.................................Sevgili Hâle KAMAR'a...
“Çağırın vezirimi! ” diye gürledi sultan
“Söyleyin ululara, toplansın bugün divan! ”
Sultanın emriydi bu, önünde durulamaz
Sultan “Toplan! ” dedi mi; sebebi sorulamaz
Divanın üyeleri, vezirleri beyleri
Halkın sevip saydığı, ileri gelenleri
Vakit tamam olunca otağa doluştular
Her biri bir edeple mindere oturdular
Sultan gelip otağa yerini aldığında
Sol yanına oturdu, o biricik oğlu da
Sağ yanında ülkenin o en saygın yaşlısı
Her ere kılıç yapan bir demirci ustası
Postuna ilişince başladı yüce divan
Ne ses vardı içerde, ne de bir soru soran
“Alimlerim, beylerim, genç, yaşlı vezirlerim,
Bugün sizden en özge fikirleri beklerim
Yıllar gelip geçiyor, yaş tamama eriyor
Ömür bitiyor amma hayat devam ediyor
Şimdi sizden dileğim, olması gerekeni
Seçerek kendisine bildirmek görevini
Benim gönlümden geçen şu Afşin Bey oğlumdur
Amma onay sizdendir, söyleyin uygun mudur? ”
Deyince bir sessizlik çöktü otağ içine
Söz hem doğru olmalı, hem varmalı yerine
Baş vezir kalktı önce, dedi ki; “Ulu Hakan,
Şehzademiz bilgili, cesareti pek yaman
Uzun ömürler versin, tanrım siz sultanıma
Şehzademiz uygundur ülkenin hanlığına.”
Baş vezir oturunca, sırayla bütün beyler
Hayranlık ve hürmetle Afşin Beyi övdüler
O yaman bir komutan, kılıcı pek keskindi
Oku hedef şaşırmaz, fikirleri yetkindi
Sultan sessiz dinledi, pek memnun gülümsedi
En son yaşlı ustadan görüşünü istedi
Yaşlı usta hem sakin hem kararlı sesiyle
Konuşmaya başladı, tecrübe ve bilgiyle
“Be hey bütün ömrümün en yakın gönül dostu
Sultanlıktan beklenen deldirmek değil postu
Şehzademiz hem cesur, hem de derin bilgisi
Amma halkın haliyle acep nasıl ilgisi?
Yaylaktaki nineler, kışlaktaki bebeler
Hangi garip nerede aç ve açık geceler?
Kılıçlının bileği, azimlinin yüreği
Bunlar iyi hoş amma ya suskunun dileği?
Onu alay başında cenk ederken izledik
Çoban olsa sürüyü nasıl güder bilmedik
Dur deyince duranı yönetmesi kolaydır
Amma dilsiz duranı memnun etmek olaydır.”
Yaşlı usta susmuştu, gözler sultana kaydı
Sultan bir hayli zaman derin sükuta daldı
Neden sonra dedi ki; “Saygı gerek haklıya,
Bir kepenek getirin, şimdi hemen buraya! ”
Hemen bir kepeneği kapıp da getirdiler
Otağın ortasına bırakıp çekildiler
'Kılıcını okunu bırakarak evine
Tez olup başlayasın bu yeni görevine
Filan köyün davarı artık senden sorulur
Bir koyunu kurt kapsa acizliğe yorulur
Şimdi giy kepeneği kavalı da unutma
Beni mahcup ederek ümitlerimi yıkma! ”
İşte böyle başladı, şehzade çobanlığa
Koyunların önünde yürüdü sultanlığa
Afşin Bey filan köye vardı bir kepenekle
Köylü onu alarak ağırladı yemekle
Üç beş koyun birinin otuzu öbürünün
Tüm koyunlar toplandı şafak vakti o günün
Her bir koyun sahibi bırakırken davarı
Sıkıladı iyice tecrübesiz çobanı
“İyi bak hayvanıma, bu benim tek varlığım
Besili gelirseler bitiverir darlığım
Yok boş yere gezdirip getirirsen hayvanı
Tez zamanda alırsın sen buradan havanı! ”
Çoğu bu kabil sözle çobanı tembihledi
Kimi daha ileri sözlerle yedekledi
“Bakasın bana çoban; koyun dilsiz hayvandır
Şikayet nedir bilmez, lakin huyu yamandır
Huzur bulursa senin varlığından sesinden
Yediği her parçayı geri verir besinden
Anlamazsan sen onun sessiz bekleyişinden
Yediğini harcayıp yürür gelir peşinden
Sonunda gayretlerin hüsran olur çıkar da
Bir dahaki sefere kalırsın sen kenarda...”
En son köyün büyüğü onun yanına geldi
En açık bir şekilde anlaşmayı söyledi
“Bütün bir yaz boyunca otlatırsan bunları
Emeğin zayi olmaz, alırsın sen hakkını
Her on koyundan biri senin payına düşer
En zayıf olanından senin payını seçer
Ayırır da veririz, bunu böyle bilesin
Sonra ister kalırsın, ister çeker gidersin”
Asasını eline, kavalını yenine
Alıp yürüdü çoban gün batımı yönüne
Peşinde koyunları ardında köpekleri
Ağır ağır geçtiler verimsiz bölgeleri
Bir tepenin altında, yemyeşil bir alana
Gelince durdu çoban, koyunlar da ardına
Oturdu bir ağacın serince gölgesine
Bıraktı benliğini tabiatın sesine
İkindi olduğunda toplayıp koyunları
Dönüp sahiplerine geri verdi onları
Artık o bir çobandı, işine bakıyordu
Meradan dönüşlerde etrafı tarıyordu
Sabahtan ikindiye koyunların başında
Tam bir uyanıklıkla geçen zamanlarında
Kimi zaman düşündü, uzun uzun kendince
Kimi zaman kavalla aklına bir dinlence
Vererek sürüsünü gün boyunca otlattı
Nerde bir yaban görse sapanıyla hoplattı
Sapan yetmediğinde asası bir kılıçtı
Çoban köpekleri de pek bir yaman çıkmıştı
Ne bir kurt ne bir çakal dalamadı sürüye
Sürü her gün tam tekmil dönüyordu geriye
Kimi zaman dağ bayır dolaşıp aranıyor
Sürüyü otlatacak yeni bir yer buluyor
Ertesi gün sürüyü bu otlağa sürüyor
Koyunları gün be gün etlenip gelişiyor
Kimi dönüşlerde de dolaşıyor etrafı
Öğreniyor köylüden yaşattığı ârâfı
Köylünün kimi halı, kimi kilim dokuyor
Kimi bağ bahçe tarla demeden çalışıyor
Peynirini yağını, kışlığı, darlığını
Hazırlamak peşinde harcıyor varlığını
Kimi her Pazar günü yeterince malını
Alıp da şehre iner görür ihtiyacını
Sonra havadis toplar orda burda her telden
Akşam olmadan köye dönüp gelir şehirden
Köyde caminin önü bir toplanma yeriydi
Köylünün her derdini döktüğü meclisiydi
Akşam vakti köylünün fakiri ve zengini
Toplanıyor oraya döküyordu derdini
Kadınlar bir kenarda, erkekler her bir yanda
Oturup konuşurlar gündemde neler varsa
Birisi konuşurken tane tane söylerdi
Gerisi konuşanı edep ile dinlerdi
Bütün bu meclislere girip kaynaştı çoban
Köylünün bir parçası olup da çıktı çoban
Yine bir gün öylesine gezerken köy içinde
Bir kız gördü uzaktan, çalışır bir biçimde
Eşarbın uçlarını atmış omuzlarına
Yatırıyor sebzeyi karığın sırtlarına
Bir elinde bir çapa, okşar gibi toprağı
Çapalarken sebze de incitmiyor yaprağı
Çoban oturdu yere, başladı izlemeye
Kızın her bir tavrını dikkatle gözlemeye
Kız orada çobanı neden sonra fark etti
Önce baktı bir zaman sonra yanına geldi
Çapasına dayanıp çömeldi karşısına
Sonra tatlı sesiyle girdi konuşmasına
“Sen bizim yeni çoban olmalısın sanırım
Yoksa köyde yaşayan her bir canı tanırım
Hayır olsun bu ne iş? Oturmuş izliyorsun
Bir gariplik mi var ki, dikkatle gözlüyorsun? ”
Çoban bir zaman şaşkın baktı kızın yüzüne
Kızın bu sıcaklığı nüfuz etti özüne
“Geziyordum öylece köyün sokaklarını
Geçiyorken buradan gördüm yaptıklarını
Hayran kaldım bir anda yaptığını izledim
İşlediğin toprak mı, oya mıdır bilmedim
Bu ne böyle şefkatle toprağı deşelemek
Her bir sebze dibini dikkatle eşelemek
Gördüm ki güzelliğin özünden kanatlanmış
Öz bırakıp cismine yüzünde yuvalanmış”
Kız çobanın sözünden utandı mahcup oldu
Şaşaladı bir anda yüreği bir hoş oldu
“Ne elin ne de dilin, çoban değilim diyor
Bakışından sözünden şu yüreğim eriyor
Nerden çıktın sen böyle, belâ mısın gönlüme
Şu küçücük yüreğim dar gelecek kendime”
Kız kaçamak bir bakış bakıp onun yüzüne
Kalkıp kaçtı oradan bir sokağın içine
Çoban bir zaman kaldı orada öylesine
“Rastlamadım daha ben güzelin böylesine
Nasıl böyle ayrılıp uzaklaştı yanımdan
İçime ateş yakıp, can götürdü canımdan”
Diye düşündü kaldı, sonra kalkıp yerinden
Ağır ağır yürüdü kızın gittiği yönden
Vardı cami önüne oturdu bir başına
Fark etmedi bir zaman gelenleri yanına
Uyandı ve gördü ki, köylü oraya dolmuş
Bir sohbete başlanmış biri konuşuyormuş
“Güney komşuda her şey karma karışık olmuş
Dağ, şehir, köy, kasaba her yer harami dolmuş
Sultanını katleden hain vezir tahttaymış
Her bir boyun büyüğü bir başka sevdadaymış
Harami yolu tutmuş, kervanlar gelmez olmuş
Sultan asker toplamış, tetikde bekliyormuş
Akıbet hayır mıdır, şer midir Allah bilir
Bütün bu karmaşaya kim düzen verebilir? ”
Çoban şaşırdı kaldı, “Bunlar ne zaman oldu?
Böylesi bir endişe bunca gönüle doldu”
Sessiz kalktı yerinden eve doğru yürüdü
İçinde bir düşünce benliğini bürüdü
“Ben buraya geleli kaç gün oldu kaç hafta?
Acep kalsam mı burda, dönsem mi payitahta
Amma izinsiz dönmek babamı üzebilir
Bana ihtiyaç olsa elbet çağırabilir”
Diyerek vardı eve, lakin içi bir hoştu
Bir güzel kız gönlüne yuva kurup konmuştu.
Şafak vakti o günün erken vardı meydana
Koyunlar yavaş yavaş birikti etrafına
Lakin köyün yaşlısı bir türlü gelmiyordu
Onun koyunlarını oturmuş bekliyordu
Evlerin arasından koyunlar görününce
Kalktı o da yerinden dikkat etmedi önce
Neden sonra fark etti davarı getireni
Gönlünü ardı sıra alıp da götüreni
Bir garip oldu birden, kıza doğru yürüdü
İçinde bir heyecan dalga dalga büyüdü
Konuşamadı çoban tutuldu bir an dili
Kızınsa söylediği bir bahane besbelli
“Babam yaşlı adamdır, yorulmasın istedim
Önce kabul etmedi, rızasını bekledim”
“Ne de güzel etmişsin, beni de sevindirdin
Günümü aydınlattın, gönlüme neşe verdin
Söyler misin güzel kız, ne derler burda sana
De ismini bileyim, bir muştu olsun bana”
Kız kızardı, bozardı, “Hilâl” dedi ve sustu
“Hilâl derler adıma” dedi, döndü ve koştu
Evlerin arasından kaybolup da giderken
Çoban ardından baktı kalbi güm güm ederken
Koyunları toplayıp dağlara doğru sürdü
Benliğin kaplayan bir neşeyle yürüdü
O gün her şey bir başka güzel geldi çobana
Hilâl’in gözlerinden baktı sanki yabana
Vaktinde koyunları toplayıp köye döndü
Hilâl’i ilk gördüğü yere doğru yürüdü
Kız yine aynı yerde durmuş çalışıyordu
Her bir sebze elinden bir nasip alıyordu
Çobanın geldiğini fark ederek doğruldu
Hafif bir tebessümle dönüp işe koyuldu
Çoban elde asası aynı yere oturdu
Kızın her bir halinde gönlüne köprü kurdu
Hilâl rahat değildi, izlenmek ne de zordu
Bir çift gözün altında ne de çabuk yoruldu
İşini bırakarak geldi onun yanına
Ürkek gelip erkekçe konuştu çobanına
“Sen burda böyle durup beni izliyor iken
Böylesine meraklı gözler üzerimdeyken
Kolay mı sanıyorsun burda böyle çalışmak
Yakışır mı hiç sana böyle tembel oturmak
Hadi gel yardım et de şu işi eyleyelim
İki elin sesi var elleri birleyelim”
Diyerek çapasını verdi onun eline
Sonra dönüp yürüdü sebzelerin içine
Çoban elinde çapa Hilâl’e bakakaldı
Kalkıp vardı yanına onunla işe daldı
Çoban ilk kez aldığı bu çiftçi aletini
Acemice kullanıp bir filizin belini
Kırıp da düşürünce Hilâl tuttu elinden
Hem kızgınlık hem sevgi aktı kızın gözünden
Çapa nasıl vurulur, öbek nasıl kurulur
Bir küçücük sebzecik bir yastığa konulur
Hilâl şimdi bir hoca, çoban da öğrenciydi
Bu iş ne kadar ince ne maharet işiydi?
Hilâl kız bir taraftan yaparak gösteriyor
Bir taraftan konuşup, sırrını anlatıyor
“Bu gördüğün nebatı cansız mı sanıyorsun?
Öylesine hoyratça çapayı sallıyorsun?
Bu gördüğün bir candır, senin ve benim gibi
Sevgini katmaz isen kekre olur meyvesi
Her canın doğasıdır, ne verirsen sen ona
İçinde çoğaltarak geriye verir sana
Sevgi denen bereket, ellerine dolmalı
Her dokunuş bir cana yeni bir can katmalı
Sevgi ilgi demektir, sevgi özen demektir
Sevgi sendeki özü bir temasla vermektir”
Çoban bu yeni dersi hiç bitmesin istedi
Gönlü bir ferasetle kendini tazeledi
Gün batarken bahçeden beraber ayrıldılar
Sevda denen ummana dalıp da kayboldular
Çoban koyunlarıyla ikindiyi buluyor
Hilâl kızın yanında günü akşam ediyor
Gece köy meclisinde köylüleri dinliyor
Orda da zaman zaman Hilâl Kızı gözlüyor
Ne zaman bir dert olsa köylünün dilindedir
Nerde bir çıkmaz olsa, bütün suç beylerdedir
Amma hakan sevilir, çare hep ondan gelir
Nerde bir sorun olsa, hakan görür düzeltir
Kimi zaman garibin işine yardım etti
Kendi payı davardan yoksula katık verdi
Artık o hem bir çoban, hem de çiftçi olmuştu
Çapa, kürek ve belden nasırlar oluşmuştu
Nice gün nice hafta orada böyle geçti
Bu sessiz sakin çoban herkesçe benimsendi
Bir gün dönüşe yakın köpekler huysuzlandı
Etraf birkaç hayvanın sesiyle çalkalandı
Çoban kalktı yürüdü sesin geldiği yöne
Bir tepenin ardından bir atlı çıktı önce
Ardından birkaç katır birkaç adam göründü
Kafilenin yönü de çobana doğru döndü
Selâmlaşma bitince yerlere oturdular
Memleketin halinden konuşmaya durdular
“Ben bir garip çerçiyim, gezerim yazı yaban
Görürüm ahval nedir, şimdi haller bir yaman
Güney pek karışmıştır, halk perişan orada
Etkileri görünür oldu her bir ovada
Bir tedirginlik geldi bu ülke halkına da
Bereket beyimize güven vardır burada
Amma kervan geçmiyor şimdi komşu ülkeden
Satılmıyor alınan, yapılan, üretilen
Bu hal devam ederse, huzur kalmaz kimsede
Sultan hali görerek çareleri bilse de
Zor günler kapımızda bunun herkes bilmeli
Lakin tedbir ne ise tez zamanda gelmeli”
Çoban sessiz dinledi çerçinin sözlerini
Çerçinin gözlerine dikerek gözlerini
“Sen sürekli gezersin, her bir hali gözlersin
Bu durumlarda tedbir neler olmalı dersin? ”
“Benim aklım pek ermez, bu bir devlet işidir
Derde derman bulacak sultan olan kişidir
Lakin bildiğim o ki, gelen her bir yeni gün
Denkleri toplanıyor her bir yerde bir göçün
Üreticinin malı değerinden düşmekte
Dışardan gelen malın bedeli yükselmekte
Garip halkın başına bir çorap örülüyor
Bu gidişin sonunda sefalet görülüyor
Çare gelmezse tezden halimiz pek yamandır
Şimdi beylerin beylik edeceği zamandır
Derdi herkes biliyor, yaşıyor ve görüyor
Çare beyin işidir herkes onu bekliyor
Çare önce bir fikir, sonra da bir karardır
Çözümse bu kararı hayata taşımaktır
Çare beyden gelecek, çözümse hepimizden
Ne gelirse yaparız, bilirsin elimizden
İnanırsak biz beye, gösterdiği çareye
Çıplak ayak gireriz mihnet denen dereye”
Çoban daldı içine, “Hangi düzen kalıcı?
Ne kadar da kolaymış, ele almak kılıcı!
Her bir yerden bir ağıt, bir istek yükselirken
Herkes gözünü dikmiş, beyden çare beklerken
Her bir derde bir çare! Evet beylik bu imiş
Meğer demirci usta ne de doğru söylermiş
Önce vaktinden evvel gidişi görmek gerek
Dertler boğmadan bizi, tedbirler almak gerek
Yaban elin bağında yarasalar ötmeden
Toprağında çalışan dengi düzüp gitmeden
Gün görmüş ehil eller bulup girmeli işe
Belâ başa gelmeden yön vermeli gidişe”
Yavaş yavaş doğruldu çerçi olduğu yerden
Adamların da hepsi kalktı bir bir yerinden
“Yolcu yolunda gerek dertsiz tasasız çoban
Senin keyfin yerinde, bizim halimiz yaman
Hadi kal sağlıcakla, varalım biz şu köye
Tezgahları açalım, veda etmeden güne”
Çoban da koyunları toplayıp döndü köye
Yine her günki gibi gitti doğru bahçeye
Bir taraftan çalışıp, işleri hallettiler
Bir taraftan sevgiyle söyleşip, halleştiler
Çoban o gün duyduğu şeylerden de bahsetti
Hilâl sakin ve emin, bilgece sözler etti
“Dert durmaz ki yerinde, çiçek gibi bulaşır
Bir bakarsın en uzak diyarlara ulaşır
Amma tabip ehilse, ferahlık erken gelir
Sıkıntı uzun sürmez tez zamanda düzelir
Evet duyarız işler kötülemekte şu an
Eminim fazla sürmez, el atar buna hakan”
Çoban Hilâl kızdaki emniyete sevindi
İçine bir ferahlık gönlüne neşe geldi
Gün akşama dönünce oradan ayrıldılar
Beraberce Hilâl’in sokağına vardılar
Çoban kızı evine bırakarak ayrıldı
Kendi gitti oradan, gönlü orada kaldı
Ağır ağır yürüyüp gitti cami önüne
Ne de çok şey sığmıştı bir kısacık gününe
Cami önünde köylü toplanmış konuşuyor
Olanlar hep duyulmuş, herkes bir şey söylüyor
Bir ümitsizlik vardı sanki bütün yüzlerde
Tedirginlik akıyor söylenen tüm sözlerde
“Bugün Pazar yerine bir kesatlık çökmüştü
Elimizde ne varsa akçeden fakir düştü
Ne bir şey satabildik, ne bir şey alabildik
Neler götürmüş isek alıp da geri döndük
Böylesine bir Pazar ne oldu ne görüldü
Sanki etrafımıza karabasan örüldü
Ulu hakan ne yapar acep payitahtında
Garipler ezilirken bir zorluğun altında? ”
Çoban söylenen sözden hayli tedirgin oldu
Daha da bir dikkatle dinlemeye koyuldu
Yüzleri birer birer gözlemeye başladı
Gözü kadın kısmında Hilâl’i yakaladı
Bir anda Hilâl kızla göz göze geliverdi
İçine bir sıcaklık bir huzur giriverdi
“Derdimizi beye değil, yaradana söyleriz
Tertemiz bir gönülle takdirini bekleriz
Eğer biz yanlışların müptelası olmuşsak
Garip hakkı yiyerek harama bulaşmışsak
Sözlerimiz havaya karışıp duman olur
Ne Hak’ka niyaz olur, ne de beye dert olur
Yok eğer ki derdini dert bilirsek garibin
Sözlerimiz gönlüne ilham olur beyimin”
“Haklısın koca Burak, tevekkül esastandır
Amma bilirsin atı, bağlamak hayattandır
Doğruluktan şaşmadan işimizi yapalım
Amma beyimize de her derdi anlatalım
Lakin doğruysa eğer, bey geçmiştir beylikten
Bir soysuz bey olursa söz kalır mı dirlikten?
Bey oğlu beylik için zamanını beklermiş
Kılıcı pek keskinmiş, bilgisi çok derinmiş
Hırsından başka derdi olmayan bilmez bizi
Ne şakiler gördük ki, okutur hepimizi
Devlet babadır bize, çocuksuz bey nemize
Şefkati olmayandan çare gelir mi bize?
Bey de her bir er gibi bir gönülde yanmalı
Yüreğini kabartan yavruları olmalı
Hakkın bu ezel hükmü beyde can bulmuyorsa
Bir küçücük gülücük gönlüne düşmüyorsa
Sözlerimiz kuş olur, o yürek bir taş olur
Onun her bir fikrinden gözlerimiz yaş olur”
Karşılıklı konuşma meydanda yankılandı
Bu tedirgin havayı bir soru araladı
“Yeis ki, gönüllerde öten en çirkin kuştur
Böyle bir ümitsizlik bizi nasıl vurmuştur? ”
Çoban irkildi birden konuşan Hilâl kızdı
Sanki geceye düşen ve parlayan yıldızdı
“Beyimiz bugüne dek bize yanlış yapmadı
Hangi zorluk oldu da dirayetle aşmadı?
Afşin Bey’e gelince, babasının oğludur
Muhakkak ki beylikte yolu ata yoludur
Derler ki şimdilerde, sultanın kararıyla
Afşin bey bir yerlerde kaynaşıyor halkıyla
Belki şimdi bir yerde, bir uzak bilinmezde
Bir sevdaya düşmüştür, gözler onu görmez de
Kim bilir hangi halde neler görüp okuyor?
Halkın geleceğine neler örüp dokuyor
Bir gün bir aslan gibi kükreyip gelecektir
Şefkatle hepimize sarılıp sevecektir
Yok eğer densizce bir beylik sürmek isterse
Sevgisiz ve hesapsız bir zalime dönerse
O zaman hep beraber vermeliyiz dersini
Görmeyen bilir mi hiç bu ulusun tersini?
Amma şimdi bir ümit olmalı gönlümüzde
O mutlu bir gelecek olarak dilimizde
Yaşamalı, sevmeli, bağıra basmalıyız
Yarınlara ümitle ve şevkle bakmalıyız”
Hilâl kız sözlerini bitirip de susmuştu
Ortama bir sükunet, bir sessizlik doğmuştu
Çoban varıp sarılmak istedi Hilâline
Tez zamanda kavuşmak istedi helaline
Karar verdi o anda, gereken olacaktı
Tanrı’nın emri ile Hilâl’i alacaktı
Yavaşça doğrularak bir kenara çekildi
Hilâl kızı gözleyip hafifçe bir el etti
Ağır ağır yürüyüp uzaklaştı oradan
Çok geçmeden Hilâl kız yaklaştı arkasından
Bir müddet beraberce yürüdüler öylece
Hilâl kızın evinin yakınına gelince
Çoban durdu yerinde, Hilâl kız karşısında
İçinde bir heyecan, bir esriklik başında
Bir müddet öylesine durarak susuştular
Gönüllerinde esen tufanla boğuştular
Bir müddet sonra çoban kaldırıp gözlerini
Gözlemek ister gibi sözünün izlerini
“Şimdi midir zamanı, değil midir bilemem
Yeri değilse bile söylemeden gidemem
Gönlüm vurgundur sana, sensizlik hazan bana
Bir çobana eş olmak keder verir mi sana? ”
Hilâl kız kıpkırmızı oldu sanki bir anda
Kalbinin gümbürtüsü yankılandı her yanda
Çok geçmeden az biraz toplayarak kendini
O da kendi dilince deyiverdi derdini
“Benim meylim özedir, şu sevdiğim gözedir
Yalnız tek kırgınlığım şu ettiğin sözedir
Gönlüm sendedir benim, elbisende değildir
Git babamdan al beni, uy ki töre böyledir”
Sözlerini bitirip dönüp kaçtı oradan
Çoban sevinç içinde bakarken arkasından
Çoban yine erkenden geldi köy meydanına
Koyunlar yavaş yavaş toplanırken ardına
Gelenlere ilk defa dikkatlice bakındı
Koca Burak gelince, onun yanına vardı
“Burak baba bir sözüm olacak dinler misin?
Bana bir onay verip gönlümü eyler misin? ”
Koca Burak durarak çobanı yedekledi
“Söyle derdini çoban! ” diyerek de ekledi
“Büyüklerimi size göndersem dinler misin?
Hilâl kızı dilesem ‘helal olsun’ der misin? ”
Yaşlı adam durarak ona dikkatle baktı
Sözleri tane tane dudaklarından aktı
“O hayat Hilâlindir, o gönül Hilâlindir
Gönlü sendeyse eğer, o senin helalindir.”
Bir eliyle çobanın omuzuna dokundu
Dönüp yürüdü ordan, çobana neşe doldu.
Bütün bir gün boyunca düşündü, tarttı durdu
Her bir ayrı konuda bir ayrı plan kurdu
Şu kısa köy hayatı neler vermişti ona
Gördüğü, yaşadığı, neler katmıştı ona
Akşam vakti dönünce meydanda atlı gördü
Yedeğinde bir atla çobanı bekliyordu
Köylü toplanmış orya merakla bekleşiyor
Bu atlı bu çobandan acep neler istiyor?
O anda gelen atlı, yedeğinde at ile
Gelip de karşı durdu, askerce saygı ile
“Afşin beyim, sultanın buyruğu ile geldim
Yarın divan günüdür, seni almaya geldim”
Köylü şaşırdı birden, çobana baka kaldı
Yarınların sultanı demek ki bu çobandı
Bunca zaman sessizce içlerinde yaşamış
Her birinden bir başka öğüt, nasihat almış
Ne birine diklenmiş, ne gurur, keder yapmış
Ne büyüklük taslamış, ne birine hor bakmış
Bu sessiz sakin çoban, demek şehzade idi
Saltanatın varisi demek bu çoban idi
Her bir köylü kendini önemli gördü birden
Bir sultana musahib olmuşlardı hep birden
Hilâl kız babasının bir koluna sarılmış
Sevgi ve hayranlıkla çobanı seyre dalmış
Bir tereddüt belirdi bir an için gönlünde
Bir çoban gibi gelip yerleşmişti gönlüne
Görünüşü yalandı, sevgisi gerçek miydi?
Şimdi çekip gidecek sonra gelecek miydi?
Bir anda kovup attı içindeki şeytanı
Gönül dinler miydi hiç sultanı ve çobanı?
O anda geldi çoban baba kızın önüne
Sevgi ile bakarak Hilâl kızın gözüne
“En kısa bir zamanda ben sana geleceğim
Sevdiğim gül yüzünü yakından göreceğim”
Sonra Burak’a döndü, “Ben artık gitmeliyim
Önemli bir zamandır, göreve dönmeliyim
Lakin yakın zamanda büyüklerim gelecek
Senden Tanrı emriyle Hilâl’i isteyecek
Rabbim nasip etmişse, hayırlar doğacaktır
Sizin hayır duanız bizi koruyacaktır.”
Afşin bey ayrılarak baba kızın yanından
Helallik dileyerek orada olanlardan
Atına atlayarak uzaklaştı oradan
Onu bir sevgi seli izliyorken ardından
Afşin bey sabah erken vardı taht odasına
Köyde geçen zamandan rapor sundu sultana
Duyup öğrendiğini, görüp yaşadığını
Ömrü paylaşmak için gönlün aradığını
Birer birer anlattı, sonra susup bekledi
Sultanın sözlerini dikkatlice dinledi
Sultan memnun sevecen, başladı konuşmaya
Bir ömürden süzülen verimi anlatmaya
“Bu köylü kısmı var ya; sessiz koyun gibidir
İsyanı asla bilmez, sanki dertsiz biridir
Sen onun demediği dertleri anlamazsan
O susuyor diyerek sen kafanı yormazsan
Bir gün bir bakarsın ki; tüm hesapların yanlış
Yaptığın tüm planlar sebepsiz yere yatmış
Köylünün öfkesini sen sesinde duymazsın
Ülken elden gider de, nedendir anlamazsın
Damarlarında sessiz akan kanın gibidir
Akil ol ki, etkisi; doğrudan kalbinedir.
Esnaf, çerçi, kervancı, alırlar ve satarlar
Halkın ürettiğine bunlar değer katarlar
Üretilen ne varsa memleketin içinde
Uzak yakın her yerde Acem’de veya Çin’de
Her nereye lazımsa oraya götürürler
İhtiyacı giderip hayatı sürdürürler
Bunları kaçırdın mı, hayat durur yerinde
Kim ne üretir ise, kalıverir elinde
Köylü malı satamaz, ihtiyacı alamaz
Parası pula döner, istekle çalışamaz
Böyle bir bitişi önlemenin yolunu
Bulup çıkarmak için sıvayasın kolunu
Kiminde dert iklimde, kiminde köylüdedir
Derdin kimi çerçi de, kimi haramidedir
Aksayan her noktayı tam doğru görmelisin
Hata nerede ise orya yönelmelisin
Eğer dert beyde ise budur en büyük belâ
Tez zamanda okurlar senin için bir selâ
Şimdi gelelim sana, artık dirlik dilersin
Genç gönlünü fetheden Hilâl kızı istersin
Bu benim son görevim olacak bil ki sana
En keyifli görevi verdin inan ki bana
Akşam devlet işini hal yoluna koyalım
Çareleri bularak sağlama bağlayalım
Sabah erken vakitte demirci dostum ve ben
Gider iken dünüre bakarsın işlere sen
Hadi şimdi git dinlen, akşama da hazır ol
Unutma ki her işte kimi beyin kimi kol
Olarak görevini bi hakkın yapmalıdır
Tanrının huzuruna alnı ak çıkmalıdır”
Afşin bey memnun çıktı babasının yanından
Demirci ustasına gitti hemen oradan
Hürmet sunup dedi ki; “Ustam senin sayende
Neler duyup dinledim, neler öğrendim ben de
Sana tüm bunlar için şükranımı sunarım
Hasbilikten şaşmayan temiz gönlü kutlarım
Nasihatin her zaman rehber olacak bana
Tanrım zeval vermesin ne babama ne sana
Yaşlı demirci usta sevecen baktı ona
Buyur edip Afşin’i oturdu karşısına
“Bakasın bana oğul, ben de baban gibiyim
Vakti bilinmez amma yakındır gidiciyim
Bu ülke bu insanlar her zaman var olacak
Beyler âgâh olursa, onlar huzur bulacak
Sen bir büyük hakanın tek oğlusun, soyusun
Bu garip masum halkın yarına umudusun
Dileğim mezarımda çakallar eşinmesin
Bunun için de senin haklı çıkmalı sesin
Dinlersen sana birkaç nasihatim olacak
Hora geçerse eğer yerini de bulacak
Evvela bey olanın hanesi şen olmalı
O evde yaşayanın gözü gönlü doymalı
Eşine sevgi ver ki, saygı gelsin özünden
Gönlünde hoş sedalar bul sen onun sözünden
Senin gönlün hoş ise aklın da kıvrak olur
Bir şeyi incelerken zihnin de berrak olur
Gönülde derdin varsa bütün şevkin kaybolur
Gönlündeki ağırlık halka zor bir yük olur
Kendi derdi gönlünün devlete yük olmasın
O derdi senden başka birisi taşımasın
Gariplere şefkatli, varlıklıya güvenli
Zalimlere heybetli, mazluma merhametli
Olmalısın daima ki kimse acımasın
Beyliğinden hiç kimse rahatsızlık duymasın
Korkağı kararına ortak edip kırılma
Hırsını besleyeni adam sanıp sarılma
Akıl mihengin olsun âkil insan yoldaşın
Gözü gönlü tok olan olsun senin sırdaşın
Her şeyi üslubunca takipte tutmalısın
Yarınların düşünü bugünden kurmalısın
Bey bir zaman yolcusu olmak zorunda önce
Yarının hesabını öngörmeli derince
Bugünleri yaşarken derde çare bulmalı
Yarınları görürken planları kurmalı
Bey dediğin hayatı hep bugünde yaşamaz
Eğer öyle olursa, yarına taşıyamaz
Ne devleti, ne bizi, ne de sultanlığını
Telef eder her şeyi, halkını, varlığını
Bir kararı vermeden çok düşün çok incele
Verince kararını meydan oku ecele
Beylik zor bir görevdir, az uyu çokça düşün
Hesabını iyi yap ve hayra çıksın düşün”
Afşin bütün sözleri dikkatlice dinledi
Saygı sunup ustaya ordugâha yöneldi
Her bir komutanıyla birer birer halleşti
Divan kurulana dek askeriyle söyleşti
Vakit tamam olunca toplandı bütün beyler
Bütün halkın içinden sayılıp sevilenler
“Beylerim, vezirlerim, vefalı yoldaşlarım
Gönle hoşluk vermeyen pek çok haber duyarım
Komşumuzda hakanlık el değişmiş görünür
Bir kargaşa gelmiş ki, halk yerlerde sürünür
Kimi beyler ve soylar bu hakanı tanımaz
Hakan sanki bir şaki, halkına hiç acımaz
Haramilik pek saygın bir iş olup çıkmıştır
Kervanlar gelmez olmuş, esnaf köylü bıkmıştır
Daha kötüsü şu ki, sarkar oldular bize
Bu densizleri tezden getirmek gerek dize
Şimdi tedbir nicedir, düşünün ve söyleyin
Akıl akıldan üstün, doğruya belirleyin”
Mutad olduğu üzre, fikirleri açmaya
Baş vezir söz alarak başladı konuşmaya
“Bence tam zamanıdır, gidelim ve alalım
Bu sahipsiz beldeyi, yurdumuza katalım
Birkaç hafta içinde hazırlık tamam olur
Askerimiz tam tekmil sefere hazır olur
Öncü birliklerimiz harekete hazırdır
Şimdi sade beklenen hakandan bir emirdir”
Bütün beyler bir başka yönde fikirler koydu
Kimine göre halkın savaşa hali yoktu
Kimine göre ortam şimdi pek de uygundu
Yapılması gereken tez zamanda hücumdu
Hakan ve usta sessiz dinliyordu sözleri
Şehzade düşünceli izliyordu beyleri
Sözler tamam olunca gözler Afşin’e döndü
Afşin sakin kararlı, baş vezire döndü
“Ulu, gün görmüş beyler, baş vezir doğru söyler
Kargaşa sınır bilmez bize doğru ilerler
Komşudaki huzursuz beylerin ve soyların
Gözleri, gönülleri hep bizdedir onların
Karşı gelmez hiç biri çıkılacak sefere
Tez bir haber salalım komşu olan beylere
Bizden gelen bir sesle, hatta güven bulurlar
Eğer temas edersek bize de katılırlar
Bu seferin sonunda amaca ulaşırsak
Hem ahali hem toprak bütüne kavuşursak
Dağlardan eşkıyayı temizleyip atarsak
Yakın uzak yolları emniyete alırsak
Pazarımız şenlenir, köylümüz neşelenir
Refah, güven, esenlik yurdumuza yerleşir
Her menzile karakol kurup tedbir almalı
Kervanların yolunu emniyete almalı
Ahalinin verimi değer bulmazsa eğer
Ne ordu kalır elde ne de başka bir değer
O zaman kim üretir kim çalışır gün boyu?
Yarınlara taşımak mümkün olur mu soyu?
Ulaşırsak eğer biz, tabii sınırlara
Hep beraber güvenle gideriz yarınlara”
Şehzade susup durdu, söz ustaya gelmişti
Gözler ona yöneldi, o da şevke gelmişti
“Behey bütün ömrümün en yakın gönül dostu
Artık devretsen gerek altındaki o postu
Şehzade sultanlığa yakışır bir bey olmuş
Sevgi şefkat bilgelik beyimize mey olmuş
Artık huzur içinde gençleri izleyelim
Ülke emin ellerde, biz artık dinlenelim”
Afşin tekrar söz aldı, “Bunun için erkendir
Şimdi sefer halidir, düzen devam gerektir”
Hele bir sefer bitsin o zaman düşünülür
Uygun olan ne ise ona göre yürünür”
Artık beyler susmuştu, söz hakana gelmişti
Hakanın gözlerine bir huzur yerleşmişti
“Vezirlerim, beylerim, vefakar yiğitlerim
Şimdi sefer halidir, gereğini beklerim
Yarın öncü birlikler Afşin beyin emrinde
Temizleyip yolları, mevzi tutsun yerinde
Karlı bel önemlidir, eşkıyadan arınsın
Bir okçu birliğimiz orda yerini alsın
Her bir bey beyliğini, çalışarak hak etsin
Tanrım her daim bizim alnımızı ak etsin.”
Payitahtta o sabah yoğun hareket vardı
Afşin bey öncü olup payitahttan ayrıldı
Hilâl kızın köyüne bir konak mesafede
Çağırıp has beyini, ona birkaç nefeste
“Bakasın yiğit beyim, bu bir harbe gidiştir
Sevdiğime bir konak yakına gelinmiştir
Bu bir savaş halidir, gidip de dönmemek var
Kader tanrıya ayan, dönüp de görmemek var
Akşama karlı belde çadır kurup dinlenin
Ben size yetişirim, sakın tasa etmeyin”
Deyip sürdü atını Hilâl kızın köyüne
Komutan bakakaldı arkasından Afşin’e
Hemen asker içinden dört yiğide seslendi
Afşin beyin peşinden köye doğru gönderdi
“Beyimiz sevdiğini görüp de gelmek ister
Tehlikeli bir yolu yalnız başına gider
Görünmeyin kendine izini sürüp gidin
Bir tuzağa düşerse imdat olun yetişin”
Afşin son hızla gidip, dere tepe aşarak
Sanki atıyla değil, için için koşarak
Akşam üstü ulaştı Hilâl Kızın köyüne
Dosdoğru sürdü atı köyde cami önüne
Ulaşınca meydana şaşırdı kaldı birden
Harami gelmiş köye akçe ister köylüden
Herkes şaşkın bakarken üstlerine yürüdü
Gelen her haramiyi bir darbeyle düşürdü
Önlerinde dağ gibi bir aslanı görünce
Haramiyi şaşkınlık, korku sardı iyice
Çala kılıç vuruşup devirirken geleni
Görmedi gerisinde oku yaya vereni
Dört yiğit aynı anda dalar iken meydana
Afşin kalleş bir okla devrildi arkasına
“Yandım” diye bağıran Hilâl kızın sesiydi
Yere mecalsiz düşen onun hayalleriydi
Bir çırpıda gelerek Afşin Beyin başını
Göğsüne bastırırken bıraktı göz yaşını
Afşin onun göğsünde söyledi son sözünü
“Sevdiğim sana geldim bak tuttum ben sözümü...”
Kayıt Tarihi : 4.4.2003 00:51:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!