Moğollar ve Kırk Haramiler

Çizgili Mavi
217

ŞİİR


3

TAKİPÇİ

Moğollar ve Kırk Haramiler

Cengiz’in orduları dolaşıyor beynimde; dört nala atlar koşuyor, sipahiler bir bir düşüyor atlarından ve ortalık toz duman. Bir kenarda kılıç kalkan oynuyor müfreze, diğer yandan taş yağıyor üstüme, Ebâbil misali.
Çan çalıyor bir yandan, az ötede bir minareden duyuluyor hüzzam makamında yatsı ezanı… Rakı sofrasında meze olan gözyaşları da var, taziye evinde serpe serpe olan da. Sala okunmuyor bir tek, yoksa binlercesi var ecelin. Sala okuyacak müezzin de ölmüş, savaşta değil, sulh zamanı-veremden. ‘Vermem!’ diye feryadı basıyor bir cesur komutan, kalenin duvarları ardından ve kalesine güvenerek… Alıyorlar o kaleyi sonra. Kim olduğu mühim değil muzafferin, düşüyor kale. Dinamit yok henüz, icat edilmemiş. Ya da bitmiş! Ya da kaybolmuş. Ama top var, barut var, bir de oklar var fi tarihinden kalma. Ne zamansa artık o zaman.
O, o zamanlardı…
Bak; bu bile bir yolunu bulup bunca nümayişin arasında gelip oturuyor baş köşeye. Oysa dolu baş köşe, çaylar, bisküviler ve bayat kuruyemişler. Bağdaş kurmuş oturuyor bir ozan, adını da söylediler de unuttum. Cengiz’in ordusundaymış filanca vakit, sonra ilte esir düşmüş, kaplumbağaya mı ne kurbağaya aşık olmuş, saat 12’yi geçmiş de bal kabağı dalda yavrusuna ninni söylerken pireler tellal olunca bu da ozan olmuş. Sazı yok, sözü de yok gibi. Duyulmuyor zaten, çok kalabalık.
İçimde…
Tam şöyle şuramda…
Olur ya hani bazen, olmuştur herkese, olmamış mıdır? Olmadıysa nasıl anlatayım? Nasıl anlatayım ki tahayyül edilebilinsin? Bu nasıl bir edilgenlikse…
Şuramda işte.
Tam göz kapağımla göz kapağımın kavuştuğu yerde,
Kulaklarımda,
Ense kökümde ve saç diplerimde…
Cengiz’in ordusuna aş pişiren kazanlar kaynıyor içimde. İçinde Nuh’tan kalma ne varsa! Tadı tuzu yok, içimin! Açlık, kıtlık ve kuraklık. İtfaiyeye Allah’tan çoktandır işi düşmüyor içimin. Bir damla su yok! Sönmeyeceğini anladılar, gelmiyorlar artık. Sirenleri çalıyor uzaktan duyuyırum bazen ama mühitimde asayiş berkemal nicedir. Bir tek gece bekçileri, geceleri, sokakta… Düdüklü tencere gibi, düdüklü ve üniformalılar. Cengizin ordusunda üniforma yok, herkes tebdil-i kıyafet. Vermem diyen komutanın kaftanı kurşun geçirmezmiş; kurşun da yok zaten. Belki icat edilmemiş, belki bitmiş. Kaftan, kaf dağından getirilmiş. 40 gün kırk gece sürmüş getirmesi, 40 kişi gözcülük etmiş kurşun geçirmesin diye. Sonra külkedisi, biliyorsun ya işte ayakkabısını mı ne düşürmüş bu kalede, kaç numaraymış bilmem ama kırmızıymış. Başlık değil, ayakkabısı, kırmızı başlıklı kızın.
Kara kediler…
Cadılar…
Şirinler…
Uçan süpürge kayıp, ben şimdi nereden bulayım kardan adamın havucunu?
Cengizle oturmuş hasbihaldeyiz, yanıkmış bir Moğolun zalımına! Gamzesi varmış, kılıç gibi keskin ve tunç gibi sıcak! Ne kadar cilalanırsa cilalansın bir türlü eski halini almazmış kırmızı potinler………
Kafam; miting alanı. Bir de konvoyu var şimdi bu işin. Yok bomba aramasıydı yok köpeğiydi. Son kar Pazar akşam-üstü görüldü havada. Bir de leyleği havada görenler var içimde, durmuyorlar 5 ‘dakka’ yerlerinde. Gitmem lazım diyorlar, gidiyorlar. Gidiyorlar. Heceleyerek, gi di yor lar.
Dar alanda kısa paslaşmalar diye bir film çektiler zamanında, George Hagi falan oynadı. Bence futbolcu futbol oynamalı, futbolla iştigal olmalı. Uncunun un, baloncunun balon satması gibi. Pamuk helvacı horoz şeker mi satarmış ulan diye cenge tutuşor kestane kebapçılar. Kestane de en çok Ankaraya yakışıyor nedense, tam da bu mevsimde. Olgunlarda ayaküstü. Hafif de çakırından keyfin! Sanki Labarna kalkmış mezarından, ‘vermem’ diyor Ankara Kalesini. Onun kaftanı inciden ama, kurşun geçirmez değil. Zaten kurşun da yok. Cengiz talan etmiş tüm ovayı. Askerler, erler, rütbeliler…
Bir yanda gözü yaşlılar, diğer yanda telaşlı telaşlı sevişenler. Mızraklar, binlerce ve hepsi ok ok. Kalabalık. Çok.

Çizgili Mavi
Kayıt Tarihi : 25.2.2025 22:31:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!