Hasan herzaman yaptığı gibi, yine koyunlarını önüne katmış onları otlatmak için derenin kenarında ki otlağa götürmüştü. Kavalını çıkarıp başladı yanık türküler çalmaya. Bazen etkisinde kalıp gözyaşlarıyla yıkardı yüzünü. Babasını küçük yaşta kaybettiği için annesiyle birlikte yaşıyordu. Yüzünü bile zor hatırladığı babası içinde gözyaşı dökerdi kavalını çalarken. Anesi de hergün kendisine, içinde yiyecek olan bir çıkın hazırlardı. Öğleye doğru karnı acıkır yemeğini yer, ondan sonra da ağacın altında uykuya dalardı.
Öğlen olmuş karnı acıkmıştı.
-Annem neler hazırladı bir bakayım.
Aslında annesi hergün bahçeden topladığı domates, taze soğan biraz da koyun sütünden yaptığı peyniri hazırlardı oğlu için. Ama Hasan sanki hergün ayrı yiyecekler çıkacakmış gibi açardı çıkınını. Birgüzel karnını doyurur ağacın gölgesinde kıvrılıp uyurdu. Hava mis gibi, ılık ılık rüzgar, uykusunu daha da körüklüyordu sanki. Zoraki gözlerini açıp koyunlarına birkez daha baktı.
-Kendi halinde otluyorlar dedikten sonra uykuya daldı.
-Hasan Hasan bana yardım et.
-Sen de kimsin nerdesin. Seni göremiyorum yalnız sesini duyuyorum.
Yohdur anun yanında bir kılca i'tibârum
İnsâf hoşdur ey ışk ancak meni zebûn et
Ha böyle mihnet ile geçsün mi rûzigârum