Rüzgar eser, yağmur yağar, tilkiler üşür;
Bir odun parçası aydınlatır ocağı.
Anne ateşin önünde perişan,
Anne ateşin içinde hür...
Rüzgar eser, yağmur yağar, tilkiler üşür.
Yağmurlar sırtıyla sırtımın arasındadır;
Şarkılar dudaklarıyla dudaklarımın.
Bin parçaya böldü beni bir divane sır,
Sesi geliyor sesi günahkar çocukların;
Şarkılar dudaklarıyla dudaklarımın arasındadır.
Gönüller yanarak kavuşacaktı;
Yüzdeki ıstırap, çile ocağı,
Onun bu ocakta yanan toprağı,
Bir gece rüyamda avuçlarımı yaktı,
Gönüller yanarak kavuşacaktı.
Benim gözlerim yeşildir, onun gözleri kara;
Ben günah kadar beyazım, o tövbe kadar kara.
Annenin başı elleri arasında,
Parmağında aydınlık günlerden kalma yüzük.
Bir fotoğraf asılıdır duvarda:
Aynaya, geceye, maziye dönük,
Annenin başı elleri arasında,
Bir tüfeğin burnu havadadır,
Ateş almak üzredir, mermisiz.
Ben bir küçük kızım, ben bir deli kızım,
Siz beni ne anlarsınız siz!
Bir tüfek ateş almak üzredir, mermisiz...
Bir saman çöpüne tutunmuş kızların
Eteğini ben çektim.
NEyleyim göğsümü kara dağın sert rüzgarı doldurmuş,
Annemden ilk sütü Gülce'de içtim.
Ankara'ya, çatal dağa biz zindandan gün vurmuş:
Az kalsın yerine ben ölecektim
Bir saman çöpüne tutunmuş kızların...
Kediler halıları parçalıyor,
Kırmızı bir ışık düşüyor yere.
Annenin dizinde derman yok,
Annenin kafası iki parçadır.
Hükmedemiyor insan ruhuna ateş,
Rüzgar hükmedemiyor incecik perdelere;
Kediler halıları parçalıyor.
Ateşte sarı gül açan saksılar,
Kızarmış bir ekmek gibi duruyor;
Kulağıma garip sesler geliyor.
Kuş yumurtasından çıkan insanlar
Ahırda bir ata eğer vuruyor,
Kulağıma garip sesler geliyor.
Ben bir şarkı, ben bir tüyüm;
Ben Meryemin yanağındaki tüyüm.
Beni bir azizin nefesi uçurur,
Kalbimde Allahın elleri durur.
Cici ayaklarım iplikle bağlı,
Ben onun sılası, kendimin gurbetiyim;
Ben bir azizin hasreti,
Ben Meryem'in yanağındaki tüyüm.
Benim gözlerim yeşildir, evet evet, onun gözleri kara;
Ben günah kadar beyazım, o tövbe kadar kara...
Ocak sönüyor, ateş kül oluyor.
Annenin saçları beyaz,
Anne saçlarını yoluyor.
Ateşin içinde gül açar, servi büyür, ardıç büyür, çocuk büyür;
Ocak sönüyor, ateş kül oluyor,
Anne ruhunda ruhuma eğiliyor.
Yaralı kuş kanadını ısıtan
Bir güneş toprağı yarıp çıkacak.
Kadınlar sansa da yaşadığını,
Şarkısız kaldıkça yaşamayacak.
Kadınları şarkılar, geceler aydınlatır.
Kadınları şarkılar, akrepler aydınlatır.
Kadınları şarkılar, zehirler aydınlatır...
Artık ben gideceğim, ata eğer vuruyorlar.
Hatıralarımı birer birer yakacağım.
Entarimi parça parça edip
Zehirli kirpilere bırakacağım.
Beyaz bir kayanın üstüne çıkıp
Göğsüme siyah bir gül takacağım.
Batan güne doğru kurşunlar sıkıp
Kendimi boşluğa bırakacağım.
Ayaklarımın altından geçiyor bir deniz...
Ben bir küçük kızım, ben bir deli kızım,
Siz beni ne anlarsınız siz!
Artık ben gideceğim atım kişniyor;
Bir bebek mum istiyor, bir ölü şarkı istiyor,
Ayaklarımın altından geçiyor bir deniz, bir deniz;
Beni onun gözleri çağırıyor, duramam duramam.
Benim gözlerim yeşildir, ah, onun gözleri kara;
Ben günah kadar beyazım, o tövbe kadar kara...
1952, Güz
Sezai KarakoçKayıt Tarihi : 12.8.2000 17:20:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Sezai Karakoç](https://www.antoloji.com/i/siir/2000/08/12/monna-rosa-iii-pismanlik-ve-cileler.jpg)
Rüzgar eser, yağmur yağar, tilkiler üşür;
Bir odun parçası aydınlatır ocağı.
Anne ateşin önünde perişan,
Anne ateşin içinde hür...
Rüzgar eser, yağmur yağar, tilkiler üşür.
Yağmurlar sırtıyla sırtımın arasındadır;
Şarkılar dudaklarıyla dudaklarımın.
Bin parçaya böldü beni bir divane sır,
Sesi geliyor sesi günahkar çocukların;
Şarkılar dudaklarıyla dudaklarımın arasındadır.
Gönüller yanarak kavuşacaktı;
Yüzdeki ıstırap, çile ocağı,
Onun bu ocakta yanan toprağı,
Bir gece rüyamda avuçlarımı yaktı,
Gönüller yanarak kavuşacaktı.
Benim gözlerim yeşildir, onun gözleri kara;
Ben günah kadar beyazım, o tövbe kadar kara.
Annenin başı elleri arasında,
Parmağında aydınlık günlerden kalma yüzük.
Bir fotoğraf asılıdır duvarda:
Aynaya, geceye, maziye dönük,
Annenin başı elleri arasında,
Bir tüfeğin burnu havadadır,
Ateş almak üzredir, mermisiz.
Ben bir küçük kızım, ben bir deli kızım,
Siz beni ne anlarsınız siz!
Bir tüfek ateş almak üzredir, mermisiz...
Bir saman çöpüne tutunmuş kızların
Eteğini ben çektim.
NEyleyim göğsümü kara dağın sert rüzgarı doldurmuş,
Annemden ilk sütü Gülce'de içtim.
Ankara'ya, çatal dağa biz zindandan gün vurmuş:
Az kalsın yerine ben ölecektim
Bir saman çöpüne tutunmuş kızların...
Kediler halıları parçalıyor,
Kırmızı bir ışık düşüyor yere.
Annenin dizinde derman yok,
Annenin kafası iki parçadır.
Hükmedemiyor insan ruhuna ateş,
Rüzgar hükmedemiyor incecik perdelere;
Kediler halıları parçalıyor.
Ateşte sarı gül açan saksılar,
Kızarmış bir ekmek gibi duruyor;
Kulağıma garip sesler geliyor.
Kuş yumurtasından çıkan insanlar
Ahırda bir ata eğer vuruyor,
Kulağıma garip sesler geliyor.
Ben bir şarkı, ben bir tüyüm;
Ben Meryemin yanağındaki tüyüm.
Beni bir azizin nefesi uçurur,
Kalbimde Allahın elleri durur.
Cici ayaklarım iplikle bağlı,
Ben onun sılası, kendimin gurbetiyim;
Ben bir azizin hasreti,
Ben Meryem'in yanağındaki tüyüm.
Benim gözlerim yeşildir, evet evet, onun gözleri kara;
Ben günah kadar beyazım, o tövbe kadar kara...
Ocak sönüyor, ateş kül oluyor.
Annenin saçları beyaz,
Anne saçlarını yoluyor.
Ateşin içinde gül açar, servi büyür, ardıç büyür, çocuk büyür;
Ocak sönüyor, ateş kül oluyor,
Anne ruhunda ruhuma eğiliyor.
Yaralı kuş kanadını ısıtan
Bir güneş toprağı yarıp çıkacak.
Kadınlar sansa da yaşadığını,
Şarkısız kaldıkça yaşamayacak.
Kadınları şarkılar, geceler aydınlatır.
Kadınları şarkılar, akrepler aydınlatır.
Kadınları şarkılar, zehirler aydınlatır...
Artık ben gideceğim, ata eğer vuruyorlar.
Hatıralarımı birer birer yakacağım.
Entarimi parça parça edip
Zehirli kirpilere bırakacağım.
Beyaz bir kayanın üstüne çıkıp
Göğsüme siyah bir gül takacağım.
Batan güne doğru kurşunlar sıkıp
Kendimi boşluğa bırakacağım.
Ayaklarımın altından geçiyor bir deniz...
Ben bir küçük kızım, ben bir deli kızım,
Siz beni ne anlarsınız siz!
Artık ben gideceğim atım kişniyor;
Bir bebek mum istiyor, bir ölü şarkı istiyor,
Ayaklarımın altından geçiyor bir deniz, bir deniz;
Beni onun gözleri çağırıyor, duramam duramam.
Benim gözlerim yeşildir, ah, onun gözleri kara;
Ben günah kadar beyazım, o tövbe kadar kara...
1952, Güz
Sezai Karakoç
ŞİİRDEN ESİN / TİLER:
BİR ŞARKI BİR ÜLKÜ
I
Uzadıkça uzadı gündüzler, geceler uzadıkça uzadı kısaldıkça kısalacağına… Hain bir hazirana hazırlıksız yakalandım. Yaz, yaktı kavurdu içimi! Ateş, hançerin başka bir biçimi…
Yavaş yavaş kısalmaya başlayacaktı gündüzler, geceler alacaktı onun verdiklerini… Gerçekten kısaldı da ben mi farkına varmadım! Ne günleri bitirebildim ne geceleri tüketebildim! Zaman, aynı zamandır da hani… Hastalar için bir türlü geçmek bilmez, sağlar içinse birer avuçtur, yetmez!
Yaz nasıl geçti nazlı nazlı! Güneş dimdik yakarak, gece ay kavurarak!.. Savurarak seni dağların arkasına, beni beynimden vurarak… Nasıl hedeflendi hedeflendi de teğet geçti bağrımdan, o gözümün önünden gitmeyen, kalbime saplanıp çıkmayan hançer!..
“Yandı Çukurova yandı!..” Yandı Ankara! Yandı bu kara delikanlı!.. Hem de nasıl, bu fukara…
Güz… İki âşık birbirine küs… Serin esmeye başlamış rüzgâr. Bende halen sam yeli… Ben aşkından sırılsıklamım, yağan yağmurlar ne ki! O kurnazlar var ya pusuya yatan: “Aslan ininden çıksa da içeriye dalsak!..” diye bekleşen, o sana ekleşen, bana dikleşen kurnaz tilkiler var ya… Bu havalar ancak onları üşütür!
Ocakta bir tek odun kalmış, yanmayan… Fakat içini aydınlatabilmekte… Gölgeler oynaşmakta duvarlarda… Evi ocağı da anne baba aydınlatabilir, aynı onun gibi… Bir kişi bir milleti aydınlatabilir, bu gidişten kurtarabilir.
Dört bir yanı ateşler sarmış! Anne yangının önünde duruyor ve bir şey yapmıyor. Sanki eli kolu bağlanmış. Oysa o esir değil! Yalımlar boyunu aşmış olsa da kendisini ateşe atmalı ve hayatı pahasına yavrusunu o ateşin içinden çekip çıkarmalı! Ancak o zaman özgür hissedebilir kendisini. Artık ne yandan eserse essin rüzgâr!
Rüzgâr… Karayel, keşişleme… Başımda kavak yelleri… Yağmurlar boşanır gözlerimden! O çıtkırıldım kızlar var ya o hanım evladı erkekler… Kurnaz tilkiler… İşte onlar üşür, ben üşümem! Ben güneydoğuluyum. Yüce dağların, sert kayalıkların mert oğluyum. Çakı gibi dimdik, Yunusun odunu gibi dosdoğruyum!
Eskiden de yağardı yağmurlar ve biz hep yan yana ıslanırdık… Islanırdık da ıslandığımızın farkına bile varmazdık! Şimdi sırt sırtayız artık. Ah o hain dargınlık!.. O tezat… Uyuşmazlık…
Zıt istikâmetle doğru yol almaktayız. Bir düello başlangıcında… Sonunda ikimiz birden vurulacağız! Sen benim sebebim olacaksın, sürüklendiğin sel de senin…
Oysa sırt sırta vercektik. Bir yuva kuracak, mutlu olacaktık! Yine sırt sırtayız, sevgili. Sırtlarımızın arasında bitimsiz yağmurlar… Gözyaşı yağmurları… Bardaktan boşalırcasına! Aralıksız… Atmosfer oldukça gergin, hava saikalı…
***
Eskiden şarkılar söylerdik birbirimize… Hep yüz yüz yüze bakarak mırıldanırdık… Şarkılar dudaklarından, şarkılar dudaklarımdan dökülürdü. Dudaklarımızda şarkılar vardı ve öylece kalakaldı… O zamandan beri şarkı söyleyemedim. Ağıt bile yakamadım şöyle adamakılı! Beni paramparça etti, yüreğimin içine sıvadığım sır!.. Kim bilir daha kaç asır sürecek suskunluğum… Sana deli divane, sana mecnunlar gibi susuzluğum!..
Sesin geliyor, geçmişi aşarak… Sesim geliyor, o zamanlardan… Seslerimiz… Biz iki öğrenci… İki sevda sarhoşu çocuk… Günah mı işliyorduk! Şarkılar dökülürdü dudaklarımızdan… Hevesimiz kursağımızda, ayrılık acısı boğazımızda, şarkılarımız dudaklarımızın arasında kaldı. Mazide kalan tüm anılarımızın arasında yer aldı.
Hem bir şarkısı olmalı insanın… Bir türküsü, bir ülküsü yani kısaca… Haykırmak istiyor, yutkunuyor, yutkunuyorum… Rahatça açamadıkça mahvetti o sır beni! Çocuklar günahlara batıyorlar! Bataklıklardan geliyor sesleri… El uzatamıyorum. Elim kolum bağlı! İdealim, onların yardım çağrıları yapan dudaklarıyla benim dudaklarımın arasında… Onları ben kurtarmalıyım! Ülkümü sır edip dişlerimin arkasında saklayarak değil aksine yayarak o kurtuluşu gerçekleştirmeliyim ama ne yazık ki yapamıyorum!
Kalplerimizdeki sönmek bilmeyen ateşle yol alacak, gönüllerimiz yanacak, bizi kavuşturacaktı birbirimize! Aşk ateşi yalım yalım vurmuştu yanaklarımıza…
Şimdi yüzlerimizde yoğun bir ıstırap ifadesi… Ocağına düşmüşüz çilenin! O ateşle yanan tenin, bir gece rüyamda… Sana dokunduğumda, avuçlarımı yaktı, kavlattı benim! Oysa bu bedenler yana yana birbirini bulacaktı! Tenin ne kadar da sıcaktı!..
Gözlerimde yemyeşil gözlerin… Gözlerinde kapkara gözlerim… Günah beyaz olursa, ben de bembeyazım, tövbe siyah olursa sen de kapkarasın! Yani sen kar beyazsın tövbe gibi ap ak… Bense günah kadar kara, kapkara…
Annen de mahvoluyor evladıyla birlikte… Kendisi parmağındaki alyansı şerefle taşımakta… Bir de resmi var duvarda. Resim taklitçiliğe, cehalete, geçmişe bakıyor bakıyor ve çok üzülüyor! O da ne yapacağını bilmez vaziyette… Almış çileli başını avuçlarının arasına, kara kara düşünmekte… Başı, ellerinin arasında… Dilediği yöne çevirebilir. Düşündüğünü gerçekleştirme kararı alabilir. Her şey ona bağlı…
***
TÜM YORUMLAR (18)