Mesnevi Hikâyeleri Papağanın Hikâyesi.

Fatih Lütfü Aydın
301

ŞİİR


2

TAKİPÇİ

Mesnevi Hikâyeleri Papağanın Hikâyesi.

Mesnevi’de bir tacirin bir papağanı vardı.
Hindistan’a mal getirmeye giderken,
Tüm ev ahalisini yanına çağırdı.
Sordu tek tek,”Gelirken ne istersiniz benden.
Ne getireyim sizlere, Hindistan denen yerden.”


Sıra geldi papağana.
Dedi”Ne getireyim söyle bana”
İstekte bulundu içi yana yana.
Dedi “Selamımı yolla,
Halimi, esaretimi, anlat,
Orda gördüğün her papağana.
Bir yardım, bir çare bildirsinler bana.

Tacir vardığında Hindistan’a,
Verdiği sözü unutmadı papağanına.
Dedi “Selamı var size papağanımın.
Kafesten kurtulmasını diler canının.”

Hemen orada bir papağan,
Titreyip de verdi can.
Çok üzüldü buna tacir.
Dedi “Benim yüzümden öldü fakir.”

Döndüğünde durumu anlattı papağana.
Bunu duyan papağan, titredi devrildi yana.
Tacir ağladı sızladı, içi yana yana.
Dedi “Neden sebep oluyorum bunlara.”

Hüzünle aldı papağanını eline.
Papağan canlanıp da uçtu ellerinden,
Dedi “Bu da ne, beni kandırdın sen.
Papağan dedi “Ey sahibim,
Getirdiğin bilgiyle, köle değil,
Artık kendimin sahibiyim.

O papağan ölü taklidi yaparak,
Demek istedi ki bana,
”Ölü taklidi yap, istiyorsan kurtulmak.
Artık hürriyet bana Hakk.”

Saygılar ve Sevgiler.
14.10.2014

Hikmetler.
• Dünya hayatının bir icabı olarak hemen her işte bir yol göstericiye ihtiyaç vardır. Maddi olsun manevi olsun bizden bilgi, kültür ve tecrübe olarak önde olanların; bilgi ve tecrübelerinden faydalanmak her zaman için lazımdır.
• Burada: “Ölmeden ölünüz” ifadesinin canlı bir izahı yapılmıştır. Ölmeden ölmek içimizdeki benlik, gurur, kibir v.b. gibi dünyaya ait boş heveslerden, hastalık ve manevi kirlerden gönlü temizlemektir. Kısaca nefsin ıslahıdır. Zira nefis ancak ıslah edilerek arzu edilir hale konabilir. Bazı kaynaklarda geçen “Nefsi öldürmek” sözü de nefsin ıslahı manasınadır. Yoksa gerçekte nefsin öldürülmesi söz konusu değildir.
• Elimizin altında bulunan imkânlara sahip olduğumuz süre içinde onlardan istifade etmesini lâzımdır. O imkânlar elden çıktıktan sonra ah vah etmek fayda vermez.
• Her zaman ve her şartta daima uyanık ve gözü açık olmak icap ed er. Zira hilekâr nefis ve şeytan bütün tuzaklarını hazırlamış her an bizim gafletimizi beklemektedirler. Bizim tamamen onların şerrinden emin olduğumuzu sandığımız an hücuma geçebilirler. Biz onları oldu sanıp kafeslerini açarak zincirlerini boşalttığımız an; onlar yattıkları tilki ölümünden hemen canlanıp uçabilirler.
• Ey dil, sen hem bitmez tükenmez bir hazinesin hem de dermanı olmayan bir dertsin.

Mesnevi’de Geçen Bütün Hikâyeler ve Hikmetler. Sh. 40 Mehmet Zeren BİLGE KÜLTÜR SANAT.

Not: Benim anladığım kadarıyla ölmeden önce ölmek ruhumuzun bedenden daha beden ölmeden özgürce çıkıp yüksek boyuttaki ruh haline dönüşmesidir. Aşağıda ki Tin Suresi ayetleri ve Secde Suresi 9. Ayet göstermektedir ki Hz. Allah kendi ruhundan üfleyerek insanı güzel bir biçimde yaratmış. Bu ruh yüksek düzeyde ki ruhtur. Sonra esfel-i safiline yani bedene atılmıştır. İşte yüksek düzeyde ki ruhun bedene atılarak, bedenleştirilmiş haline nefis denir. Yukarıda ki hikmetlerde çok güzel açıklandığı bir şekilde insan nefsani arzularını öldürerek (onlara boyun eğmez hale gelerek) deyim yerindeyse uçarak, yüksek düzeyde ki ruh halinde bedenden çıkar.
Hepimiz bir ruhumuzun olduğunu ve ölünce bu ruhumuzun bedenimizi terk edeceğini kabul ederiz. Öyleyse ruhumuz bedenimiz ölmeden de neden bedenimizi terk etmesin.
Bu durum ilm-i ledün [(dünyaya, maddeye ait olmayan ilim) (Kehf Suresi, 65) ] ile ilgili olarak açıklanabilir. Maddeyi, enerji (yüksek boyuttaki ruh) ortaya çıkardığına göre bu enerji maddeden neden ayrılamasın.Doğal olarak bunun için yüksek düzeyde ki ruh haline dönüşebilmek amacıyla maddeye olan köleliğimizden kurtulup, maddeyi Hakk Rızası’na uygun yaşamayı bilmeliyiz.

Sonuç olarak bunlar Metafizik (Fizik ya da Madde Ötesi) alemi (ruhlar alemi) ile ilgili olduğu için o alemi anlayabilmemiz nefsimizin maddeye ya da dünyaya olan köleliğinden kurtulması ile olanaklı olabilir, bence. 14.10.2014 Fatih Lütfü Aydın.

TÎN SURESİ

1. Yaşar Nuri Öztürk: Yemin olsun incire, zeytine,
2. Yaşar Nuri Öztürk: Tûr-i Sîna'ya,
3. Yaşar Nuri Öztürk: Ve şu güvenli kente ki,

Lekad halaknel insâne fî ahseni takvîm(takvîmin) .

4. Yaşar Nuri Öztürk: Biz insanı, gerçekten en güzel* bir biçimde yarattık.


Summe redednâhu esfele sâfilîn(sâfilîne) .

5. Yaşar Nuri Öztürk: Sonra da onu düşüklerin en düşüğüne/aşağıların en aşağısına çevirip
attık.

*Hasen İyi, güzel
Ahsen Daha iyi, daha güzel

SECDE-9
Yaşar Nuri Öztürk: Sonra ona bir biçim verdi ve onun içine kendi ruhundan üfledi. Sizin için, işitme gücü, gözler ve gönüller vücuda getirdi. Ne kadar da az şükredersiniz!

Ek bilgi olarak Tacir;
Envanter; dökümlü cetveldir. Bir başka deyişle tacirin taşınır, taşınmaz mallarıyla, alacak ve borçlarının tutarlarını gösteren listedir.
1. Taşınır mallar : para, mal (emtia, alınıp satılan eşya) , çek, senet vs.
2. Taşınmaz mallar : bina, taşıt vs.
3. Alacaklar
4. Borçlar
Bir işe sermaye koyup yani para yatırıp, mal alana, satana, alacakları, borçları olana, kısaca bu dörtlü işlemleri* yapana, ticaret erbabı ya da tacir denir. Ticaret kanunda yalnızca mal alıp satanlar değil imalat yapanlar yani sanayiciler ve esnaf tanımı dışında kalan hizmet kuruluşları da tacir olarak tanımlandığından, hepsine tacir denir.
Esnaf ise terzi, bakkal, berber vs. gibi koyduğu sermayeden çok emek gücünü kullanan kişilerdir. Kanunen tüm iş yapanlar tacir olmadığı için esnaf ve tacirlerin hepsine girişimci denir.

Girişimci; girişim, toprak, emek ve sermaye adı verilen üretim faktörlerini kâr amacıyla bir araya getiren kişi ya da kurumdur.

Toprak ekonomide toprağın üstündeki binalar, arsalar, araziler, tarlalalar, bahçeler ile altındaki madenler, su üstündeki ve altındaki tüm değerler olarak tanımlanır.

Girişimci, koyduğu sermaye (anamal, anapara) ile taşınır, taşınmaz mallar alır ve satar, alacakları olur. Sermayesi yetersiz olduğunda ise borçlanır. İşte bütün bunlar bilanço (balans, denge) denen ve dönem içinde ki envanter (döküm) değerindeki değişiklikleri gösteren cetveli oluşturur.
*Not: caar 4 demek olup, ticaret de 4 li işlem demektir. Sonuç olarak aldığı malları (stoku) , sattığı malları (geliri) , alacakları ve boçları olan kişilere ticaret yani 4 lü işlem yaptıkları için tacir denir.

Bir başka açıdan ölmeden önce ölmek için, iyi bir dünya ve ahret taciri olmalıyız.
Bk. http://www.antoloji.com/ahiret-ticareti-siiri/

Bir tâcirin ticaret için Hindistan’a gitmesi ve mahpus dudusunun, onunla Hindistan dudularına
haber yollaması
Bir tacirin bir dudusu vardı, kafeste hapsedilmis, güzel bir duduydu.
Tacir, Hindistan’a gitmek üzere yol hazırlıgına basladı.
Kerem ve ihsan dolayısıyla, kölelerinin, cariyeciklerinin her birine “Çabuk söyle, sana Hindistan’dan ne
getireyim? ” dedi.
1550. Her birisi ondan bir sey diledi. O iyi adam hepsine, istediklerini getirecegini vadetti.
Duduya da “Sen ne armagan istersin, sana Hindistan elinden ne getireyim? ” dedi.
Dudu dedi ki: “Oradaki duduları görünce benim halimi anlat.
Dedi ki: Sizin müstakınız olan filan dudu, Allah’nın takdiriyle bizim mahpusumuzdur.
Size selâm söyledi, yardım istedi; sizden bir çare, bir kurtulus yolu diledi.
1555. Dedi ki: Reva mıdır ben istiyakınızla gurbet elde can vereyim.
Sıkı bir hapis içinde olayım da siz gâh yesilliklerde, gâh agaçlarda zevk ve sefa edesiniz.
Dostların vefası böyle mi olur? Ben su hapis içindeyim, siz gül bahçelerinde.
Ey Ulular! Bir seher çagı sarap meclisinde bu inleyen garibi de hatırlayın!
Dostların sevgiliyi anması, sevgiliye ne mutludur. Hele anan ve anılanın biri Leylâ, öbürü Mecnun olursa.
1560. Ey güzel endamlı sevgilinin mahremleri! Kendi kanımla doldurdugum peymaneleri içmem reva mı?
Sevgili! Bana da bir nasip vermek istersen beni anarak bir kadeh iç! _çerken bu yerlere serilmis düskün âsıgı
yâd ederek topraga bir yudum sarap dök!
Sasılacak sey! Nerde o ahit, nerde o yemin? O seker gibi dudagın verdigi vaadler hani?
Bu kulun ayrı düsmesi, fena kulluktansa... kötüye kötülükle mukabele edersen aramızda ne fark kalır?
1565. Fakat hiddetle, siddetle senden gelen kötülük, sema’dan, çengin nagmelerinden daha zevkli, daha
neseli.
Ey cefası devletten daha güzel, intikamı candan daha sevimli dilber!
Atesin bu... acaba nurun nasıl? matem, bu olunca dügünün nice?
Cevrinde öyle tatlılıklar var ki...malik oldugun letafet yüzünden kimse seni hakkıyla anlayamaz.
Hem inlerim, hem de sevgili inanır da kereminden o cevri azaltır diye korkarım.
1570. Kahrına da hakkıyla âsıgım, lûtfuna da. Ne sasılacak sey ki ben bu iki zıdda da gönül vermisim.
Allah hakkı için bu dikenden kurtulur, gül bahçesine kavusursam bu sebepten bülbül gibi feryat ederim.
Bu ne sasılacak sey bülbüldür ki agzını açınca dikeni de gül bahçesiyle beraber yutar, ikisini de bir görür!
Bu bülbül degil, ates canavarı! Onun askıyla bütün kötü seyler, kendisine hos gelmekte!
Güle âsık, halbuki esasen kendisi gül, kendisine âsık, kendi askını aramakta! ”
_lâhî akıl kuslarının kanatlarının evsafı
1575. Can dudusunun hikâyesi de bu çesittir. Fakat nerede kuslara mahrem olan kisi?
Nerede zayıf ve suçsuz bir kus ki onun içine Süleyman, askeriyle ordu kurmus olsun!
Sükür yahut sikâyetle feryat edince yere, göge zelzeleler düssün!
Her demde ona Allah’dan yüz mektup, yüz haberci erissin; o bir kere “Ya Rabbi” deyince Hak’tan altmıs kere
“Lebbeyk” sesi gelsin!
Hatası, Allah indinde ibadetten daha iyi olsun; küfrüne nispetle bütün halkın imanı degersiz kalsın!
1580. Öyle kisiye her nefeste hususi miraç vardır. Allah, onun tacının üstüne yüzlerce hususi taç koyar.
Cismi topraktadır, Canı Lâmekân Âleminde, O Lâmekân Âlemi, saliklerin vehimlerinden üstündür. (vehimlere
sıgmaz.)
O Lâmekân Âlemi, vehmine gelen bir âlem olmadıgı gibi hayaline de dogmaz.(ne idrâk edebilirsin, ne tahayyül
!)
Cennetteki ırmak, nasıl cennettekilerin hükmüne tâbi ise mekân âlemiyle Lâmekân Âlemi de, o âlemin
hükmüne tâbidir.
Bu ilâhî akıl kuslarına ait olan bahsi kısa kes, bu sözden yüzünü çevir, sükût et! Dogrusunu, Allah daha iyi
bilir.
1585. Dostlar biz yine kus, tacir ve Hindistan hikâyesine dönelim:
Tacir, Hindistan’daki dudulara, dudusundan selam götürmeyi kabul etti.
Tâcirin, kırda Hindistan dudularını görüp onlara dudusundan haber götürmesi
Hindistan uçlarına varınca kırda birkaç dudu gördü.
Atını durdurup seslendi, dudunun selâmını ve kendisine emanet ettigi sözleri söyledi.
O dudulardan birisi, bir hayli titredi ve düsüp öldü, nefesi kesildi.
1590. Tâcir, bu haberi verdiginden dolayı pisman oldu, dedi ki: “Bir cana kıydım,
Bu dudu, olsa olsa o duducagızın akrabası olacak, galiba bunların cisimleri iki, canları bir.
Bu isi neye yaptım, o haberi neye verdim? Bu münasebetsiz sözle biçareyi yaktım, yandırdım.”
Bu dil, çakmak tasıyla çakmak demiri gibidir. Dilden çıkan da atese benzer.
Mânasız yere gâh hikâye yoluyla, gâh laf olsun diye çakmak tasıyla demirini birbirine vurma!
1595. Zira ortalık karanlıktır, her tarafta pamuk dolu. Pamuk arasında kıvılcım nasıl durur?
Zalim onlardır ki gözlerini kapamıslar, söyledikleri sözlerle bütün âlemi yakmıslardır.
Bir söz, bir âlemi yıkar, ölmüs tilkileri aslan eder.
Canlar aslen _sâ nefeslidir; bir anda yara, bir anda merhem olurlar.
Canlardan perde kalkaydı; her canın sözü, Mesih'i’ sözü gibi tesir ederdi.
1600. Seker gibi söz söylemek istersen sabret, haris olma, bu helvayı yeme!
Feraset sahiplerinin istahları sabradır, onlar sabretmek isterler. Helva ise, çocukların istedigi seydir.
Sabreden, göklerin üstüne yükselir; helva yiyense geriler, kalır!
Ferideddîn-i Attâr’ın – Allah ruhunu takdis etsin – sözünün tefsiri
“Ey gafil! Sen nefis ehlisin, toprak içinde kan yiyedur! Fakat gönüle sahip olan kisi, zehir bile yese o zehir
bal olur.”
Gönüle sahip olan kisi, apaçık öldürücü bir zehir bile yese ona ziyan gelmez.
Çünkü o, sıhhat bulmus, perhizden kurtulmustur. Fakat zavallı talip (kemale ermemis salik) , henüz hararet
içindedir.
1605. Peygamber buyurdu ki:”Ey cüretli talip! Sakın hiçbir matlûp ile mücadele etme! ”
Sende Nemrûd’luk var, atese atılma, atılacaksan önce _brahim ol!
Madem ki sen ne yüzgeçsin, ne de denizci... aklına uyup kendini denize atma!
Yüzgeç ve denizci, denizden inci çıkarır, ziyanlardan bile bir hayli fayda elde eder.
Kâmil, topragı tutsa altın olur; nâkıs, altını ele alsa toz toprak kesilir.
1610. O gerçek er, Allah’ya makbul olmustur, bütün islerde onun eli Allah elidir.
Nâkıs kimsenin eli ise Seytan’nın, ifritin elidir. Çünkü Seytan’nın teklif ve hile tuzagına tutulmustur.
Kâmile göre bilgisizlik bile bilgi olur, nâkısın bildigi bilgi ise bilgisizlik kesilir.
_lletli kimse, ne tutarsa illet olur. Kâmil kâfir bile olsa o küfür, din ve seriat haline gelir.
Ey yayan oldugu halde süvari ile yarısa girisen! Sen bu müsabakada kazanmayacak, onu geçmeyeceksin,
iyisi mi, dur!
Sihirbazların “ Ne buyurursun, asâyı önce sen mi atarsın, yoksa biz mi atalım? “ diyerek
Mûsa Aleyhisselâm’a hürmey edip onu agırlamaları, Mûsâ’nın da “ Siz atın “ demesi
1615. Melûn Firavun’un zamanında sihirbazlar Mûsâ ile kin güderek mücadeleye giristiler.
Fakat onu büyük tuttular, öne geçirdiler, agırladılar.
Zira ona “Ferman senin. _stiyorsan önce sen asânı at” dediler.
Mûsâ “ Hayır, ey sihirbazlar, önce siz büyülerinizi meydana koyun” dedi.
Mûsâ’ya karsı gösterdikleri o kadarcık hürmet, din sahibi olmalarına sebep oldu; inat yüzünden de elleri
ayakları kesildi.
1620. Sihirbazlar Mûsâ’nın hakkını anladıklarından evvelce isledikleri suça karsılık olarak ellerini, ayaklarını
feda eylediler.
Yemek yemek ve nükte söylemek, kâmile helâldir; madem ki sen kâmil degilsin yeme ve sükût et!
Çünkü sen kulaksın, o dildir; o senin cinsinden degil, Allah, kulaklara “Ansitû” buyurdu.
Çocuk önce, süt emme kabiliyetinde dogar, bir müddet susar ve tamamı ile kulak kesilir.
Lâkırdı söylemeyi ögreninceye kadar bir zaman dudagını yumması, söz söylememesi gerekir.
1625. Kulak vermezse “ti,ti “ diye mânasız sözler söyler; kendisini âlemin dilsizi yapar.
Anadan sagır dogan ise hiç dinlemedigi için dilsiz olur; nasıl dile gelsin?
Çünkü söz söylemek için önce dinlemek gerektir. Söze, kulak verme yolundan gir.
Evlere kapılardan girin; rızıkları, sebeplerine tesebbüs ederek arayın!
Dinleme ihtiyacı olmaksızın anlasılan söz, ancak tamahsız ve ihtiyaçsız olan Allah’nın sözüdür.
1630. Allah, yarattıgını essiz, örneksiz yaratır; üstada tâbi degildir. Herkes ona dayanır; onun dayanacagı
bir varlık yoktur.
Ondan baska bütün mahlûkat; hem sanatında, hem sözünde üstada tâbidir, örnege muhtaçtır.
Bu söze yabancı degilsen bir hırkaya bürün, bir viraneye çekil ve gözyası dök!
Çünkü Âdem, Allah itabından aglamakla kurtuldu; tövbekârın nefesi ıslak göz yaslarıdır.
Âdem, yeryüzüne, aglamak için, daima feryadetmek, inlemek ve mahzun olmak için gelmistir.
1635. Âdem, Firdevs’ten, yedi kat göklerin üstünden ayakları dolasarak en âdi yere, tâ kapı dibine, özür
dilemek için gitti.
Eger sen de Âdemogluysan onun gibi özür dile, onun yolunda yürü!
Gönül atesiyle göz yasından çerez düz. Bahçe, bulutla günes yüzünden yetismis, yesermistir.
Sen gözyası zevkini ne bilirsin? Görmedikler gibi ekmek âsıgısın!
Bu karın dagarcıgından ekmegi bosaltırsan ululuk incileri ile doldurursun.
1640. Önce can çocugunu Seytan sütünden kes de sonra onu meleklere ortak yap.
Sen karanlık, mükedder ve bulanık oldukça bil ki melûn Seytan’la süt kardesisin!
Nur ve kemali arttıran lokma, helâl kazançtan elde edilen lokmadır.
Çıragımıza katılınca söndüren yaga yag deme, çıragı söndüren yaga su de!
_lim ve hikmet helâl lokmadan dogar; ask ve rikkat helâl lokmadan meydana gelir.
1645. Bir lokmadan hasede ugrar, tuzaga düsersen; bir lokmadan bilgisizlik ve gaflet meydana gelirse, sen
o lokmayı haram bil!
Hiç bugday ektin de arpa verdigini gördün mü? Hiç attan esek sıpası oldugunu gördün mü?
Lokma tohumdur mahsulü fikirlerdir.; lokma denizdir, incileri fikirlerdir.
Hizmete meyletmek ve o cihana gitmek azmi, agıza alınan lokmanın helâl olmasından dogar.
Tacirin Hindistan dudularından gördügünü duduya söylemesi
Tacir alısverisi bitirip muradına nail olarak evine geri geldi.
1650. Her köleye armagan getirdi, her halayıga ihsan da bulundu.
Dudu “ Bu kulun armaganı hani? Ne gördün ve ne dedinse söyle” dedi.
Tacir, “Söylemem, zaten elimi çigneyip parmaklarımı ısırarak,
Cahilligimden, akılsızlıgımdan böyle saçma haberi niye götürdüm diye hâlâ pisman olup durmaktayım” dedi.
Dudu, “Efendim, pismanlık neden, bu hiddete bu gama ne sebep oldu? ” dedi.
1655. Tacir dedi ki: “Sikâyetlerini sana benzeyen dudulara söyledim.
_çlerinden biri senin derdini anlayınca ödü patladı, titreyip öldü.”
Ben “Ne yaptım da bu sözü söyledim” diye pisman oldum ama bir kere söylemis bulundum. Pismanlık ne
fayda verir?
Agızdan bir kere çıkan söz, bil ki yaydan fırlayan ok gibidir.
Ogul, o ok gittigi yerden geri dönmez, seli bastan baglamak gerek.
1660. Sel önce bir kere cosup da etrafı kapladıktan sonra dünyayı harap etse sasılmaz.
Yapılan isin Gayb Âleminde eserleri dogar, o meydana gelen eserler, halkın hükmüne tâbi degildir.
Onların bize nispeti varsa da hepsi, ancak tek Allah tarafından yaratılmıstır.
Meselâ Amr’e Zeyd bir ok atar; o ok, Amr’i kaplan gibi yaralar.
Yara, bir yıl kadar Amr’ın vücudunda agrılar, sızılar meydana getirir. O dertleri, Hak yaratmıstır, insan degil.
1665. Oka hedef olan Amr, o anda korkudan ölürse, yahut ölümüme kadar bedeninde yaralar, bereler
vücuda gelir de,
O agrılardan, o illetlerden ölürse Zeyd’e; ilk sebepten, ok attıgından dolayı katil de!
Hepsi, Allah’nın icadı ise de o agrıları Zeyd’e nispet et!
Ekin ekmek, nefes almak, tuzak kurmak, çiftlesmek de böyledir. Onların sesleri hep Hak’ka mutîdir (eken,
nefes alan, tuzak kuran, çiftlesen kuldur; bitiren, yasatan, tuzuga düsüren, dogurtan yahut bunların aksini
meydana getiren Hak’tır) .
Velîlerde Allah’dan öyle bir kudret vardır ki atılmıs oku yoldan geri çevirirler.
1670. Allah velîsi, pisman olursa sebeplere eserlerin kapılarını kapar (fiilleri neticesiz bırakır) . Fakat bunu,
Allah eliyle yapar.
Allah kudretiyle; söylenmis bir sözü söylenmemis hale getirir. Bir halde ki ne sis yanar ne kebap!
Bütün kalplerdeki nükteleri isitir, gönüllerden o sözü yok eder.
Ey ulu kisi! Sana delil ve huccet gerekse “Min âyetin ey nünsiha” âyetini oku.
“Ensevküm zikrî ” âyetini de oku velîlerin kalplere nisyan koyma kudretini anla!
1675. Velîler, hatırlatma ve unutturmaya kadirdirler; su halde herkesin gönlüne hâkimdirler.
Velî, unutturma kudretiyle bir kisinin istidlâl yolunu bagladı mı, o adamın hüneri bile olsa bir is yapamaz.
Siz, yüce kisileri alaya aldınız, bundan bir sey çıkmaz sandınız ama Kur’an’da “Ensevküm” âyetini bir okuyun!
Sehir ve köye sahip olan, cisimlerin padisahıdır. Gönül sahibi ise gönüllerinizin sultanıdır.
Hiç süphe yok ki isler, görüslerin fer’idir. Su halde insan, ancak göz bebeginden ibarettir.
1680. Ben bunu, tamamı ile söyleyemiyorum, çünkü merkez sahipleri (Peygamberler) men ediyorlar.
Madem ki halkı unutması, ve hatırlaması onun elindedir, imdatlarına da o, erisir.
O güzel huylarla huylanmıs olan zat, her gece gönüllerden yüz binlerce iyi ve kötü hâtırayı giderir;
Gündüzün gönülleri, yine o hâtıralarla doldurmakta; o sedefleri, incilerle dopdolu bir hale getirmektedir.
Evvelki düsüncelerin hepsi, Allah’nın hidayetiyle sahiplerini tanırlar.
1685. Uyanınca, sanat ve hünerin, sebepler kapısını açmak üzere yine sana gelir.
Kuyumcunun hüneri demirciye gitmez, bu güzel huylunun huyu, öteki kötüye mal olmaz.
Hünerler ve huylar, kıyamet günü, çeyiz gibi sahibine döner.
Güzel olsun, çirkin olsun... bütün huylar ve hünerler, sabah çagında sahiplerine gelir;
1690. Nitekim posta güvercinleri, gönderilen mektupları, yine uçtukları sehre getirirler.
Dudunun, duduların hareketlerini duyması ve kafeste ölümü, tacirin ona aglaması
Dudu, o dudunun yaptıgını isitince titredi, düstü, kaskatı oldu.
Sahibi, onun böyle düstügünü görünce yerinden sıçradı, külâhını yere vurdu.
Onu, bu renkte, bu halde görerek yerinden fırlayıp yakasını yırttı.
Dedi ki: “ Ey güzel ve hos nagmeli dudu! Sana ne oldu, niçin bu hale geldin?
1695. Vah yazık, benim güzel sesli kusum! Vah yazık, benim gönüldesim, sırdasım.
Yazık, benim güzel nagmeli kusum; ruhumun nesesi, bahçem, çiçegim!
Süleyman’ın böyle kusu olsaydı hiç baska kuslarla ugrasır mıydı?
Vah yazık; ucuz buldugum kustan ne çabuk ayrıldım!
Ey dil, sen bana çok ziyan veriyorsun! Söyleyen sen olduktan sonra ben sana ne diyeyim?
1700. Ey dil, sen hem atessin, hem harman! Ne vakte kadar harmanı atese vereceksin?
Can, ne dersen onu yapmakla beraber gizlice yine senin elinden feryad etmektedir.
Ey dil, sen hem bitmez tükenmez bir hazinesin; hem dermanı olmayan bir dertsin!
Hem kuslara çalınan ıslık, yapılan hilesin; hem yalnızlık ve ayrılık zamanının enisisin!
Ey aman bilmez! Bana hiç aman vermiyorsun. Sen, yayını beni öldürmek için kurmussun.
1705. _ste benim kusumu uçurdun. Zulüm ve sitem otlagında az otla!
Ya bana cevap ver, yahut insafa gel, yahut da bana nes’e ve sevinç sebeplerinden birini an!
Eyvah benim karanlıgı yakıp mahfeden nurum; eyvah, benim gündüzü aydınlatan sabahım!
Vah benim güzel uçan; tâ sondan baslangıca kadar uçup gelen kusum!
Cahil insan ilelebet mihnete âsıktır. Kalk, “Fî kebed” e kadar “Lâ uksimü” yü oku!
1710. Senin yüzünü gördüm de mihnetten kurtuldum; senin ırmagında köpükten, tortudan arındım.
Bu eyvah demeler, bu acınmalar onu görmek, pesin ve elde olan kendi varlıgından kesilmek hayaliyledir.
(Bu kusun ölümüne sebep) Allah’nın gayreti (kıskanması) idi. Hak’kın hükmüne çare bulunmaz. Nerede bir
gönül ki Allah’nın hükmünden yüz parça olmamıs olsun!
Gayret (kıskançlık) de her seyden gayrı olan; vasfı söze ve sese sıgmayan Allah gayretidir (kendisinden baska
her seyi kıskanır) .
Ah keske gözyasım deniz olsaydı da o güzel dilberimin yoluna saçaydım!
1715. Benim dudum, benim anlayıslı kusum; düsüncelerimin, sırlarımın tercümanı!
Rızkını vereyim, vermeyeyim... benim enisimdi. _lk söylenen sözlerden onu hatırlarım benimle ezelî bir
âsinadır.
O öyle bir duduydu ki sesi, vahiden gelirdi; varlıgı varlık meydana gelmeden önceydi.
O dudu, senin içinde gizlidir. Sen, sunda bunda onun aksini görmüssün.
O, kus senin nes’eni alır, fakat yine sen ondan nes’elenirsin. Onun yaptıgı zulmü, adalet gibi kabul edersin.
1720. Ey ten ugruna canını yakıp duran! Canını yaktın, tenini aydınlattın.
Ben yandım, kavını tutusturmak isteyen bana gelsin, benden tutustursun da çerçöpü alevlensin, yaksın!
Kav, ates alma kabiliyetindendir, su halde atesi cezbeden kavı al!
Vah vah vah; yazıklar olsun... öyle bir ay bulut altına girdi!
Nasıl bahsedeyim? Gönül atesi siddetle alevlendi; ayrılık aslanı çıldırdı, kan döker bir hale geldi.
1725. Ayıkken bile titiz ve sarhos olan, kadehi ele alınca nasıl olur?
Anlatılamayacak derecede sarhos olan bir aslan, çayırlıga gelince oraya yayılmıs yesilliklerden neselenir,
sarhoslugu büsbütün fazlalasır.
Ben kafiye düsünürüm; sevgilim bana der ki: “Yüzümden baska hiçbir sey düsünme!
Ey benim kafiye düsünenim! Rahatça otur, benim yanımda devlet kafiyesi sensin.
Harf ne oluyor ki sen onu düsünesin! Harf nedir? Üzüm bagının çitten duvarı.!
1730. Harfi, sesi, sözü birbirine vurup parçalayayım da seninle bu üçü de olmaksızın konusayım!
Âdem’den bile gizledigim sırrı, ey cihanın esrarı olan sevgili, sana söyleyeyim.
Halil’e bile söylemedigim sırrı, Cebrail’in bile bilmedigi gamı,
Mesih’in bile dem vurmadıgı, hatta Allah’nın bile kıskanıp biz olmadıkça kimseye açmadıgı sırrı sana açayım.”
Biz (mâ) kelimesi, lûgatte nasıl bir kelimedir? _spata ve nefye delalet eden bir kelime. Halbuki ben ispat
degilim; zatım, varlıgım yoktur ki ispat edilebilsin. (Varlıgım olmadıgından) Nefiy de degilim (yokun varlıgı nefiy
de edilemez, esasen olmadıgı için yoktur da denemez) .
1735. Ben varlıgı yoklukta buldum, onun için varlıgı yokluga feda ettim.
Padisahların hepsi kendilerine karsı alçalana alçalırlar. Bütün hak, kendisine sarhos olanın sarhosudur.
Padisahlar, kendilerine kul olana kul olurlar. Halk umumiyetle kendi yolunda ölenin yolunda ölür.
Avcı onları ansızın avlamak için kuslara av olmaktadır.
Dilberler; âsıkları, canla, basla ararlar. Bütün mâsuklar âsıklara avlanmıslardır.
1740. Kimi âsık görürsen bil ki mâsuktur. Çünkü o, âsık olmakla beraber mâsuk tarfından sevildigi cihette
mâsuktur da.
Susuzlar âlemde su ararlar, fakat su da cihanda susuzları arar.
Madem ki âsık odur, sen sus artık. Madem ki o, kulagını çekmekte, sen tamamıyla kulak kesil!
Sel akmaya baslar baslamaz önünü kes, yolunu bagla. Yoksa âlemi perisan ve harap eder, her tarafı yıkar.
Fakat harap olmaktan niye gamlanayım? Harebenin altında padisah hazinesi var!
1745. Hakka dalan kisi daha ziyade dalmak, can denizinin dalgası altüst olmak ister.
Denizin altı mı daha hostur, yoksa üstü mü? Onun oku mu daha ziyade gönül çekici ve güzeldir, o oka karsı
siper tutmak mı?
Su halde ey gönül! Nese ve sefayı cefa ve belâdan ayırt edersen vesveseye zebun olmus olursun.
Tutalım ki senin isteginde seker tadı var; sevgilinin istegi, isteksizlik murat ve maksadı terk etme degil mi?
Onun her bir yıldızı yüzlerce hilâlin kan diyetidir. Ona, âlemin kanını dökmek helâldir!
1750. Biz degeri de bulduk kan diyetini de. Ve o yüzden can vermeye kostuk.
Ey âsık! âsıkların hayatı ölümledir. Gönlü gönül vermeden baska bir suretle bulamazsın.
Yüzlerce nâz ü isveyle gönlünü almak istedim; sevgili bana istigna yüzünü gösterdi, bahaneler etti.
“Bu akıl, bu can, senin askına gark olmus degil mi ki? ” dedim, dedi ki: “Git, git; bana bu efsunu okuma!
Ben, senin ne düsündügünü bilmez miyim? Ey iki gören! Sen, sevgiliyi nasıl gördün; buna imkân mı var?
1755. Ey agır canlı! Sen onu hor gördün; çünkü çok ucuz aldın!
Ucuz alan ucuz verir. Çocuk bir inciyi bir somuna degisir.
Ben öyle bir aska gark olmusum ki evvel gelenlerin askları da benim bu askıma batmıs, yok olmustur, sonra
gelenlerin askları da!
Ben, o askı kısaca söyledim, tamamıyla anlatmadım. Anlatacak olsam hem dudaklar yanar hem dil!
Lep (dudak) dersem maksadım leb-i derya (deniz kıyısı) dır; Lâ (hayır) dersem muradım illâ (ancak, evet)
dir.1760. Tatlılıktan dolayı yüzümü eksitmis olarak otururum; fazla sözden dolayı sükût etmekteyim.
_sterim ki bu suretle tatlılıgımız, yüzümüzün eksiligiyle iki cihandan da gizli kalsın;
Bu söz, her kulaga girmesin. Onun için yüz ledün sırrından ancak birini söylemekteyim.
Hakîm-i Senâî’nin “ Seni yoldan alıkoyan sey; ister küfür sözü olsun, ister iman…Seni dosttan
uzak düsüren nakıs; ister çirkin olsun, ister güzel… ikisi de birdir” sözü ve Peygamber Sallâllahu
Aleyhi Vessellem’in “ Sa’d,çok kıskançtır, ben Sa’d’dan daha kıskancım, Allah ise benden de
kıskançtır.Kıskançlıgından dolayı görünür, görünmez bütün kötülükleri haram etmistir “ hadîsi
Hak kıskançlıkta bütün âlemlerden ileri gittigi içindir ki bütün âlem kıskanç oldu.
O, can gibidir, cihan beden gibi. Beden; iyiyi, kötüyü, canın tesiriyle kabul eder.
1765. Kimin namazında mihrap ve kıblesi Ayn (Allah’nın zatı, cemali) olursa onun tekrar iman tarafına
gitmesini ayıp ve kusur bil.
Padisaha esvapçıbası olan kisinin, padisah hesabına ticarete girismesi ziyankârlıktan ibarettir.
Padisahla birlikte oturan kimsenin padisah kapısında oturması yazıktır, aldanmaktır.
Bir kimseye padisaha elini öpmek fırsatı düser de o, ayagını öperse bu, suçtur.
Her ne kadar ayaga bas koymak da bir yakınlıktır, fakat el öpme yakınlıgına nispetle hatadır, düskünlüktür.
1770. Padisah, birisi yüzünü gördükten sonra baskasına meylederse kıskanır.
Allah’nın gayreti bugdaya benzer, harmandaki saman da insanların kıskançlıgıdır.
Kıskançlıkların aslını haktan bilin. Halkın kıskançlıkları, süphe yok ki Allah kıskançlıgının fer’idir.
Bunu anlatmayı bırakayım da o, on gönüllü hercai sevgilinin cefasından sikâyet edeyim.
Feryadedeyim, çünkü feryat ve figanlar, hosuna gidiyor. _ki âalemden de ona ancak feryat ve figan lâzım.
1775. Onun macerasından acı acı nasıl feryad etmiyeyim ki sarhoslarının halkasına dahil degilim.
Onun gözünden ayrı, güne gün katan yüzünün vuslatından mahrum bir haldeyken nasıl gece gibi kapkara
olmam?
Onun hos olmayan seyi de benim canıma hos geliyor. O gönül inciten sevgilime canım feda olsun!
Naziri olmayan tek padisahımın hosnut olması için ben, hastalıgıma da âsıgım, derdime de.
_ki deniz gibi olan gözlerimin incilerle dolması için gam topragını gözüme sürme gibi çekmekteyim.
1780. Halkın onun için döktügü gözyasları incidir; halk gözyası sanır.
Ben canlar canından sikâyetçi degilim, hikâye etmekteyim.
Gönül,” ben ondan incindim” dedikçe, gönlün bu asılsız ve ehemmiyetsiz nifakına gülmekteyim.
Ey dogruların medar-ı iftiharı! Dogrulukta bulun. Ey bas köse! Ben senin kapında esigim. Mâna âleminde bas
köse nerede, esik nerede? Sevgilimizin bulundugu yerde biz ve ben nerede?
1785. Ey canı biz ve ben kaydından kurtulan! Ey erkekte kadında söze ve vasfa sıgmaz ruh!
Erkek, kadın kaydı kalkıp bir olunca o bir, sensin. Birler de aradan kalkınca kalan yalnız sensin.
Kendi kendinle huzur tavlasını oynamak için bu “ben” ve “biz”i vücuda getirdin.
Bu suretle “ben” ve “sen” ler, umumiyetle bir can haline gelirler, sonunda da sevgiliye mustagrak olurlar.
(Ben, biz, ben ve bizim, varlıkların varlıgı ve yoklugu, hulâsa) söylediklerimin hepsi vardır, vâkıdir. Ey kün
emri, ey gel denmekten ve söz söylemekten münezzeh Allah, sen gel!
1790. Ten gözü, seni görebilir mi; senin gamlanman, neselenip gülmen hayale gelir mi?
Gama, neseye merbut olan gönüle, onu görmeye lâyıktır, deme!
Keder ve neseye baglanmıs olan; bu iki ariyet vasıfla yasar.
Halbuki yemyesil ask bagının sonu, ucu, bucagı yoktur. Orada gamdan ve neseden baska ne meyveler var!
Âsıklık bu iki halden daha yüksektir; baharsız, hazansız terütazedir.
1795. Ey güzel yüzlü! Güzel yüzünün zekâtını ver; yine pare pare olan canı serh et, onu anlat (dedim!) .
Fettan gözünün ucuyla ve nazla bir baktı da gönlüme yeni bir dag vurdu.
Kanımı bile dökse ona helâal ettim. Helâl sözünü söyledikçe o, kaçmaktaydı.
Mademki topraktakilerin feryadından kaçmaktasın. Kederlilerin yüregine niye gam saçarsın?
Her sabah; dogudan parlayınca seni, dogu pınarı (günes) gibi cosmak ta, zuhur etmekte buldu.
1800. Ey seker dudaklarına paha biçilmeyen güzel! Divanene ne bahaneler buluyorsun?
Ey eski cihana taze can olan! Cansız ve gönülsüz bir hale gelmis olan tenden çıkan feryat ve figanı isit!
Allah askına olsun, artık gülü anlatmayı bırak da gülden ayrılan bülbülün halini anlat!
Bizim coskunlugumuz gamdan neseden degildir; aklımız irfanımız, hayal ve vehimden meydana gelmemistir.
Nadir bulunur bir halettendir; inkâar etme ki Hak’kın kudreti pek büyüktür.
1805. Sen bu hali insanların ahvaline kıyas etme, cevir ve ihsan menzilinde kalma!
Cevir, ihsan, mihnet ve nese, gelip geçicidir. Gelip geçenlerse ölürler; Hak onlara vâristir.
Sabah oldu, ey sabahın penahı Allah! (Ben özür serd edemiyorum) , bize hizmet eden Hüsâmettin’den sen
özür dile!
Aklı-ı Küll’ün ve canın özür dileyeni sensin; canların canı, mercanın parıltısı sensin.
Sabahın nuru parladı, biz de bu sabah çagında senin Mansur sarabını içmekteyiz.
1810. Senin feyzin bizi böyle mest ettikçe sarap ne oluyor ki bize nese versin!
Sarap, coskunlukla bizim yoksulumuzdur; felek; dönüste aklımızın fakiridir.
Sarap bizden sarhos oldu, biz ondan degil... Beden bizden var oldu, biz ondan degil!
Biz arı gibiyiz, bedenler mum gibi. Allah, bedenleri bal mumu gibi göz göz ev ev yapmıstır.
Bu bahis çok uzundur, tacirin hikâyesini anlat ki o iyi adamın ne hale geldigi, ne oldugu anlasılsın.
Tacir hikâyesine dönüs
1815. Tacir, atesler, dertler, feryatlar içinde, böyle yüzlerce karmakarısık sözler söylüyordu.
Gâh birbirini tutmaz sözler söylüyor, gâh naz ediyor, gâh niyaz eyliyor; gâh hakikat askını, gâh mecaz
sevdasını ifade ediyordu.
Suya batan adam fazla debelenir, eline geçen ota tutunur.
O tehlike zamanında elini kim tutacak diye can korkusuyla suraya, buraya elini sallar durur, yüzmeye çalısıp
çabalar.
Sevgili, bu divaneligi, bu perisanlıgı sever. Beyhude yere çalısıp çabalamak, uyumaktan iyidir.
1820. Padisah olan; issiz, güçsüz degildir. Hasta olmayanın feryat ve figan etmesi, sasılacak seydir!
Allah, ey ogul, onun için “Külle yevmin hüve fi se’n “ buyurdu.
Bu yolda yolun, tırmalan, son nefese kadar bir an bile bos durma!
Olabilir ki son nefeste bir dem inayete erisirsin. O inayet, seni sırdas eder.
Padisahın kulagı, gözü penceredir; erkegin canı olsun, kadının canı olsun... bir can neye çalısırsa, onu duyar,
görür!
Tacirin, ölü duduyu kafesten dısarı atması ve dudunun uçması
1825. Tacir ondan sonra duduyu kafesten dısarı attı. Duducuk, uçup bir yüksek agacın dalına kondu.
Günes, ufuktan nasıl süratle dogarsa o dudu da, o çesit uçtu.
Tacir, hiçbir seyden haberi yokken kusun esrarını bu ise sasırıp kaldı.
Yüzünü yukarı çevirip “Ey bülbül! Halini bildir, bu hususta bize de bir nasip ver!
Hindistan’daki dudu ne yaptı da sen ögrendin, bir oyun ettin, canımızı yaktın! ” dedi.
1830. Dudu dedi ki: “O, hareketiyle bana nasihat etti; “Güzelligi, söz söylemeyi ve neseyi bırak;
Çünkü söz söylemen seni hapse tıktı” dedi. Bu nasihati vermek için kendisini ölü gösterdi.
Yani “Ey avama karsı da, havassa karsı da nagme ve terennümde bulunan! Benim gibi öl ki kurtulasın.
Taneyi gizle, tamamı ile tuzak ol. Goncayı sakla damdaki ot ol.
1835. Kim güzelligini mezada çıkarırsa ona yüzlerce kötü kaza yüz gösterir.
Düsmanların kem gözleri, kin ve gayızları, hasetleri; kovalardan su bosalır gibi basına bosalır.
Düsmanlar kıskançlılarından onu parça parça ederler; dostlar da ömrünü heva ve hevesle zayi eder, geçirirler.
Bahar zamanı, ekin ekmekten gafil kisi, bu zamanın kıymetini ne bilsin!
1840. Allah lûtfunun himayesine sıgınman gerektir. Çünkü Allah, ruhlara yüzlerce lûtuflar döktü.
Allah’nın lûtfuna sıgınman gerek ki bir penah bulasın. Ama nasıl penah? Su ve ates bile senin askerin olur.
Nûh’a ve Mûsâ’ya deniz dost olmadı mı? Düsmanlarını da kinle kahretmedi mi?
Ates, _brahim’e kale olup da Nemrut’un kalbinden duman çıkartmadı mı?
Dag, Yahya’yı kendisine çagırarak ona kastedenleri taslarıyla paralayıp sürmedi mi?
Ey Yahya! Kaç, bana gel de keskin kılıçlardan seni kurtarayım, demedi mi? “ dedi” diye cevap verdi.
Dudunun tacire veda edip uçması
1845. Dudu ona hosa gider bir iki nasihat verdi, sonra “Allahaısmarladık, artık ayrılık zamanı geldi” dedi.
Efendisi dedi ki: “Allah selâmet versin git. Sen bana yeni bir yol gösterdin”.
Tacir, kendi kendine dedi ki: Bu bana nasihatti. Onun yolunu tutayım, o yol aydın bir yol.
Benim canım neden dududan asagı olsun? Can dedigin de böyle iyi bir iz izlemeli.”
Halkın, bir kisiyi ululamasının ve halk tarafından parmakla gösterilmenin kötülügü
Ten kafese benzer. Girenlerin, çıkanların, insanla dostluk edenlerin aldatmasıyla can bedende dikendir.
1850.Bu, “Ben senin sırdasın olayım” der. Öbürü “Hayır, senin akranın, emsalin benim”der.
Bu der ki: “Varlık âleminde güzellik fazilet, iyilik ve cömertlik bakımından senin gibi hiçbir kimse yok.”
Öbürü der ki: “_ki cihan da senindir. Bütün canlarımız senin canına tâbidir.”
O da, halkı, kendisinin sarhosu görünce kibirlenir, elden, avuçtan çıkmaga baslar.
Seytan onun gibi binlerce kisiyi ırmaga atmıstır!
1855. Dünyanın lûtfetmesi ve yaltaklanması, hos bir lokmadır, ama az ye. Çünkü atesten bir lokmadır!
Ates gizlidir, zevki meydanda. Dumanı sonunda meydana çıkar.
Sen “Ben o medihleri yutar mıyım? O, tamahından methediyor. Ben, onu anlarım” deme!
Seni metheden, halk içinde aleyhinde bulunursa onun tesiriyle gönlün, günlerce yanar.
Onun; mahrumiyetten senden umdugunu elde edemeyip ziyan ettiginden dolayı aleyhinde bulundugu halde,
1860. O sözler, gönlüne dokunur, onun tesiri altında kalırsın. Medihten de bir ululuk gelir, dene de bak!
Medihin de günlerce tesiri altında kalırsın. O medih canın ululanmasına, aldanmasına sebebolur.
Fakat bu tesir, zâhiren görünmez, çünkü methedilmek tatlıdır. Kınanmak acı oldugundan derhal kötü görünür.
Kınanmak, kaynatılmıs ilâç ve hap gibidir; içer, yahut yutarsa uzun bir müddet ızdırap ve elem içinde kalırsın.
Tatlı yersen onun zevki bir andır, tesiri öbürü kadar sürmez.
1865. Zâhiren uzun sürdügü için de tesiri, gizlidir. Herseyi, zıddıyla anla!
Medhin tesiri, sekerin tesirine benzer; gizli tesir eder ve bir müddet sonra vücütta desilmesi icabeden bir
çıban çıkar.
Nefis çok ögülmesi yüzünden Firavunlastı. Alçak gönüllü, hor, hakîr ol; ululuk taslama!
Elinden geldikçe kul ol, sultan olma! Top gibi zahmet çekici ol, çevgân olma!
Yoksa; senin bu letafetin, bu güzelligin kalmayınca o, seninle düsüp kalkanlar, senden usanırlar.
1870. Evvelce seni aldatıp duranlar, o vakit seni görünce “Seytan” adını takarlar. Seni kapı dibinde görünce
hepsi birden “Mezarından çıkmıs hortlak” derler;
Genç oglan gibi. Ona önce Allah adını takarlar, bu yaltaklıkla tuzaga düsürmek isterler.
Fakat kötülükle adı çıkıp da zaman geçince bu kötülükte sakalı çıkınca; artık ona yaklasmaktan Seytan bile
utanır.
Seytan, adamın yanına bir kötülük için gelir; senin yanına gelmez. Çünkü sen Seytan’dan da betersin.
1875. Seytan, sen insan oldukça izini izler, ardından kosar, sana sarabını tattırırdı.
Ey bir ise yaramaz adam! Seytan huyunda ayak direyip seytanlasınca senden Seytan da kaçmaktadır.
Etegine sarılan kimse de, sen bu hale gelince senden kaçar!
“ Mâsâllahu Kân “ sözünün tefsiri
Bunların hepsini söyledik ama Allah inayetleri olmadıkça Allah yolunda hiçiz, hiç!
Allah’nın ve Allah erlerinin inayetleri olmazsa...melek bile olsa defteri kapkaradır.
1880. Ey Allah, ey ihsanı hacetler reva eden! Sana karsı hiçbir kimsenin adını anmak lâyık degil.
Bu kadarcık irsat kudretini de sen bagısladın, simdiye kadar nice ayıplarımızı örttün.
Ezelde bagısladıgın irfan katrasını, denizlerine ulastır.
Canımdaki, bir katra ilimden ibarettir; onu ten havasından, ten topragından kurtar!
Bu topraklar, onu örtmeden; bu rüzgârlar, onu kurutmadan önce sen halâs et!
1885. Gerçi rüzgârlar, onu kurutsa, mahvetse bile sen, onlardan tekrar kurtarmaga ve almaga kâdirsin.
Havaya giden, yahut yere dökülen katra, senin kudret hazinenden nasıl kaçabilir?
Yok olsa, yahut yoklugun yüz kat dibine girse bile sen onu çagırınca basını ayak yapıp kosar.
Yüzbinlerce zıt, zıddını mahveder; sonra senin emrin yine onları varlık âlemine getirir.
Aman ya Rabbi! Her an yokluk âleminden varlık âlemine katar katar yüz binlerce kervan gelip durmakta!
1890. Hele her gece, bütün ruhlar, bütün akıllar, o ucsuz bucaksız derin denizde batar, yok olurlar.
Yine sabah vakti, o Allah’ya mensup ruhlar ve akıllar, balıklar gibi denizden bas çıkarırlar.
Güz mevsiminde o yüz binlerce dallar, yapraklar; bozguna ugrayıp ölüm denizine giderler.
Kara kuzgun; yaslılar gibi siyahlar giyinerek baglarda, yesilliklerin matemini tutar.
Varlık köyünün sahibinden, yokluga, “Yediklerini geri ver” diye tekrar ferman çıkar.
1895. “Ey kara ölüm; nebattan, ilâç olacak otlardan, köklerden, yapraklardan ne yedinse geri ver! ” (diye
emredilir) Kardes, bir an için aklını basına al! Sende de her an hazan ve bahar var.
Gönül bahçesinin yemyesil, terütaze, goncalar, güller, serviler ve yaseminlerle dolu oldugunu gör!
Yaprakların çoklugundan dal gizlenmis; güllerin fazlalıgından kır ve kösk görünmüyor.
Akl-ı Külden gelen bu sözler de, o gül bahçesinin, o servi ve sümbüllerin kokusudur.
1900. Gül olmayan yerden gül kokusu geldigini, sarap olmayan yerde sarabın kaynayıp çostugunu hiç
gördün mü ki?
Koku sana kılavuz ve rehberdir. Seni tâ ebedî Cennete ve kevser ırmagına götürür.
Koku, göze ilâçtır, nurunu artırır. Yakub’un gözü, bir kokudan açıldı.
Kötü koku gözü karartır. Yusuf’un kokusu ise göze nur verir.
Yusuf degilsen bile Yakup ol; onun gibi matlûbuna erismek için agla!
1905. Hakîm-i Gaznevî’nin su nasihatini dinle de eski vücudunda bir yenilik bul:
“Naz için gül gibi bir yüz gerek. Öyle bir yüzün yoksa kötü huyun etrafında dönüp dolasma, nazlanma!
Çirkin ve sarı bir yüzün nazı da çirkindir. Gözün hem kör, hem de hastalıklı olusu müsküldür.
Yusuf’a karsı nazlanma, güzellik iddia etme! Yakub’casına niyaz etmek ve ah eylemekten baska bir sey
yapma!
Dudunun ölümünün mânası niyazdı. Sen de niyaz ve yoksullukta kendini ölü yap!
1910. _sâ’nın nefesi seni diriltsin, kendisi gibi güzel ve mutlu bir hale getirsin!
Baharların tesiriyle tas yeserir mi? Toprak ol ki renk renk çiçekler bitiresin.
Yıllarca gönüller yırtan, kalblere elem veren tas oldun; bir tecrübe et, bir zaman da toprak ol!
Alıntı: http://semazen.net/download_detail.php? id=6
Mesnevi-i Şerif Cilt I

Fatih Lütfü Aydın
Kayıt Tarihi : 14.10.2014 21:01:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Fatih Lütfü Aydın