MUDANYA’DAN MAHZUN BİR KRALİÇE GEÇTİ, BANA GÜLÜMSEYEREK.
1956 yılıydı o gün babam, beni Mudanya iskelesindeki iş yerine götürmüştü. İlkokul ikinci sınıftaydım, sekiz yaşlarındaydım. İran Kralı ve Kraliçesi’nin, deniz yoluyla Mudanya’ya geleceği ve kara yoluyla Bursa’ya geçecekleri haberini, radyodan ajansları dinleyenler bütün kasabaya duyurmuştu.
Okulların sadece büyük sınıfları karşılama törenine götüreceğini, öğretmenimden duyunca çok üzülmüştüm. Ablam, beşinci sınıfta olduğundan kraliçeyi görecek, ben göremeyecektim. Ağlamaya başladım, babam üzüldüğümü görünce anneme seslendi:
“İnci’yi hemen giydir, kraliçeyi o da görsün hanım” deyince annem:
“Ağlama kızım, şimdi baban seni de törene götürecek. Kardeşlerine bakacak kimse olsa bende kraliçeyi görmek isterdim” dediğinde sevincimden ne yapacağımı bilemedim.
Annem, en yeni elbisemi giydirmiş ve saçımı tarayıp her zaman olduğu gibi kolalı kurdelemi başıma takmıştı. Babam elimden tutmuş birlikte iskeleye gitmiştik.
İskeleye SAVARONA isimli ATATÜRK’ ün yatı yanaşmıştı. İskelede bulunan herkes merak ve heyecanla yattan çıkacak dünyaca ünlü misafirleri bekliyorlardı.
çatı katındaki odanın
kuytu bir köşesinde
kumaşındaki eski yağmurların
hüzünlü kokusuyla