27 Aralık 1936 tarihinde aramızdan ayrılan İstiklal Marşı şairimiz Mehmed Akif’i rahmetle yad ediyoruz. İnsanlar eserleriyle ebedileşirler. Bu meyanda Akif hem yaşadığı çile ve mücadele dolu hayatıyla bizlere bir örnek olduğu gibi başta Safahat olmak üzere bıraktığı eserleri onu ebedileştirmiştir. Bu eserleri onun bize bıraktığı ve bizimde nesilden nesile aktarmamızla yükümlü olduğumuz bir emanettir.
Onu anarken onun bu mücadele dolu hayatından ve inandığı davasından örnekler vererek onu daha diri tutmak, yeni neslin kafasında her yönüyle bu dava adamını canlandırmak gerekir. Bu yazımızda bu amaçla Akif’in azmi üzerine durmak istiyoruz.
Mehmed Akif, kendini milletine adamış, onun sorunlarına çözümler arayan bir dava adamı ve idealist bir sanatçıydı. Yaşadığı dönemde ülkenin ve top yekûn İslam coğrafyasının içinde bulunduğu acı durum onu ziyadesiyle rahatsız etmekteydi. Mehmet Âkif, hem milletin içinde bulunduğu içler acısı durumdan hem de bu sıkıntılardan kurtulmak için gayret sarf etmeyen ve yeise düşen kendi devrinin insanından şikâyetçiydi. Ancak o bu durumdan yılmadı, o zamanki sınırlarımız dâhilinde gittiği vatanın en ücra köşelerinde kurtuluşu gerçekleştirmek için insanları mücadeleye çağırdı.
Ye’se karşı Üstadın bu coşkun imanı hiç şüphe yok ki Kur’andan mülhemdir.(Doç. Dr. Ramazan Gülendam, Mehmet Âkif’e Göre Müslümanlardaki Ümitsizlik İlleti)
O masal dağında ünleyen gazal
Güz ve hasret yüklü akşam bulutu
Güz ve güneş yüklü saman kağnısı
Babamdan duyduğum o mahzun gazel
Ahengiyle dalgalandığım harman