'NIN BURUK SEVİNCİ

    M.NİHAT MALKOÇ

    Yine bir bayram daha karşıladı bizi gülen yüzüyle… Yaşayanlar neler gördü, neler daha görecek... Fakat bir düşünün, geçen bayram namazında olup da bu bayramda aramızda ol(a) mayanları… O kadar çok ki! ... Kiminin annesi, kiminin babası, kiminin dedesi, kiminin kardeşi… Göremediler bu bayramı… Belki biz de gelecek olan bayramı gör(e) meyeceğiz. Kim bilir… Belki bu bizim son bayramımız olacak. Ömrün devamına senet yok ki! ... Can mülkünün sahibi, emaneti geri alacağı güne dair sır vermiyor ki! ... Vakti gelen göçecek, o kadar… Bu can bize mülk değil… Emanet olarak taşıyoruz onu; kim bilir ne zamana kadar…

    Bu güzel bayram gününde bunların da sırası mı demeyin. Bu güzel bayram gününde bir kısım tanıdık simaları bayram namazında göremeyince bu sözler düştü aklıma… Artık onların ellerini öpmek mümkün ol(a) mayacağına göre ebedî istirahatgahları olan kabirlerini ziyaret edip Hakk tarafından af edilmeleri için Fatihalar göndereceğiz ruhlarına....

    Millet olarak bu Ramazan Bayramı'nda da bütün hüzünlere ve burukluklara rağmen bayram edeceğiz. Hazırlıklar birkaç gün evvelinden başlamıştı zaten. Evler baştanbaşa temizlenmiş, tatlılar, börekler yapılmış, misafirlerin yolu gözlenmeye başlamış bile. İnsanlar sevdiklerine daha güzel görünebilmek için bu bayram giyecekleri giysileri özenle seçip almış. Bayram bu, müstesna gün işte… Her şey yerinde ve tam olmalı… Bayram sevincini gölgeleyecek hiçbir şey olmamalı. Zaten topu topu senede iki kez yaşanıyor dinî bayramlar… Dolu dolu, keyfince yaşamalı toplumları ayakta tutan, insanları kenetleyen, ağzımızın tadı olan bayramları... Zaten kala kala geçmişten onlar yadigâr kalabildi bugünlere. Baştan ayağa değiştik, yenilendik bunların dışında. Buna 'yabancılaştık, özümüzden koptuk' da diyebiliriz.

    Son yıllarda bayramlar tatili ve alışverişi akla getiriyor her nedense. İnsanlar bayram tatillerinde eş dost ziyaret edecek yerde tatil beldelerinde gününü gün ediyorlar. Bayramı tatil fırsatı olarak görüyor bazıları. Peki, akrabalarımızı, dostlarımızı ne zaman ziyaret edeceğiz? Büyüklerimizin elini ne zaman öpeceğiz? Ebediyete göçen insanlarımızın kabirlerini görüp Fatiha okumayacak mıyız? Anlaşılan o ki birileri bizi gelenek ve göreneklerimizden koparmak için canla başla çalışıyor. Geçmişimizden koparılıyoruz; ondan koparıldıkça da kabuğumuza çekilip iyice yalnızlaşıyoruz. Doğrusu bu hayra alamet bir davranış değil…

    Bayramda hediyeleşmek güzel ama bunu abartıp da yük ve külfet haline getirmek bayramın tadını kaçırıyor. Ekonomik gücü yeterli olmayan kişiler, aile fertlerine bir şeyler alamayınca eziliyorlar. Bayram bir anda hüzne, daha da ileri gidersek kâbusa dönüşebiliyor. Böyle davranışlarla bayramların tadını kaçırmayalım. Bazılarının keseleri dolacak diye bütçemizi zorlayıp alışveriş çılgınlığına bulaşmayalım. Bunun bayram sonrası da var. Bayram sevincimiz bayram sonrası hüzne kapı aralamasın. Her konuda olduğu gibi bunda da ölçü üzere hareket edelim. Herkes yorganına göre uzatsın ayağını. İsrafta değil, güzel ahlakta yarışalım birbirimizle. Hediyeleşmek güzel ama imkânlar kısıtlıysa şart da değil. Bu konuda rekabete girmek, işi gösterişe dökmek samimiyete de büyük darbe vuruyor işin doğrusu…

    Bayramlar en çok da çocukların sevinme günleri. Çam sakızı çoban armağanı kabilinden şeylerle onlara bayramı yaşatalım. Bayram, çocuklarımızın bilincine yerleşsin. Zira bu güzellikleri yarınlara taşıyacak olanlar çocuklarımızdır. Onlar sizden ne görürlerse öyle davranacaklardır. Onlara güzel örnekler gösterelim ki onların ahlakı da güzelleşsin.

    Ramazan bayramına bazıları 'Şeker Bayramı' diyor. Hayır efendim, 'Ramazan Bayramı' 'Şeker Bayramı' değildir. Bu bir yakıştırmadır. Bu ifade, bu önemli dinî bayramı hafife almak, onun manevî derinliğini sığlaştırmak demektir. Bugün Ramazan Bayramı'na bu yakıştırmayı yapanlar yarın Kurban Bayramı'na da 'Et Bayramı' diyeceklerdir. Bu güzel dinî geleneklerimizi bu gibi isimlendirmelerle hafife almak kanaatimce hiç de doğru davranışlar değildir. Bu bayramın 'Ramazan Bayramı' diye anılması şüphesiz ki çok daha uygundur.

    Ramazan Bayramı'nın Türk milletine, İslam ümmetine hayırlar getirmesini diliyorum.

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 07.09.2009 - 00:14

    SEKSEN ÜÇ YILA BEDEL MÜSTESNA BİR GECE

    M.NİHAT MALKOÇ

    Kur’an’da adı geçen tek ay Ramazan ayıdır. Bu ayın içinde fazileti diğer gecelerle kıyaslanamayacak kadar büyük bir gece vardır ki o gecenin adı Kadir Gecesi’dir. Kadir Gecesi, Kur’an’da adı geçen, faziletleri saymakla bitirilemeyen, Hakk ve halk katında bir mübarek gecedir. Öyle ki bu geceyle ilgili olarak “Kadir Suresi” adlı bir de sure indirilmiştir. Yüce Rabbimiz beş ayetli bu surede Kadir Gecesi’yle ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:

    “Biz onu (Kur’an’ı) Kadir Gecesi’nde indirdik. Kadir Gecesi’nin ne olduğunu sen bilir misin? Kadir Gecesi, bin aydan hayırlıdır… O gecede, Rablerinin izniyle melekler ve Ruh (Cebrail) , her iş için iner dururlar. O gece, esenlik doludur. Tâ fecrin doğuşuna kadar.”

    Ahir zaman ümmeti; ömürlerinin kısa olduğundan, bu kısa ömürde yeterli ibadet edemeyeceklerinden yakınır. Böyle yakınmalarda bulunan iyi niyetli kişilerin imdadına Kadir Gecesi yetişmektedir. Ayette de görüldüğü üzere “Kadir Gecesi, içinde Kadir Gecesi olmayan bin aydan daha hayırlı bir gece “olarak nitelendiriliyor. Yani bir insanın seksen yıllık ömrüne bedeldir bir Kadir Gecesi… Zira ‘bin ay’ seksen üç sene dört aylık bir süreye karşılık gelmektedir. Bu geceyi hakkıyla idrak edenler bir gecede seksen üç yıllık ecir ve sevaba kavuşmaktadırlar. Bu, ahir zaman ümmeti için büyük bir lütuftur. Fakat kurtuluş için bir akşamı yeterli görmek basiretli müminlerin yapacağı iş değildir. İbadette esas olan az da olsa her zaman ve düzenli yapılmasıdır. Diğer günlerde farzları ve sünnetleri yerine getirmeyenin Kadir Gecesi’nden çok fazla sevap ummaya hakkı veya yüzü var mıdır? Bir düşünün! ...

    Yüce kitabımız Kur’ân-ı Kerim bu gecede ilk olarak dünya semasına indirilmiştir. Bu geceyi önemli kılan unsurların başında bu gelmektedir. Kadir Gecesi’nde müminlere adeta manevî bir şölen verilir. Bu şölen tan yerinin ağarmasına kadar fasılasız devam eder. Bu kutlu şölenle ilgili olarak En Sevgili şöyle buyurur: “O gecede melekler ve Cebrail Rablerinin izniyle her iş için arka arkaya iner. O gece, tan yerinin aydınlanmasına kadar bir selâmettir.”

    Müstesna bir zaman dilimidir Kadir Gecesi… Resulullah “O gece yeryüzüne inen meleklerin sayısı çakıl taşlarının sayısından çok daha fazladır” buyurarak gecenin feyiz, bereket ve rahmetini vurgular. Allah bu gecede rahmet kapılarını ardına kadar açar kullarına. Affını talep edenleri bağışlar, duaları kabul eder. Basiretli müminlerin oturduğu hanelere, bereket, nur ve rahmet yağmurları yağar. Müminlerin kalpleri Allah sevgisiyle çarpar.

    Yüce Rabbimiz Kadir Gecesi’ni ramazan ayının içinde gizli tutmuştur. Bunun en büyük hikmeti Müslümanların ramazanın her gecesini Kadir Gecesi’ymişçesine dolu dolu geçirmelerini sağlamaktır. Ramazanın son on günü içerisinde, özellikle ramazanın yirmi yedinci gecesi olma ihtimali yüksektir. Fakat akıllı Müslüman her geceyi adeta bir Kadir Gecesi’ymiş gibi ibadet ve taatle geçirir. Bu gecenin kendine mahsus bir ibadeti de yoktur. O gece camiye gidip yatsı, teravih ve vitir namazlarını cemaatle kılmak, eve dönünce de kaza namazı kılmak, bol bol Kur’an’ı Kerim okumak, dua ve tövbe istiğfarda bulunmak gerekir.

    Sevgililer Sevgilisi, kâinatın serveri, dünyanın yaratılış sebebi Hz. Muhammed(sav) “Kim inanarak, sevabını ancak Allah’tan bekleyerek Kadir Gecesi’nde kıyam üzere olursa (uyanık kalıp ihya ederse) geçmiş günahları affedilir.” buyurarak bu gecede yapılacak ibadetlerin önemini belirtir. Gelin bu geceyi son fırsat olarak görüp içini ibadetle dolduralım.
    “Hüküm Gecesi” demek olan Kadir Gecesi manevî bir fırsattır. Sözlerimi büyük fıkıh âlimlerinden Hayreddin Karaman’ın 1965’te kaleme aldığı bir şiirle noktalamak istiyorum.

    “Bizi rahmetine daldır ilâhî
    Kur’an’ından nasip aldır ilâhî
    Aradan perdeyi kaldır ilâhî
    Nasipsiz inmesin kollar bu gece”

    Bu “Milenyum Çağı”nda İslam ümmeti dağınıklık ve perişanlık içinde... Son sözüm dua niyetine: Kadir Gecesi ümmed-i İslam’ın kurtuluşuna ve uyanışına vesile olur inşallah…

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 06.09.2009 - 20:00

    ORUÇ NEFSE KARŞI KALKANDIR

    M.NİHAT MALKOÇ

    “Nefs” kelimesinin ‘ruh, can, kan, benlik, iç, kalp, büyüklük, yücelik, irade’ gibi onlarca karşılığı vardır. Fakat biz burada nefsi “dine uymayan isteklerin kaynağı” olarak kullanacağız. Buna “nefs-i emmare(emreden nefis) ” de diyebiliriz. Adı üzerinde, o sahip olduğu kişiye hep emreder. Onun zehirli oklarının ardı arkası kesilmez. Nefis, eli tetikte bekleyen düşman gibidir. Ondan daha tehlikeli bir düşman yoktur. Onun inancımızı hedef alan kurşunlarından korunabilmek için her zaman teyakkuzda olmak mecburiyetindeyiz. Hadis-i kudside “Nefsine düşmanlık et, çünkü o benim düşmanımdır” diye buyrulmuştur.

    Hüznün sevince dönüştüğü ramazanda nefis; gücünü kaybetmiş, mecali kalmamış bir aslan gibidir. Ramazan dışındaki aylarda olduğu gibi size hükmedemez. İsterseniz onu güçlü bir hamleyle yere serebilirsiniz. Oruç, nefsi yere serebilecek en güçlü hamledir. Onun içindir ki oruç tutanlar nefislerine karşı çok daha güçlü olurlar. Oruç onları nefse karşı bir kalkan gibi korur. Fakat gevşek davranır, nefsi hafife alırsanız yenilen yine siz olursunuz. Ramazanda ona acıyıp arka çıkmamalıyız. Hadiste de belirtildiği gibi “Asıl kahraman, nefsini yenendir”

    Oruçlu ağızlardan kötü söz çıkmaz. Oruçlular ya hak söyler, ya da susar; malayaniden uzak durur. Yalan, gıybet, alaycı sözler oruçlunun ağzından çıkmaz. Oruçluların ayakları Hakk’ın razı olmayacağı mekânlara gitmez. Ramazana teslim olmuş gözler harama bakmaktan sakınırlar. Oruç tutan müminler, kulaklarını kötü sözlerden uzak tutarlar. Oruç sadece ağza değil, bütün organlara tutturulursa kâmil oruç olur. Yani mideyle beraber ağız, göz, kulak, el ve ayak da oruç tutmalıdır. Böyle bir oruç, insanı kötülüklerden koruyarak selamet sahiline ulaştırır. Hz. Peygamber(sav) şöyle buyuruyor: “(Oruçlu) Eğer yalan sözü ve onunla ameli bırakmazsa, Allah’ın onun yemesini ve içmesini bırakmasına ihtiyacı yoktur.”

    Oruç bir nefis eğitimidir. Belki biraz zordur ama mükâfatı da zorluğu derecesinde pek yücedir. Ebu Hüreyre(r.a.) ’den rivayet edildiğine göre Resulullah(sav) şöyle buyurdu: Aziz ve celîl olan Allah ‘İnsanın oruç dışında her ameli kendisi içindir. Oruç benim içindir, mükâfatını da ben vereceğim.’ buyurmuştur… Oruç kalkandır. Biriniz oruç tuttuğu gün kötü söz söylemesin ve kavga etmesin. Şayet biri kendisine söver ya da çatarsa: ‘Ben oruçluyum’ desin. Muhammed’in canı kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, oruçlunun ağız kokusu, Allah katında misk kokusundan daha güzeldir. Oruçlunun rahatlayacağı iki sevinç anı vardır: Birisi, iftar ettiği zaman, diğeri de orucunun sevabıyla Rabbine kavuştuğu andır.”

    Mümin isterse ramazan ayıyla birlikte yeniden doğmuş gibi olabilir. Zira bu af ve mağfiret sağanağında günahlar mum gibi erir, kalpler orucun feyziyle cilalanır. Bir arınma ayı olan ramazanı fırsat bilmeli bütün müminler… Bu ayda kalbi manevî kirlerden arındırmanın yollarını aramalı, bunu ertelememeliyiz. Yüce Rabbimiz “Kim arınırsa kendisi için arınmış olur. (Biliniz ki) Dönüş ancak Allah’adır.” (Fâtır, 18) ” diyor bir ayet-i kerimesinde… Bununla bağlantılı olarak bir başka ayette de “Kendini arıtan (nefsini tezkiye eden) felâha erer. Kendini fenalıklara gömen kimse de ziyana uğrar.” (Şems, 9–10) diyerek kullarını uyarıyor.

    Ümmet bilincini kuvvetlendiren oruç, itaatin ve sabrın da göstergesidir. Oruç, tabir caizse sabrı nefse öğreten bir hocadır. Oruç tutan kişi şehevî isteklerini de frenler. Oruçlunun hâl ve hareketleri helal dairesinin dışına çıkmaz. Böyle davrananlar karşılıklarını fazlasıyla görürler. Nitekim Cenâb-ı Hak bir âyet-i kerîmede kendini sakınanlarla ilgili olarak şöyle buyurur: “Allah’a teslim olan erkekler ve Allah’a teslim olan kadınlar, Allah’a iman eden erkekler ve Allah’a iman eden kadınlar, itaate devam eden erkekler ve itaate devam eden kadınlar, sadık erkekler ve sadık kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, huşû sahibi erkekler ve huşû sahibi kadınlar, tasadduk eden erkekler ve tasadduk eden kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, iffetlerini muhafaza eden erkekler ve iffetlerini muhafaza eden kadınlar, Allah’ı çok zikreden erkekler ve Allah’ı çok zikreden kadınlar var ya; işte Allah, bunlar için bir mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.” (Ahzâb, 35)

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 04.09.2009 - 11:30

    RESULULLAH’IN RAMAZANLARI

    M.NİHAT MALKOÇ

    Ramazan en büyük öğretmendir inanan insanlar için… Açlığı ve susuzluğu, sabrı ve tahammülü, nimetin kadrini bilmeyi öğretir ramazan bizlere. Ramazanda mülkün sahibinin Allah olduğunu, insanların ne kadar da aciz olduğunu yaşayarak öğreniriz bir kere daha...

    “Ramazan ayı girdiği zaman, cennet kapıları açılır, cehennem kapıları kilitlenir. Şeytanlar zincire vurulur.” diyor Resulullah… Bu Müslümanlar için büyük bir müjdedir.

    Her konuda olduğu gibi ramazanda da Resulullah’ın hayatına göz atıp onun yaşadığı ramazanları kendimize model almalıyız. O, bizim önümüzde duran eksiksiz bir modeldir. Her türlü sorunun cevabı ondadır. Yüce İslam dininin Peygamberi, kâinatın serveri Resul-i Ekrem Efendimiz bizlere her konuda mutlak ölçüler koymuştur. Onun mübarek hayatı bizim için ölçüdür. Ona uydukça, onun hayatını hayatımıza yansıttıkça Allah’ın sevdiği kullardan oluruz. Bu yüzden En Sevgili’nin ramazanlarını hep düşünmüş ve merak etmişimdir. Allah’ın Habibi acaba ramazanlarını nasıl geçirirdi? Ramazanlar onun gözünde nasıl anlam kazanırdı?

    Resulullah Efendimiz ramazan ayını bir nimet ve fırsat olarak bilir, gereğini eksiksiz yapar, içini doldururdu. Bu ayda yaşlıları ve düşkünleri ziyaret ederdi. Onların hâl ve hatırını sorar, imkânlar ölçüsünde onlara yardım ederdi. O zamanlar bugünkü kadar bolluk ve zenginlik yoktu. İnsanlar kıt kanaat geçinirlerdi. Peygamberimizin durumu da halkın durumundan farklı değildi. Bu yüzden o mübarek insan iftarda ve sahurda çoğu zaman hurma yer, su içerdi. Bunları da bulamayınca aç sabahlardı. Aslında o isteydi refah içerisinde yaşayabilirdi. Fakat Resulullah elinde ne varsa muhtaçlara dağıtırdı. Başkalarını kendine tercih ederdi. O, eti çok sevdiği halde etle ekmeği bir arada görememiştir. Ya bugünkü müsrif insanlar! ... Onlar sofralarına çeşit çeşit yemekler koysalar da yine yeterince şükretmiyorlar.

    Günümüzde insanlar yemede ve giyimde aşırılığa kaçıyorlar. Ramazan, ahir zaman ümmetine nedense ağır geliyor. Acıkan müminler iftara pek çok çeşit yemek hazırlıyorlar. Bu yemeklerin çoğu yenmiyor, israf ediliyor. Oysa Resulullah Efendimiz “Mide üçe ayrılmalı: bir bölümü yemek, bir bölümü su için olmalı. Son bölüm ise boş kalmalı” diyor. Yani insan tıka basa yememelidir. Fazla yemek nefsi semirtir, ibadetlere bile engel olur. O büyük insan, bugünkü Müslümanların yemekteki aşırılığını görse onları kınardı, belki de onlara acırdı.

    “Her kim inanarak ve karşılığını sırf Allah’tan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa onun geçmiş günahları bağışlanır.” diyor Resulullah Efendimiz… Ne büyük bir müjdedir bu… Ramazanda günahlarla vedalaşmak, arınarak temize çıkmak… Bu ne büyük kazançtır.

    Rahmet Peygamberi olan Hz. Muhammed(sav) bazılarının sandığı gibi ramazanda ibadetlerini aşırı artırmazdı. O, ibadet de dâhil olmak üzere hiçbir şeyde aşırılığa kaçmamıştır. Her konuda ölçü üzere yaşamıştır. O, ibadetlerini on iki aya yaydığı için ramazanda diğer aylardaki ibadetlerine bir kısım takviyeler yapardı. Teravih namazlarını yalnız veya cemaatle kılardı. Kur’an’ı elinden hiç düşürmezdi. Ramazanın en feyizlisini, en dolusunu O yaşardı.

    Ramazan huzura ve kurtuluşa açılan rahmet kapısıdır. Resulullah Efendimiz bir hadiste şöyle diyor: “Ramazanın ilk gecesi olduğu zaman, Cehennem kapıları kapanır, onun hiç bir kapısı açılmaz. Cennet kapıları açılır, o kapılardan hiç biri kapanmaz. Münadi şöyle seslenir: Ey hayır isteyen gel, koş! Ey şer isteyen, (kötülüklere karşı) kendini tut! O ayda Allah’ın cehennemden azatlıları vardır. Bu, Ramazan bitinceye dek her gece vaki olur.”

    Resulullah oruç tutmaktan büyük haz alırdı. O’na sadece dokuz yıl ramazan orucu tutmak nasip olmuştur. Bahsimizi ramazanın feyiz ve bereketiyle ilgili bir hadisle kapatalım: “Âdemoğlunun bütün amellerine karşılık verilecek sevap on mislinden yedi yüz misline kadar katlanır. Allah’u Teâlâ buyurdu ki: Oruç müstesna! Oruç benim içindir, onun karşılığını ancak ben vereceğim. Oruçlu kişi, nefsanî arzularını ve yemesini benim için terk eder. Oruçlu kişi için iki türlü ferahlık vardır: Biri iftar anındaki ferahlık, diğeri Rabbine kavuştuğu zamanki ferahlıktır. Oruçlunun ağız kokusu Allah katında misk kokusundan daha hoştur.”

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 02.09.2009 - 06:30

    HER GÜNÜ BAYRAM OLAN AY: RAMAZAN

    M.NİHAT MALKOÇ

    Ramazan iç muhasebe ayıdır. Bu ayda insanlar içlerine ayna tutarlar. Bir çeşit nefis muhasebesi yaparlar. Bugüne kadar neler yaşadıklarını gözden geçirirler; hayatlarına çekidüzen verirler. Zira ramazan muhasebe ayıdır. Bu ayda Müslümanlar Allah tarafından hesaba çekilmeden kendi kendilerini hesaba çekerler. Basiret nazarlarını iç dünyalarına yönelterek artılarını eksilerini görürler. Kendilerini iman ve ihlâs kantarında tartarlar. Böylece gelecekteki hayatları için bir yol haritası çizerler. Yol yakınken yanlışlardan dönerler.

    Ramazan yenilenme ayıdır. Bu ayda hemen herkes manevî açıdan yenileniyor. Ruhlar ramazan ikliminde soluklanıyor. Sanki manevî bir el değiyor üzerimize. Bu el bizim fazlalıklarımızı törpülüyor; bizleri yeniden kalıba koyuyor, bize en güzel şekli veriyor.

    Ramazan fark etme ayıdır. Bu ayda Allah'ın kudretini kâinat aynasında daha net görebiliyoruz. Etrafımıza tefekkür nazarlarıyla bakıp Allah'ın kudretini ve büyüklüğünü teslim ediyoruz. Çevremizdeki güzelliklerin, çiçeğin, böceğin farkına varıyoruz. Mahlûkatın bize hizmet etmek için yaratıldığını anlıyoruz. Ramazanda çevremizdeki fakirleri, kimsesizleri daha çok görebiliyoruz. Açların ve yoksulların ne kadar zorluklar içerisinde yaşadıklarını daha iyi anlıyoruz. Zira yüreğimize merhamet, gözlerimize basiret geliyor.

    Ramazan uyanış ayıdır. Bu ayda gaflet sularında yüzen bedbahtlar uyanıyor; selamet sahiline doğru kulaç atıyor. Nefsin esareti altında karanlıklara gömülen vicdanlar, kandillerin ışığıyla aydınlanıyor. Vicdanla cüzdan arasında gidip gelenler, cüzdanı bırakıp vicdana yöneliyor. Kurtuluşun yalnızca İslam'da olduğu gerçeği bütün çıplaklığıyla görülüyor.

    Ramazan ümit ayıdır. Bu ayda geleceğe ve kurtuluşa dair ümitlerimiz tazelenir. Ne kadar büyük günahkâr olsak da Allah'ın rahmet ve mağfiretinin bizim günahlarımızdan daha büyük olduğunu fark ederek bataklıklardan kurtulmak için çırpınırız. Duaların gölgesinde korktuklarımızdan emin, umduklarımıza oluruz. Kurumaya yüz tutan köklerimize can gelir.

    Ramazan hayatı düzene koyma ayıdır. Diğer aylarda hayatımız darmadağın iken bu ayda hayatımız düzene girer. Ne zaman yiyeceğimiz, ne zaman uyuyacağımız bellidir. Bir anlamda disiplinine ediyor bizi ramazan… Bu ayda her şey beş vakit namazla anlamlandırılır.

    Ramazan coşku ayıdır. Bu ayda müminler iftar saatlerinde büyük bir coşku ve heyecan yaşıyorlar. İftardan sonra camilere gidilerek dinî ve sosyal münasebetler geliştiriliyor. Manevî feyiz ve bereket tavan yapıyor. Aç ruhlar Kur'an'la, namazla ve zikirle doyuruluyor. Mukabeleler yapılıyor. Kur'an, bütün hayatımızı kuşatıyor. Kaybettiklerimizi elde ediyoruz.

    Ramazan midelerin ve ruhların yıllık bakıma alınma ayıdır. Yıl boyunca tıka basa doldurduğumuz mideler bu ayda istirahat ediyor. Keza ramazan mideyi ve ruhu nadasa bırakmaktır. Orucun sağlığa faydalarını tıp alanındaki uzman kişiler yıllardır söylüyor.

    Ramazan huzur ayıdır. Öncelikle bu ayın iklimine girdiğimizde iç huzuru yakalarız. Bunu toplumsal huzur takip eder. Suçlular bile bu ayda kendilerini firenler. Hırsızlar da bir ay boyunca işlerine(!) ara verirler. Fakat bu sefer de dilenci dediğimiz merhamet hırsızları peydahlanır her sokak başında. Bunların yaptığı da bir çeşit 'kibar hırsızlık' değil midir?

    Ramazan ibadet ayıdır. Bu ayda hemen herkes ibadet seferberliğine çıkar. Diğer zamanlarda cuma namazını bile kılmayanlar bu ayda vakit namazlarını da kılarlar. Diğer zamanlarda cuma kılanlar bu ayda bütün namazlarını cemaatle kılmaya çalışırlar. Vakit namazlarını kılanlar ise mukabelelerle ve teravihlerle manevî zenginliklerini taçlandırırlar. Fakat ne yazık ki bu ayda ibadete koşanların bir kısmı bayram namazı sonrasında uzun sürecek gaflet uykusuna yatarlar. Onlar bir ay ibadetle bütün yılın günahlarının temizleneceğini düşünen gafillerdir. Oysa ibadetin az da olsa devamlı olanı makbuldür.

    Ramazan aşk ve muhabbet ayıdır. Bu ayda sevgililer sevgilisi olan Resulullah Efendimiz yâd edilir. Ona giden yollar müminlerle dolup taşar. Onun bize bıraktığı son din olan İslam'a sıkı sıkıya sarılırız. Kurtuluşa erenler ancak ve ancak Allah'ın ipine sarılanlardır.

    Cevap Yaz

Bu şiir ile ilgili 794 tane yorum bulunmakta