Hatırladığım ilk derin hayal kırıklığım, belki de hatırladığım en eski yaşantımdır. Kendimi bildim bileli, hatırlamakta hep güçlük çektim. Şeyler, durup dururken geliverirler aklıma, ama ne zaman özellikle hatırlamaya çalışırsam bir şeyi, beceremem. İlk derin hayal kırıklığım da sıradan bir arkadaş toplantısında, biçimsiz bir meyve tabağının içinde geliverdi aklıma.
Bana ilk derin hayal kırıklığımı yaşatan dünyada en güvendiğim varlıkmış meğer. Babammış. Benim babam.. Dünyanın en güçlü, en merhametli, en akıllı ve kendisinden başka herkese karşı en insaflı adamı. Babam. Benim babam.. Hikayemin bazı detayları silinmiş belleğimden. Ama bazı imgeler canımı hala yakacak kadar net. Herşeyin başlangıcı ise. Bir meyve. Hangi meyve? Emin değilim. Bir meyve ve babam. Benim babam.. Benim kahramanımdır babam. Bazıları herkesin kahramanıdır bazıları ise sadece sizin. İşte benim babam ikinci tür kahramanlardandır, sadece benim kahramanımdır babam.
Meyve sevmiyorum ben, yemiyorum. Zorunda kaldığım zaman ucundan yemeye çalışıyorum evet, ama sevmiyorum. Ne zaman meyve çıksa karşıma, babam geliyor aklıma. Babam, benim kahraman babam.. Üç yaşındayım, belki de dört ama beş değil. Kiraz ya da vişne (emin değilim hala) istiyorum. Babam kanepede, uzanmış yüzükoyun. Ellerimden tutuyor.. Ellerim çocuk eli.. 'Yok oğlum' diyor. Yok. Ne yok? Para mı? Anlamıyorum ki. Ben meyve istiyorum. Babam uzanmış kanepede, yüzükoyun. Ellerimden tutuyor. İki çocuk elim, iki kocaman elin içinde kayıp. Bana ne diyorum, istiyorum. 'Yok oğlum' diyor babam. Ne yok? Galiba babam ağlıyor 'Yok Oğlum' Anlamıyorum ki.. Ne yok? Yok ne? Ne istediğimi tam olarak hatırlamıyorum. Ama küçük kırmızı meyvelerden biri emininim, ya kiraz,ya vişne. 'Yok oğlum' diyor babam. Ama var. Var işte biliyorum ben. Adamın ismini de hatırlamıyorum. İbili gibi bir şey. İsim mi o, lakap mı? Bilmiyorum. İbili işte. At arabası var ve içi o meyvelerle dolu. Satıyor işte sokağımızda, gördüm ben. Çocuklu bir kaç kadın etrafını çevirmiş arabanın. O meyveden alıyorlar. Ben de istiyorum. Baba. Babaa.. Babam nerede? Babam evde olmalı. Koşarak eve giriyorum. Babam kanepede, yüzükoyun uzanmış. Annem mutfakta galiba. Sesi geliyor, kendisi yok. Sanki ağlıyor. Çocuklar İbili'nin başında. Ben de istiyorum. Baba diyorum, ben de istiyorum. 'Yok oğlum' diyor babam. Babam ellerimi niye kocaman sıkıyor? Babamın sesi titriyor. Ama. Ama babalar ağlamaz ki. Babalar bağırır, anneler ağlar. Ama babam ağlıyor galiba. Sanırım kötü bir şey yaptım ben, olmayacak bir şey istedim. Sussam ben, ağlamayı bırakır mı babam? İstemiyorum ben ondan desem yine kocaman kocaman gülerek havalara atar mı beni?
Baba.. Ben artık kocaman oldum. Ve biliyor musun, yüzüne karşı hiç söyleyemedim ama ben sana içimden hep babacığım dedim. Babam, babacığım.. Bilmiyorsun değil mi, meyve yemeye çağırdığınızda neden hep bir bahane bulup gelmiyorum. Ben meyve sevmiyorum baba, istemiyorum. Ne zaman nerede o küçük aptal kırmızı meyveleri görsem ellerim acıyor benim. Onlar benim babamı ağlatıyor.. İstemiyorum. Ne olur artık kimse ısrar etmesin, ben meyve sevmiyorum..
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
bayılırım meyveye
Bu şiir ile ilgili 1 tane yorum bulunmakta