Mucizelerin Sırrını Keşfeden ‘Oyuncu’ Bi ...

A. Esra Yalazan
198

ŞİİR


3

TAKİPÇİ

Bazen öyle olur. İçiniz kıyıya vuran munis dalgalar gibi kıpırdamaya, göz göz olmuş dantel köpüklerle usulca kabarmaya başlar. Dudaklarınızı araladığınızda titrek sesiniz havada asılı kalır, nasıl anlatacağınızı bilemezsiniz. O muğlâk duygu bir fısıltıya dönüşür; “İçim dalgalanıyor galiba” dersiniz ansızın. Sizi kalple hisseden yakın dostunuz, “neden” diye sormaz, sadece içtenlikle “ne güzel” der. Onun da gözleri kadeh buğusu gibi belli belirsiz ıslanınca biraz mahcup olursunuz. Birlikte başınızı kaldırıp güneşle yıkanmış süt mavisi gökyüzünü seyre dalarsınız sessizce. O mucizenin paylaşılarak çoğaldığı ilk sihirli ‘an’dır. Sonra hayat uzun kuyruklu uçurtmasını koşturarak sürükleyen çocuklar misali olanca neşesiyle kocaman tebessüm etmeye başlar size. Yaşama mecburiyetinin yeknesak ritmini bozan mucizevî küçük işaretleri görebilmenin sevinciyle ürperirsiniz.

Sempatik dalgınlıklarınız sevdiklerinizi bile şaşırtır. Ilık bir sonbahar günü çiçek pazarından aldığınız sümbülleri toprağa gömdüğünüzde, anneniz şefkatle takılır size; “yavrum ilkbaharda ekilir o soğanlar, şaşırdın iyice sen” der, mesela. “Şaşırdım annecim, çok şaşırdım hem de” demek istersiniz ama susup hınzırca edepsiz kıkırtılarınızı dinlersiniz. Yirmi yaşındayken kırk yaşındaki gibi kambur ve ağır hissetmenin suçluluğu geride kalır birden. Kırk yaşında yirmi yaşına dönebilmenin şımarıklığıyla eteklerinizi savurarak caddelerde koşuşturmak istersiniz. Tazelenmiş ömür tam orta yerinden yarılan iri bir nar gibi kendiliğinden dağılıverir. Yokuş aşağıya pıtır pıtır yuvarlanan ateş kıvılcımlı tanelere bakakalırsınız öylece. Mahallenin en yakışıklı, en asabi tekirinin ağzına tek bir sap beyaz papatya tutuşturup sokaklarda dolaştırmaktır tek dileğiniz o an. O huysuza sizi ‘tanrısal ışığa’ yaklaştıran karşılaşmaların sırrını, sözcükleri esneterek, eğerek, bükerek, süsleyerek anlatmaya koyulursunuz. Geniş zamanın içine yayılan ruh kutsal özüne kavuşmuş ve artık nesneler, tabiatın içindeki varlıklar bile söze dönüşmüştür. Yüzünüzde nedensiz bir gülümsemeyle salınarak yürürken dünyanın bütün turunç kokulu mısraları size eşlik etsin istersiniz belki. Hiç sahip olamayacağınızı düşündüğünüz, hayatın kıyısında kalan o sarhoş mutluluk hali, sevdiğiniz bir şairin derin iç çekmesi gibi hülyalı ve bir o kadar gerçektir artık. Ve bu kristal sevinç parçacıkları, uzun zamandır beklediğiniz mucizenin ilk işaretleridir sadece.

Sinema, yazı ve saplantı...

Ben mucizelerden ziyade onları bize bağışlayan gücün kendini gizleyen büyülü varlığına inanırım. O hediyenin ‘zamansızlığıdır’ insanı sağlam tutan. Ve ne gariptir ki yine o karanlık, müphem gelecek algısıdır yaşam heyecanımızı birdenbire tüketen. Bu yüzden umut etmekle vazgeçmenin birbirini kesen, tamamlayan yakıcı ilişkisini şeffaf ama çok içerden anlatabilen yazarları okumayı seviyorum. Geçen sene bu köşede bahsettiğim Margaret Mazzantini, trajedilerin içindeki mucizeleri, derin hayal kırıklıklarına çare olan işaretleri sarsıcı hikâyelerle anlatmayı seven bir yazar. Belki aynı zamanda oyuncu olması sebebiyle cümlelerinde dile gelen duyguları, nesneleri, anları yavaşlatılmış bir film karesi gibi son ana kadar merakla, ilginizi hiç kaybetmeden izliyorsunuz. Sanırım kısa sürede ‘best seller’ şöhretine kavuşmasının sırrı biraz da bu özelliğinde gizli. Doğrusu ‘yüksek edebiyatsever’ taklidi yapanların onu küçümsemesine pek şaşırmam. Öyle yazabilmenin formülü her neyse, bunu açıkça kullanmaktan imtina etmiyor çünkü Mazzantini ama bunu yapmak için kendini paralayıp beceremeyenlerden çok daha sahih. Ve itiraf etmeliyim ki basit ama iz bırakan anlatımıyla, karın boşluğunu gıdıklayan lirik metaforlarıyla taklitçilerini delicesine kıskandıracak kadar kelimeleri doğru buluşturabilme sezgisine sahip.

Tamamını Oku

Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta