MH-05 Dokuz Parmak Çeşmesi

Mustafa Nadi Taşçıoğlu
15

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

MH-05 Dokuz Parmak Çeşmesi

İstiklal Harbi gazisi Ayrancı-Uluköylü
Dokuzparmak İbrahim Çavuş'un şahsında
bütün gazi ve şehitlerimize...

Bundan yıllar önceydi, ülke düşmüştü dara
Her devlet bir cepheden yurda açmıştı yara
Zorluk, yokluk, yılgınlık, ülkeyi kaplamıştı
Her evin birkaç eri cephelerde kalmıştı
Yeis bir duman gibi çökmüşken gönüllere
Bir paşa ve bir ümit düştü birden dillere
Düşman her bir taraftan boğar iken bu yurdu
Anadolu silkinip düşmana karşı durdu
Kuvvacılar şehir köy gezip asker topladı
Her bir nefer bir şevkle bu ümide atladı

Uluköy Ayrancı’nın mahallesi gibiydi
Ayrancı Ereğli’nin büyük nahiyesiydi
İbrahim bir şehidin kalan bir tek evladı
Yıl dokuzyüz yirmi de o da asker yazıldı
Bir şehitten dul kadın, yüreği yanık ana
Yeni bir şehit gibi bakıyordu oğluna
Yüreği körük gibi dolup dolup boşalır
İbrahim tek evladı, başka kime dayanır?
Vatanım der dirilir, evladım der durulur
İbrahim annesinin halleriyle burulur
Yaşamak hayat mı ki, eğer yurdun yok ise?
Hangi yüzle yaşanır, vatan elden giderse?
Bir evin tek çocuğu olması takışır mı?
Cepheden geri kalmak bir Türk’e yakışır mı?

İbrahim genç irisi, bir yiğit delikanlı
Babasıyla onurlu, yüreği heyecanlı
Elinde bir nevale, gider iken cepheye
Anasını bıraktı, yapayalnız geriye
Bir taraftan yürüdü, bir taraftan düşündü
Annesinin sözleri yüreğini bürüdü
“Evladım, canım benim, baban gibi olasın
Düşmanların üstüne ecel olup yağasın

Yurdum temizlenmeden dönüp de gelmeyesin
Ölümden korkar isen, ağlayıp gülmeyesin
Beni burda dert etme, vatan varsa ben varım
Vatan elden giderse; nerde, nasıl yaşarım?
Haydi güle güle git, beni böyle inletme
Cepheden yüz çevirip, namusumu kirletme
Döner isen gazi gel, övündürür bu beni
Ölür isen şehitsin, Rabbim ağırlar seni”

İbrahim’i cepheye topçu eri yazdılar
İlk büyük düğün için İnönü’ye saldılar
Bu Konya’lı İbrahim ne çabuk sevilmişti
Ne gündüzde yorulmuş, ne gece dinlenmişti
Binbir yiğit bir olup kanatlanıp uçtular
İnönü’de düşmana ilk tokadı vurdular

Zaferin haberleri dalga dalga yayıldı
Bu haber kurtuluşun ilk müjdesi sayıldı
Tekrar bir güven geldi yurdun ufuklarına
Kör, topal, sağır herkes koştu taburlarına
Düşman güç tazeleyip tekrar dönüp gelmişti
İnönü’ye toplanıp tekrar mevzilenmişti
Daha zorlu gelmişti düşman bu kez oraya
Şarapnel parçaları yağıyordu havaya
Harbin o en şiddetli, dehşetli bir anında
Bir şarapnel patladı İbrahim’in yanında
Kanamayan bir yeri kalmamış yatıyordu
Her bir nefer bir şevkle ölüme atlıyordu
Düşman bir kere daha döverken dizlerini
İbrahim bir çadırda açmıştı gözlerini
Alıp da getirilmiş, yarası sarılmıştı
Sol el serçe parmağı İnönü’de kalmıştı
Artık dokuz parmaktı, namı da böyle kaldı
Gazilik ünvanını İbrahim böyle aldı

Dokuz parmak İbrahim tekrar döndü orduya
Ordu bu kez toplanıp, yığıldı Sakarya’ya
“Eyvah Sakaryam! ” diye haykırıp yazan şair
Neler bulmuştu orda, bu şanlı harbe dair?

Türk İstiklâl Harbinin bu en zorlu cephesi
Yirmi iki gün, gece sürmüştü velvelesi
Gazi Paşa emrinde binlerce erden biri
Dokuz parmaktı orda, o da gelmişti geri
Bir topçu mangasında görev almıştı yine
Gazi Paşa oraya gelmişti teftişine
Gazi Paşa’yı orda ilk ve son kez görmüştü
Bu küçük hatırayla yıllarca öğünmüştü
Vuruşma başlamadan teğmenden haber geldi
Bütün topçu batarya sıra ile dizildi
“Rahat! ” dedi komutan, “Şimdi beni dinleyin!
Zor bir savaş olacak, amma keder etmeyin
Allah’ın izni ile zafer yine bizimdir
Bu düşmanı yıldırmak bizim görevimizdir
Burada görev alan herkes dikkatli olsun
Top atışı yaparken herkes tedbirli olsun
Top sesi gümbür gümbür yankılanır ovada
Kulak zarınız patlar sizin de bu arada
Top atışı yaparken açıp da ağzınızı
Tıkayın parmaklarla iki kulağınızı
Şimdi atış zamanı, gülle düşmanın hakkı,
Haydi ateşleyelim, inletelim afakı! ...”

aGülleler dizi dizi döverken ufukları
Topçular ağız açıp, kapattı kulakları
Neden sonra fark etti teğmen o bir erini
Kucağında taşıyan topun güllelerini
İbrahim gülleleri taşır iken tabyaya
Kulağı kurban oldu, toptan çıkan yankıya
Mehmetçik “Hücum” emri aldığında Paşa’dan
İbrahim duymuyordu, hiçbir ses ortalıktan
Dudaklar konuşuyor ama ses çıkmıyordu
Sessiz sessiz dudaklar neden kıpırdıyordu?
Erler de şaşırmıştı; “İbrahim’e ne oldu? ”
Ne bir sese dönüyor, ne duyup anlıyordu
Verilen emirlere İbrahim uymuyordu
Hepsi fark etti birden; İbrahim duymuyordu...
Teğmenin bir emriyle bir er gelip yanına
Tutup onu kolundan götürdü komutana

Teğmen el, kol diliyle, dedi; “Sen duymuyorsun! ”
İbrahim mütebessim, dedi; “Vatan sağ olsun! ...”

Bir şanlı savaş oldu, Sakarya’nın boyunda
Tarihlere yazılan bu savaşın sonunda
Kimsenin kurtuluştan şüphesi kalmamıştı
Tüm dünya devlerinin gözleri kamaşmıştı
Sakarya bu milletin şahlanışı gibiydi
Rus, İtalyan, Fransız yeni bir yola girdi
Saygı sunup Paşa’ya çekildiler beriye
Bir Yunan bir İngiliz kaldı şimdi geriye
Dumlupınar’da Yunan yerle yeksan edildi
Kalan kırıntıları Akdeniz’e döküldü
Etekleri tutuşan İngiliz asilleri
Savaşmadan çektiler İstanbul’dan askeri
İbrahim zafere dek cepheden ayrılmadı
Gece gündüz savaştı, bir an olsun yılmadı
Düşmandan hiçbir parça kalmayınca geriye
Bir sağır Dokuz Parmak dönüp de geldi köye
Köyün bir çok yiğidi geriye gelemedi
Çoğunun mezarını hiç kimse bilemedi
Ortalıkta sağlam bir nefer görünmüyordu
Lakin kimse halinden şikayet etmiyordu
Her biri bir yerinden eksilerek gelse de
Şimdi yeni bir hayat başlıyordu ülkede

Çalışmak ve üretmek, üreterek çoğalmak
Güçlü, zengin, onurlu bir yarına ulaşmak
Amma elde avuçta hiçbir şey kalmamıştı
Yıllar yılı süren harb her bir şeyi almıştı
Bir parçacık tarlası olan çiftçilik yaptı
İnsan gücüyle sürüp, hasadı elle yaptı

İbrahim yıllar boyu, cep delik, cepken delik
Onun bunun yanında çobanlık amelelik
Yaparak geçimini sağlamak zorundaydı
Henüz gençti her işi yapacak durumdaydı
O bir harp gazisiydi, asla yardım almadı
Aç ve açık yattı da bir tek gün sızlamadı
Neden sonra gaziye bir üç aylık bağlandı
Hiç değilse birazcık bir rahatlık sağlandı
Bu arada evlenmiş, ihtiyaçlar artmıştı
Fakat iş imk¬ânı dar, gelir aynı kalmıştı
Hayal kurardı önce, boy boy çocuklarıyla
Bir küçücük bahçede yanında hanımıyla
Önce gülüp oynayıp, mutluluğu tadacak
Çalışıp, çabalayıp bir gelecek kuracak
Çocukları büyüyüp, serpilip gelişecek
Onları tanıyanlar hayır dua edecek
“Dokuz parmağın bunlar, maşallah ki maşallah
Ne yararlı çocuklar, nazar değmez inşallah! ...”
Diye herkes kendini hayırla yâd edecek
Çocukları ülkeye ne hizmetler verecek
Mezarında yatarken, Tanrı her daim ona
Çocukların hayrını yazacak hesabına...
Neylesin İbrahim’in hiç çocuğu olmadı
Kucağı bir sabinin neşesiyle dolmadı

Yıllar ne kadar çabuk gelip de geçiyordu
Kolda güç, dizde derman gün be gün eriyordu
Ne bir yer alabilmiş, ne bahçesi olmuştu
Eşi erken davranmış, mezarına konmuştu
Şimdi bir tek hayali, bir çeşme yaptırmaktı
Mezarında yatarken hayrına akıtmaktı
Üzerinde yazacak; “Dokuz Parmak Çeşmesi”
Yaz günü soğuk suyu ne hoş olur içmesi! ...
Fakir, yoksul, gariban gelip ondan içecek
“Banisine Fatiha” deyip dua edecek...

Artık ağır işlerde çalışamaz olmuştu
Elindeki parayla üç-beş koyun almıştı
Koyunları köylünün sürüsüne katarak
Zaman zaman kendi de çobanlığı yaparak
Daha sakin bir hayat sürmeye başlamıştı
Yarı aç yarı çıplak hayata alışmıştı
Kimi boş zamanlarında cami önünde durur
Etrafı seyrederek sakin sakin oturur
Gelip eşlik edenle konuşurdu kendince
Kimse bulunmaz ise otururdu serince

Pahalılık artıyor, geçim zorlaşıyordu
Üç ay için verilen üç hafta yetmiyordu
Maaşından aldığı bir tas köpük helvayı
Alıp getirir eve vurur ona yufkayı
Bütün lüksü ömrünün beyaz köpük helvaydı
Gaziliğin ikramı bir helvalık sefaydı
Üç-beş koyunun sütü tek desteği olmuştu
Neşe, sevinç azalmış, hayalleri solmuştu
Süt verip yufka alıp ekmeği sağlıyordu
Süte yufkayı kırıp açlığı dağlıyordu
Bir gün eve dönüşte kapıda bir tas gördü
İçi yemek doluydu, gözüne yaş yürüdü
Bakındı etrafına, kıyı köşe kenara
Hiç kimse bulamadı, dönüp durdu duvara
Gözünden akan yaşı kimse görmemeliydi
Onun ağladığını kimse bilmemeliydi

Hırsız gibi eğilip aldı tası eline
Sessizce sürünerek girdi evin içine
Kimbilir son ne zaman sıcak yemek yemişti?
Kursağına katığın sıcaklığı değmişti
Ömrünün son deminde bu tür haller oluştu
Gazinin tok gönlüne bir minnetlik doluştu

İki gözlü kerpiç ev bir sükûnet yeriydi
Duyulan bir tek onun dua eden sesiydi
Bütün akşam ve gece Kur’an okur kendince
Gecenin bir yarısı gözün feri gidince
Kıvrılıp da kalırdı rahlenin gerisine
Duyup da uyanmazdı hiç kimsenin sesine
Güneş doğmadan önce uyanıp da kalkardı
Abdestini alarak camisine koşardı

Kimi zaman kapıda bir tas yemek bulurdu
Ne orda ne etrafta hiç kimse bulunurdu
Alıp tası eline dönüp girer evine
Her lokmaya bir dua katık edip diline
Ekmeğine eş eder yerdi bir tas yemeği
Yarına Allah kerim, yoktu çünkü yedeği

Türk istiklal harbinin bu sahipsiz gazisi
Doksanbeş yıllık ömre doldurup çilesini
Bir sonbahar gününde akşam girdi evine
Sessizce göçüp gitti sonsuzluk iklimine
Belli ki son anında bir ayete dalmıştı
Başı Kur’an’a düşmüş ve öylece kalmıştı
Onu o halde gören ağladı gülemedi
Ne zaman öldüğünü hiç kimse bilemedi

M. Nadi TAŞÇIOĞLU
Antalya, 2003

Mustafa Nadi Taşçıoğlu
Kayıt Tarihi : 3.10.2010 01:00:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Perihan Pehlivan
    Perihan Pehlivan

    duyarlı yüreğin emeğini kutluyorum tam puanla. bir vatan böyle kurtuldu.ama bozuk para gibi harcayanlar bunu nerden bilsin ha!

    Cevap Yaz
  • Erdal Ceyhan
    Erdal Ceyhan

    Sayın Taşçıoğlu,
    Bu tarihi şiirinizde, İstiklal Savaşı Destanının bir parçasını yazmışsınız. İyi de yazmışsınız. O günler unutuldu. Fakat o kahramanların anıları kadir bilir insanlarımızın gönüllerinde yaşıyor. Onlara sevgi, saygı ve fatiha.Yeniden bin teşekkürler.

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (2)

Mustafa Nadi Taşçıoğlu