Yıl 1998. Aylardan ağustos günlerden çarşamba. Bir tohum toprağı çatlatırcasına gün yüzüne çıkıyordu. Ne kadar müthiş bir duyguydu bu. Belki de bu tohum bir kelebeğe, bir arıya ya da sayısız insana bir umut olacak.
Nalin altı takvim öncesinde yoksul ve cılız bir toprağın içinde yaşam mücadelesi için topraktan yeryüzüne doğru çıkan küçücük bir bitkiydi. O belki de bu topraklarda şiddetli fırtınalara ve yağmurlara karşı en çok direnen bitkiydi.
Burası Erzurum’un Tekman ilçesine bağlı bir köydür. Burada yazlar genellikle serin olur ve sıcaklıklar pek de hissedilmez. Bu yüzden umutlarını güneşe sermeye çalışan dünya kadar insan tanınır bu köyde. Ne zaman güneş doğacak bu köyde; Nalin için, bu köy için, bu halk için bilinmeyen bir gerçek.
Nalin kerpiçlerden yapılma bir evin içinde ailesiyle birlikte yaşamaya çalışıyordu. Altı buçuğunda babasının da isteğiyle okula kaydedildi. Okula her sabah kırk sayfalık iki defteri, durmadan yarınlara koşmaya çalışan terliğiyle ve yüzündeki gülümsemeleriyle beraber gelir ve kendini çok sevdiği öğretmenin yanında bulurdu. Okula her girdiğinde gözlerini öğretmenin lojmanına diker ve bir kelime bile de olsa öğretmeni ile konuşmaya çalışırdı. O iki dilde ikiden fazla cümlenin kurma sevincini öğretmeniyle beraber yaşıyordu ve bu mutluluğu öğretmenine de yaşatıyordu. Günler aylar derken kış hafiften selama durmuştu. Bu selamı en geç alan aile ise Nalin’in ailesi olmuştu. Kıt kanaat geçinen bu aile evde besledikleri birkaç hayvanın geliriyle geçimini sağlıyorlardı. Bu yüzden kış hazırlıklarını yapmakta bir hayli gecikiyorlardı.
Eylül ortası ekim derken Nalin’in ayağında hala yazdan kalma terlikleri duruyordu. Bu nahoş mecburi görüntü köy öğretmenin gözünden kaçmadı. Köy öğretmeni şehre ilk fırsatta gittiği gibi Nalin’e bir çift ayakkabı alması için içinden kendi kendine söz verdi. Neyse ki daha köy öğretmeni şehre gitmeden okula köy muhtarı tarafından öğretmene bir mektup getirildi. Bu mektup başka bir öğretmenden gelmişti. Mektupta geçen hal hatırın ortasına okula yardım edilme talebi de eklenmişti ve bu yardımın bir iki hafta içinde okullarına da ulaşacağını bildirmişti.
Köy öğretmenin her gün bir gözü sürekli köy yolunda diğer gözü ise Nalin’deydi. Onun içindeki en büyük istek ise o yardım paketini açtığında o pakette Nalin’in ayağına olabilecek uygun bir ayakkabıyı bulmaktı.
Ekim’den sayılı birkaç gün geçe yoldan köylülerin daha önce hiç bilmediği bir araba geliyordu. Bu resmi araç köye her yakınlaştığında köylülerin içindeki olasılıklar da değişime uğruyordu. Köy öğretmeni öğrencileri teneffüse bıraktığı gibi resmi aracın okul kapısının önünde durduğunu görür görmez yüzünde sevinç tohumları yeşerdi. Okula getirilen yardımlar köydeki birkaç gencin yardımıyla okulun içine alındı. Beşinci ders saatinde öğretmen hediye paketlerinin içine bakadurdu. Eldiven, bere, kazaklar derken öğretmen heyecanlı ve mutlu bir şekilde her seferinde yeni paketi açıyordu. Nihayetinde ayakkabıların olduğu paketi de bulduğunda ancak rahat bir nefes alabilmişti. Bunlar paketlerden çıkarıldıktan sonra öğretmen öğrencileri yavaştan teker teker çağırmaya başladı. Öğretmen daha ilk öğrenciyi yanına çağırmadan Nalin’den terliğinin çıkarılmasını isteyip numarasına bakıverdi. Terlik numarasının son hanesi okunmadığı için Nalin’e uygun ayakkabıyı vermekte gecikeceği de belliydi. Öğretmen Nalin’in elinden tutarak onu tek başına bir iki dakikalık o yerde serili duran ayakkabı ve elbiselerin içine bıraktı. Öğretmenin yüreği de Nalin’in yüreği gibi neredeyse yerinden çıkacak gibiydi. Bu ilk andaki mutluluk biraz bittiği gibi Nalin öğretmene bir soru yönelterek:
-Öğretmenim bunlar çok güzel, buradan istediklerimi alabilir miyim?
Öğretmenin gözünden sevinçten gözyaşları akarak:
-Tabiki de.
Nalin onca şeylerin içinden daha önce hiç görmediği bir çizmeyi aldı. Üstelik bunun ismini bile bilmiyordu ve öğretmenine şunları söyledi.
-Öğretmenim o mor şeyi istiyorum.
Nalin çizmesini aldığı gibi öğretmeni ona giydirdi. Daha önceleri soğuktan yüzüne yansıyan o renk artık çizmesine geçmişti. Ve yüzü şimdi rengârenkti. Okul çıkışında eve koşarak diğer odada kapı önünde çizmesini giyerek annesinin karşısına geçti. Kürtçe kelimelerle şunları söyledi.
‘’yade iro mamoste viya damın pür xüşıke. Navewe çiye ez nızanım. Mın wek mamostexe pür je heskır.’’ (Anne bugün öğretmen bunu bana verdi çok güzeldir, bunun isminin ne olduğunu bile bilmiyorum. Ben öğretmenim gibi onu da çok sevdim.)
Nalin akşama kadar onlarca defa kapı önündeki çizmesine bakıp duruyordu ve bunu annesine belli ettirmemeye çalışsa da annesinin gözünden kaçmadı. Uyku saatlerine doğru karanlıkların içinden ilk gecenin yarısında sessizce çizmelerini alıp onları yastığının başucuna katarak uyudu. Anne ve babası bunu ancak sabah uyandıklarında fark edebildiler.
Günler aylar geçerken Nalin çizmesine özenle bakmaya çalışıyordu. Vakit yazı bulduğunda babası kışın biraz da olsun rahat geçinebilmeleri için pamuk toplamak için Çukurova’ya gitmeye karar verdi. Bu karar kesinleştiği gibi Nalin’in ailesi ve köyden birkaç aile haftaya Perşembe günü beraber yola çıkacaklarını biri diğerine bildirmeye çalışıyordu. Nalin’in annesi gidiş için gerekli hazırlıkları yaparken Nalin de annesine bir yandan yardım ediyor bir yandan da onunla sohbet ediyordu. Gerekli eşyalarını toplarken birden mutfak tezgâhının altındaki çizmesi gözüne çarptı. Annesine seslenerek bu çizmesini Çukurova’ya mutlaka götürmesi için ondan izin almaya çalışıyordu ve uzun süren itirazlardan sonra Nalin en sevdiği çizmesini de siyah bir poşetin içine katarak işlerini bitirdiler.
Vakit Perşembe, saat 5.30 civarındaydı. Herkes kendi eşyalarıyla birlikte kapısının önünden ayrılıp köy meydanında toplandılar. Daha fazla sıcağa yakalanmamak için bütün işlerini hızlı bir şekilde canla başla beraber yapmaya çalışıyorlardı. Nalin ve babası arabanın ön koltuğunda annesi ise arabanın diğer koltukların birinde oturuyordu. Araba birkaç kilometre yol aldıktan sonra Nalin birden annesine seslenip mor çizmesini getirip getirmediğini söyledi. Bunu duyan şoför ve diğerleri Nalin’in bu tatlı haline gülümsedikten sonra şoför Nalin’e seslenerek:
-Sen bu yazın ortasında çizmeyi ne yapacaksın. Hem baksana her taraf sıcak, Çukurova daha da sıcaktır.
-Ama ben mor çizmemi seviyorum Şakir amca. Geldiğimde ya mor çizmem yerinde değilse. Sen de sevdiğin eşyalarını yanında taşımaz mısın?
Uzun bir yolculuğun sonunda Çukurova’ ya varmıştılar. Nalin’in içinde kaybolduğu bu pamuk tarlalarında dünya kadar işçi çalışıyordu. Hepsi de pes etmeden işi en kısa zamanda bitirip yevmiyelerini erkenden almanın derdindeydiler. Yolcular ilk gün dinlendikten sonra ertesi gün işe başlamaya koyuldular. Nalin sonsuz yeşilliklerin içinde kalbi kıpır kıpır atmaya başlıyordu. Bazen ayağı pamuk tarlaların içindeki çamura batıyordu bazen annesine ve babasına su yetiştirmeye çalıştırıyordu. Bazen de oradaki yaşıtlarıyla oynamaya çalışıyordu.
Bataklıkların olduğu yerde kimi zaman çizmesini giyip o bataklıklardan nasıl çıkacağını öğreniyordu. Ona sonsuz bir mutluluk vaat edilmişçesine çizmesiyle sürekli koşuyordu. Kimi zaman tek başına çoğu zaman arkadaşı Rojda’yla..
…….
Gün gelmiş, pamuk işi bitmişti. Ayrılık vakti yaklaşmıştı. Nalin annesinin yanında sessizce onunla konuşup çizmesini arkadaşına hediye etmek istediğini söyledi. Annesi bu teklifi kabul eder etmez Nalin yanından bir türlü ayıramadığı mor çizmelerini en sevdiği arkadaşı Rojda’ya sımsıkı sarıldıktan sonra ona hediye etti. Nalin arabaya bindikten sonra geride kalan onların o anki masum gözyaşları oldu.
Nalin’in araba camlarında, Rojda’nınsa üstündeki elbiselerinde….
-SON-
Ramazan Ok
Kayıt Tarihi : 4.12.2019 21:34:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
TÜM YORUMLAR (1)