Elenmiş toprak ol, bir 'püf'te savrul!
Bir kaç damla yağmur düşsün üstüne.
Ey taş kalbim eri, tüken, yan kavrul!
Basan gül çiğnesin, başın üstüne.
Sen, bilinmez meşhurun, sır küpü aziz varlık!
Kendi övülmüş iken, seni övmüş Peygamber.
En sevgili Nebi'nin, o eşsiz fedakârlık,
Sıfatı canın olmuş, kokunsa miski amber.
Senin gönül iklimin, Tur'u Sina şefkatte,
Üstü çamur, fırınlanmış sır küpü!
En meşhurun, bilinmezin sır küpü!
Sır vermeden, sen parçala kır küpü!
Cevher al, ver! Sırrı verme sır küpü!
Yağ satarız, bal satarız, bağban verir biz satarız,
Tellalız gül pazarında, gülü verirse satarız.
Bağı bostan bağbanındır, gül gözleriz gül bağında,
Dikenine karşı öten, bülbülüz gül budağında.
Ağlıyordu... Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Arada bir; bittiğinden habersiz yanan sigarasından, parmaklarını yakışından habersiz derince bir ' Ah! ' edip nefes çekerken, ' Allah`ım! Aşıklarını yaktığın hicran ateşiyle yakmandan sana sığınırım. ' diye yalvaran cehennemi bile korkutan ateşin gönlündeki ızdırabından kurtulmak istercesine başını kaldırıp, baharın gelişini müjdeleyen ovalara bakıyordu.
Bakıyordu da... Öylesine manâsız ve boş bakıyordu. Zira; önündeki simidi yumuşatıp yemesi için, her on dakikada bir çay getirip götüren garsonu bile farketmiyordu...
Kendi kendine konuşurken, neler mırıldandığını duyabilmek için, rahatsız edermiyim endişesi ve korkusuyla yavaş yavaş yanına sokuluyordum usulca ben de...
Sayıları parmakların adedini geçmeyecek kadar az bir kaç ehli aşk ile geceleri nerede içip demlendiği belli olmayan, seher vakitlerine kadar sokaklarda pervasızca 'Hu! Hu! ' diye bağıran kasabanın hırpani delisinin dışında, herkes onu kasap olarak bilir, usta diye çağırırdı.
Asalet, letafet, zerafet, şefkat ve merhamet gibi kemal sıfatlar da öyle ileri gitmişti ki; Aşk Peygamberi Hz. Mustafa`ya (S.A.V.) , şüphe götürmez varis oluvermişti sanki...
Bir seferinde ağlayarak dükkândan çıkan deliye;
- Ne oldu, niye ağlıyorsun? Aziz baba sana et vermedi mi yoksa? diye sorduklarında;
- Be Allah`ın körleri! .. Meyhanede etin ne işi var? Sonra ben sizler gibi ölü eti yiyenlerden değilim ki... Şarap içirip aklımın geri kalanını da aldı benden, ona ağlıyorum. Sevdiğim dilberi gösterip, beni derde saldı ona ağlıyorum, dediği kasabanın diline bir günde sakız olmuştu da, o günden beri 'Aziz Baba' diye ünlenirdi yıllardır...
Hem derdim hem dermanımsın, hergün ahım gün ahımsın,
Sevabı neyleyim sensiz, işlediğim günahımsın.
Gözlerin harami olup, bin ok atarken yarama,
Sonra gelip merhem süren, can hekimi lokmanımsın.



-
Ali Sekülü
-
Ali Sekülü
Tüm YorumlarNeden Mevlana Son Olsun (Kitap çalışması) İnsan hidayet vesilesi ile arayışa düşmüş ise “Turnalar hangi göle konacağını bilir” cümlesinde işaret buyrulduğu şekilde, eğer denk getirilirse, yanlarına geldiklerinde, o şefkat ve merhamet denizi gibi olan kâmillerden ayrılmayı düşünemez. Nasıl ayrılsın, ...
Neden Mevlana Son Olsun (Kitap çalışması) İnsan hidayet vesilesi ile arayışa düşmüş ise “Turnalar hangi göle konacağını bilir” cümlesinde işaret buyrulduğu şekilde, eğer denk getirilirse, yanlarına geldiklerinde, o şefkat ve merhamet denizi gibi olan kâmillerden ayrılmayı düşünemez. Nasıl ayrılsın, ...