Rüzgar eser, yağmur yağar, tilkiler üşür;
Bir odun parçası aydınlatır ocağı.
Anne ateşin önünde perişan,
Anne ateşin içinde hür...
Rüzgar eser, yağmur yağar, tilkiler üşür.
Yağmurlar sırtıyla sırtımın arasındadır;
Sende; ben, kutba giden bir geminin sergüzeştini,
Sende; ben, kumarbaz macerasını keşiflerin,
Sende uzaklığı,
Sende; ben, imkansızlığı seviyorum.
Güneşli bir ormana dalar gibi dalmak gözlerine
Devamını Oku
Sende; ben, kumarbaz macerasını keşiflerin,
Sende uzaklığı,
Sende; ben, imkansızlığı seviyorum.
Güneşli bir ormana dalar gibi dalmak gözlerine
''...Beni bir azizin nefesi uçurur, kalbimde Allah'ın elleri durur...'' Sezai Karakoç
Antoloji yetkilisine teşekkür ederim duyarlı davranışından dolayı
Bir şiiri bir eseri beğenirsiniz veya beğenmezsiniz saygı duyulur. Eleştirebilirsinizde bunada saygı duyulur, ama terbiye denen bir şey vardır bu yukarıda saydıklarımın hepsinede terbiye sınırları içerisinde saygı duyulur. O sınırlar aşılınca, o sınırları aşana terbiyesiz denilir. Ancak bundan öteye bu sınırları aşana onun misli ile cevap vermek ise edebiyatçılara yakışmaz diye düşünüyorum. Ayrıca Antoloji yetkililerinin bu sınırlara dikkat edeceğini umuyorum. Çünkü bu sayfaya çirkin ve küfür diye tabir edilebilecek sözleri hiçmi hiç yakıştıramıyorum ve bir antoloji üyesi olarakta görmekten rahatsız olduğumu belirtmek istemiyorum. Saygılarımla
Monna Rosa -III- Pişmanlık ve Çileler
Rüzgar eser, yağmur yağar, tilkiler üşür;
Bir odun parçası aydınlatır ocağı.
Anne ateşin önünde perişan,
Anne ateşin içinde hür...
Rüzgar eser, yağmur yağar, tilkiler üşür.
Yağmurlar sırtıyla sırtımın arasındadır;
Şarkılar dudaklarıyla dudaklarımın.
Bin parçaya böldü beni bir divane sır,
Sesi geliyor sesi günahkar çocukların;
Şarkılar dudaklarıyla dudaklarımın arasındadır.
Gönüller yanarak kavuşacaktı;
Yüzdeki ıstırap, çile ocağı,
Onun bu ocakta yanan toprağı,
Bir gece rüyamda avuçlarımı yaktı,
Gönüller yanarak kavuşacaktı.
Benim gözlerim yeşildir, onun gözleri kara;
Ben günah kadar beyazım, o tövbe kadar kara.
Annenin başı elleri arasında,
Parmağında aydınlık günlerden kalma yüzük.
Bir fotoğraf asılıdır duvarda:
Aynaya, geceye, maziye dönük,
Annenin başı elleri arasında,
Bir tüfeğin burnu havadadır,
Ateş almak üzredir, mermisiz.
Ben bir küçük kızım, ben bir deli kızım,
Siz beni ne anlarsınız siz!
Bir tüfek ateş almak üzredir, mermisiz...
Bir saman çöpüne tutunmuş kızların
Eteğini ben çektim.
NEyleyim göğsümü kara dağın sert rüzgarı doldurmuş,
Annemden ilk sütü Gülce'de içtim.
Ankara'ya, çatal dağa biz zindandan gün vurmuş:
Az kalsın yerine ben ölecektim
Bir saman çöpüne tutunmuş kızların...
Kediler halıları parçalıyor,
Kırmızı bir ışık düşüyor yere.
Annenin dizinde derman yok,
Annenin kafası iki parçadır.
Hükmedemiyor insan ruhuna ateş,
Rüzgar hükmedemiyor incecik perdelere;
Kediler halıları parçalıyor.
Ateşte sarı gül açan saksılar,
Kızarmış bir ekmek gibi duruyor;
Kulağıma garip sesler geliyor.
Kuş yumurtasından çıkan insanlar
Ahırda bir ata eğer vuruyor,
Kulağıma garip sesler geliyor.
Ben bir şarkı, ben bir tüyüm;
Ben Meryemin yanağındaki tüyüm.
Beni bir azizin nefesi uçurur,
Kalbimde Allahın elleri durur.
Cici ayaklarım iplikle bağlı,
Ben onun sılası, kendimin gurbetiyim;
Ben bir azizin hasreti,
Ben Meryem'in yanağındaki tüyüm.
Benim gözlerim yeşildir, evet evet, onun gözleri kara;
Ben günah kadar beyazım, o tövbe kadar kara...
Ocak sönüyor, ateş kül oluyor.
Annenin saçları beyaz,
Anne saçlarını yoluyor.
Ateşin içinde gül açar, servi büyür, ardıç büyür, çocuk büyür;
Ocak sönüyor, ateş kül oluyor,
Anne ruhunda ruhuma eğiliyor.
Yaralı kuş kanadını ısıtan
Bir güneş toprağı yarıp çıkacak.
Kadınlar sansa da yaşadığını,
Şarkısız kaldıkça yaşamayacak.
Kadınları şarkılar, geceler aydınlatır.
Kadınları şarkılar, akrepler aydınlatır.
Kadınları şarkılar, zehirler aydınlatır...
Artık ben gideceğim, ata eğer vuruyorlar.
Hatıralarımı birer birer yakacağım.
Entarimi parça parça edip
Zehirli kirpilere bırakacağım.
Beyaz bir kayanın üstüne çıkıp
Göğsüme siyah bir gül takacağım.
Batan güne doğru kurşunlar sıkıp
Kendimi boşluğa bırakacağım.
Ayaklarımın altından geçiyor bir deniz...
Ben bir küçük kızım, ben bir deli kızım,
Siz beni ne anlarsınız siz!
Artık ben gideceğim atım kişniyor;
Bir bebek mum istiyor, bir ölü şarkı istiyor,
Ayaklarımın altından geçiyor bir deniz, bir deniz;
Beni onun gözleri çağırıyor, duramam duramam.
Benim gözlerim yeşildir, ah, onun gözleri kara;
Ben günah kadar beyazım, o tövbe kadar kara...
1952, Güz
Sezai Karakoç
ŞİİRDEN ESİN / TİLER:
BİR ŞARKI BİR ÜLKÜ
I
Uzadıkça uzadı gündüzler, geceler uzadıkça uzadı kısaldıkça kısalacağına… Hain bir hazirana hazırlıksız yakalandım. Yaz, yaktı kavurdu içimi! Ateş, hançerin başka bir biçimi…
Yavaş yavaş kısalmaya başlayacaktı gündüzler, geceler alacaktı onun verdiklerini… Gerçekten kısaldı da ben mi farkına varmadım! Ne günleri bitirebildim ne geceleri tüketebildim! Zaman, aynı zamandır da hani… Hastalar için bir türlü geçmek bilmez, sağlar içinse birer avuçtur, yetmez!
Yaz nasıl geçti nazlı nazlı! Güneş dimdik yakarak, gece ay kavurarak!.. Savurarak seni dağların arkasına, beni beynimden vurarak… Nasıl hedeflendi hedeflendi de teğet geçti bağrımdan, o gözümün önünden gitmeyen, kalbime saplanıp çıkmayan hançer!..
“Yandı Çukurova yandı!..” Yandı Ankara! Yandı bu kara delikanlı!.. Hem de nasıl, bu fukara…
Güz… İki âşık birbirine küs… Serin esmeye başlamış rüzgâr. Bende halen sam yeli… Ben aşkından sırılsıklamım, yağan yağmurlar ne ki! O kurnazlar var ya pusuya yatan: “Aslan ininden çıksa da içeriye dalsak!..” diye bekleşen, o sana ekleşen, bana dikleşen kurnaz tilkiler var ya… Bu havalar ancak onları üşütür!
Ocakta bir tek odun kalmış, yanmayan… Fakat içini aydınlatabilmekte… Gölgeler oynaşmakta duvarlarda… Evi ocağı da anne baba aydınlatabilir, aynı onun gibi… Bir kişi bir milleti aydınlatabilir, bu gidişten kurtarabilir.
Dört bir yanı ateşler sarmış! Anne yangının önünde duruyor ve bir şey yapmıyor. Sanki eli kolu bağlanmış. Oysa o esir değil! Yalımlar boyunu aşmış olsa da kendisini ateşe atmalı ve hayatı pahasına yavrusunu o ateşin içinden çekip çıkarmalı! Ancak o zaman özgür hissedebilir kendisini. Artık ne yandan eserse essin rüzgâr!
Rüzgâr… Karayel, keşişleme… Başımda kavak yelleri… Yağmurlar boşanır gözlerimden! O çıtkırıldım kızlar var ya o hanım evladı erkekler… Kurnaz tilkiler… İşte onlar üşür, ben üşümem! Ben güneydoğuluyum. Yüce dağların, sert kayalıkların mert oğluyum. Çakı gibi dimdik, Yunusun odunu gibi dosdoğruyum!
Eskiden de yağardı yağmurlar ve biz hep yan yana ıslanırdık… Islanırdık da ıslandığımızın farkına bile varmazdık! Şimdi sırt sırtayız artık. Ah o hain dargınlık!.. O tezat… Uyuşmazlık…
Zıt istikâmetle doğru yol almaktayız. Bir düello başlangıcında… Sonunda ikimiz birden vurulacağız! Sen benim sebebim olacaksın, sürüklendiğin sel de senin…
Oysa sırt sırta vercektik. Bir yuva kuracak, mutlu olacaktık! Yine sırt sırtayız, sevgili. Sırtlarımızın arasında bitimsiz yağmurlar… Gözyaşı yağmurları… Bardaktan boşalırcasına! Aralıksız… Atmosfer oldukça gergin, hava saikalı…
***
II
Eskiden şarkılar söylerdik birbirimize… Hep yüz yüz yüze bakarak mırıldanırdık… Şarkılar dudaklarından, şarkılar dudaklarımdan dökülürdü. Dudaklarımızda şarkılar vardı ve öylece kalakaldı… O zamandan beri şarkı söyleyemedim. Ağıt bile yakamadım şöyle adamakılı! Beni paramparça etti, yüreğimin içine sıvadığım sır!.. Kim bilir daha kaç asır sürecek suskunluğum… Sana deli divane, sana mecnunlar gibi susuzluğum!..
Sesin geliyor, geçmişi aşarak… Sesim geliyor, o zamanlardan… Seslerimiz… Biz iki öğrenci… İki sevda sarhoşu çocuk… Günah mı işliyorduk! Şarkılar dökülürdü dudaklarımızdan… Hevesimiz kursağımızda, ayrılık acısı boğazımızda, şarkılarımız dudaklarımızın arasında kaldı. Mazide kalan tüm anılarımızın arasında yer aldı.
Hem bir şarkısı olmalı insanın… Bir türküsü, bir ülküsü yani kısaca… Haykırmak istiyor, yutkunuyor, yutkunuyorum… Rahatça açamadıkça mahvetti o sır beni! Çocuklar günahlara batıyorlar! Bataklıklardan geliyor sesleri… El uzatamıyorum. Elim kolum bağlı! İdealim, onların yardım çağrıları yapan dudaklarıyla benim dudaklarımın arasında… Onları ben kurtarmalıyım! Ülkümü sır edip dişlerimin arkasında saklayarak değil aksine yayarak o kurtuluşu gerçekleştirmeliyim ama ne yazık ki yapamıyorum!
Kalplerimizdeki sönmek bilmeyen ateşle yol alacak, gönüllerimiz yanacak, bizi kavuşturacaktı birbirimize! Aşk ateşi yalım yalım vurmuştu yanaklarımıza…
Şimdi yüzlerimizde yoğun bir ıstırap ifadesi… Ocağına düşmüşüz çilenin! O ateşle yanan tenin, bir gece rüyamda… Sana dokunduğumda, avuçlarımı yaktı, kavlattı benim! Oysa bu bedenler yana yana birbirini bulacaktı! Tenin ne kadar da sıcaktı!..
Gözlerimde yemyeşil gözlerin… Gözlerinde kapkara gözlerim… Günah beyaz olursa, ben de bembeyazım, tövbe siyah olursa sen de kapkarasın! Yani sen kar beyazsın tövbe gibi ap ak… Bense günah kadar kara, kapkara…
Annen de mahvoluyor evladıyla birlikte… Kendisi parmağındaki alyansı şerefle taşımakta… Bir de resmi var duvarda. Resim taklitçiliğe, cehalete, geçmişe bakıyor bakıyor ve çok üzülüyor! O da ne yapacağını bilmez vaziyette… Almış çileli başını avuçlarının arasına, kara kara düşünmekte… Başı, ellerinin arasında… Dilediği yöne çevirebilir. Düşündüğünü gerçekleştirme kararı alabilir. Her şey ona bağlı…
***
III
İçlerinde mermi olmayan tüfeklerin burunları havadadır. Boş başakların da başları, aynı şekilde… Sanki mermisiz ateş alacaklar! Oysa kendi kendilerini yakmaktalar!
”Ben bir küçük kızım, ben bir deli kızım,
Siz beni ne anlarsınız siz!” demekteler.
Ateş alacaklar almasına da vuracaklarına vurulacak, yakacaklarına yanacaklar! Yazık! Çok yazık!.. Heba olmak üzereler!
Neydi benim suçum? İdrarın üstündeki saman çöpünden başka bir şey olmayan baldırı bacağı açık kızların eteklerinin biraz uzun olmasını istemek mi?
Adet demiştim, gelenek görenek demiştim, töre demiştim! “At sahibine göre kişner, kişnemeli!” demiştim! Bizim yöre böyle böyledir, biz böyle böyleyiz, ona göre…” demiştim! Demiştim de hata mı işlemiştim!..
Ne yapayım yani! Ben dağ köylüsüyüm! Muhallebi çocuğu değilim! Tertemiz dağ rüzgârlarını soluyarak yetişmişim! O rüzgârlar ki melteme falan benzemezler! Serttirler!.. Mizacımın sertliği bizim oralardan gelir. O yüce dağlardan, yalçın kayalıklardan… Dedim ya güzelim, ben buyum, başka türlü olamam! Baba ocağında bu şekilde pişmiş, biçimlenmişim!
Ben sen olmuştum artık. Annen annem olmuştu sanki. Sadece seni değil de sanki beni de doğurmuştu. İlk kez senin doğduğun yerde, Gevye’de emzirmişti beni de.
Liseyi bitirince, aile kontrolünden çıkmış, zindandan kaçmış, prangadan kurtulmuş bir mahkûm gibi pürneşe gelmiştin Ankara'ya, Çataldağ’a yerleşmiştin. Hani sen bana emanet edilmişsin gibi, seni kendim gibi, hâttâ çok daha dikkâtle korumayı vazife bellemiştim. Sanki benmişsin, benimmişsin gibi… Sana, senden çok değer vermiştim, öyle ihtimamla korumuştum!
Siz, burnu havada kızlar! İdrar üstünde yüzmekte olan saman çöpü gibiydiniz. Kendinizi ne zannettiniz? Sizin için o kadar endişelendim, kendimi o kadar paraladım ki sizi kurtaracağım diye az kalsın ben ölecektim!..
Mart kedileri gibi gençlik! Halıların üstünde oynuyor, zıplıyor, dans ediyorsunuz! Sorumluluk duygusu diye bir şey yok! Ar namına hiçbir şey kalmamış!.. Cehennemi kızıl bir ışık sarıyor ülkemi!
Annen ne yapsın! Onun gücü yeter mi bu azgın selin önünde durmaya!.. O da ikircikli… Bir aklı diyor ki: “Cemiyet bozuldu, iyi koru kızını!” Bir aklı da diyor ki: “Gençlikte olur böyle şeyler… Bir kereden bi şeycik olmaz! Azıcık dünyadan hevesini alıversin!..”
Annenin bir aklı da sende… Fakat elinden gelecek bir şey de yok, görünürde…
Ne yapsaydım yani? Karışmasa mıydım? Korumaya çalışmasa mıydım?
Kızıl felaket!.. Kızıl cehennem, nihayetinde… Ülkem ateş içinde!.. Yalımlar evlerimize ocaklarımıza sokmuş çatallı dillerini. İller değişmiş, diller değişmiş, haller değişmiş!
İnsanda öyle bir nefs var ki, ona hükmedilemiyor! Nefsin ateşi yakıyor ruhu! İncecik perdeler bile rüzgâra karşı direniyor. Kafa tutuyor bir biçimde… Esinti söz geçiremiyor onlara. Laf söz kâr etmiyor!
Ben de size söz geçiremedim. Kimse zapt edemez sizi! Siz hepiniz aynı çarktan çıkmaydınız. Aşıydınız! Aşılanmıştınız. Evlerde partiler veriyor, ter ter tepiniyordunuz!.. Bunu marifet biliyordunuz: “Ne var bunda! Eğleniyoruz…” diyordunuz. Mart kedileri gibiydiniz.
Sarışın sarışın yavrular verecek olan sevgili, ateşin ortasında!.. Kızarmış bir ekmek gibi duruyor, iştah uyandırıcı rayihalar saçıyor, aç kurtların karşısında…
Bir taraftan da kulağıma bir takım söylentiler gelmeye başladı. Acayip sesler… Kaldıramayacağım ağırlıkta… Tahammül edemeyeceğim çirkinlikte…
Kuş yumurtasından çıkmış parmak çocuklara benzeyen o küçük insanlar, insancıklar, boylarından büyük işler yapmaya kalkmışlardı. Benim gibi Torosların deli tayına eyer vurmaya çalışıyorlardı. Yarış atı yapacaklardı akılları sıra…
Ehlileştirebileceğinizi mi sanmıştınız! Üstüme binip, dilediğiniz yere sürecektiniz, öyle mi!.. Gülerim halinize! Yazıklar olsun zihniyetinize!..
Şimdi başka bir at bulmuşsundur, eyerlemeye çalışıyorsundur. Mübarek olsun! İyi tımarla! Böyle olduğuna dair bir şeyler geldi kulağıma da… Yalansa da yakındır! Meraklanma!
Ben bir şarkı, bir türküyüm. Türk’ün türküsüyüm! Türk oğlu Türküm!.. Yetişim tarzım belli… Aslm belli neslim belli!..
Ben de sever sayarım Hazreti Meryem’i. Hem de yanağındaki tüy gibiyim ama Batılılaşamam, Hıristiyan adetlerini tatbik edemem! Benim en seçkin kul olan büyük bir önderim var! Dejenere olmuş gençlere benzemem! İslamiyetten bir milim uzaklaşmak niyetinde değilim! Ben bu aziz millettenim! Benim için bir eren dua edebilir. Ancak onun duasına: “Amin!” diyebilirim. Bir azizin duasına: “Amen!” dememi bekleme benden! Aziz olabilmem için bana yalnız Aziz lazım!
Allah’ın eli üstümde, sevgisi gönlümdedir. Ayaklarımdan yakalanmış, dinime prangayla bağlanmışım. Gönüllü mahkûmu, meftunuyum O’nun! O, bendedir! Beni geçmiş, benden ötededir…
Sense kendine yabancılaşmışsın. Ne yazık ki fersah fersah uzaksın dininden, özünden, kendinden! Aslını unutmuşsun. Sen azize hasretsin. Bir tüy kadar küçük ve güçsüz… Ne kadar çirkin duruyorsun güzeller güzeli Meryem’in mübarek yüzünde!..
Biz zıt kutuplara doğru yol almaktaydık, sevgili. O kadar farklı görüşlere sahiptik ki birlikteyken bile kat edilmesi imkânsız büyük bir mesafe vardı aramızda.
Sen Batıya özeniyordun, ecnebilere benzemek istiyordun. Onları taklit ediyordun maymunlar gibi… Öyle ya… Bir göçmen kızıydın, unutmuşum bir an da… Aslın feslin oralıydı. Yerin yurdun onların yanı… Kendi kültürüne yabancıydın. Avrupalı gibi hissediyordun kendini. Hıristiyan dünyasına aitmişsin gibi… İsa’ya ne kadar yakınsan, İslam’a o denli uzaktın…
Gözleri yeşil... Avrupa kökenli... Benim soyum sopum belli! Gözlerim kara… Safkan Anadolu çocuğuyum. Sen, günahkâr ne kadar temiz olabilirse o kadar temizsin, ben tövbe ne kadar kötü olabilirse o kadar kötü! İkimiz de günahkârız ama sen günaha devam etmektesin, bense tövbeye… Onun için beni terk ettin, çekip gittin Gevye’ye…
***
IV
Kültür emperyalizmi nedeniyle daha kurulmadan yıkılan yuvam gibi nice ocaklar sönüyor, ülkemde! Avrupa’dan esen o rezil rüzgâr, önüne katmış sürükleyip götürüyor yeni nesli! Gençlik yanıyor, kül oluyor! Anneler evlatlarını maddi veya manevi, bir şekilde kaybediyor. Gün gelecek, bembeyaz saçlarını yolacaklar, kahırlarından! Vatan evlatları mahvoluyor! Bunun azabını şimdi ben çekmekteyim, yarın onlar da benim gibi kahrolacaklar!
Bizim bir edebimiz adabımız vardır. Disiplin altında yetişiriz. Anamız babamız, büyüklerimiz tahakküm eder bize! Onlara boyun eğeriz. Hatta konu komşu bile karışır. “Eyvallah!” deriz. Bir yanlışımızı görürlerse kulaklarımızı çekerler! Böyle bir ateşte pişeriz ama o ateşin içinde güller olur, mis gibi kokular saçarak rengârenk açarız! Fidan olur, boy atar, gümrah ormanlar halini alırız.
Biz köklü bir ulusun evlatlarıyız. Çocuklarımızı da kendi eğitildiğimiz gibi eğiterek büyütürüz. Kendi örf adet, gelenek ve göreneklerimize göre… İslam’a uygun tarzda… Avrupa ahlakı, Amerikan terbiyesi uymaz bize! Çünkü biz Müslüman ve Türk’üz!
Nice ocaklar sönüyor, dejenerasyon yüzünden! Yanıp kül oluyor o güzelim insanlar! Yurdumu dört bir yandan ateşler sarmış!.. İçinde yeni yetmeler cayır cayır yanıyor!
Anadan olur uşak, deveden olur köşek… Ana yetiştirir çocuğu!.. Beni anacığım yetiştirdi. O güzeller güzeli anacığım… Cahil bir kadıncağızdır ama iyi bir Müslüman, özlü bir Türkmen kızıdır!
Öyle bir zaman gelecek ki bu yaralanan milletin kanadını şefkatle saracak, iyileştirecek bir yiğit çıkacak bu topraklardan ve o zaman benim çekmekte olduğum ıstırap da dinecek!
Ben de ülkem gibi yaralı bir kuşum. Sevgilisinden ayrılmış yaralı ve garip bir kuş… Bu durumda uçmam imkânsız, yaşamam çok zor!
Bu kadınlar kızlar, onun bunun kollarında safa sürdüklerini, yaşadıklarını sanıyorlar. Kullanılmakta olduklarının farkında değiller! Bir amaçları, bir idealleri olmadıkça huzur içinde olamayacaklar! Türküleri yok, ülküleri yok!
Kadınlarımızın kızlarımızımızın aydın hale gelmesi lazım. Onları sazlı cazlı yerler, gece hayatları aydınlatıyor. Dinledikleri yabancı müzik etkiliyor. Aydın geçinen Avrupa sevdalısı yazarlar şekilliyor. Kadınlarımız kızlarımız, onların tellerinden çalıyor. Onların şarkılarını söylüyorlar. Onların doğrularını doğru biliyorlar. İlaç diye zehir alarak zehirleniyorlar. Bir türkülerinin bir ülkülerinin olması lazım! İdealleri olmazsa mutlu yarınlara ulaşamayacaklar. Huzur içinde yaşamayacaklar. Onları, ülküleri ve ülkenin bu gidişatı aydınlatır, yabancılar aydınlatır, o akreplerin enjekte ettiği zehirler aydınlatır...
Ben gitmeliyim artık! Atım eğerleniyor. Hatıralarımı birer birer yakarak, geçmişi tamamen yok ederek hayatından gitmeliyim! Sırtımı başımı yırtıp paramparça etmeli, topluma zehir saçan bitli hippilere bırakmalıyım! Beyaz bir kayanın, (Akkaya’nın) üstüne çıkmalı, ona olan aşkımı ayaklarımın altına alarak yükselmeliyim! Sevdasıyla yanan, zehirli hançeriyle deşilen yüreğimi yerinden söküp çıkarmalı, yerine bir matem gülü takmalıyım.
Bir zamanlar ülkemizi ışığa boğmaktaydı, güneş. Şimdi karanlık bulutların, mor dağların ardına saklanmakta… Önce onu kurşun yağmuruna tutmalıyım, battığı ve bizi karanlıklara gömdüğü için! Sonra da kendimi aşağıya bırakmalıyım!
Şimdi denizin üstünde yürüyorsun, suya batmıyor ya ayaklarım… Küçük bir kızsın ya… Çılgın bir kız… Biz seni anlayamayız! Anlayamayız ya… Yakında ayakların suya erecek! Çok geçmez, göreceksin! Bu hoppalığının cezasını o zaman çekeceksin!
Gitmelisin artık! Atın kişnemeye başladı. Sabırsızlanıyor, sabırsızlandırıyor seni de… Yerinde duramazsın artık! Kabına sığamazsın! Coşmalısın, taşmalısın! Eğlenceden eğlenceye, partiden partiye koşmalısın!
Oysa sen de anne olacaktın! Bebekler doğuracak ve aydın birer birey haline getirerek, topluma kazandıracaktın!
Hani sen benim karım olacaktın! Bu ölü senden şarkı istiyor! Eskisi gibi şakımanı, şarkılar söylemeni… Geleceğe dair şarkılar, marşlar… Dudaklarımızda yarım kaldı şarkılarımız, marşlarımız…
Senden kendini toparlamanı, bir ideal edinmeni istiyorum. Türkün Türküsünü söylemeni… Yapacaktın, yapamadın. Bana ayak uyduramadın! Kursağımızda kaldı hevesimiz. Davamızın boynu bükük kaldı, şarkımız dudaklarımızda yarım…
Bir deniz akıyor ayaklarının altından! Batının seline kapıldın gidiyorsun! Akıntı çok kuvvetli… Sürükleyip götürüyor seni! O deniz öyle bir kudurmuş ki karşı koyamıyorum!
Beni senin eşsiz güzelliğin, beni senin o yemyeşil gözlerin çağırıyor! Ne kadar çok özledim onları!.. İçlerinde kaybolmayı…
Buralarda duramam artık! Seninle aynı ilde olamam, olmaya dayanamam! Seni görmeden duramam! Korkarım nefsime yenilirim! Süklüm püklüm yanına gelirim!
Senin gözlerin yeşildir, ötelerin göz rengi… Benim gözlerim kara! Benim gözüm kara, senin gözün kara! Ne kadar da cesursun! Korkmadan o selin, o korkunç canavarın kucağına atılıyorsun!.. Bir lokmacıksın!
Sen günah kadar beyazsın, günah ne kadar ak olabilirse…
Ben tövbe kadar kara... Ruhu, yüreciği yara…
Burada hoş bir tezat var sevgili.
Onu da sen ara, bul!
Sen ara!
Anla!
***
Onur BİLGE
Çok ama çookk güzel bir seçim..Büyük şairin harika şiiri..
günün şiirini kutlarım....
kulağıma garip sesler geliyor...
Bu şiir ile ilgili 18 tane yorum bulunmakta