Mesnevi Hikâyeleri Sofinin Yeri.

Fatih Lütfü Aydın
301

ŞİİR


2

TAKİPÇİ

Mesnevi Hikâyeleri Sofinin Yeri.

Sofi sofa ehli*1 demek,
Sofada yaşamakla olası değil,
Sufilere, Hakk dostlarına benzemek.
Sufi; yün hırka giyen, yüne bürünen.
Sufiyi tam anlamak istersen,
Gerekir sembol anlamını bilmen.
Bunun için yararlanmalı tek yemek ayetinden.*2

Sakal bırakmakla ya da yün hırka giymekle,
Olunur mu Hakk dostu,
Bu iş olur benliği yenmekle.
Tüm haksızlıklardan geçip,
Nefsi terbiye etmekle.

24.01.2015
Saygılar ve Sevgiler.

Hikmetler.
• Hakiki Allah dostları, gönül aynasını pastan, kirden temizlemiş, her an vaki olan tecellilerin farkında olan mutlu zatlardır. Bunun içindir ki padişah sofrasında, gönül bezminde onların yeri karşısıdır yani başköşedir.
• Sultan sofrasında, padişahlar meclisinde herkesin ve her şeyin yeri ve sırası bellidir. Hakiki gönül erleri ayna gibi olduklarından onların yeri sultanın karşısıdır.

Mesnevi’de Geçen Bütün Hikâyeler ve Hikmetler. Sh. 53 Mehmet Zeren BİLGE KÜLTÜR SANAT.

*1ASHÂB-I SUFFE

Ashâb-ı Suffe, suffe halkı demektir. Suffe sözlükte "sofa, revak, üzeri örtülü geniş ve yüksek yer" gibi anlamlara gelir. Medine'de bulunan Mescid-i Nebî etrafındaki odalara "suffe" denmiştir. Hz. Peygamber, Mescidine bitişik bu odalarda ikâmet ederek ilim ve ibâdetle meşgul olan sahâbîlere, Ashab-ı Suffe veya Ehl-i Suffe denir. Fakir ve barınaksız kimseler olarak ashab-ı suffenin ihtiyaçları çoğu kere, Hz. Peygamber ve diğer sahabe tarafından karşılanmıştır. Âdeta yatılı mektep durumunda olan Peygamber mescidi etrafındaki odalar, Suffe Mektebi olarak da isimlendirilmiştir. Suffe Mektebi'nin, dolayısıyla Ashab-ı Suffe'nin, Kur'ân ve Sünnet'in öğretilmesinde son derece önemli rolü olmuştur. Çok hadis rivâyet edenler arasında isimleri geçen Ebû Hüreyre ve Ebû Saîd el-Hudrî, bunlardandır. (A.G.)

*2BAKARA-61 Yaşar Nuri ÖZTÜRK

Siz şöyle demiştiniz: "Ey Mûsa, biz bir tek yemeğe asla dayanamayız, bizim için Rabb'ine dua et de bize yerin bitirdiklerinden, baklasından, acurundan, sarmısağından, mercimeğinden, soğanından çıkarıversin." Mûsa şöyle demişti: "Siz daha aşağı bir nimeti daha üstün bir nimete mi değişmek istiyorsunuz? İnin bir kasabaya; istediğiniz sizin olacaktır." Ve üzerlerine zillet, eziklik ve yoksulluk damgası vuruldu, Allah'tan bir gazaba çarpıldılar. Bu böyle oldu, çünkü onlar Allah'ın ayetlerini inkâr ediyor ve haksız yere peygamberleri öldürüyorlardı. İsyan ettikleri için böyle oldu. Sınır tanımıyor, azgınlık yapıyorlardı.

Not: Burada tek yemek okuduğum bir yoruma göre azgınlıktan, aşırı gösterişli yaşamdan uzak, dengeli ve sade bir yaşam anlamındadır. İşte yün hırkanın sembol anlamı; azgınlıktan, aşırı gösterişli yaşamdan uzak, dengeli ve sade bir yaşam olmaktadır. F.L.A.

AHZÂB-43

Yaşar Nuri Öztürk: O, odur ki sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarsın diye size acıyor/destek veriyor. Melekleri de öyle yapıyor. Zaten O, inananlara karşı çok merhametlidir.

TÂHÂ-5

Yaşar Nuri Öztürk: O Rahman, arş üzerine egemenlik kurmuştur.

FURKÂN-59

Yaşar Nuri Öztürk: Gökleri, yeri ve bunlar arasındakileri altı günde yaratıp sonra arş üzerinde egemenlik kuran O'dur.

A'RÂF-156

Yaşar Nuri Öztürk: "Bize hem bu dünyada güzellik yaz hem de ahirette. Dönüp dolaşıp sana geldik." Buyurdu ki: "Azabıma dilediğimi çarptırırım. Rahmetime gelince, o her şeyi çepeçevre kuşatmıştır. Ben onu; sakınıp korunanlara, zekâtı verenlere, ayetlerimize inananlara yazacağım."

Not: Rahîm ismi rahmân ismine göre daha özeldir. Sadece imân edip sâlih amel işleyenlere, muttakî ve muhsinlere yöneliktir. Dünyada sadece müminlerin güzel amellerine sevap verir, âhiret nimetlerinden yararlandırır, onlardan razı olur ve onları cennetine koyar. Mümin olmayanlar, Allah'ın dünyadaki nimetlerinden yararlanırlarsa da âhiretteki nimetlerinden mahrum kalırlar. "Rahmân" ve "rahîm" kelimelerinin bu anlamı sebebiyle Allah, dünya ve âhiretin, mümin ve kâfir herkesin rahmanı, âhiretin ve müminlerin rahîmi denilmiştir. Allah'ın rahmetinin her şeyi kuşattığı, âhirette ise sadece müminlere merhamet edeceğini âyetlerde bildirilmiştir (A'râf,7/156) .

Notta ki yazı aşağıda ki Rahim başlıklı yazıya aittir. Yazıdan da anlaşılacağı üzere Hz. Allah Rahman sıfatıyla (bk. Aşağıda ki Rahman başlıklı yazı.) rızasına uygun yaşayan yaşamayan her kulunun rızkını verir, onları korur gözetir, gerekirse azan kullarına da bela gönderir (TEVBE-126, Yaşar Nuri ÖZTÜRK: Görmüyorlar mı ki, her yıl bir veya iki kez imtihan ediliyorlar. Hâlâ ne tövbeye yelteniyorlar ne de öğüt alıyorlar) . Sonuç olarak Rahman sıfatını tüm kulları üzerine kullanır. Ayrıca ahret bir şeyin sonrası demek olduğundan, hem bu dünyada yapılan bir haksızlığın veya güzel davranışın sonrası hem de öldükten sonrası anlamına gelmektedir.

Asıl anlatmak istediğim şey Hz. Allah’ın Rahim sıfatını yalnızca sözünü dinleyen has kullarına (Mevlana’nın hikayesinde ki Sufilere) kullanması ve onlara ahirette özel nimetler, güzellikler sunması ve onları baş köşeye oturtmasıdır. Doğal olarak ahiret bu dünyada da söz konusu olduğundan nefsini yenen kullarını da dünya da Veli konumuna getirebilir, doğrusunu Hz. Allah bilir. F.L.A.

RAHMÂN

Merhamet etmek, acımak, esirgemek, korumak, affetmek, bağışlamak, nimet vermek, ikamet etmek ve kadının rahminden şikâyet etmesi anlamlarındaki "r-h-m" kökünden türeyen rahmân kelimesi sözlükte, çok merhametli olan demektir. Kur'ân'da 57 defa geçen rahmân kelimesi, Allah'a özgü bir sıfat olup Allah'tan başkaları için kullanılmamıştır. Bu isim, "sıfat-ı gâlibe" olup Allah'ın güzel isimlerinin ikincisidir. Bu kelimenin ikili ve çoğulu yoktur. Kur'ân'da da sadece tekil olarak kullanılmıştır. Rahmân kelimesi Allah'ın ismi-sıfatı olarak; pek merhametli, çok merhamet sahibi, çok nimet verici ve çok müşfik şeklinde anlamlandırmak mümkün ise de Allah'ın ismi olarak bu kelimeyi tam karşılayacak Türkçe bir sözcük yoktur. Türkçe'deki "esirgeyen", "bağışlayan", "acıyan" ve "yarlığayan" kelimeleri "rahman" kelimesinin anlamını karşılamamaktadırlar. "Esirgeyen" sözcüğünde "kıskanma" anlamı vardır ki "rahmân" kelimesinde bu anlam yoktur. "Acıyan" sözcüğü, "rahmân" kelimesinin anlamını tam ifade etmemektedir. Çünkü "merhamet" sadece acımak değil; acıyı, musîbeti, sıkıntıyı, derdi ve belayı giderip yerine sevinci, nimeti, sıhhati, devayı, ferahı ve rahatlığı getiren bir hayır ve iyiliktir. "Bağışlayan" sözcüğü ise "rahmân" kelimesinin değil "vehhâb" ve "afüvv" kelimelerinin karşılığıdır. Allah'ın rahmân sıfatı, rahîm sıfatından daha kapsamlıdır. Yüce Allah, rahmân sıfatının gereği olarak yarattığı bütün varlıklara merhamet eder. Bu konuda mümin-kâfir ve itâatkâr-âsi ayırımı yapmaz. O'nun merhameti her şeyi kuşatmıştır (A'râf, 7/156) . O, rahmeti kendisine farz kılmıştır (ketebe) (En'âm, 6/12, 54) . Bütün insanları yaratan, yaşatan, sıhhat, akıl, irade ve rızık veren Allah'tır. Dünyayı, içindekileri, ayı, güneşi, yıldızları, gezegenleri, havayı, suyu, rüzgarı, bitkileri, ağaçları, hayvanları, geceyi, gündüzü... kısaca her şeyi insan için yaratmış, insanın hizmetine sunmuş (teshir) (Bakara, 2/29; İbrâhim, 14/32-33; Lokmân, 31/30) ve insana sayılamayacak kadar çok nimet vermiştir (İbrâhim, 14/34) . Allah, dünyada insana emeğinin karşılığını verdiği gibi (Necm, 53/39) , insanın emeği olmadan da bildiğimiz ve bilmediğimiz pek çok nimet de vermiştir. Yüce Allah, oksijeni, suyu, güneş enerjisini, ağaçları, bitkileri, bir çok meyveyi, etinden, sütünden, yününden, derisinden ve gücünden yararlandığımız pek çok hayvanı ve daha nice nimetleri insan emeği olmadan bizlere merhameti sebebiyle vermiştir. Bu, Allah'ın rahmân olmasının sonucudur. Bu konuda mümin, kâfir, ibadet eden ve etmeyen ayırımı da yapmamaktadır. Allah, insanın dünya ve âhirette mutlu olmasını istemektedir. Bunu sağlayacak yolu göstermek için peygamberler ve kitaplar göndermiştir. İlâhî kitaplar, insanlar için bir rahmettir (En'âm, 6/154; A'râf, 7/52; 103; Hûd, 11/17) . Kur'ân, müminler için bir rahmettir (Yûnus, 10/57; Nahl, 16/89; İsrâ, 17/82) . Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.) âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir (Enbiyâ, 21/107) . (İ.K.)

RAHÎM

Merhamet etmek, acımak, esirgemek, korumak, affetmek, bağışlamak, nimet vermek, ikamet etmek ve kadının rahminden şikâyet etmesi anlamlarındaki "r-h-m" kökünden türeyen rahîm kelimesi sözlükte, çok merhametli olan demektir. Kur'ân'da 114 defa geçen rahîm kelimesi, bir âyette "rahîm" şeklinde (Tevbe, 9/128) Hz. Muhammed'in (a.s.) , bir âyette "ruhamâ'" şeklinde (Fetih, 48/29) Hz. Peygamber ve müminlerin sıfatı olarak kullanılmıştır. Rahîm ismi rahmân ismine göre daha özeldir. Sadece imân edip sâlih amel işleyenlere, muttakî ve muhsinlere yöneliktir. Dünyada sadece müminlerin güzel amellerine sevap verir, âhiret nimetlerinden yararlandırır, onlardan razı olur ve onları cennetine koyar. Mümin olmayanlar, Allah'ın dünyadaki nimetlerinden yararlanırlarsa da âhiretteki nimetlerinden mahrum kalırlar. "Rahmân" ve "rahîm" kelimelerinin bu anlamı sebebiyle Allah, dünya ve âhiretin, mümin ve kâfir herkesin rahmanı, âhiretin ve müminlerin rahîmi denilmiştir. Allah'ın rahmetinin her şeyi kuşattığı, âhirette ise sadece müminlere merhamet edeceğini âyetlerde bildirilmiştir (A'râf,7/156) . Peygamberimiz (a.s.) , yüce Allah'ın cennete, "...Sen benim rahmetimsin", cehenneme de "sen de benim azabımsın..." dediğini bildirmiştir (Buhârî, Tevhid, 25. VIII, 186) . Allah'ın azabı da merhameti de çoktur. Bu hususu, Peygamberimiz (a.s.) , şöyle bildirmiştir: "Eğer, Allah katındaki cezayı bilseydi, hiçbir mümin cennete gireceğini ummazdı. Eğer rahmetinin çokluğunu bilseydi, hiçbir kâfir cennetten ümidini kesmezdi." (Müslim, Tevbe, 23): "Allah, rahmeti yüz parça yapmış, bunun doksan dokuzunu kendisinde tutmuş, bir parçasını yer yüzüne indirmiştir. Bu bir parça rahmet sebebiyle yaratıklar birbirlerine merhamet ediyorlar. O kadar ki hayvanlar, yavrularına zarar verir korkusuyla ayaklarını kaldırmaktadırlar." (Müslim, Tevbe, 17, 19; Buhârî, Edeb, 19) . Allah, merhametlilerin en hayırlısı (Mü'minûn, 23/118) ve en merhametlisidir (Yûsûf, 12/64) . Allah, dilediğine rahmetini ihsan eder (Bakara, 2/105) . Ancak Allah Kur'ân'da; muttakilere (Hadîd, 57/28) , sâlihlere (Câsiye, 45/30) , Kur'ân'a sarılanlara (Nisâ, 4/175) itaakârlara (Âl-i İmrân, 3/132) , namaz kılanlara (Nur, 24/56) , zekatını verenlere (A'râf, 7/156) , muhsinlere (A'râf, 7/56) , mallarından Allah yolunda infak edenlere (Tevbe, 9/99) , musibetlere sabredenlere (Bakara, 2/155-157) , emr-i bi'l-ma'ruf ve nehyi ani'l-münker yapanlara (Tevbe, 9/71) , Allah yolunda cihat edenlere (Bakara, 2/218) , kötülüklerden korunanlara (Mü'min, 40/7-9) , okunan Kur'ân'ı dinleyenlere (A'râf, 7/204) ve âhiretten korkanlara (Zümer, 39/9) merhamet edeceğini bildirmiştir. Peygamberimiz (a.s.) de, "Allah, ancak merhametli olanlara rahmetini ihsan edecektir." (Buhârî, Cenâiz, 33) , "Rahman, merhamet edenlere merhamet eder. Yer yüzündekilere merhamet edin (o zaman) göktekiler de size merhamet eder." (Ebû Dâvûd, Edeb, 66) , "İnsanlara merhamet etmeyene Allah merhamet etmez." (Buhârî, Tevhît, 2) , "Küçüklerimize merhamet etmeyen, büyüklerimizin hakkını tanımayan bizden değildir (bizim sünnetimizi terk etmiştir) ." (Ebû Dâvud, Edeb, 66) buyurmuştur. (İ.K.)


HÂSS

Sözlükte "özel, hususî" gibi anlamlara gelen hâss, fıkıh usulünde, tek bir manaya delalet eden kelimelere denir. Bu kelime hayvan sözcüğü gibi cins, insan gibi tür ifade eden bir kelime olabileceği gibi Ahmet, Mehmet gibi şahıs isimleri de olabilir. Aynı şekilde, muhtevasında çokluk bulunmakla birlikte bu çokluk sınırlı ise, lafız yine hâsstır. Âlimler, hâss lafzın delaletinin kat'î olduğunda ittifak etmişlerdir. Buradaki kesinlikten maksat, delilden doğan ihtimalin bulunmamasıdır. Bu kesinlik başka bir ifadeyle şöyle izah edilebilir; başka bir manaya çeken bir delil bulunmadıkça, vaz' olunduğu manaya delaleti kat'îdir. Delil bulunması halinde ise, bu delilin gerektirdiği manada anlaşılabilir. (İ.P.)

HAVÂS

Sözlükte "bir nesneyi diğerlerinden farklı ve üstün kılan nitelik" anlamına gelen hâssa kelimesinin çoğuludur. Seçkinler anlamında genellikle avam karşıtı olarak kullanılır. Tasavvufta, "herkeste bulunmayan birtakım bilgilere ve hallere, yetenek ve ruh temizliğine sahip veliler" anlamında kullanılmaktadır. Bunların en üstün olanlarına hâssü'l-havâs adı verilir. Havâs, haram ve mekruhlardan titizlikle kaçınması, nâfile ibadetlere önem vermesi ve böylece birtakım özel bilgilere ve hallere sahip olmaları bakımından avamdan ayrılır. (M.C.)

SÛFÎ

Sözlükte "yün ve abâ giyen" anlamına gelen sûfî, tasavvufta, gönlü saf kişi, eren, ermiş, nefsinden fâni, Hak ile bâkî; zâhirde halk ile, bâtında Hak ile olan; nefsinde ölen Hak ile diri kalan demektir. Türkçe'de sofu kelimesi sûfî anlamında kullanıldığı gibi mutaassıp, ham ruhlu, dinin özünden habersiz, şekilci ve katı kişi, softa anlamında da kullanılmaktadır. (M.C.)

AVAM

Lügatte "halk, sıradan insanlar" anlamına gelen avam, âlim, filozof, mutasavvıf ve idareci gibi zümrelerin kendilerinden olmayan çoğunluk için kullandıkları bir terim olmuştur. Fıkıh usulünde, müçtehit seviyesine ulaşamayan ve onları taklit eden kimseler anlamında kullanılır. "Avamın mezhebinin olmadığı, avamın mezhebinin müftüsünün fetvası veya ilmihal kitapları olduğu" şeklindeki ifadelerde anlatılmak istenen husus da budur. Bu sözle, ilimde belli bir derecesi olmayan şahısların, fıkıh alanında yerli yersiz tercih ve takdirlerde bulunmasının doğru olmadığı, her işin ehline ve o alanda ihtisas sahibi kimselere bırakılması gerektiği belirtilmektedir. (İ.P.) Tasavvufta ise, alim, mutasavvıf (sûfi) , filozof ve idarecilerin dışında kalan çoğunluk anlamında kullanılan bir terimdir. Karşıtı havastır. Mutasavvıflara göre avam havassın gerçekleştirdiği nefis tasfiyesini gerçekleştiremediği, yaşadığı hal ve makamları yaşayamadığı için derunî tecrübe, sezgi gücü ve zevk yoluyla ulaşılabilen yüksek hakikatleri keşfetmekten âcîzdir. Bundan dolayı ahlâkî arınma ve ruhî yücelme gayreti göstermeyen fakih ve kelâmcılar da avamdan sayılmıştır. Mutasavvıflara göre Hz. Peygamber'in genel tavırları yanında bir de özel halleri vardır. O, özel halleriyle havassa, genel tavırları ile de avama örnektir. Avam, dinî hükümlere caiz olup olmaması açısından bakar ve ruhsatları araştırır. Havas, azimetlerle amel etmeye özen gösterir. Havâsü'l-havâs (arifler) ise dinî bütün incelikleriyle anlar ve en iyi şekilde uygular. (M.C.)

ÂRİF

Sözlükte "bilen, tanıyan, halden anlayan, vâkıf ve âşina olan" gibi anlamlara gelen ârif kelimesi bir tasavvuf terimi olarak manevî tecrübeyle mârifet ve hakîkat mertebesine erişen kimse anlamında kullanılmaktadır. Ârifin sahip olduğu bilgiye marifet denilir. Kelam ve felsefede genellikle ilim ile eş anlamlı, bazen de marifetullah ve Allah hakkındaki bilgi anlamında kullanılmaktadır. Tasavvufta ise, Allah hakkında olan bilgi başta olmak üzere bütün varlık ve olayların mahiyeti hakkındaki bilgiye mârifet denilmiştir. Böylece âlim ile ârif arasında açık bir ayırım yapılmıştır. Marifete ulaşmada dinî ve ahlâki şahsiyetin önemi büyüktür. Ârif, manevî ve ahlâkî arınma sayesinde derûnî tecrübe ve sezgi gücü ile öğrenir ve aydınlanır. (M.C.)

ASHÂB-I SUFFE, RAHMÂN, RAHÎM, HÂSS, HAVÂS, SÛFÎ, AVAM ve ÂRİF Kelimelerinin
Alıntı adresi;
https://kurul.diyanet.gov.tr/SoruSor/DiniKavramlarSozlugu.aspx#.VMISt9KsWos

Padisahların ârif sofileri karsılarına oturtması
3150. Hatırlarsan duymussundur; padisahların böyle bir âdeti vardı:
Sol taraflarında yigitler, bahadırlar dururdu, çünkü kalp vücudun sol tarafındadır.
Defterdarlarla hesap memurlarının ve kalem ehli olanların makamı sag taraflarındaydı. Çünkü yazı yazmak ve
bir seyi tespit etmek sag elin isidir.
Sofilere karsılarında yer verirlerdi. Zira onlar, can aynasıdırlar, hattâ aynadan da iyidirler.
Gönül aynasının fikir suretleri kabul etmesi o aynada bu görülmemis suretlerin görünmesi için kalplerini
zikirle, fikirle cilâlamıslardır.
3155. Yaratılıs sulbünden temiz ve güzel dogan kisinin önüne ayna koymak gerektir.
Güzel yüz aynaya âsıktır. Güzel yüz, aynaya âsık oldugu gibi cana cilâ, kalplere de temizlik verir.
Alıntı: http://semazen.net/download_detail.php? id=6
Mesnevi-i Şerif Cilt I

Fatih Lütfü Aydın
Kayıt Tarihi : 24.1.2015 21:41:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Fatih Lütfü Aydın