Monna Rosa -II- Ölüm ve Çerçeveler

Sezai Karakoç
22 Ocak 1933 - 16 Kasım 2021
62

ŞİİR


1280

TAKİPÇİ

Monna Rosa -II- Ölüm ve Çerçeveler

Bir lamba yanıyor, hafif ve sarı;
Garip bir yolculuk, tren ve Gülce.
Bir hançer bölüyor, ah, rüyaları:
Bir rüya, bir hançer, bir el; ve, ve, ve...

Lambalar yanıyor, hafif ve sarı;
Gece kar yağacak sabaha kadar.
Toprakta et, kemik çıtırtıları...
Yarı ölüleri bir korku tutar
Değince bir taşa kafatasları.
-Ölüler ki yalnız tırnakları var,
Ve yalnız burkulmuş diz kapakları...-

Bir lamba yanıyor, hafif ve sarı,
Açıyor elini göğe bir kadın.
Uzuyor, uzuyor, uzuyor saçları
Uğrunda ölen güzel kızların...

Bir lamba yanıyor, hafif ve sarı;
Esmer delikanlı, hatıra ve kan.
Yeşil gözlü kızın hıçkırıkları
Sızıyor bir kapı aralığından;
Lambalar yanıyor, hafif ve sarı.

Lambalar yanıyor, hafif ve sarı;
Çocuklara açar mağaraları
Gün görmemiş kuşlar ve örümcekler.
İlan-ı aşk eden dil balıkları
Aşina suları çabuk terkeder...

Lambalar yanıyor, hafif ve sarı;
Bakıyor ateşe, küle böcekler.
Köpekler parçalar kanaryaları
Mektupları bir boz ağaç kurdu yer.
Baykuşlar ötüyor harabelerde;
Yanıyor lambalar, hafif ve sarı.
Bir kaza kurşunu bulur her yerde
Süvarisiz şaha kalkan atları...
Bir ruhun ışığı vardır göklerde,
Lambalar yanıyor, hafif ve sarı;
Ötüyor baykuşlar harabelerde.

Bir lamba yanıyor, hafif ve sarı;
Titriyor yıldırım düşmüş gibi yer.
Bekledi arzuyla karanlıkları
Anneler, babalar, erkek kardeşler.
Ta içinde duyar ani bir ağrı,
Bir hüzün şarkısı tutturur gider
Anneler, babalar, erkek kardeşler.

Lambalar yanıyor, hafif ve sarı;
Her yatak dopdolu, bir yatak bomboş.
Bir neşe şarkısı tutturur gider

Birinci, ikinci, üçüncü sarhoş;
Kurşunlar sıkılır göklere doğru,
Serçe yavruları yuvada titrer.

Lambalar yanıyor, hafif ve sarı...

Bir lamba yanıyor, hafif ve sarı;
İnce yelkenleri alıyor yeller.
Titretir kalpleri ve bayrakları
Gemiden toprağa uzanan eller.
Lambalar yanıyor, hafif ve sarı,
Bir yosun köküne hasret kalacak
Gizli hazineler, su yılanları...

İnce yelkenleri alıyor yeller;
Bir lamba yanıyor, hafif ve sarı.
Beyaz pelerinli hür tayfaları
Kendine bağlıyor siyah kediler;
Titriyor gönüller ve kara bayrak,
Bir yosun köküne hasret kalacak
Gemiden toprağa uzanan eller.
Bir lamba yanıyor, hafif ve sarı.

Bir lamba yanıyor, hafif ve sarı,
Garip bir yolculuk, tren ve Gülce.
Bölüyor bir hançer, ah, rüyaları:
Bir rüya, bir hançer, bir el; ve, ve, ve...

1952, Yaz

Sezai Karakoç
Kayıt Tarihi : 31.3.2003 02:40:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Müntekim Yalınız
    Müntekim Yalınız

    "Bir kaza kurşunu bulur her yerde
    Süvarisiz şaha kalkan atları
    derken de dizginsiz ve sınırsız sevginin sevene çıkardığı fatura anlatılmak istenmektedir." (Sezai Karakoç Hatıralar II S. 29)

    Cevap Yaz
  • Deniz Ercivan
    Deniz Ercivan

    şu oluyor
    bu oluyor
    hatta o da oluyor

    be şair sana ne oluyor
    tüm bu olanların yanında
    hiç birşey
    çünkü şu yukardakinde duygu eksik
    şiir diyemiyorum o yüzden

    Cevap Yaz
  • Orhan Aslan
    Orhan Aslan

    türkiyenin en güzel aşk şiirlerinden mona rosa nın şairi sezai karakoçun çok güzel bir şiiri

    Cevap Yaz
  • Hasan Büyükkara
    Hasan Büyükkara

    Sezai Karakoç şiiri, yeni şiirimize “görselliği” de getirmiştir. Şiir cümleleriyle yapılmış sinematografik sahne çizimlerine sıkça rastlarız tasvirlerde.
    Hatta fotoğraf ve sinema sanatından ödünç alarak kullanırsak; Karakoç şiirde “kadraj” da kullanmaktadır. Baştan sona soyutlanmış görselliklerle ilerlerken şiir, kamera bir an bu kadrajlanmış bölümde duraksar gibi olmaktadır.


    Şaban Abak - Bir tahlilinden

    Cevap Yaz
  • Onur Bilge
    Onur Bilge

    Monna Rosa -II- Ölüm ve Çerçeveler


    Bir lamba yanıyor, hafif ve sarı;
    Garip bir yolculuk, tren ve Gülce.
    Bir hançer bölüyor, ah, rüyaları:
    Bir rüya, bir hançer, bir el; ve, ve, ve...

    Lambalar yanıyor, hafif ve sarı;
    Gece kar yağacak sabaha kadar.
    Toprakta et, kemik çıtırtıları...
    Yarı ölüleri bir korku tutar
    Değince bir taşa kafatasları.
    -Ölüler ki yalnız tırnakları var,
    Ve yalnız burkulmuş diz kapakları...-

    Bir lamba yanıyor, hafif ve sarı,
    Açıyor elini göğe bir kadın.
    Uzuyor, uzuyor, uzuyor saçları
    Uğrunda ölen güzel kızların...

    Bir lamba yanıyor, hafif ve sarı;
    Esmer delikanlı, hatıra ve kan.
    Yeşil gözlü kızın hıçkırıkları
    Sızıyor bir kapı aralığından;
    Lambalar yanıyor, hafif ve sarı.

    Lambalar yanıyor, hafif ve sarı;
    Çocuklara açar mağaraları
    Gün görmemiş kuşlar ve örümcekler.
    İlan-ı aşk eden dil balıkları
    Aşina suları çabuk terkeder...

    Lambalar yanıyor, hafif ve sarı;
    Bakıyor ateşe, küle böcekler.
    Köpekler parçalar kanaryaları
    Mektupları bir boz ağaç kurdu yer.
    Baykuşlar ötüyor harabelerde;
    Yanıyor lambalar, hafif ve sarı.
    Bir kaza kurşunu bulur her yerde
    Süvarisiz şaha kalkan atları...
    Bir ruhun ışığı vardır göklerde,
    Lambalar yanıyor, hafif ve sarı;
    Ötüyor baykuşlar harabelerde.

    Bir lamba yanıyor, hafif ve sarı;
    Titriyor yıldırım düşmüş gibi yer.
    Bekledi arzuyla karanlıkları
    Anneler, babalar, erkek kardeşler.
    Ta içinde duyar ani bir ağrı,
    Bir hüzün şarkısı tutturur gider
    Anneler, babalar, erkek kardeşler.

    Lambalar yanıyor, hafif ve sarı;
    Her yatak dopdolu, bir yatak bomboş.
    Bir neşe şarkısı tutturur gider

    Birinci, ikinci, üçüncü sarhoş;
    Kurşunlar sıkılır göklere doğru,
    Serçe yavruları yuvada titrer.

    Lambalar yanıyor, hafif ve sarı...

    Bir lamba yanıyor, hafif ve sarı;
    İnce yelkenleri alıyor yeller.
    Titretir kalpleri ve bayrakları
    Gemiden toprağa uzanan eller.
    Lambalar yanıyor, hafif ve sarı,
    Bir yosun köküne hasret kalacak
    Gizli hazineler, su yılanları...

    İnce yelkenleri alıyor yeller;
    Bir lamba yanıyor, hafif ve sarı.
    Beyaz pelerinli hür tayfaları
    Kendine bağlıyor siyah kediler;
    Titriyor gönüller ve kara bayrak,
    Bir yosun köküne hasret kalacak
    Gemiden toprağa uzanan eller.
    Bir lamba yanıyor, hafif ve sarı.

    Bir lamba yanıyor, hafif ve sarı,
    Garip bir yolculuk, tren ve Gülce.
    Bölüyor bir hançer, ah, rüyaları:
    Bir rüya, bir hançer, bir el; ve, ve, ve...

    1952, Yaz

    Sezai Karakoç


    Şiirden esin/tileri:

    AŞK AYRILIK ÖLÜM


    Küçük bir ampulün sarı ışığında yazıyorum. Seni benden ayıran, alıp götüren trenin altına kendimi atmak geçiyor içimden, sevgili! Garip bir yolculuk olur benim için… Ya da bir hançer saplasam kalbime! Senin sapladığın gibi… O kadar acıtmaz, eminim!

    Rüyalarıma dahi giriyor intihar arzusu! Kahroluyorum!.. Bu hayat adlı rüyayı bir hançer bölse orta yerinden! Bölse de kurtulsam senin derdinden! Çok basit! Elime hançeri alacağım, bağrıma saplayacağım ve her şey bitecek, her şey! Yüreğine saplı hançerle yaşamaktansa… Ölüm kurtuluş olur benim için!

    Sessiz bir yaz akşamı… Cam açık… Pencereden dışarıya bakıyorum. Evlerin ışıkları yanıyor. Bir de sokak lambaları… Onlar da ölgün sarı ışıklar saçıyor...

    Bu gece sabaha kadar bembeyaz olacak saçlarım, üzüntümden! Güvendiğim dağlara kar yağdı! Saçlarıma da yağacak yaz ortasında… Kahrımdan öleceğim!..

    Bir çılgınlık yapacağım, ölüp gideceğim. Olan bana olacak! Toprağın altına gireceğim. Çürümeye başlamış cesetlerin kokuları, kemik çatırtıları… Azap edilenlerin feryatları, ağlamaları, inlemeleri…

    Bir korku düşecek içime! Mezarda yapayalnızım… Kendimi tamamen kaybetmemişim. Duyuyorum ama bir şey yapamıyorum. Sadece akıbetimi beklemekteyim.

    Gecenin bir yarısında aniden uyandırılacağım! Kafam sertme ağacına çarpacak, irkildiğimde! Aklım o zaman başıma gelecek!.. “Ne yaptım ben!..” diyeceğim, bin kere bin pişman!.. İşte şimdi zaten öyle bir hal içindeyim… Sanki adamakıllı bir dayak yemişim! Yumruk kadar bir et parçası kalbim ama o etin de kemiklerimin de kırılma seslerini duyuyorum. Her tarafım ağrıyor, sızlıyor! Başım, kaslarım, kemiklerim!.. Kalbim! En çok da kalbim!.. İliklerimde hissediyorum ayrılığın acısını!.. Oysa yarı ölüyüm.

    Ne kadar da güvenmiştim sana, Kanaya! Bunu bana yapmayacaktın!.. Çekip gitmeyecektin öyle umursamadan! Kendimden korkuyorum! Canıma kıyacağım!..

    Öleceğim ama iki elim on tırnağım yakanda kalacak! Bir de diz kapaklarımı bırakacağım sana… Önünde diz çöktüğüm zaman yamulan diz kapaklarımı…

    Annem odama girip ışığı açacak… Bir de bakacak ki kanlar içindeyim!.. Ellerini yukarıya kaldırarak feryat etmeye başlayacak! Dizlerine vuracak, saçlarını yolacak! İsyana varacak haykırışları! Sonra sabır, sükûnet… Sonra sureler, dualar, âminler…

    “Er kişi niyetine…”

    Sen yaşamaya devam edeceksin gönlünce, sevgili… Ölülerin saçları uzamaz, bilirsin. Benimkiler de uzamayacak. Seninse uzayacak, uzayacak, uzamaya devam edecek… Kim bilir daha kaç yıl yaşayacaksın benden sonra… Kim bilir kimlerle… Uğrunda ölen, öldüğüyle kalacak! Hani sen uğrumda ölürdün ya güzel kız! Öyle derdin ya dilinin ucuyla!

    Bir de bakacaklar ki bu düşük voltlu ampulün ölüm rengi şavkıyla aydınlanan yanık tenli bir delikanlı, kanlar içinde… Bu son görüntüm hatıra kalacak onlara. Beni hep o halimle anımsayacaklar.

    Sen de duyacaksın mutlaka. Birisi sana diyecek. Belki sen de geleceksin, suçlu suçlu… Gözyaşlarını göremesem de hıçkırıklarını duyacağım. Ağlayacaksın, biliyorum. O kadar acımasız olacağına inanmıyorum çünkü.

    Kalbimin kapısını sona kadar açmamış olsam da iyice kapatmamış olacağım sana yine de… Kıyamayacağım iyice örtmeye… Aralık kalacak ya… İşte oradan duyacağım hıçkırıklarını…

    Odam aydınlık da olsa karanlık gelecek bana… Gözlerim kapalı, çenem bağlı… Ayaklarım yan yana, ellerim üst üste… O daima ellerinde olan ellerim… Naçar ellerim…

    Işıkları yanıyor evlerin. Sokak lambaları da öyle… Onlar öyle kendi halinde… Her gün bitiminde aynı şekilde… Nerden bilecekler içimin karanlığını! Günlerin değil benim inleyerek bittiğimi…

    Artık hayatında olmayacağım, sevgili… Başkalarına açacaksın gönlünün kapılarını… Kuş beyinli, örümcek kafalı kız! Sen sadece dilden ibarettin… Dil balığı! Benim sularımda yüzerdin ya bir zamanlar… Beni nasıl sevdiğini söylerdin… Ne çabuk da terk ettin, sevdiğini!.. Çünkü senin aşkın sadece dilindeydi, gönlünde değil! Onun için kolayca gittin, gidiverdin! Benimkisi öyle değil işte!.. Ölsem, toprak olsam da ruhumdan koparıp atamam o aşkı, o tutkuyu! Sen batının havai kızı, benim yörem güneydoğu…

    Sana gün göstermedim, öyle mi? Artık başka sularda yüzeceksin. Yabancı sularda… Başkaları girecek hayatına… Ben… Ben toprak olacağım…

    Yine akşam oldu. Yine yandı lambalar… “Bir mum yak, derdine yan!” Öylesine yanıyorlar… Ben de yanıyorum! Benzim sapsarı, yüzüm solgun, ruhum ölgün… Yandım, küle döndüm! O dost bildiğimiz böcekler uzaktan bakıyor, basıl yandığıma… Nasıl kül olduğuma… Tükenişimi seyrediyorlar… Yok oluşumu… O böcekler… Sana göz koyan… Çevrende dolanan… Fırsat kollayan… O köpekler parçalarlar seni Sarı Kanarya’m!

    Neler yazmıştık birbirimize… Şiirler, mektuplar… O yanık uçlu, esans kokulu, gözyaşlarımızla ıslanan, en mahrem duygularımızı taşıyan mektuplar… Defalarca okunup katlanmaktan yıprandılar… Saklanmaktan sararmaya başladılar… Ne olur onlar? Benim gibi yok olur giderler… Beni aşkın yedi bitirdi, onları da boz renkli bir ağaç kurdu yer. Her ağacın bir kurdu vardır ya… İçini oyar, yer bitirir… Sen de benim içimdesin! Yedin bitirdin!..

    ***

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (44)

Sezai Karakoç