MEZOLİTİK KADIN
Ben mezolitik bir kadınım
Kırlarda, vadilerde, su kenarlarında
Bitki tohumu toplarım.
Dolmayı bekler başucumda
Kaplumbağa kabuğu onca ambarım
Bilesiniz, Mezoliye’dir benim adım.
« İlkel tahıl devşiricisi » dersiniz bana siz
Ama ben ilkel değilim.
Mağarayı binlerce yıl önce terkettim
Çayın kıyısında gördüğünüz şu kulübedir evim
Ben kulübemin kapısı, duvarı, çatısıyım
Çocuklarımın anası, kocamın tanrıçasıyım.
Eridi buzullar ve kurudu denizler göller
Isındıkça ısındı hava, kurudu çaylar nehirler
Ve av kalmadı bu yakınlarda.
İşte bu yüzden kocam çıkalı ava
İki elimin parmakları kadar dolunay geçti
Bir tavşan bile getirmedi daha
Tahıl devşiriyorum şimdi bu koyakda
Borcum var, çayın iki kıvrım altındaki komşuya
Bir kaplumbağa kabuğu arpa.
Ve tepinip durur bebe karnımda
On kafatası dolusu daha toplasam
Kaplumbağa kabuğu dolar mıydı acaba?
Koşar durur, sekiz güz yaşında oğlum
Koşar oynar etrafımda
Kızım sırtımda sarılı, derin uykuda
Ben anayım, başkanıyım bu kulübenin
Ben onların tanrıçasıyım, bakmak zorundayım onlara
Oğlak derisi de, dar gelir oldu artık sırtımdaki kıza.
Şu tepinen bebek ki; hiç eksik olmaz bedenimde
Herkesin varlık nedeni, kadına tapılır bu devirde
Herkesi doğuran yaratıcı güçler bende
Ve kadın dediğin, olmalı karnı hep bir karış önde
Kudurdu bugün, kudurdu bu karnımdaki de
Altım ıslanıyor, sanıyorum bebek gelmekte.
Ah, altı kafatası daha buğday toplayacaktım oysa
Adam başka bir memlekette mi kalmıştır acaba?
Alsam kızı sırtımdan uyandırmadan
Yatırsam şu karşı yamaçtaki ağacın altına
Bir şey olur mu ki, bebek doğasıya?
En iyisi, şu kayaların arasına gitmeli doğurmaya.
Adam gelmezse, boş kalırsa karnım
Tartışılmaz mı tanrıçalığım?
Kaybolursa yaratan tanrısal vasıflarım
Ben ne yaparım, ne işe yararım
Doğurmayan, emzirmeyen, gebe kalamayan
Ve yaratamayan nasıl bir tanrıçayım?
Ahh! Şimdi ağrılarım dorukta
Çırpınır karnımdan çıkmak için bebe
Ahh! Bebek yolu bir bulsa, bir çıksa
Yüklenir var gücüyle kasıklarıma
Sanki karnımda aslanlar boğuşmakta
Sanki karnımın üstüne bir fil basmakta.
Bilirim, kolay değil elbet yaratmak
Bebek yolu bir bulsa, doğum bir başlasa
Kaldım mı buralarda iki çocukla bir başıma.
Oğlum göremeyince beni oralarda
Ağlamakta, ulumakta, aranmakta
Korku dolu sesi gelir kulağıma
Acaba adam, av mı olmuştur yabana
Yoksa yeni bir kadın mı bulmuştur oralarda
Yaratıcı güçler adına, oğlan fazla uzaklaşmasa
Kıza bir şey olur mu ki ağacın altında
Yolu buldu bebek, geliyor yavaş yavaş
Adam ölmüş müdür, döner mi bir daha?
Bebek geliyor, dayanılır mı bu ağrıya, bu acıya! .
Yaratmanın gururu, sevinci, tesellisi olmasa.
Oğlanın uğultusu kesildi, bari oğlan kaybolmasa
Bir ağlama sesi geliyor ağacın altından
Sanırım kız uyandı beni aramakta
Ve komşuya borç, bir kaplumbağa kabuğu arpa.
Belki de asıl mesele, ya adam hiç dönmezse
Bebek babayı, baba bebeği hiç görmezse
Dahası yarın nasıl çıkarım devşirmeye?
Kızı arkama sarsam ve alsam bebeyi bir elime
Kabağı mı tutacağım, tahıl mı devşireceğim tek elle?
Tam da üç günlük buğdayımız kalmışken kulübede
Ah! Olsaydı bizim de şimdi, şu yeni icat kocaman
Küp denilen kil kaptan bir-kaç depomuz
Gelseydi adam, doldursaydık güzün tahıl bol iken
Kız da bir başlasaydı yemeye
Tahılı ezmeden, pişirmeden
Bebenin yiyeceğini ağzımda geverdim ben.
Duydum ki, günbatımında on dört vadi ötede
Bir avcı, beslemiş köpek yavrularını küçükten.
Yavrular alışmış adama ve düşüp peşine
Hiç ayrılmazlarmış kendisinden.
Çocuklarla oynar, kulübeyi beklermiş
Ve avda faydası, beş insandan betermiş.
Olsaydı bir köpeğimiz, gider miydi adam uzaklara
Adam bir gelseydi, olsaydı şu anda yanımda
Ve bir de utanmasaydı tahıl toplamaktan
Birlikte çıksaydık yarın tahıl toplamaya
Ben beslerim onu, o hiç avlamasa, toplamasa da
Söz! .Gelirse eğer, bir daha ulumayacağım ona,
Bebek geldi işte sorunların tam ortasına
Ve geldi bebek, ağlaya bağıra, alakanlı
Canımdan bir can yarattım tanrısal vasıflarımla.
Şu taşın üstüne koysam göbek bağını
Ve vursam üstüne yanındaki keskin taşı
Kesip koparsam beden bağlarını.
Kesip göbek bağını, kesip bedensel bağları
Başlatsam duygusal, anasal, tanrısal yaklaşımı
Alıp kucağıma dindirsem acılarımı
Unuturdum bir an için borcu, adamı, oğlanı.
Ama heyhat! Kalkıp kıza bir bakmalı, oğlanı aramalı
Analık, tanrıçalık öyle kolay zanaat mı?
Mezoliye’yim ben, Mezoliye
Yaşıyorum yontma taş devrinde
Başkan olarak bir kulübede.
Sorunlarım başımdan aşkın olsa da
Hüzün kaplasa da yüzümü, bakınca sorunlarıma
Yaşama hırsı sarar yeniden, baktıkça sorumluluklarıma
Sonra sarılırım doğaya, saldırırım sorunlara.
Şimdi şu çıplağı neyle sarsam, nereye koysam dersen
Bir giysi hazırlamıştım ona tilki derisinden
Ama nereden bilirdim ki bunun
Bu gün, burada çıkıp geleceğini
Ve kim getirecek şimdi onu kulübeden
Üstümdekileri çıkarıp ona sarsam
Ben üşümem çıplak kalsam.
Kesildi kızın ağlaması şu ara
Gidip bir bakmalıyım ona
Oğlan nereye gitmişir ki
Bari bir hayvan parçalamasa
Kaplanlar parçalamıştı ilk kızımı
Böyle bir çayırda oynarken
İki el parmağı yazında
Ahh! Nerelerdedir, hangi hayvanın peşinde
Adam bir dönse, bir dönse adam
Çalışan aç kalır mı hiç bu devirde
Adamın birisi taşları yonta yonta
Dönüştürüyormuş her türlü alete
Durmadan değişiyor devir
Ve geliyor gün günden ileride.
Kadının birisi akşam yıldızı yönünde
Buradan beş vadi ötede
Kemikten bir iğne bağlamış
Uzunca bir ipin ucuna, olta diyorlarmış o alete.
Dünya durmadan gelişmekte, değişmekte
Çok balık yakalıyormuş kadın
Büyük büyük hem de.
Adam dönmezse birkaç dolunay daha
Yeni bir adam alırım belki de
Tembel tembel oturuyorlardı çayın kıyısıda
İki adam görmüştüm beş dolunay önce
Gündoğusunda dört tepe ötede
Belli ki, avda beceriksizler, beğenilmemişler
Ve kulübede kalmış olsalar da
Alırım yirmi üç kış yaşındakini kendime
Yoksa nasıl gebe kalabilirim yeniden
Nasıl hükmedebilirim kulübeye
Tanrısal güçlerimi ve yaratıcılığımı kaybedersem?
Ben yeni bebelere gebe kalamazsam
Zaman gebe kalır mı sanırsın
Yeniliklere, gelişmelere, değişimlere?
Kesilir nesli, soyu sürmez insanın
Gebe kalmazsam ben yeni bebelere.
Hani nerde dinazorlar
Hani mamutlar nerde
Geyikler bile çekip gitti
Hani şimdi geyikler nerde
Su aygırının adı bile unutuldu
Aklına dahi gelmiyor kimsenin
Bir zamanlar suaygırı var mıydı, yok muydu?
İnsanlar da işte buna benzer
Doğurmazsa kadınlar, insanlık da biter
Kesilir nesli, kurur soyu
İnsanlık da kaybolur gider
Yer, yutar herşeyi zamanın soluğu
Ve farkedilmez bile yokluğu.
Geldim tam otuz üçüncü yazıma
Ve çok yaşlandım artık ben de
Buraların en yaşlanmışıydı annem
Öldüğünde otuz altıncı güzünde.
Babam yirmi yedinci baharında ölmüştü
Ve on dört doğum sığdırdım ben bu ömre.
İkinci kışını dolduran kızımla
Sekiz güz yaşında oğlum kaldı elimde.
On dördüncü baharında çıkmıştı ava
Büyük oğlum babası gibi günbatımına
Dört kış geçti üstünden, dönmedi hala
Dört bahar, dört yaz, dört güz
Beklerim her yanım hep göz
Bir gün, bir daha döner mi acaba?
Bu güne dek, üç çocuğum vardı kayıp oğlumla
Şimdi karnımdaki de gelince elime
Yine üç çocuğum var işte, kayıp oğlum sayılmasa da
Üç çocuğum var, üçü de yanımda.
Ah! .Ne olurdu sanki
Birde çıkıp gelseydi adam, büyük oğlumla
Dayanılır mıydı acaba sevincin bu kadarına
Kanatlanıp uçabilirdim belki, o anın mutluluğuyla.
Nazmi Öner
Tarihin Tanımı adlı kitabımdan
Kayıt Tarihi : 25.3.2007 12:35:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Şimdi karnımdaki de gelince elime
Yine üç çocuğum var işte, kayıp oğlum sayılmasa da
Üç çocuğum var, üçü de yanımda.
Ah! .Ne olurdu sanki
Birde çıkıp gelseydi adam, büyük oğlumla
Dayanılır mıydı acaba sevincin bu kadarına
Kanatlanıp uçabilirdim belki, o anın mutluluğuyla.
harika bir destan olmuş....saygılar
TÜM YORUMLAR (11)