Okudukça Mesnevi’yi,
Anlıyorum Kur’an’ı daha iyi.
Bir padişah âşık olmuş bir kıza.
Kapılmış dünyevi hazza.
Cariye etmiş O’nu kendine.
Hastalanınca Cariye, düşmüş derdine.
Padişah toplamış tabipleri vakit geçirmeden.
Tabipler, her şeye gücümüz yeter, demişler de,
İnşallah (Allah dilerse) ,* dememişler kibirden.
Başarısız olup, acizlik tokadını yemişler birden.
“Rabbi dağa tecelli edince, onu paramparça etti,
Musa bayılarak yeri düştü” *1 aczinden.
Aczimizi, zavallılığımızı bilmezsek,
Kibir batağına saplanıp, çıkabiliriz dinden.
İnşallah sözünü dil söylese de kırk bin kez.
Kalp de yaşanmadıkça o duygu,
Allah o söze değer vermez.
Örneğin haram yiyorsan,
İstediğin kadar sağ elinle ye
Değer vermez Allah çektiğin besmeleye.
Sağ dinde yemin demektir.
Bezm-i elest*2 de, kavl-i belâ (beli) sözü, evet sözü vermişiz.
Yani Allah’ımız, biz ruhları yaratıp,
“Elestü birabbiküm”,“ Ben Rabbiniz değil miyim?
Diye sorunca, Belâ (beli) evet Rabbimizsin demişiz.
Rabb, terbiye eden demek.
Demek ki terbiyene, eğitimine gireceğiz demişiz.
Temel Prensiplere*3 uyacağız demişiz.
Haram lokmayı sağ elle yemek,
Olmaz mı Allah’la dalga geçmek?
Dönelim hekimlere, daha beter olmuş cariye.
Aczlerini bilip, başlamışlar kem küm etmeye.
Padişah mescide koşmuş, gözyaşları sicim.
“Huzuruna kapandım ey Allah’ım, acizim”.
“Halimi açmaya ne gerek,
Senden neyi gizleyebilir, yürek”.*4
Allah’ımız dedi ki Kur’an’da,
“Rabbinize yalvara yalvara, için için dua edin.”*5
Kullarım böyle böyle idrakine varır aczin.
İçten, pazarlıksız bir kalple,
Boyun bükerek etti duasını,
Canla başla, içinden gelerek,
İsteyerek, duyurdu feryadını.
Gerçek duadan esirgemedi Allah rahmetini.
Gösterdi ona rüyasında bir pirin suretini.
Bence cariye semboldür,
Nefs-i emmareye, haddi aşmayı emreden nefse.
Çokça yöneltti padişahı, şehvetten hisse.
Önceleri güzeldi, şehvet, heybet.
Derken, solmaya başladı, beniz ve bet.
Hastalandı bedeni,
Allah’a yalvardı, inledi,
Nedir bunun nedeni?
Allah’ımız gönderdi ona,
Bir dostunu, gerçek aşk erenini.
Ereni görünce dedi “gerçek sevgilim senmişsin”
Burada ara verip, sözünü etmeli, zahir ve batın ilmin.
Kal(söz) ilmi, zahir(dış) ilim,
Okuyarak öğrenilir, öğrenene denir âlim.
Hal(aşk) ilmi, batın (iç) ilim, ilm-i Ledünni.*6
Öğrenebilirsin ancak terbiye ederek nefsini.
Bu ilme irfan da denir, öğrenene arif.
Ariflerin içine doğar, Kur’an’daki Batıni tarif.
Karagöz arif, Hacivat âlim.
Kavuklu arif, Pişekâr âlim
Şems arif, Mevlâna âlim.
Mecazi aşk, bedenli aşk, dünya aşkı.
Gerçek aşk, bedensiz aşk, Allah aşkı.
Onda kadınlık, erkeklik, cinsellik arayan densiz.
O aşkda cinsellik yok yaşanır, bedensiz.
Allah’ın nurunu yansıtan, pasını temizlemiş ayna, Şems’de.
Allah’ın nuruyla coştu Mevlana hepsi bu işte.
“Bana seni gerek seni.”
Yunus’un dediği gibi,
Masivayı sevenler,
Boylar dünyada dibi.
Ayetlerin batınını kabullenip, zahirini reddetmemeli.
Meyve kabuksuz olmaz, böyle bilmeli.
Batından anlam,
Çıkaramaz avam*7
Akılla ancak kal ilmi öğrenilir.
Hal ilmine ancak aşkla gidilir.
Usul, edep, yol, yöntem, kural izlenir.
Usul, edep esastan önce gelir.
Musa’nın kavmi edepsizlik etmiş.*8
Toprağını bir şey sanıp,
Okyanuslar dolusu su isteyip de,
Çürüyen saksı gibi kendini helâk etmiş.
Biz de diyelim vesselam.
Sözü uzatırsak anlaşılmayabilir, kelam.
Kuyumcu kibire girip, mecazi aşka düşmüş.
Nefsi, nefs-i levvameye, kınayan nefse dönüşmüş.*9
Yunus Suresi ayet 100,
“Akletmeyene Allah pisliğini yağdırır”,
Olur, yerle bir, dümdüz.
Burada kınanan cinsellik değil,
Cinsellik de haddi aşma, azgınlık.
Her türlü azgınlıktan uzaklaşılmaz sa,
İlelebet hayal olur sazlık.
Bunca sözden sonra düşünmeli, biz neyiz.
Allah’ın “kendi ruhumdan üfürdüm”*10 dediği neyiz.
Koparıldık sazlıktan, ağlarız, kavuşma*11 dileriz, Hak’tan.
Gerçek sevgilimiz sensin,
SEVGİLİLER GÜNÜN KUTLU OLSUN EY YÜCE YARADAN.
Herkesin sevgililer günü kutlu olsun.
Saygılar ve Sevgiler
24.01.2008
Fatih Lütfü Aydın.
*Kehf Suresi 23-24. ayetler.
*1 Araf Suresi 143. ayet. Mesnevi -1- Vatan (Sh.41) .
*2 Osmanlıca Türkçe Sözlük Bezm md. Sh. 40
*3 İsra Suresi 23-37. ayetler.
*4 Âli İmran Suresi 29. ayet.
*5 Araf Suresi 55. ayet. Mesnevi -1- Vatan (Sh.44)
*6 Kehf Suresi 65. ayet ayrıca İşârî Tefsir Okulu (sh.19) . Prof. Dr. Süleyman Ateş Yeni Ufuklar Neşriyat.
(İşârî: İşaretlerle anlatılan, sembolik) .
*7 Tasavvufun Ruhu ve Tarikatlar (sh.32) . Yaşar Nuri Öztürk. Yeni Boyut.
1. Avam: Bunlar sıradan insanlar olup dinin en somut ve herkesçe rahatlıkla anlaşılabilecek dış bünyesini kavrayabilirler. Sufiler bu kitleye hiçbir sır açmaz, hiçbir yüksek mânadan söz etmezler. Çünkü bunlar anlayamazlar ve anlayamadıkları için de ya inkâr ederler, yahut ruhsal kargaşaya düşerler.
2. Havas: Seçkinler diye ifade edebileceğimiz bu zümre, avamın kavrayamıyacağı bazı sırları anlayacak mertebededir. Ama sonuçta orılann da anlamakta zorluk çekeceği noktalar vardır. Sufiler, bu zümreye de açıklanmayacak sırlar olduğunu söyler, belli bir ölçüde onlara karşı da gizliliği esas alırlar.
3. Havassul Havass: Seçkinlerin seçkıni olan bu zümre, tanrısal sırların insan tarafından kavranabilecek alanlarını anlayacak kudrette insanlardır. Sufiler her türlü sırrı, her tür batın manayı işte bu son zümreye açarlar
Şunu, altını çizerek belirtelim ki, tasavvufun bu insan anlayışı bir sınıf veya kast sistemi ifade etmez. Bu bir ilim, irfan ve aydınlık meselesidir, Bugün avam içinde olan bir insan, kendini geliştirerek yarın veya öbür gün, en üst mertebeye çıkabilir. Esasen sufi düşünce bütün insanlann tanrısal sırları en ileri manada kavrayacak kapasiteye sahip olarak yaratıldıklarını en azından teoride belirtir. Nevarki insanların hepsi benliklerinde yaradılıştan varolan kudreti ortaya çıkarmak için gayret göstermemekte, geçici zevklere ınahküm olarak, içlerindeki kııdreti köreltmektedirler.
*8 Bakara Suresi 61. ayet, Maide Suresi 112-115. ayetler (Maide: sofra) .
*9 Kıyamet Suresi 2. ayet.
*10 Hicr Suresi 29. ayet.
*11 Kaf Suresi 43. ayet, Araf Suresi 29. ayet.
Burada ki Padişah: Ruhu
Cariye: Nefsi
Cariyeyi tedavi edemeyen hekimler: Sahte Şeyhleri.
Cariyeyi tedavi eden hekim: Mürşid-i Kâmili
Kuyumcu ise: İnsanda ki heva ve heves (boş ve lüzumsuz arzular) gibi şeyleri temsil ettikleri unutulmamalıdır.
Hikmetler
• Aşk derdinin çaresi ve ilacı yoktur. Onun tek ilacı sevgiliye kavuşmaktır. İster mecazi olsun isterse hakiki olsun bu hep böyledir. Onun içindir ki Hz. Mevlanâ; “Ben öldüğüm gün düğün bayram edin, sevinip eğlenin,” demiştir. Ve bu yüzden Hz. Mevlanâ’nın öldüğü zamana “şeb-i aruz” denmektedir.
• Dünyada ki güzel ve güzellikler geçicidir. Onlara bağlanıp kalmak boş bir hevesten ibarettir.
• Dünya ve içindekilere tamah edip onların peşinden koşmak insanı felakete sürükleyebilir (kuyumcunun padişahın davetine ve vaatlerine kanarak sonunda canından olması) .
• Yeryüzüne gelen insan en yüce sevgili olan Allah’tan (c.c.) ayrıldığı için gönül hastasıdır.Onun gönlünün huzur
• bulup sükûnete erebilmesi için usta bir hekime yani hakiki bir mürşide ihtiyaç vardır. Yoksa sahte şeyhlerin (dini; şan, şöhret, servet, mevki, makam ve ticaret için kullananların) eline düştü mü tıpkı sahte bir hekimin eline düşen bir hasta gibi iyileşeceğine daha da kötüleşerek beter olur. Allah korusun o sahtekârın emir ve telkinleriyle onu ilahlaştırarak farkında olmadan ona tapınıp hayatını ve servetini onun uğrunda harcayarak, hem dünyası hem de ahreti perişan olur. Allah (c.c.) böylelerinin, bu şeytan dostlarının bu manevi yol kesici eşkiyaların şerrinden muhafaza buyursun. Zira bugün bunlardan bolca bulunduğu malum bir hadisedir.
• Bu cihan bir dağdır, bizim yaptıklarımız ise ses, seslerin aksi yine dönüp bize gelir.
Mesnevi’de Geçen Bütün Hikâyeler ve Hikmetler. Sh. 17 Mehmet Zeren BİLGE KÜLTÜR SANAT.
Bu hikâyede geçen padişah ruhumuz, câriye nefsimiz, hekim
mürşid-i kâmildir. Kuyumcu ise, dünya sevgisinin ve dünyalık
arzuların sembolüdür.
Padişah olan ruh her bakımdan üstün özelliklerle yaratıldığı
halde, câriye olan nefse gönül vermiştir. Ruh aslının ne
olduğunu hesaba katmadan, nefsinin esiri olmuştur. Nefis,
yaratılışı icabı gözü aşağılardadır. Câriyenin kuyumcuya olan
aşkı, nefsin dünyaya olan meylini sembolize eder. Ruh, nefsin
kendisine yar olmamasından ve hastalığından dolayı üzgündür.
Bunun için çare arar. Nefsi, birçok hekime gösterir. Nefsi
tedavi edemeyen hekimler, sahte şeyhlerdir. Ruh becerikli ve
mahir bir hekim arar. O da ilâhî bir yardım olarak gönderilen
mürşid-i kâmildir. Ruh, mürşid-i kâmille karşılaşınca gerçek
sevgilisinin o olduğunu anlar. Gönül verdiği nefsin de mânevî
hastalıklardan kurtulmasını ister. Ruh, mürşidinin tavsiyesine
uyarak nefsi, dünyevî arzularıyla buluşturur. Bu kavuşma,
nefsin maddî arzulardan bıkmasını sağlar. Mürşidin verdiği
ilâçlarla dünyevî arzular tamamen yok olur. Sonuçta dünyevî
arzuların ve zenginliğin sembolü olan kuyumcu yok olunca,
nefis düştüğü hatayı anlar. Şehvetten ve ihtirastan kurtulur.
Ruha lâyık, tertemiz bir sevgili olur.
Ruhlar âleminde mutlu bir yaşantısı olan ruhun, dünya âlemine
geldikten sonra, maddî arzulara kapılmaktan dolayı çektiği
ıstıraplar, uğradığı belâ ve musibetlerle birlikte, bunlardan
kurtuluş çareleri hikâye edilmiştir.
Ahmet Kasım Fidan
http://www.dervisler.net/kissalar-ve-menkibeler/mesnevi'de-gecen-hikayeler/msg89251/#msg89251
SON SÖZ: Mürşid-i Kâmil bulamayanlar, Kur’an’ı rehber edinmek amacıyla okuyup, anlayıp hayata geçirsinler. Bütün bunlar yerine ya da bütün bunları yaparken de rehber olara EVRENSEL AHLAK ve HUKUK İLKELERİ’NE SARILABİLİRLER. Saygılar ve Sevgiler 22.08.2014 Fatih Lütfü Aydın
Evrensel Hukuk ve Ahlak ilkeleri
EVRENSEL AHLAK İLKELERİ
EN'ÂM
151. Yaşar Nuri Öztürk: De ki onlara: "Hadi gelin, Rabbinizin size neleri haram kıldığını yüzünüze karşı okuyayım: Hiçbir şeyi O'na ortak koşmayın. Ana-babaya çok iyi davranın. Yoksulluk endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin; biz sizi de onları da rızıklandırırız. Kötülüklerin görünenine de gizli kalanına da yaklaşmayın. Allah'ın saygın ve aziz kıldığı cana, bir hakkı savunmak dışında kıymayın. Allah size bunları önerdi ki, aklınızı işletebilesiniz."
152. Yaşar Nuri Öztürk: "Yetimin malına yaklaşmayın! Ancak rüştüne erişinceye kadar en güzel yolla ilgilenme hali müstesna. Ölçme ve tartmayı tam bir dürüstlükle yerine getirin. Hiç kimseye yaratılış kapasitesinin üstünde yükümlülük getirmiyoruz. Konuştuğunuz zaman, yakınlarınız/aleyhine de olsa, adaleti gözetin. Ve Allah'a verdiğiniz söze sadık kalın. Düşünüp öğüt alasınız diye O size bunları önerdi.
153. Yaşar Nuri Öztürk: Bu benim dosdoğru yolumdur, onu izleyin, başka yolları izlemeyin! Yoksa bu hal sizi O'nun yolundan uzaklaştırıp parçalara böler. Sakınıp korunasınız diye O bunu önermiştir size.
154. Bir Heyet: Hidayet etmek ve rahmet etmek maksadıyla Musa'ya kitabı verdik. Umulur ki, Rabblerinin huzuruna varacaklarına îmân ederler.
155. Yaşar Nuri Öztürk: Bu da bizim indirdiğimiz bir kitaptır. Kutsal ve bereketli. Artık ona uyun ve sakının ki size rahmet edebilsin.
156. Yaşar Nuri Öztürk: "Kitap, bizden önce iki topluluğa indirildi. Biz onu okuyup araştırmaktan gerçekten habersizdik." demeyesiniz.
EVRENSEL AHLAK İLKELERİ
1.ADALET
2.DOĞRULUK (SAF, 2-3)
3.UTANMA DUYGUSU (HAYA)
4.ÖLÇÜLÜLÜK (İTİDAL)
5.HOŞGÖRÜ
6.YUMUŞAK HUYLULUK
7.GÜVENİLİR OLMAK
8.KANAAT ve TEVEKKÜL
9.CÖMERTLİK
10.SABIR.(BAKARA, 155-156; AL-İ İMRAN, 200; ASR, 1-3)
İLAHİYAT ÖNLİSANS PROGRAMI
MURAT AÇIKÖĞRETİM YAYINLARI
SH.256-257
EVRENSEL HUKUK İLKELERİ
Aşağıda sıralayıp kısaca tanımladığımız hukukun evrensel ilke ve esasları, demokratik hukuk toplumlarının vazgeçilemez ve devredilemez değerlerdir. Bu ilke ve esaslar, insanlık tarihinin yüzyıllara yayılan çekişmeleri, kavgaları ve savaşları neticesinde 20. yüzyılın sonlarına doğru netleşmiş ve birçok uluslararası sözleşme ile anayasada yerini bulmuştur. Türkiye Cumhuriyeti, hukuk kurallarını bu ilke ve esaslar ışığında düzenleyip uygulamak zorundadır. Aşağıda, dilimizden düşürmediğimiz, ancak soyut olması itibariyle anlaşılamayan hukukun evrensel ilke ve esaslarının neler olduğuna ve kısa tanımlarına yer vereceğiz.
1- Hukuk Devleti: Hukuk kurallarına önce kendisi uyan, keyfi yetki kullanımına izin vermeyen, işlem ve eylemlerini hukukilik denetimine tabi tutulmasını engellemeyen devlettir.
2- Kuvvetler Ayrılığı: Yasama, yürütme ve idare ile yargı yetkileri olarak adlandırılan ve millete ait olan kamu kudretinin tek elde toplanmayıp, “demokratik hukuk devleti” ilkesine uygun bir şekilde kamu kudreti kullanıcıları arasında paylaştırılmasıdır.
3- Yargı Birliği: İnsanlar arasında senin mahkemen-benim mahkemem, senin hakimin-benim hakimim, senin savcın-benim savcım anlayışına hizmet etmeyecek şekilde, herkes için aynı usul ve esaslarla yargılama yapan mahkemelerin aynı çatı altında toplanmasıdır. “Yargı birliği” ilkesi, “eşitlik” ilkesinin bir sonucudur.
4- Tabii Mahkeme ve Hakim Güvencesi: Herkesin işlem veya eylem tarihinde tabi olduğu mahkeme ve hakim huzurunda yargılanması hakkıdır. Bu ilkenin bir alt derecesi kanuni mahkeme/hakim güvencesidir ki, bugün Anayasa m.37’de öngörülen bu ilke ile maalesef kanunla sonradan mahkeme ve hakimlerin değiştirilebilmesi mümkündür. İdeal olan ise, tabii mahkeme/hakim güvencesidir.
5- Eşitlik: Tüm insanlar her bakımından eşittir. Hukuki statüden kaynaklanan farklı uygulamalar, ancak zorunlu hallerde ve somut durumda duyulan ihtiyaçla sınırlı olarak mümkündür.
6- Laiklik: Devletin, toplumun ve bireylerin bağlı olacağı hukuk kuralları, bir veya birkaç dinin kural ve esaslarına bağlı kalınmak suretiyle düzenlenemez. Sosyal düzen kurallarından olan hukuk kuralları, din veya ahlak kurallarından etkilense de, her bir insanın hangi din veya ahlak anlayışına bağlı olduğu gözetilmeksizin ve tüm insanları kapsayacak şekilde düzenlenir.
7- Sözleşme Özgürlüğü ve Güvenliği: Herkes, özgür iradesi ile dilediği sözleşmeyi imzalayıp, bu sözleşmenin gereklerinin yerine getirilmesini bekleme hakkına sahiptir.
8- Hak Arama Hürriyeti: Herkes, meşru vasıta ve yollardan yararlanmak suretiyle bağımsız ve tarafsız yargı önünde iddia ve savunma ile dürüst yargılanma hakkına sahiptir. Hak arama hürriyeti kısıtlanamaz.
9- Dürüst Davranma ve İyiniyet İlkeleri: Hak sahibinin haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken iyi ve doğru hareket etmesi gerekir. Bir hakkın kötüye kullanılmasını kanun himaye etmez. Hakların kazanılmasında ve hukuki bir sonucun gerçekleşmesinde iyiniyet esastır. Kişi, kendisinden beklenen dikkat ve özeni gösterdiği halde, hakkın kazanılmasını veya hukuki sonucun gerçekleşmesini engelleyen durumu bilmemeli ve bilmesi de gerekmemelidir.
10- Müktesep (Kazanılmış) Hak: Bireyin hukuka uygun şekilde kazandığı hakkı elinden alınamaz. Bir hakkın kullanılması için gerekli olan şartlar kaybedilmedikçe, hak sahibinin bu hakkı kullanımı engellenemez.
11- Bir Suçtan İki Yargılama Yapılmaz/Ceza Verilemez: Herkes, bir suçtan, ancak bir defa yargılanabilir ve bir defa cezalandırılabilir. Bir insan, yargılandığı suçtan keyfi olarak tekrar yargılanıp cezalandırılamaz.
12- Suçta ve Cezada Kanunilik: Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz. Suç ve ceza ancak kanunla koyulur. Kanunlar, prensip olarak ileri doğru uygulanır. Ceza kanunları, ancak lehe olduğunda geçmişe etkili uygulanır.
13- Sorumluluğun Şahsiliği İlkesi: Herkes kendi işlem ve eyleminden sorumludur. Başkalarının işlem ve eyleminden sorumluluğu mümkün kılacak kolektif ceza sorumluluğu kabul edilemez.
14- Cezanın Bireyselleştirilmesi: Kanunla belirlenen bir cezanın somut olaya ve kişiye uygulanabilmesi için dayanak ve sınırları kanunlarda yer alan cezanın bireyselleştirilmesi yetkisi hakime verilir.
15- Kusur Sorumluluğu: Kusursuz suç ve ceza olmaz. Fiilde kusurun yokluğu, suç ve cezayı kaldırır.
16- Dürüst Yargılanma ve Savunma Hakkı: Herkes, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 6. maddesinde öngörülen hakları çerçevesinde yargılanma hakkına sahiptir. Kişi, iddiaları bilip anladığı dilde öğrenme, bağımsız ve tarafsız yargılanma hakkına sahip olduğu mahkeme huzuruna çıkarak savunma yapıp, makul sürede yargılanma hakkına sahiptir.
17- Masumiyet (Suçsuzluk) Karinesi: Hiç kimse, suçluluğu mahkemenin kesinleşmiş hükmü ile sabit oluncaya kadar suçlu ilan edilemez ve mahkum edilemez.
18- Yargı Bağımsızlığı: Hiçbir organ, makam, mercii veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında hakimlere veya mahkemelere emir ve talimat veremez, genelge gönderemez, tavsiye ve telkinde bulunamaz, bu tür bir yetkinin kullanılmasına izin veren yasal düzenleme de yürürlüğe koyulamaz.
19- Hukuk Güvenliği Hakkı: Herkesin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı vardır. Hiç kimse, demokratik hukuk devletinde, korku ve endişe ile yaşamaya mahkum edilip, yargı makamlarına başvurmanın sonuçsuz kalacağı algısına maruz bırakılamayacağı gibi, keyfi şekilde yakalanamaz, gözaltına alınamaz, tutulamaz, tutuklanamaz, hürriyetinden mahrum bırakılamaz ve cezalandırılamaz. Anayasa m.13’e göre; “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz”.
20- Hakim Tarafsızlığı: Bağımsız hakim, dışa karşı etkiden uzak ve kendisi bakımından da objektif hareket etmelidir. Hakimin tarafsızlığı, bir iddia ve savunmaya önyargısız bakabilmesini, baskı altında bırakılmamasını, dışarıdan etkilenmemesini ve kendi iç dünyasında da yansız hareket edebilmesini gerektirir.
21- İddia Edenin İspat Külfeti: Herkes, iddiasını hukuka uygun yol ve yöntemlerle elde edilen deliller ile kanıtlamak zorundadır. İddia peşinen doğru kabul edilip, aksinin ispatının aleyhinde iddia olunan tarafa yüklenemez.
22- Yargı Kararlarının Gerekçeli Olması: Tüm yargı kararları somut gerekçelere dayalı olarak yazılmalıdır. Somut olayın özelliklerinden uzak, kanun hükmünün soyut tekrarı ile basmakalıp sözlerden oluşan kararların gerekçeli olduğu söylenemez.
23- Borçların Nisbiliği: Prensip olarak her borç sahibini bağlar. Bir borcun yerine getirilmemesinden dolayı borç sahibinin herhangi bir yakını sorumlu tutulamaz.
24- Ceza Kanununu Bilmemek Mazeret Sayılmaz: Herkesin, usule uygulan olarak yürürlüğe giren ceza kanunlarını bildiği kabul edilir. Hiç kimse, cumhurbaşkanı tarafından imzalanıp, Resmi Gazete’de yayınlanmak suretiyle yürürlüğe giren ceza kanununu bilmediğini iddia edemez.
http://t24.com.tr/yazi/24-baslikta-hukukun-evrensel-ilke-ve-esaslari/8679
Padisahın bir halayıga âsık olup satın alması, halayıgın hastalanması, onu iyi etmek için tedbiri
35. Ey dostlar! Bu hikâyeyi dinleyiniz. Hakikatte o bizim bu günkü halimizdir.
Bundan evvelki bir zamanda bir padisah vardı. O hem dünya, hem din saltanatına malikti.
Padisah, bir gün hususi adamları ile av için hayvana binmis, giderken.
Ana caddede bir halayık gördü, o halayıgın kölesi oldu.
Can kusu kafeste çırpınmaya basladı. Mal verdi, o halayıgı satın aldı.
40. Onu alıp arzusuna nail oldu. Fakat kazara o halayık hastalandı.
Birisinin esegi varmıs, fakat palanı yokmus. Palanı ele geçirmis, bu sefer esegi kurt kapmıs.
Birisinin ibrigi varmıs, fakat suyu elde edememis. Suyu bulunca da ibrik kırılmıs!
Padisah sagdan, soldan hekimler topladı. Dedi ki: “_kimizin hayatı da sizin elinizdedir.
Benim hayatım bir sey degil, asıl canımın canı odur. Ben dertliyim, hastayım dermanım o.
45. Kim benim canıma derman ederse benim hazinemi, incimi ve mercanımı (atiye ve ihsanımı) o aldı
(demektir) .”
Hepsi birden dediler ki: “Canımızı feda edelim. Beraberce düsünüp beraberce tedavi edelim.
Bizim her birimiz bir âlem Mesih’idir, elimizde her hastalıga bir ilâç vardır.”
Kibirlerinden Allah isterse (insaallah) demediler. Allah da onlara insanların âcizligini gösterdi.
”_nsaallah” sözünü terk ettiklerini söylemeden maksadım, insanların yürek katılıgını ve magrurlugunu
söylemektir. Yoksa ârızî bir halet olan insaallah’ı söylemeyi unuttuklarını anlatmak degildir.
50. Hey gidi nice insaallah’ı diliyle söylemeyen vardır ki canı “insaallah” la es olmustur.
_lâç ve tedavi nev’inden her ne yapıldıysa hastalık arttı, maksat da hâsıl olmadı.
O halayıkcagız, hastalıktan kıl gibi olunca padisahın kanlı göz yası ırmaga döndü.
Kazara sirkengübin safrayı arttırdı. Badem yagı da kuruluk tesirini göstermeye basladı.
Karahelileyle kabız oldu, ferahlıgı gitti; su, neft gibi atese yardım etti.
Halayıgın tedavisinde hekimlerin âciz kalmalarını padisahın anlaması, Allah tapusuna yüz tutması ve bir
uluyu rüyada görmesi
55. Padisah, hekimlerin âciz kaldıklarını görünce yalınayak mescide kostu.
Mescide gidip mihrap tarafına yöneldi. Secde yeri göz yasından sırsıklam oldu.
Yokluk istigrakından kendisine gelince agzını açtı, hos bir tarzda medhü senaya basladı:
“En az bahsisi dünya mülkü olan Allahm! Ben ne söyleyeyim? Zaten sen gizlileri bilirsin.
Ey daima dilegimize penah olan Allah! Biz bu sefer de yolu yanıldık.
60. Ama sen “Ben gerçi senin gizledigin seyleri bilirim. Fakat sen, yine onları meydana dök” dedin.
Padisah, tâ can evinden cosunca bagıslama denizi de cosmaya basladı.
Aglama esnasında uykuya daldı. Rüyasında bir pir göründü.
Dedi ki: “Ey padisah, müjde; dileklerin kabul oldu. Yarın bir yabancı gelirse o, bizdendir.
O gelen hazık hekimdir. Onu dogru bil, çünkü o emin ve gerçek erenlerdendir.
65. _lâcında kati sihri gör, mizacında da Hak kudretini müsahede et.”
Vade zamanı gelip gündüz olunca... günes dogudan görünüp yıldızları yakınca:
Rüyada kendine gösterdikleri zatı görmek için pencerede bekliyordu.
Bir de gördü ki, faziletli, fevkalâde hünerli, bilgili bir kimse, gölge ortasında bir günes;
Uzaktan hilâl gibi erismekte, yok oldugu halde hayal seklinde var gibi görünmekte.
70. Ruhumuzda da hayal, yok gibidir. Sen bütün bir cihanı hayal üzere yürür gör!
Onların basları da, savasları da hayale müstenittir. Ögünmeleri de, utanmaları da bir hayalden ötürüdür.
Evliyanın tuzagı olan o hayaller, Allah bahçelerindeki ay çehrelilerin akisleridir.
Padisahın rüyada gördügü hayal de o misafir pîrin çehresinde görünüp duruyordu.
Padisah bizzat mabeyincilerin yerine kostu, o gaipten gelen konugun huzuruna vardı.
75. Her ikisi de âsinalık (yüzgeçlik) ögrenmis bir tek denizdi, her ikisi de dikilmeksizin birbirine dikilmis,
baglanmıslardı.
Padisah: “Benim asıl sevgilim sensin, o degil. Fakat dünyada is isten çıkar.
Ey aziz, sen bana Mustafa’sın. Ben de sana Ömer gibiyim. Senin hizmetin ugrunda belime gayret kemerini
bagladım” dedi.
Muvaffakıyetler verici Ulu Allah’dan muvaffakıyet ve bütün ahvalde edebe riayet dileyis, edepsizlik
ve terbiyesizligin pek fena zararları
Allah’dan edebe muvaffak olmayı dileyelim. Edebi olmayan kimse Allah’nın lûtfundan mahrumdur.
80. Edebi olmayan yalnız kendine kötülük etmis olmaz. Belki bütün dünyayı atese vermis olur.
Alısverissiz, dedikodusuz Allah sofrası gökten iniyordu.
Mûsâ kavmi içinde birkaç kimse terbiyesizce “hani sarmısak, mercimek” dediler.
Ondan sonra gökyüzünün sofrası, ekmegi kesildi; ekme, bel belleme, ortak sallama kaldı.
Sonra _sa sefaat edince Hak, yemek sofrası ve tabaklarla ganimetler gönderdi.
Yine küstahlar edebi terk ederek sofradan yemek artıgını asırdılar.
85. _sa bunlara yalvardı. “Bu devamlıdır, yeryüzünden kalkmaz.
Bir ulu kisinin sofrası basında kötü zanna düsmek ve harislik etmek küfürdür” dedi.
O rahmet kapısı, hırslarından dolayı bu görmedik dilencilerin yüzlerine kapandı.
Zekât verilmeyince yagmur bulutu gelmez, zinadan dolayı da etrafa veba yayılır.
_çine kasavetten, gussadan ne gelirse korkusuzluktan ve küstahlıktan gelir.
90. Kim dost yolunda pervasızlık ederse erlerin yolunu vurucudur, namert odur.
Edepten dolayı bu felek nura gark olmustur: Yine edepten dolayı melekler mâsum ve tertemiz olmuslardır.
Günesin tutulması, küstahlık yüzündendir. Bir melek olan Azâzîl de yine küstahlık yüzünden kapıdan
sürülmüstür.
Padisahın, kendisine rüyada gösterilen velî ile görüsmesi
Kollarını açıp onu kucakladı, ask gibi gönlüne aldı, canının için çekti.
Elini, alnını öpmege, oturdugu yeri, geldigi yolu sormaya basladı.
95. Sora sora odanın baskösesine kadar çekti ve dedi ki: “Nihayet sabırla bir define buldum.
Ey vuslatı, her sualin cevabı! Senin yüzünden nisligin anahtarıdır” sözünün mânası,
Ey vuslatı, her sualin cevabı! Senin yüzünden müskül, konusmaksızın, dedikodusuz hallolur gider.
Sen, gönlümüzde, onların tercümanısın, her ayagı çamura batanın elinitutan sensin.
Ey seçilmis, ey Allah’dan razı olmus ve Allah rızasını kazanmıs kisi, merhaba! Sen kaybolursan hemen kaza
gelir, feza daralır.
100. Sen, kavmin ulususun, sana müstak olmayan, seni arzulamayan bayagılasmıstır. Bundan
vazgeçmezse...”
O agırlama, o hal hâtır sorma meclisi geçince o zatın elini tutup hareme götürdü.
Padisahın hastayı görmek üzere hekimi götürmesi
Padisah, hastayı ve hastalıgını anlatıp sonra onu hastanın yanına götürdü.
Hekim, hastanın yüzünü görüp, nabzını sayıp, idrarını muayene etti. Hastalıgının ârazını ve sebeplerini de
dinledi.
Dedi ki: “Öbür hekimlerin çesitli tedavileri, tamir degil; büsbütün harap etmisler.
105. Onlar, iç ahvalinden haberdar degildirler. Körlüklerinden hepsinin aklı dısarıda.”
Hekim, hastalıgı gördü, gizli sey ona açıldı. Fakat onu gizledi ve sultana söylemedi.
Hastalıgı safra ve sevdadan degildi. Her odunun kokusu, dumanından meydana çıkar.
_nlemesinden gördü ki, o gönül hastasıdır. Vücudu afiyettedir ama o, gönüle tutulmustur.
Âsıklık gönül iniltisinden belli olur, hiçbir hastalık gönül hastalıgı gibi degildir.
110. Âsıgın hastalıgı bütün hastalıklardan ayrıdır. Ask, Allah sırlarının usturlâbıdır.
Âsıklık, ister o cihetten olsun, ister bu cihetten... âkıbet bizim için o tarafa kılavuzdur.
Askı serh etmek ve anlatmak için ne söylersem söyliyeyim... asıl aska gelince o sözlerden mahcup olurum.
Dilin tefsiri gerçi pek aydınlatıcıdır, fakat dile düsmeyen ask daha aydındır.
Çünkü kalem, yazmada kosup durmaktadır, ama ask bahsine gelince; çatlar, âciz kalır.
115. Askın serhinde akıl, çamura saplanmıs esek gibi yattı kaldı. Askı, âsıklıgı yine ask serh etti.
Günesin vucuduna delil, yine günestir. Sana delil lâzımsa günesten yüz çevirme.
Gerçi gölgede günesin varlıgından bir nisan verir, fakat asıl günes her an can nuru bahseyler.
Gölge sana gece misali gibi uyku getirir. Ama günes doguverince ay yarılır (nuru görünmez olur) .
Zaten cihanda günes gibi misli bulunmaz bir sey yoktur. Baki olan can günesi öyle bir günestir ki, asla gurub
etmez.
120. Günes, gerçi tektir, fakat onun mislini tasvir etmek mümkündür.
Ama kendisinden esîr var olan günes, öyle bir günestir ki, ona zihinde de, dısarda da benzer olamaz.
Nerede tasavvurda onun sıgacagı bir yer ki misli tasvir edilebilsin!
Semseddin’in sözü gelince dördüncü kat gögün günesi basını çekti, gizlendi.
Onun adı anılınca ihsanlarından bir remzi anlatmak vacip oldu.
125. Can, su anda etegimi çekiyor. Yusuf’un gömleginden koku almıs!
“Yıllarca süren sohbet hakkı için o güzel hallerden tekrar bir hali söyle, anlat.
Ki yer, gök gülsün, sevinsin. Akıl, ruh ve göz de yüz derece daha fazla sevince, neseye dalsın” (diyor) .
“Beni külfete sokma, çünkü ben simdi yokluktayım. Zihnim durakladı, onu ögmekten âcizim.
Ayık olmayan kisinin her söyledigi söz - dilerse tekellüfe düssün, dilerse haddinden fazla zarafet satmaya
kalkıssın - yarasır söz degildir.
130. Esi bulunmayan o sevgilinin vasfına dair ne söyleyeyim ki bir damarım bile ayık degil!
Bu ayrılıgın, bu ciger kanının serhini simdi geç, baska bir zamana kadar bunu bırak! ”
(Can) dedi ki: “Beni doyur, çünkü ben açım. Çabuk ol çünkü vakit keskin bir kılıçtır.
Ey yoldas, ey arkadas! Sûfî, vakit ogludur (bulundugu vaktin iktizasına göre is görür) . “Yarın” demek yol
sartlarından degildir.
Sen yoksa sûfî bir er degil misin? Vara, veresiyeden yokluk gelir”.
135. Ona dedim ki: “Sevgilinin sırlarını gizli kapaklı geçmek daha hostur. Sen, artık hikâyelere kulak ver, isi
onlardan anla!
Dilbere ait sırların, baskalarına ait sözler içinde söylenmesi daha hostur.”
O, “Bunu apaçık söyle ki dini açık olarak anmak… gizli anmaktan iyidir.
Perdeyi kaldır ve açıkça söyle ki ben, güzelle gömlekli olarak yatmam” dedi.
Dedim ki: “O apaçık soyunur, çırılçıplak bir hale gelirse ne sen kalırsın,ne kucagın kalır, ne belin!
140. _ste ama, derecesine göre iste; bir otun, bir dagı çekmeye kudreti yoktur.
Bu âlemi aydınlatan günes, bir parçacık yaklastı mı, her sey yandı gitti!
Fitneyi, kargasalıgı ve kan dökücülügü arastırma, Sems-i Tebrizî’den bundan fazla bahsetme.
Bunun sonu yoktur; sen yine hikâyeye basla, onu tamamlamana bak.
O velînin, halayıgın hastalıgını anlamak için padisahtan halayıkla halvet olmayı dilemesi
(Hekim) dedi ki: “Ey padisah, evi halvet et, yakını da uzaklastır.
145. Köseden, bucaktan kimse kulak vermesin de ben bu cariyecikten bir seyler sorayım.”
Oda bosaldı, Hekim ile hastadan baska kimsecikler kalmadı.
Hekim tatlılıkla, yumusak yumusak dedi ki: “Memleketin neresi? Çünkü her memleket halkının ilâcı baska
baskadır.
O memlekette akrabandan kimler var? Kime yakınsınız; neye baglısın?
Elini kızın nabzına koyup birer birer felekten çektigi cevir ve mesakkati soruyordu.
150. Bir adamın ayagına diken batınca ayagını dizi üstüne kor.
_gne ucu ile diken basını arar durur, bulamazsa orasını dudagı ile ıslatır.
Ayaga batan dikeni bulmak, bu derece müskül olursa, yürege batan diken nicedir? Cevabını sen ver!
Her çer çöp (mesabesinde olan,) gönül dikenini göreydi gamlar, kederler; herkese el uzatabilir miydi?
Bir kisi, esegin kuyrugu altına diken kor. Esek onu oradan çıkarmasını bilmez, boyuna çifte atar.
155. Zıplar, zıpladıkça da diken daha kuvvetli batar. Dikeni çıkarmak için akıllı bir adam lâzım.
Esek, dikeni çıkarabilmek için can acısı ile çifte atar durur ve yüz yerini daha yaralar.
O diken çıkaran hekim, üstaddı. Halayıgın her tarafına elini koyup muayene ediyordu.
Halayıktan hikâye yoluyla dostların ahvalini sormaktaydı.
Kız, bütün sırlarını hekime açıkça söylemekte, kendi duragından, efendilerinden, sehrinden ve sehrinin
dısından bahsetmekteydi.
160. Hekim, kızın anlatmasına kulak vermekte, nabzına ve nabzının atmasına dikkat etmekteydi.
Nabzı, kimin adı anılınca atarsa cihanda gönlünün istedigi odur(diyordu) .
Memleketindeki dostlarını saydı, döktü. Ondan sonra diger bir memleketi andı.
“Memleketinden çıkınca en evvel hangi memlekette bulundun? ”dedi.
Kız bir sehrin adını söyleyip geçti. Fakat yüzünün rengi, nabzının atması baskalasmadı.
165. Efendileri ve sehirleri birer birer saydı; o yerleri, yurtları, oralarda geçirdigi zamanları, tuz, ekmek
yedigi kisileri tekrar tekrar söyledi.
Sehir sehir, ev ev saydı döktü, kızın ne damarı oynadı, ne çehresi sarardı.
Hekim seker gibi Semerkand sehrini soruncaya kadar kızın nabzı tabiî haldeydi fazla atmıyordu.
Semerkand’ı sorunca nabzı attı, çehresi kızardı, sarardı. Çünkü o, Semerkand’lı bir kuyumcudan ayrılmıstı.
O hekim, hastadan bu sırrı elde edip o dert ve belânın aslına erisince:
170. “Onun semti hangi mahallede? ” diye sordu. Kız, “Köprü basında, Gatfer mahallesinde” dedi.
Hekim, “Hastalıgının ne oldugunu hemen anladım. Seni tedavi hususunda sihirler gösterecegim;
Sevin, ilisik etme, emin ol ki yagmur çimenlere ne yaparsa ben de sana onu yapacagım;
Ben, senin gamını çekmekteyim, sen gam yeme; ben sana yüz babadan daha sefkatliyim;
Aman, sakın ha, bu sırrı kimseye söyleme; padisah senden bunu ne kadar sorup sorustursa yine sakla;
175. Sırların gönülde gizli kalırsa o muradın çabucak hâsıl olur; dedi.
Peygamber demistir ki: “Her kim sırrını saklar ise çabucak muradına erisir.”
Tohum toprak içinde gizlenince, onun gizlenmesi, bahçenin yesillenmesi ile neticelenir.
Altın ve gümüs gizli olmasalardı... madende nasıl musaffa olurlar, nasıl altın ve gümüs haline gelirlerdi?
O hekimin vaitleri ve lûtufları hastayı korkudan emin etti.
180. Hakiki olan vaitleri gönül kabul eder, içten gelmeyen vaadler ise insanı ıstıraba sokar.
Kerem ehlinin vaitleri akıp duran, eseri daima görünen hazinedir. Ehil olmayanların, kerem sahibi
bulunmayanların vaitleri ise gönül azabıdır.
O velînin, halayıgın hastalıgını anlaması ve padisaha arzetmesi
Ondan sonra hekim, kalkıp padisahın huzuruna gitti, padisahı bu meseleden birazcık haberdar etti.
Dedi ki: “Çare sundan ibaret: bu derdin iyilesmesi için o adamı getirelim.
Kuyumcuyu o uzak sehirden çagır, onu altınla, elbise ile aldat.”
*Padisah, hekimden bu sözü duyunca nasihatini, candan gönülden kabul etti.
185. O tarafa ehliyetli, kifayetli, âdil bir iki kisiyi elçi olarak gönderdi.
Padisahın, kuyumcuyu getirmek üzere Semerkand’e elçiler yollaması
O iki bey, kuyumcuya padisahtan mustucu olarak Semerkand’e kadar geldiler.
Dediler ki: “Ey lûtuf sahibi üstad, ey marifette kâmil kisi! Ögülmen sehirlere yayılmıstır.
_ste filân padisah, kuyumcubasılık için seni seçti. Zira (bu iste) pek büyüksün, pek kâmilsin.
Simdicek su elbiseyi, altın ve gümüsü al da gelince de padisahın havassından ve nedimlerinden olursun.”
190. Adam; çok malı, çok parayı görünce gururlandı, sehirden çoluk çocuktan ayrıldı.
Adam, neseli bir halde yola düstü. Haberi yoktu ki padisah canına kastetmisti.
Arap atına binip sevinçle kosturdu, kendi kanının diyetini elbise sandı!
Ey yüzlerce razılıkla sefere düsen ve bizzat kendi ayagı ile kötü bir kazaya giden!
Hayalinde mülk, seref ve ululuk. Fakat Azrail “Git, evet, muradına erisirsin” demekte!
195. O garip kisi yoldan gelince, hekim, onu padisahın huzuruna götürdü;
Güzellik mumunun bası ucunda yakılması için onu, padisahın yanına izzet ve ikramla iletti.
Padisah, onu görünce pek agırladı, altın hazinesini ona teslim etti.
Sonra hekim dedi ki: “Ey büyük sultan o cariyecigi bu tacire ver;
Ki visali ile iyilessin, visalinin suyu o atesi gidersin.”
200. Padisah, o ay yüzlüyü kuyumcuya bahsetti, o iki sohbet müstakını birbirine çift etti.
Altı ay kadar murat alıp murat verdiler. Bu suretle o kız da tamamen iyilesti.
Ondan sonra hekim, kuyumcuya bir serbet yaptı, kuyumcu içti, kızın karsısında erimeye basladı.
Hastalık yüzünden kuyumcunun güzelligi kalmayınca kızın canı, onun derdinden azat oldu, ondan vazgeçti.
Kuyumcu, çirkinlesip hastalanınca, yüzü sararıp solunca kızın gönlü de yavas yavas ondan sogudu.
205. Ancak zâhirî güzellige ait bulunan asklar ask degildir. Onlar nihayet bir âr olur.
Keske kuyumcu bastanbasa ayıp ve âr olsaydı, tamamıyla çirkin bulunsaydı da basına bu kötü hal
gelmeseydi!
Kuyumcunun gözünden ırmak gibi kanlar aktı, yüzü canına düsman kesildi.
Tavus kusunun kanadı, kendisine düsmandır. Nice padisahlar vardır ki kuvvet ve azametleri helâklerine sebep
olmustur.
Kuyumcu, ”Ben o ahuyum ki göbegimin miskinden dolayı bu avcı, benim sâf kanımı dökmüstür.
210. Ah, ben o sahra tilkisiyim ki postum için beni tuzaga düsürüp tuttular, basımı kestiler.
Ah, ben o filim ki disimi elde etmek için filci benim kanımı döktü.
Beni, benden asagı birisi için öldüren, kanımı döken; bilmiyor ki benim kanım uyumaz!
Bugün bana ise yarın onadır. Böyle benim gibi bir adamın kanı nasıl zayi olur?
Duvar gerçi (günün ilk kısmında yere) uzun bir gölge düsürür; fakat o gölge, gölgeyi meydana getirene avdet
eder.
215. Bu cihan dagdır, bizim yaptıklarımız ses. Seslerin aksi yine bizim semtimize gelir” dedi.
Kuyumcu, bu sözleri söyledi ve hemen toprak altına gitti. O cariyecik de asktan ve hastalıktan arındı, tertemiz
oldu.
Çünkü ölülerin askı ebedî degildir, çünkü ölü, tekrar bize gelmez.
Diri ask, ruhta ve gözdedir. Her anda goncadan daha taze olur durur.
O dirinin askını seç ki bakidir ve canına can katan saraptan sana sakilik eder.
220. O‘nun askını seç ki bütün peygamberler, onun askıyla kuvvet ve kudret buldular, is güç sahibi oldular.
Sen “Bize o padisahın huzuruna varmaya izin yoktur” deme. Kerim olan kisilere, hiçbir is güç degildir.
Kuyumcuyu öldürme ve zehirlemenin Allah emriyle olup padisahın istegiyle olmadıgı
O adamın, hekimin eliyle öldürülmesi, ne ümit içindi ne korkudan dolayı.
Allahnın emri ve ilhamı gelmedikçe hekim, onu padisahın hatırı için öldürmedi.
Hızır’ın o çocugun bogazını kesmesindeki sırrı halkın avam kısmı anlayamaz.
225. Allah tarafından vahiy ve cevaba nail olan kisi her ne buyurursa o buyruk, dogrunun ta kendisidir.
Can bagıslayan kisi öldürse de caizdir. O, nâibdir eli Allah elidir.
_smail gibi onun önüne bas koy. Kılıcının önünde sevinerek, gülerek can ver.
Ki Ahmed’in pâk canı, Ahad’la nasıl ebediyse senin canın da ebede kadar sevinçli ve gülümser bir halde kalsın.
Âsıklar, ferah kadehini, güzellerin elleri ile öldürdükleri vakit içerler.
230. Padisah o kanı sehvet ugruna dökmedi. Suizanda bulunma, münakasayı bırak!
Sen onun hakkında kötü ve pis is isledi deyip fena bir zanda bulundun. Su süzülüp durulunca, berrak bir hale
gelince bu berraklıkta bulanıklık ve tortu kalır mı, süzülüs suda tortu bırakır mı?
Bu riyazatlar, bu cefa çekmeler, ocagın posayı gümüsten çıkarması içindir.
_yinin, kötünün imtihanı, altının kaynayıp tortusunun üste çıkması içindir.
Eger isi Allah ilhamı olmasaydı o, yırtıcı bir köpek olurdu, padisah olmazdı.
235. Sehvetten de tertemizdi, hırstan da, nefis isteginden de. Güzel bir is yaptı, fakat zâhiren kötü
görünüyordu.
Hızır, denizde gemiyi deldiyse de onun bu delisinde yüzlerce saglamlık var.
O kadar nur ve hünerle beraber Mûsâ’nın vehmi, ondan mahçuptu; artık sen kanatsız uçmaya kalkısma!
O, kırmızı güldür, sen ona kan deme. O, akıl sarhosudur, sen ona deli adı takma!
Onun muradı Müslüman kanı dökmek olsaydı kâfirim, onun adını agzıma alırsam!
240. Ars kötü kisinin ögülmesinden titrer; suçlardan ve süpheli seylerden korunan kisi de kötü
methedilince, metheden kisi hakkında fena bir zanna düser.
O padisahtı, hem de çok uyanık bir padisah. Has bir zattı, hem de Allah hası.
Bir kisiyi böyle bir padisah öldürürse onu, iyi bir bahta eristirir,en iyi bir makama çeker, yüceltir.
Eger onu kahretmede yine onun için bir fayda görmeseydi; o mutlak lûtuf, nasıl olur da kahretmeyi isterdi?
Çocuk hacamatçının nesterinden titrer durur, esirgeyen ana ise onun gamından sevinçlidir.
245. Yarı can alır, yüz can bagıslar. Senin vehmine gelmeyen o sey yok mu? Onu verir.
Sen kendince aklından bir kıyas yapmaktasın ama çok, pek çok uzaklara düsmüssün; iyice bak!
Alıntı: http://semazen.net/download_detail.php? id=6
Mesnevi-i Şerif Cilt I
Kayıt Tarihi : 22.8.2014 21:59:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Fatih Lütfü Aydın](https://www.antoloji.com/i/siir/2014/08/22/mesnevi-hikayeleri-padisah-ve-cariyesi.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!