Bir küçük sinek,
Saman çöpüne binip,
Eşek sidiğinde gezermiş,
Kendini kaptan zannederek,
“Ben kaptanım, Zümrüd-ü Anka’yım,
Deyip deyip şişinerek.”
Ey! Sinek nedir bu sendeki kibir?
Zümrüd-ü Anka olabilir misin,
Var iken ruhunda günah denen kir.
Bence Zümrüd-ü Anka nefsini aşmış ruh demektir.
Nefis, ruhun bedenlenmiş hali.
Güzel* bir biçimde yaratmış ruhu Rabbi.
Yarattığının bir çoğundan üstün.
Atmış sonra esfel-i safiline,
Yani şu zayıf, etten kemikten bedene.
Sinek yapınca yanlış tevili.*1
Yaşadığı yer olmuş, eşek sidiği.
Saygılar ve Sevgiler.
05.10.2014
TÎN SURESİ
1. Yaşar Nuri Öztürk: Yemin olsun incire, zeytine,
2. Yaşar Nuri Öztürk: Tûr-i Sîna'ya,
3. Yaşar Nuri Öztürk: Ve şu güvenli kente ki,
Lekad halaknel insâne fî ahseni takvîm(takvîmin) .
4. Yaşar Nuri Öztürk: Biz insanı, gerçekten en güzel* bir biçimde yarattık.
Summe redednâhu esfele sâfilîn(sâfilîne) .
5. Yaşar Nuri Öztürk: Sonra da onu düşüklerin en düşüğüne/aşağıların en aşağısına çevirip
attık.
*Hasen İyi, güzel
Ahsen Daha iyi, daha güzel
Alıntı 1: Resimlerle Herkese PRATİK ARAPÇA Arslan Yayınları 4.Kitap Sh. 12
Yrd.Doç.Dr.Hikmet Özdemir M.Ü.F.E.F Öğretim Üyesi
Suat Cebeci Arapça Öğretmeni.
Alıntı 2: http://www.dinimizislam.com/detay.asp? Aid=1162
Not: Alıntılardan da anlaşılacağı üzere ahseni takvîm daha güzel bir biçimde ya da oldukça güzel bir biçimde olabilir. Eğer en güzel biçimde olduğu varsayılırsa bu durumda,
İSRÂ-70
Yaşar Nuri Öztürk: Yemin olsun, biz, âdemoğullarını onur ve üstünlükle donattık, onları karada ve denizde binitlerle yükledik. Onları, güzel ve temiz rızıklarla besledik. Ve onları, yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık.
diyen İsrâ 70 ayeti ile çelişme, tutarsızlık olur, çünkü “yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık.”
deniyor. Yani tamamından değil de yaratıkların bir çoğundan üstü kılındıysak, bizden de üstün yaratıklar (belki de uzaylılar) var demektir.
Sonuç olarak ahseni takvîm en güzel biçim olamaz bizden daha güzel yaratılanlar olduğuna göre biz en güzel olamayız.
Güzel, daha güzel, en güzel.
Hasen İyi, güzel
Ahsen Daha iyi, daha güzel F.L.A.
Hikmetler.
• Allah’ın (c.c.) öyle kulları vardır ki imanlarını mükemmelleştirerek O’na yakınlık elde etmişlerdir. Bunlar tevazu ve takva elbisesine bürünerek gizlenir, bu halleriyle Allah’ın (c.c.) yüceliği karşısında kendi acziyetlerini anlayıp başlarını -utançlarından- yakalarının içine çekerler. Allah’ın ilim okyanusu karşısında kendi varlıklarından ve kendi ilimlerinden bahsetmekden hayâ duyarlar.
• Allah’ın (c.c.) öyle kulları vardır ki, ilimden ve kurbiyetten bir zerre nasiplenseler, kendini derya-yı umman sanırlar. Onlar allah’ın en sevgili kulları, dünyanın en âlim, en kâmil, en fazıl varlıkları sanırlar kendilerini.
Onlara göre dünya, onların sayesinde dönmekte, yağmur onların sayesinde yağmakta, mevsimler onların sayesinde değişmektedir. Bu cahil, bu utanmaz, bu dinfiroş mahluklar, başlarına binlerce insan toplayarak güya onları îrşat ederler.Halbuki bindikleri bir saman çöpü, yüzdükleri okyanus bir eşeğin idrarının meydana getirdiği gölcüktür.
• Ey gizlice heva ve hevesini tazeleyen kimse, imanını tazele yalnız bu dille olmasın. Heva ve heves tazelenip durdukça iman taze değildir, çünkü heva iman kapısının kilididir.
• Kalemin rüzgârdan, kâğıdın sudan olursa ne y6azarsan yaz derhal yok olur.
Not: Hikmetlerden anladığım kadarıyla bilgisyle övünen ve müridlerini kandıran sahte şeyhlerden bahsediliyor.
Bu oyunlara gelmeyip eşek sidiğinde dolananların peşinden gitmemek için Kur’an rehber edilmelidir. F.L.A.
Mesnevi’de Geçen Bütün Hikâyeler ve Hikmetler. Sh. 35 Mehmet Zeren BİLGE KÜLTÜR SANAT.
Not: Aşağıda ki Diyanet İşleri Başkanlığı - Dini Kavramlar Sözlüğü’nden alınan TEFSÎR VE TE'VÎL
Başlıklı yazı bazılarına karışık gelebileceğinden elimden geldiğince açıklama da bulunup, örnekler vereceğim.
Diyanetten alınan yazının bir bölümü aşağıdadır.
“Te'vîl; geri dönme anlamındaki "evl" kökünden gelir. Bu kavram sözlükte; açıklamak ve beyan etmek; ıstılahta, çok anlamlı kelime ve cümlelerdeki anlamlardan birini tercih etmek demektir. Tefsîr ilminde te'vîl, âyetlerdeki olası anlamlardan birini, âyetin bağlamı ve Kur'ân bütünlüğü dikkate alınarak tercih etmek anlamında kullanılır. İlk önceleri tefsîr kelimesi kullanılmış, Kur'ân'ı savunma döneminden itibaren de te'vîl kelimesi kullanılmaya başlanmıştır. Zamanla bu iki kelime birbirlerinin yerine kullanılmıştır.”
Sözlük anlamı: Bir kelimenin genel anlamı. Örneğin Kelam kelimesinin sözlük anlamı kelime söyleme, yani bir konuda konuşmadır. Kelamla kelime aynı kökten gelir.
Istılah anlamı: Istılah bir ilim alanına ait özel kelimedir. Istılah, terim ya da kavram demektir. Örneğin üçgen matematik ilim alanına ait özel bir kelimedir.
Kelam terim anlamı olarak İlahiyat (yani İslâm Dini’ de dahil dinleri inceleyen bilim alanı
) ’da Allah’ın zatı (kendisi) ,sıfatları, peygamberleri ve vahyi (peygamberleri aracılığıyla kullarına duyurduğu dini) , yaratılışın başlangıcı (mebde) , ve sonu (mead) ile ilgili konuları vahyin ilkeleri ışığında açıklayan bilim demektir.
Kısaca Kelam İman Esaslarını inceleyen İlahiyat’ın alt ilim alanıdır.
Şimdi tevil sözlükte açıklamak, beyan etmek olduğuna göre bir açıklama söz konusu. Terim olarak da çok anlamlı kelimelerden birinin anlamını seçmek ve açıklamak olmakta.
Örneğin dilimizde yüz kelimesi suda yüz, derisini yüz, sayı olarak yüz şeklinde çok anlama sahiptir.
Cümlede hangi anlamın denmek istendiğini anlamak için cümlenin öncesine ve sonrasına bakmak gerekir. Örneğin Siyak-u sibak: kelimeyi doğru anlamak için ayetin öncesine ve sonrasına bakmak demektir.
İşte Tevil bir kelimenin ayette ki doğru anlamını bulmak demektir.
Yine bir başka örnek Nisa Suresi 34. Ayette geçen “Fadrıbuhünne” kelimesidir.
Fadribu emrinin kökü olan darb kelimesinin 30’a yakın anlamı içinde en önemlilerinden dördü, vurmak-dövmek, hurûc (çıkmak) , zehâb (gitmek) ve dolaşmaktır. (bk. İbn. Manzûr, Lisanül Arab, darb md.- Yaşar Nuri Öztürk Kur’an’ daki İslam sh 554)
Ayrıntı için…. http://fatihltfaydin.tr.gg/Kad%26%23305%3Bn-Dovme.htm
İşte burada da yanlış tevil yaparak kelimenin dövün anlamı alınmıştır.
En doğru tevil Allah’ın öğretmenliğinden yararlanabilmek amacıyla takva sahibi olmak, yani O’ndan sakınıp yapma dediğini yapmamaktır.
Allah’ın öğretmenliği ve doğruyu yanlışı ayırd ettirmesi ayetleri,
Bakara Suresi
Yaşar Nuri ÖZTÜRK
282. Ey iman sahipleri! ……. Allah'tan korkun. Allah size öğretiyor.
Enfal Suresi
Yaşar Nuri ÖZTÜRK
29.Ey iman sahipleri! Eğer Allah'tan korkarsanız, Allah size hakla bâtılı/iyiyle kötüyü ayırma gücü verir, kötülüklerinizi örter. Allah, o büyük lütfun sahibidir.
Bu açıklamalardan sonra Mesnevi’de ki sineğin (dinde ki yanlış ve uydurma bilgilerin peşine düşüp perişan olanların) durumuna açıklık getirebiliriz.
Bu yanlış anlamların peşine düşüp perişan olmaya Tevessül’ü örnek vereceğim.
Tevessül; sözlük olarak bir şeyi vesile (araç) edinmektir.
Terim olarak ise; Allah’a ulaşmak için araç kullanmaktır.
MÂİDE-35
Yaşar Nuri Öztürk: Ey iman edenler! Allah'ın buyruğuna ters düşmekten sakının; O'na varmaya vesîle arayın. O'nun yolunda gayret gösterin ki, kurtuluşa erebilesiniz.
İSRÂ-57
Yaşar Nuri Öztürk: O yakarıp durduklarının kendileri, en çok yakınlık kazanmışları da dahil, Rablerine varmaya vesîle ararlar; O'nun rahmetini umarlar, O'nun azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı gerçekten korkulasıdır.
Not: İsrâ 57’de Allah’a ulaşmada vesile (araç) edinilen kişilerin acizliği anlatılmakta.
Maide 35’de ise Allah’a ulaşmada vesile (araç) arayın deniyor.
İşte bu vesile kelimesinin doğru anlamı çıkarılamadığından (doğru tevil yapılamadığından) sahte şeyhleri Allah’a ulaşmada araç edinip, Allah’ın gözünden düşerek Şeytani kuralların oluşturduğu eşek sidiğinde* kendini bir şey sanar.
* Peygamberin Şikâyeti
FURKÂN-30
Yaşar Nuri Öztürk: Resul de şöyle der: "Ey Rabbim, benim toplumum, bu Kur'an'ı terk edilmiş/dışlanmış halde tuttular."
ZUHRUF-36
Yaşar Nuri Öztürk: Kim Rahman'ın Zikri'ni görmezlikten gelip ondan uzaklaşırsa biz ona bir şeytanı musallat ederiz de o ona can yoldaşı olur.
Şeytan insanın arkadaşı olunca o kişi tüm şeytani özellikleri yaşar.
Bizi şeytanın dostluğundan koru Ey! Allah’ım Ey! Hakiki Yar.
Şeytani özellikleri yaşayanlar da; fuhuş, kumar, haram, içki, zina, sapıklık gibi her türlü rezilliği yaşar. Azıcık ve aldatıcı keyif tadar ama huzuru ağzının tadı kaçar.
14.06.2014 F.L.A
Peki nedir tevessülde doğru araç. Kur’an’da Zuhruf Suresi 44. Ayetde “Kur’an’dan sorumlu tutulacaksınız” dendiğine göre araç Kur’an’dır. Biraz daha açacak olursak araç Canlı Kur’an’dır. Kur’an’ı hayata geçiren, Kur’an’ı yaşayan Mü’min Kuldur. Mürşid-i Kâmil’dir, yani Tamlığa Ermiş Yol Göstericidir.
Mü’min sıfatları yani takva sahipleri (korunup sakınanlar) Bakar Suresi başlarında açıklanmıştır.
BAKARA
2. Yaşar Nuri Öztürk: İşte sana o Kitap! Kuşku,çelişme, tutarsızlık yok onda. Bir kılavuzdur o, korunup sakınanlar için.
3. Yaşar Nuri Öztürk: Ki onlar, gabya* inananlar, namazı kılanlardır. Ve kendilerine rızk olarak verdiklerimizden, başkalarına pay çıkaranlardır.
4. Yaşar Nuri Öztürk: Hem sana vahyedilene hem de senden önce vahyedilene inananlardır onlar. Âhıreti gereğince kavrayıp anlayanlar da onlardır.
5. Yaşar Nuri Öztürk: İşte bunlardır Rablerinden bir hidayet üzere olanlar, işte bunlardır gerçek anlamda kurtuluşu bulanlar.
* Gayb: dilimize gayıp, kayıp olarak da girmiştir. Varlığı 5 duyu organıyla algılanamayan herşey gaybtır. Örneğin ruhlar alemi soyut alemdir ve 5 duyu organıyla hissedilemezler. Madde aleminde de gayb söz konusudur. Örneğin daha önceden orada olduğunu bilmememiz şartı ile çanta içinde ki anahtar duyu organımızla algılayamadığımız için gaybtır.. Esasen gayb ruhlar alemiyle (soyut olan elle tutulup, gözle görülmeyen alemle) ilgilidir. Allah'ın yalnız kendisinin bildiği bilgiler topluluğu olan (Levh-i Mahfuz: Saklı Levha) da gayba aittir. F.L.A.
GAYB
Gizli kalmak, gizlenmek, görünmemek, uzaklaşmak, gözden kaybolmak anlamında masdar, gizlenen, hazırda olmayan anlamında ise isim veya sıfat olarak kullanılan gayb, dinî bir kavram olarak, nakle dayalı bilgi olmaksızın hakkında bilgi edinilemeyen varlık alanı demektir. Gayb kelimesi Kur'ân'da altmış yerde geçmektedir. Gayb kelimesi Allah'a nispet olunduğu yerlerde sadece Allah tarafından bilinebilen mutlak gaybı ifade eder. İlgili âyet ve hadislerin bazılarında gaybı sadece Allah'ın bildiği ifade edilmekte (bk. En'âm, 6/59; Yûnus, 10/20; Hûd, 11/123; Buhârî, İstiskâ, 29, Tevhid, 4; Müslim, İmân, 77) , bir kısmında ise Allah'ın dilediği kullarını gayb konusunda bilgilendirdiği (Âl-i İmrân, 3/179; Cin, 72/26-27) haber verilmektedir. Bu bağlamda Hz. İbrahim'e göklerin ve yerin melekûtunun gösterildiği (En'âm, 6/75) , Hz. Yusuf'a rüyaları yorumlama ilminin ve kavminin yiyeceği yemekleri önceden bilme yeteneğinin verildiği (Yûsuf, 12/21, 37) , Hz. İsa'nın, İsrailoğulları'nın evlerinde ne yiyip neleri biriktirdiklerine vâkıf olup bunları kendilerine haber verdiği (Âl-i İmrân, 3/49) belirtilmektedir. Buna göre gaybı, sadece Allah'ın bildiği mutlak gayb; O'nun bildirdikleri tarafından bilinebilen izâfi gayb şeklinde ikiye ayırmak mümkündür. Hz. Peygamber de Allah'ın kendisine öğrettiklerinindışında gayb hakkında bilgiye sahip değildi (Müslim, İmân, 287; Tirmizî, Tefsîr, 7) . Kur'ân mutlak gaybın bilinmesini sadece Allah'a tahsis etmiş, bu niteliğin diğer yaratıklardan birine tahsis edilmesini tevhide aykırı bulmuş, gayb kapılarını zorlama denemeleri olan fal, kehanet vb. yollara başvurmayı şiddetle yasaklamıştır. (M.C.)
Alıntı.. https://kurul.diyanet.gov.tr/SoruSor/DiniKavramlarSozlugu.aspx#.VB6C7JR_u5U
LEVH-İ MAHFUZ
Levh, üzerinde yazı yazılan tahta, masa veya düz yüzey demektir. Çoğulu elvahtır. Bu tabir Kur'ân'da da geçmektedir: "Hakikatte o, levh-i mahfuzda bulunan şerefli Kur'ân'dır." (Buruc, 85/21-22) . Böylece Kur'ân'ın korunmuş bir levhada bulunduğu belirtilmiştir. Zira levh-i mahfuz yüce Allah'ın olmuş ve olacak her şeyi tesbit ettiği bir kitap ya da bilgi hazinesidir. O'nun bilgisi bizim anladığımız manada bir levhaya veya tahtaya yazılmaktan münezzehtir. Fakat katındaki planda, ezelî bilgisinde her varlık ismiyle, ömrüyle ve diğer bütün davranışlarıyla mevcuttur. Bu ilâhî kitap bizim anladığımız manada, kalemle, mürekkeple yazılmış bir kitap değil, kainatın taslağıdır ki hadislerde bundan levh-i mahfuz diye söz edilmektedir. Nitekim şu âyetler de bütün bilgi ve gerçeklerin levh-i mahfuzda kayıtlı olduğunu te'yid etmektedir: "...Biz her şeyi bir kitapta (levh-i mahfuzda) sayıp yazmışızdır." (Yâsîn, 36/12) , "Gaybın anahtarları Allah'ın yanındadır. Onları ondan başkası bilmez. O karada ve denizde ne varsa bilir. O'nun ilmi dışında bir yaprak bile düşmez. O yerin karanlıkları içindeki tek bir taneyi dahi bilir. Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır." (En'âm, 6/59) Gerçekten bu âyetlerden de anlaşıldığı gibi; göklerde ve yerde insan ilminin keşfedip henüz insanlığın istifadesine sunamadığı nice hazineler vardır ki, Allah bunları bilir, zamanı geldiğinde, dilediğini insanlığın istifadesine sunar, dilediğini de kendi ilminde saklı tutar. (F.K.)
Alıntı.. https://kurul.diyanet.gov.tr/SoruSor/DiniKavramlarSozlugu.aspx#.VB6C7JR_u5U
*1TE'VİL
bk. Tefsîr.
TEFSÎR ve TE'VÎL
Tefsîr kelimesi "fesr" veya "sefr" kelimesinden türemiştir. Fesr; sözlükte doktorun hastalığı teşhis için suya (idrara, kana, balgama) bakması, bir şeyi beyan etmek, keşfetmek, üzeri kapalı bir şeyi açmak; sefr ise, kapalı bir şeyi açmak, aydınlatmak ve keşfetmek anlamlarına gelir. Istılahta; anlamı kapalı olana, manası zor anlaşılan sözden ne kastedildiğini açıklama demektir. Tefsîr kelimesi daha çok Kur'ân kelime, terkip ve cümlelerinin ne anlama geldiğini açıklamak, müşkül ve garîp lafızları izah etmek, Kur'ân'ı yorumlamak anlamında kullanılır. Te'vîl; geri dönme anlamındaki "evl" kökünden gelir. Bu kavram sözlükte; açıklamak ve beyan etmek; ıstılahta, çok anlamlı kelime ve cümlelerdeki anlamlardan birini tercih etmek demektir. Tefsîr ilminde te'vîl, âyetlerdeki olası anlamlardan birini, âyetin bağlamı ve Kur'ân bütünlüğü dikkate alınarak tercih etmek anlamında kullanılır. İlk önceleri tefsîr kelimesi kullanılmış, Kur'ân'ı savunma döneminden itibaren de te'vîl kelimesi kullanılmaya başlanmıştır. Zamanla bu iki kelime birbirlerinin yerine kullanılmıştır. Meselâ Kur'ân yorumcusu Taberî (ö. 310) te'vili, tefsîr anlamında kullanmıştır. İmam Matürîdî, tefsîr ile te'vîlin farklı anlamlarda olduğunu söylemiştir. Ona göre tefsîr; peygamberin ve ashabının yorumu, te'vîl ise İslâm âlimlerinin yorumudur. Tefsîr ile te'vîl arasında farklar vardır. Bunları şöyle sıralayabiliriz: Tefsîr'de kesinlik, te'vîlde ise ihtimaller vardır. Tefsîr te'vîlden daha geneldir. Tefsîr, lafızlarda, te'vîl ise manalarda olur. Tefsîr rivâyetle, te'vîl ise dirâyetle ilgilidir. Tefsîr, lafzın konulduğu manayı hakîkî veya mecâzî olarak beyan etmektir. Te'vîl ise iç anlamını, lafızdan murat edilen gerçeği açıklamaktır. Meselâ inne Rabbeke le bi'l-mirsâd (Rabbin gözetleme yerindedir) (Fecr, 89/14) âyetindeki; "mirsâd", gözetlemek anlamındaki rasd kökünden gelir, mif'âl formunda mekân ismidir, "gözetleme yapılan yer" demektir şeklinde yapılan açıklama tefsîrdir. Allah'ın gözetleme yerinde olduğunun bildirilmesinden maksat; "Allah'ın insanların bütün yaptıklarını görmesi, bilmesi ve onları denetlemesi, böylece, Allah'ın emir ve yasaklarına uyması konusunda gevşeklik ve gafletten uyarmasıdır" şeklindeki izah ise te'vîldir. Tefsîr, "sâibe" ve "bahîr" (Mâide, 5/103) kelimeleri gibi garîb lafızları izah etmede veya Kur'ân'ı veciz cümlelerini şerhetmede veya "nesîe küfürde artmadır" (Tevbe, 9/37) âyetinde olduğu gibi mahiyeti ancak tanımla bilinebilen cümleleri izah etmede olur. Fıkıh usulü ilminde te'vîl, lafzı zâhir anlamından çıkarıp bir delile dayanarak ona zâhir olmayan bir mana vermektir. Bir lafzı te'vil edebilmek için o lafzın zâhir ve nas olması gerekir. Müfesser ve muhkem bir lafızda te'vil olmaz. Te'vîl, lafzın olası anlamlarından biri olmalı ve bu konuda şer'î bir delil bulunmalıdır. Lafızda bulunmayan bir anlamı o lafza yüklemek te'vîl değildir. Tefsîr ve te'vîl, bir ilim dalıdır. Bu bilim dalında, Kur'ân yorumlanır, kelime ve cümlelerin anlamları, hüküm ve hikmetleri açıklanır. Bu konuda çeşitli bilim dallarından faydalanılır. Tefsîr ve te'vîl yapılırken önce Kur'ân'a müracaat edilir. Âyetler, âyetlerle tefsîr edilir. Sonra peygamberin hadislerine, sonra varsa sahabe sözlerine bakılır. Garip kelimeler için sözlüklere bakılır, semantik tahlil yapılır. (İ.K.)
https://kurul.diyanet.gov.tr/SoruSor/DiniKavramlarSozlugu.aspx#.VDBbGmd_u5U
Sinegin gevsek tevilinin degersizligi
* Senin ahvalin o tuhaf sinege benzer ki o kendini bir adam sanırdı.
* _içmeden kendi kendine sarhos olmus, zerresini, günes görmüs.
* Dogan kuslarının ögüldügünü isitmis; “Süphe yok ki ben vaktin ankasıyım” demisti;
O sinek esek sidigi birikintisindeki saman çöpünün üstünde gemi kaptanı gibi bas kaldırıp,
“Ben, deniz ve gemi hikâyesini okumus, bir zaman bunu düsünmüstüm.
_iste su deniz, su gemi, ben de ehliyetli, rey ve tedbir sahibi bir kaptanın” dedi.
1085. Deniz üstünde salını sürüp durmaktaydı. O kadarcık bir su ona haddinden fazla göründü.
O sidik, sinege göre hudutsuzdu. Sinekte, onu oldugu gibi görecek göz nerede?
Onun âlemi kendi görüsüne göre olur. Gözü, bu kadardır, denizi de ona göre!
Bâtıl tevilci, sinek gibidir. Vehmi esek sidigi, tevil ve tasavvuru saman çöpüdür.
Eger sinek kendi reyiyle saplandıgı tevilden geçse, baht o sinegi hümâ yapar.
1090. Bu ibret gözüne sahip olan sinek olmaz; ruhu, sûrete lâyık olmayacak derecede yüksek bir zat olur,
Alıntı: http://semazen.net/download_detail.php? id=6
Mesnevi-i Şerif Cilt I
Kayıt Tarihi : 7.10.2014 17:36:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Fatih Lütfü Aydın](https://www.antoloji.com/i/siir/2014/10/07/mesnevi-hikayeleri-sinegin-hayali.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!