Mesnevi Hikâyeleri Hüdhüd ile Karga.

Fatih Lütfü Aydın
302

ŞİİR


2

TAKİPÇİ

Mesnevi Hikâyeleri Hüdhüd ile Karga.

Bu hikâyede işleniyor, kaza ve kader.
Bakalım Mevlana bu konuda ne der.*

Sefere çıkmaya hazırlanıyordu Süleyman.
Dedi “Ey kuş ahalisi toplan.”
Tek tek hünerlerini dinledi, onlardan.
Sıra geldi Hüdhüd’e.
Dedi “Suyu görürüm yükseklerde,
Bilirim su ne derinlikte”

Karga,
Bilgisi olmadığı halde olaydan.*1
Hemen atılmış lafa ordan.
Yalan söylüyor sultanım yalan.
Eğer suyu görebilse ta yukarıdan.
Nasıl göremedi tuzağı,haberi olmadı tuzaktan.

Hüdhüd dedi.
“O bir kaza olmasaydı Allah’dan.
Elbette uzak olurdum tuzakdan.
Ben her önlemi alsam da, gelince kaza,
Neylesin şu göz denen garibim aza.

Saygılar ve Sevgiler.
09.10.2014

*Mevlana’nın Kader Hakkında ki Görüşü.
Takdir-i ilahîden kaçıp kurtulmak mümkün değildir.
“Zahirde, batında; hayır, şer ne varsa,
Hepsi allah’ın hükmünden kaza ve kaderindendir.
Ben gayret sarfederim, çalışır çabalarım, fakat kazâ bana der ki,
“Senin elinde, kudretinde olmayan başka bir iş var.”

(Dîvân-ı Kebîr’den Seçmeler, c.4, s. 46; Mevlânâ’nın Rubaileri S. 54, n. 257; Rubailer, s. 38, n.88)

“Hakikate vakıf olan, bu yolu tanıyan her azizi can
Bilir ki başa ne gelirse gelsin, hep O’nun takdir tezgâhından çıkmaktadır.
Feleği niçin suçluyor, dünya ve hadiselerden niçin şikâyet ediyorsun?
Bu felek bu dünya da kendi dönmesinden sorumlu değildir, günahı yoktur.

(Dîvân-ı Kebîr’den Seçmeler, c.4, s. 66; Rubailer. S. 47, n. 159)

Bu alıntının kaynağı … Hz. Mevlânâ RUHSAL TERAPİLER Yediveren Yayınları Şaban KARAKÖSE Rukiye KARAKÖSE. Sh. 147

Not. Yukarıda ki kitapta sh 147’ de Mevlânâ’nın Kaderle ilgili sözlerinin ardından sh. 148’de Azrailden Kaçan Adamın Hikâyesi yer almaktadır.
Demek ki Azrailden Kaçan Adam’ da Kaza ve Kader ile ilgili bir hikâye olmalı.

*1Bilinmedik aş, ya karın ağrıtır ya da baş.
İSRÂ-36
Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır.
HÛD-46
Allah buyurdu: "Ey Nûh! O, senin ailenden değildi. Yaptığı, iyi olmayan bir işti. Hakkında bilgin olmayan şeyi benden isteme.Cahillerden olmaman hususunda seni uyarırım."
ÂLİ İMRÂN
65. Ey Ehl-i Kitap! İbrahim hakkında neden çekişiyorsunuz? Tevrat da İncil de ondan sonra indirildi. Hâlâ aklınızı işletmeyecek misiniz?
66. İşte siz böyle insanlarsınız! Hakkında biraz bilginiz olan şeyde çekişmeye girdiniz. Peki, hakkında hiçbir bilginiz olmayan şeyde neden tartışmaya giriyorsunuz? Allah bilir ama siz bilmezsiniz.

Not: İnsanın bilgisinin olmadığı konuda konuşmaması, araştırma yapmamak anlamına gelmez bilgiyi edindikten sonra insan zıttıyla karşılaştırıp, konuşabilmeli, doğruları öğrenme çabası içinde olmalı. Fatih Lütfü Aydın.

Hikmetler.
• Kaza ve kader yüce Allah’ın (c.c.) ilmi dahilinde olan hadiselerdir. Bilhassa mübrem kaza değişmez, ertelenmez ve önüne geçilmez bir mahiyet arz eder. Takdiri ilâhî tecelli etmeye başlayınca o anda gözler görmez, eller tutmaz, ilim ve bilgi işe yaramaz olur. Kaza ve kadere iman insanı rahatlatır, kulluğunun bilincine erdirir.
• Bilir bilmez her söylenene karışmak, her lâfa atlayıp itiraz etmek doğru değildir. Bu hal bizi mahcup edip zor durumlara düşürebilir. Söylenen bize yanlışmış gibi gelse de sonuna kadar dinleyip iyice anladıktan sonra ancak fikir beyan etmek doğru olabilir.

Mesnevi’de Geçen Bütün Hikâyeler ve Hikmetler. Sh. 37 Mehmet Zeren BİLGE KÜLTÜR SANAT.
mübrem (A.) [ م ب ر م ] kaçınılmaz, zorunlu. http://fatihltfaydin.tr.gg/-osmanli-.-~-.-turkcesi-.-~-.-sozlugu-J-_-N.htm
Takdiri ilâhî tecelli etmeye başlar: İlâhî takdir (değerlendirme) ortaya çıkar.

KADER

Kışın dağlara yağan kar yazın eriyerek sel sularını kabartıp taşkınlara sebep olur. Bu Hz. Allah’ ın doğa kanunu olarak belirlediği bir ölçüdür. Yani sel taşkınları kader olup, dere yatağına ya da kenarına bina inşa etmek ise, haksızca hırs ve beyinsizliktir.Başka bir örnek verilecek olursa, depremin Hz.Allah’ ın bir kaderi; çürük, elverişsiz zemine yetersiz ve çürük malzemeyle bina inşa etmenin haksızca hırs ve beyinsizlik olduğu söylenebilir.
Bununla beraber Hz.Allah’ ın bir kulunun bir olayı deneyimleyerek ruhsal gelişim sağlamasını istemesi sonucu kulun başına gelenlere belki kader denebiliyordur. Bu deneyimin kaynağı kulun önceki bir zamanda yaptığı haksızca bir davranışı da olabilir, Hz.Allah’ ın sırf kuluna sevap yazabilmek amacıyla, bu deneyimi ona yaşatması da olabilir. Doğrusunu Hz.Allah bilir.
Fatih Lütfü AYDIN 13.12.2011

KADER
Sözlükte "ölçmek, tahmin etmek ölçüp takdir ederek tayin etmek; gücü yetmek ve kudret" anlamlarına gelen kader, din ıstılahında, Allah'ın ebede kadar olacak şeyleri zaman ve yerini, özellik ve niteliklerini, nasıl ve ne zamanda olacaklarsa onların tamamını ezelde bilip o şekilde sınırlaması ve takdir etmesine denir. Bu durumda kader Allah'ın ilim sıfatını ilgilendirmektedir. O halde kader, Allah'ın ilmi doğrultusunda, kainatı ve ondaki her çeşit yaratığı belli bir düzen ve ölçüye göre idare eden ilâhî bir kanundur. Bu konuda Kur'ân'da şöyle buyurulmaktadır: "Biz her şeyi bir ölçüye göre yarattık." (Kamer,54/49) : "O'nun katında her şey bir ölçüyledir."(Ra'd,13/8) : "Kâinatta mevcut her şeyin hazineleri ancak bizim yanımızdadır. Biz onu ancak belli bir miktar ile indiririz." (Hicr,15/21) : "Her şeyi yaratıp ona bir nizam veren ve mahlûkatın mukadderatını tayin eden Allah, yüceler yücesidir."(Furkân,25/2) (F.K.)

KAZÂ

Sözlükte "hükmetmek, emretmek, ifâ etmek, ödemek, kazâ etmek, ölçüp biçip yapmak, ihtiyacını gidermek, ölmek, mahkeme etmek" gibi anlamlara gelen kazâ, fıkıh literatüründe üç anlama gelmektedir: 1) Yargılama, kadılık makamı ve memuriyeti, 2) Zamanında yerine getirilmeyen dinî veya hukukî vazifenin, zamanı çıktıktan sonra yerine getirilmesi, 3) Allah'ın ezelî ilmiyle takdir ettiği şeyin vakti gelince meydana gelmesi. İster geniş, ister dar zamanlı olsun edası için belli bir vakit tayin edilen ibadetlerin, bu vaktin içinde yapılması gerekir. Meşru bir mazeret bulunmadıkça vaktinden sonraya bırakılması caiz değildir. Vakti içinde edâ edilmeyen ibadetler, zimmette borç olarak kalır. Bu borcun sonradan ödenmesine kazâ denir. Hz. Peygamber Hendek savaşında, düşmanların taarruzu nedeniyle namazlarını kılamamış ve daha sonra cemaatle kazâ etmiştir (Buhârî, Mevâkit, 36, 38) . Kur'ân-ı Kerim'de, hastalık ve yolculuk sebebiyle orucu tutmayanların daha sonra gününe gün oruç tutmaları emredilmiştir (Bakara, 2/184) . Bunun yanında, orucunu bozan kimse de ya keffaretle birlikte ya da keffaretsiz olarak bozduğu orucu kaza eder. Hac için ihrama giren, bunu tamamlayamazsa veya haccı bozulursa daha sonra bunu kazâ etmesi gerekir. (bk. Faîte, İhsâr, Cinâyet, Keffâret) (İ.P.) Kelam ilminde kazâ, Cenab-ı Hakk'ın ezelde irade etmiş olduğu ve takdir buyurduğu şeylerin, zamanı gelince her birisini ezelî ilim, irade ve takdirine uygun bir biçimde meydana getirmesi ve yaratmasıdır. Bu takdirde kazâ, Allah'ın tekvin sıfatını ilgilendiren bir konu olmaktadır. Bu tanım, Mâtüridî ve taraftarlarına göredir. Eş'arîler ise bunu daha farklı bir şekilde tarif etmişlerdir: Kazâ; hüküm mânâsınadır. Allah'ın eşyayı sonradan nasıl olacaksa ezelde öylece irade etmesidir. Kader ise, Allah'ın her şeyi vakti gelince, ezelî ilmine uygun olarak, irade ettiği şekilde yaratmasıdır. Görüldüğü gibi Matüridîlerin kazâ dediğine Eş'arîler kader, kader dediğine de kazâ demektedirler. (F.K.)

KADER ve KAZA BAŞLIKLI YAZILAR’ın KAYNAĞI….. https://kurul.diyanet.gov.tr/SoruSor/DiniKavramlarSozlugu.aspx#.VDa1wmd_u5U

Not: Yukarıda ki yazılardan anladığıma göre kader, Hz.Allah’ın doğa kanunları ve kullarının davranışları ile ilgili değerlendirmeleridir. Kaza ise belirlenen değerlendirmenin ortaya çıkmasıdır.
Örneğin: Etme bulma dünyasının bir gereği olarak zengin iken kul hakkı yiyen kulunun fakir olması değerlendirmesinde bulunarak Allah bu işin vaktini ve gerçekleşme kanunlarını yazar.
O vakit geldiğinde de kaza gerçekleşir ve kişi fakir olur. Yaptığı yanlışlıkları kendi yaşayarak öğrenir, yani kendi yaptığı haksızlıkları kendi de görür. Böylece imtihandan geçerek olgunlaşır.

Durum böyle diye hiç bir şeye karışmamak, çaba harcamamak yanlış olur. Kişi elinden gelen her türlü önlemi almalı, haksızlıktan kaçınmalı ve bütün bunlara rağmen başına gelen kötülükleri de sabırla göğüslemeli, o zor günleri haksızlık etmeden aşmalıdır. Fatih Lütfü Aydın 09.10.2014

SÜLEYMAN PEYGAMBERİN KISSASI
NEML SURESİ

16. Yaşar Nuri Öztürk: Süleyman, Davûd'a mirasçı oldu ve şöyle dedi: "Ey insanlar, bize kuşların dili öğretildi ve bize herşeyden biraz verildi. Kuşkusuz bu, apaçık lütfun ta kendisidir."

17. Yaşar Nuri Öztürk: Cinlerden, insanlardan ve kuşlardan orduları, Süleyman'ın huzurunda bir araya getirildi. Onlar, düzenli bir biçimde sevk ediliyorlardı.

18. Yaşar Nuri Öztürk: Karınca vadisine geldiklerinde bir karınca şöyle seslendi: "Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin ki, Süeyman ve orduları farkında olmayarak sizi ezmesinler."

19. Yaşar Nuri Öztürk: Bunun üzerine Süleyman, karıncanın sözüne güldü ve dedi: "Rabbim, bana ve ebeveynime lütfettiğin nimetine şükretmeme, hoşnut olacağın hayırlı ve barışçıl bir iş yapmama imkân ver. Ve rahmetinle beni iyilik ve barışı seven kullarının arasına sok."

20. Yaşar Nuri Öztürk: Kuşları teftiş etti de dedi ki: "Hüdhüd'ü neden göremiyorum, yoksa kayıplara mı karıştı? "

21. Yaşar Nuri Öztürk: "Ona acımasızca azap edeceğim, belki de onu boğazlayacağım; yahut da bana mutlaka açık bir kanıt getirecek."

22. Yaşar Nuri Öztürk: Az sonra Hüdhüd gelip şöyle dedi: "Senin fark edemeyeceğin bir şeyi fark ettim ve sana Sabâ'dan parlak bir haber getirdim."

23. Yaşar Nuri Öztürk: "Sabâlılara hükmeden bir kadın buldum. Kendisine herşeyden bir pay verilmiş, kocaman bir tahtı var."

24. Yaşar Nuri Öztürk: "Onu ve toplumunu, Allah'ı bırakıp güneş'e secde eder buldum. Şeytan onlara, yapıp ettiklerini süslü gösterip onları yoldan saptırmış. Artık doğruyu bulamazlar."

25. Yaşar Nuri Öztürk: "Göklerde ve yerdeki sırrı açığa çıkaran, onların gizlediklerini de açıkladıklarını da bilen Allah'a secde etmemek gayretindeler."

26. Yaşar Nuri Öztürk: "O Allah ki, tanrı yok kendinden başka, o büyük arşın rabbidir O."

27. Yaşar Nuri Öztürk: Süleyman dedi: "Doğru mu söyledin yoksa yalancılardan mısın, göreceğiz! "

28. Yaşar Nuri Öztürk: "Şu yazımı götürüp onlara at. Sonra onlardan uzaklaş da bak bakalım, nasıl davranacaklar."

29. Yaşar Nuri Öztürk: Melike dedi ki: "Ey ileri gelenler, bana önemli bir mektup bırakıldı."

30. Yaşar Nuri Öztürk: "Süleyman'dan bir mektup. Rahman ve Rahîm Allah'ın adıyla başlıyor."

31. Yaşar Nuri Öztürk: "Söylediği şu: Bana büyüklük taslamaya kalkmayın. Teslim olarak huzuruma gelin."

32. Yaşar Nuri Öztürk: Melike dedi: "Ey danışmanlarım, bu meselem konusunda bana fikir verin. Siz onaylamadıkça, hiçbir işe kesin karar vermem."

33. Yaşar Nuri Öztürk: Dediler ki: "Biz çok güçlüyüz, çok yaman savaşırız. Buyruk senin. Ne karar vereceğini sen bilirsin."

34. Yaşar Nuri Öztürk: Melike dedi: "Şu bir gerçek ki krallar bir kente/bir memlekete girdiler mi, orada bozgun çıkarırlar; oranın onurlu insanlarını zelil, sefil ederler. İşte böyle yaparlar."

35. Yaşar Nuri Öztürk: "Şimdi ben onlara bir hediye göndereceğim ve bakacağım elçiler neyle geri dönecekler."

36. Yaşar Nuri Öztürk: Elçi, Süleyman'a geldiğinde, o dedi ki: "Siz bana bir mal ile mi destek veriyorsunuz? Allah'ın bana verdiği, size verdiğinden daha kıymetlidir. Sizin hediyenizle, benden çok siz ferahlarsınız."

37. Yaşar Nuri Öztürk: "Seni gönderenlere dön. Vallahi, karşı koyamayacakları ordularla üstlerine gelirim ve onları oradan, başları eğik, aşağılanmış bir halde sürer çıkarırım."

38. Yaşar Nuri Öztürk: Süleyman kurmaylarına dedi ki: "Onlar teslim olup huzuruma gelmeden önce, o kadının tahtını hanginiz bana getirebilir? "

39. Yaşar Nuri Öztürk: Cinlerden bir ifrit şöyle dedi: "Sen daha makamından kalkmadan, onu sana getirebilirim. Ben bunu yapacak güçteyim ve gerçekten güvenilir biriyim."

40. Yaşar Nuri Öztürk: Kendinde Kitap'tan bir ilim olan kişi de şöyle dedi: "Ben onu sana, gözünü açıp yumuncaya kadar getiririm." Derken Süleyman, tahtı, yanında kurulmuş görünce şöyle konuştu: "Rabbimin lütfundandır bu. Şükür mü edeceğim, nankörlük mü diye beni denemek istiyor. Esasında, şükreden, kendisi lehine şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse bilsin ki, Rabbim Ganî'dir, cömerttir."

41. Yaşar Nuri Öztürk: Emir verdi: "Onun tahtını başkalaştırın, bakalım tanıyacak mı, tanıyamayanların arasına mı girecek? "

42. Yaşar Nuri Öztürk: Melike gelince şöyle denildi: "Senin tahtın da böyle mi? " Dedi: "Bu sanki o. Zaten daha önce bize bilgi verilmişti ve biz müslüman olmuştuk."

43. Yaşar Nuri Öztürk: Daha önce Allah dışında ibadet ettikleri, onu engellemişti. Çünkü o, küfre sapmış bir topluluktandı.

44. Yaşar Nuri Öztürk: Ona denildi: "Köşke gir! " Melike onu görünce su sandı ve baldırlarını açtı. Süleyman dedi ki: "O, cilalı sırçadan yapılmış bir parlak avlu/zemindir." Melike dedi: "Rabbim, doğrusu ben öz benliğime zulmetmişim. Artık Süleyman'la birlikte, âlemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oluyorum."

K A D E R ile ilgili KUR’AN AYETLERİ

NİSÂ

78.Yaşar Nuri Öztürk:

Nerede olursanız olun ölüm sizi yakalayacaktır. Titizlikle korunan muhteşem kulelerde olsanız bile. Onlara bir iyilik isabet ettiğinde, "Bu, Allah katındandır! " derler. Ama kendilerine bir kötülük dokunduğunda, "Bu senin yüzündendir." derler. De ki: "Hepsi, Allah katındandır." Şu topluluğa ne oluyor ki, neredeyse hiçbir sözü anlamıyorlar!

Not: Kaderci anlayışa göre hayır da şer de Allah’tandır. O zaman insanın aklına “şerri, olumsuzluğu, kötülüğü Allah veriyor benim ne günahım var” şeklinde bir düşünce gelebilir. Yukarıda ki ayette yer alan “ De ki: "Hepsi, Allah katındandır." Cümlesi ‘Allah her ikisini de yaratmıştır’ anlamındadır.
Yani Allah bunları yaratmış, kullanıp kullanmama özgürlüğünü az miktarda irade ve akıl vererek bize bırakmıştır. Diyalektik yani zıtlıkların çatışması kuramı gereği Hz.Allah olumluluğu da olumsuzluğu da yaratmıştır.
O zaman “hayır da şer de Allah’ın yaratmasıdır” denmeli.F.L.A.

79.Yaşar Nuri Öztürk:

İyilik ve güzellikten sana her ne ererse Allah'tandır. Kötülük ve çirkinlikten sana ulaşan şeyse kendi nefsindendir. Biz seni insanlara bir resul olarak gönderdik. Tanık olarak Allah yeter.

Not: Yani insana verilen cüzi (az miktarda) ki iradeyle ve akılla insan nefsine savaş açıp, hayrı işleyemezse, yukarıda ki ayetin “Kötülük ve çirkinlikten sana ulaşan şeyse kendi nefsindendir”. Cümlesi gereği Allah’ın yarattığı kötülüğü kendinde ortaya çıkarmış olur. Yani insan Allah’ın yarattığı kötülüğü kullanma davranışından dolayı sorumlu hale gelir. İnsan Hz. Allah’ın yarattığı olumsuzluğu (negativiteyi, kötülüğü) kullandığı için başına kötülük gelir. Kötülük eden kötülük bulur atasözü gereği Allah’ın yarattığı kötülüğü işleyen kul karşısında bir kötülük bulur. Yani insanın başına gelen kötülükler Allah’ın yarattığı kötülüğü kullanmasındandır. F.L.A.

KIYÂME-5

Yaşar Nuri Öztürk:

Fakat insan kendi önünde rezillik sergilemeyi ister.

Not: Kötülüğü yaratan Allah, kulunun içine kötülük yapma arzusunu da koymuştur fakat bu arzu mutlak, değişmez değildir. İnsan iradesi ile bu arzunun önüne geçebilir. F.L.A.

MUHAMMED-17

Yaşar Nuri Öztürk:

Kılavuzlarını bulmuş olanlara gelince, Allah onların hidayetini artırmış ve korunma imkânlarını kendilerine vermiştir.

Not: Klavuzlarını bulanlar yani Allah’ın doğru yoluna girenler ise Allah’ın yarattığı kötülükten de korunmuş olurlar.

21.08.2012
Fatih Lütfü AYDIN

İNSANLARIN CÜZİ (AZ OLAN) İRADELERİYLE KÖTÜLÜKLERİNİ ALLAH’A SİLDİRMESİ.

HÛD-114

Yaşar Nuri Öztürk:

Gündüzün iki tarafında ve geceye yakın saatlerde namaz kıl! Güzellikler kötülükleri silip süpürür. İşte bu, Allah'ı ananlara bir öğüttür.

FURKÂN-70

Yaşar Nuri Öztürk:

Tövbe ederek inanan ve barışa yönelik iyi bir iş yapan müstesna. Allah, böylelerinin kötülüklerini güzelliğe dönüştürür. Allah Gafûr'dur, Rahîm'dir.

NEML-11

Yaşar Nuri Öztürk:

"Zulme bulaşan müstesna. O da bunu kötülüğün arkasından güzelliğe çevirirse hiç kuşkusuz ben Gafûr'um, Rahîm'im."

A'RÂF-95

Yaşar Nuri Öztürk:

Sonra zorluk ve sıkıntının yerine mutluluk ve güzelliği getirmişiz de çoğalmışlar ve şöyle demişlerdir: "Atalarımız da zorluk ve sevinçle yüzyüze gelmişlerdi." Nihayet biz onları farkında olmadıkları bir sırada ansızın yakalayıverdik.

NİSÂ-17

Yaşar Nuri Öztürk:

Allah'ın, kabulünü üstlendiği tövbe, bilgisizlikle kötülük işleyip de çok geçmeden tövbe edenler içindir. Allah, işte böylelerinin tövbesini kabul eder. Allah Alîm'dir, Hakîm'dir.

FURKÂN-70

Yaşar Nuri Öztürk:

Tövbe ederek inanan ve barışa yönelik iyi bir iş yapan müstesna. Allah, böylelerinin kötülüklerini güzelliğe dönüştürür. Allah Gafûr'dur, Rahîm'dir.

ANKEBÛT-7

Yaşar Nuri Öztürk:

İman edip hayra ve barışa yönelik hareketler sergileyenlere gelince, biz onların çirkinliklerini elbette ki örteceğiz. Ve biz onları, yapmakta oldukları işlerin en güzeliyle elbette ödüllendireceğiz.

TEGÂBUN-9
Yaşar Nuri Öztürk:

"Toplanma günü" için sizi bir araya getirdiği gün, karşılıklı aldatış ve aldanışların ortaya çıktığı gündür. Kim Allah'a iman eder, barışa ve hayra yönelik iş yaparsa Allah onun
çirkinliklerini örter ve kendisini altından nehirler akan bahçelere, içlerinde sürekli kalmak üzere yerleştirir. İşte büyük başarı budur.

Allah’ ın dediği olur.
TEKVÎR-29
Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe, siz dileyemezsiniz!

http://www.hanifdostlar.net/forum_posts.asp? TID=1431
den alıntıdır.

“Şirke düşmüş olanlar şöyle diyeceklerdir: “Eğer Allah dileseydi şirke düşmezdik, babalarımız da öyle. Hiçbir şeyi haram da kılmazdık.” Onlardan öncekiler de aynı yalanı söylediler de baskınımıza uğradılar. De ki, “Elinizde, gösterebileceğiniz bir bilgi var mı? ” Siz ancak kuruntuya uyuyor ve sadece tahmin yürütüyorsunuz. De ki: “En kapsamlı delil Allah’ınkidir. O dileseydi hepinizi yola getirirdi”. (En’am 6/148-149)

Allah’ın dilemesi yani iradesi iki türlüdür; biri teşriî, diğeri tekvînî iradedir. Tekvînî irâde Allah’ın bir şeyi yaratma konusundaki iradesidir. Yaratmak istediği şeye, “ol” deyince oluverir.
Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Bir şeyi istediği zaman onun işi sadece “ol” demektir; o iş hemen oluverir.” (Yasin 36/ 82)

Allah’ın teşriî iradesi ise insanların davranışları ile ilgili iradesidir. O, koyduğu kanun ve kurallara uyulmasını ister ama kimseyi zorlamaz. Bu iradenin yerine gelmesi, insanın gayretine bağlıdır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“De ki: Bu gerçek Rabbinizdendir; isteyen inansın, isteyen de göz ardı etsin. Ama biz, yanlış yapanlara öyle bir ateş hazırladık ki, dumanı onları içine alacaktır. yardım isterlerse, erimiş maden gibi yüzleri kavuran su ile yardımlarına koşulacaktır. Ne kötü içecek ve ne fena birliktelik! ” (Kehf 18/29)

Kaza gelince aydın gözlerin bile baglanacagını bildiren Süleyman hikâyesi
Süleyman’ın büyük divan çadırı kurulunca bütün kuslar huzuruna geldiler.
Onu, kendilerinin dilini anlar, sırrını bilir bir zat bulup huzuruna canla, basla bir bir kostular.
bütün kuslar, cik cik ötmeyi bırakmıslar; kardesinin seninle konusmasından daha fasih bir surette Süleyman’la
konusmaya baslamıslardı.
1205. Aynı dili konusma, hısımlık ve baglılıktır. _nsan yabancılarla kalırsa mahpusa benzer.
Nice Hindli, nice Türk vardır ki dildestirler. Nice iki Türk de vardır ki birbirlerine yabancı gibidirler.
Su halde mahremlik dili, bambaska bir dildir. Gönül birligi dil birliginden daha iyidir.
Gönülden sözsüz, isaretsiz, yazısız yüz bimlerce tercüman zuhur eder.
Kusların hepsi, bütün sırlarını, hünerlerine, bilgi ve islerine ait seyleri.
1210. Süleyman’a birer birer apaçık söylüyorlar, kendilerini bildirmek ve tanıtmak için ögünüyorlardı.
Bu ögünmek kibirden, varlıktan dolayı degildi. Her kus, onun huzuruna varsın, yakınlarından olsun diye
ögünüyordu.
Bir kul, bir efendiye kul olmak dilerse hünerinden bir miktarını ona arzeder.
Fakat o efendi tarafından satın alınmayı istemezse kendisini hasta, sagır, çolak ve topal gösterir.
Hüthüdün hünerini arzetme sırası geldi; sanatını ve düsüncelerini bildirme nöbeti eristi.
1215. Dedi ki: “Ey Padisah, en küçük bir hünerimi kısaca arzedeyim. Kısa söylemek daha iyidir.”
Süleyman “Söyle bakalım, o hangi hünerdir? ” dedi. Hüthüt, “Gayet yükseklerde uçtugum zaman,
Havadan bakınca yerin tâ dibindeki suyu görürüm.
O su nerededir, derinligi ne kadardır, rengi nedir, topraktan mı kaynıyor, tastan mı? Hepsini görür, bilirim.
Ey Süleyman! Ordu kurulacak yeri tâyin etmek üzere beni sefere beraber götür” dedi.
1220. Süleyman da “Ey iyi yoldas! Susuz ve uçsuz bucaksız çöllerde sen bize arkadas ol; bu suretle su
bulur, seferde yoldaslara saka olursun” dedi.
Karganın, Hüthüt’ün dâvasını kınaması
Karga, bunu isitince hasedinden ilerleyip Süleyman’a “Hüthüt aykırı ve kötü söyledi.
Padisah huzurunda söz söylemek, edebe aykırıdır. Hele yalan ve olmayacak söz olursa.
Eger onun böyle bir görüsü olsaydı bir avuç toprak altındaki tuzagı nasıl görmezdi?
Nasıl olur da tuzaga tutulurdu, nasıl olur da ümitsiz bir halde kafese girerdi? ” dedi.
1225. Bunun üzerine Süleyman dedi ki: “Ey Hüthüt! Daha ilk kadehte böyle bulunman lâyık mı, akla sıgar
mı?
Ayran içen! Kendini nasıl oluyor da sarhos gösteriyor, huzurumda sonu yalan çıkacak bir söz söylüyorsun? ”
Hüthüt’ün karganın kınamasına cevap vermesi
Hüthüt dedi ki: “Padisahım, Allah askına bu çıplak yoksul hakkında düsmanın söyledigi sözü dinleme!
Eger ettigim dâva yalansa iste basımı koydum, boyumu vur! Kaza hükmünü inkâr eden karga, binlerce aklı
olsa yine kâfirdir.
1230. Sende “kâfirler” sözünden bir “kef” harfi, küfür sıfatlarından bir sıfat bulunsa kadının ferci gibi sehvet
yerisin, pis pis kokarsın.
Eger kaza gözümü ve aklımı kapatmazsa ben tuzagı havada da görürüm.
Fakat kaza gelince bilgi, uykuya dalar, ay kararır, gün tutulur.
Kazanın bu çesit hilesi nadir midir ki? Kaza ve kaderi inkâr edenin inkârı bile, bil ki kaza ve kaderdendir.”
Âdem Aleyhisselâm’ın hikâyesi, açıkça emre uyup tevili terk etmede gözünü kaza ve kaderin baglaması
“Allemelesmâ” ya bey olan, her damarında yüz binlerce ilim bulunan insanlar atası,
1235. Her seyin adını, nasılsa öylece bilmis sonunda ne olacaksa sonuna kadar da agâh olmustu.
O, esyaya ne lâkap verdiyse degismemistir; çevik dedigi tembel çıkmamıstır.
Sonunda mümin olacak kimseyi önceden gördü; sonunda kâfir olacak adam da ona belli oldu.
Her seyin adını, bilenden isit; “Allemelesmâ” remzinin sırrını duy!
Bize göre her seyin adı, görünüsüne tâbidir; nasıl görünüyorsa biz, ona öyle deriz. Fakat Allah’ya göre
içyüzüne, hakikatine tâbidir.
1240. Mûsâ’ya göre sopasının adı asâ; Yaratan yanında ejderha idi.
Bu âlemde Ömer’in adı puta tapındı; halbuki tâ “Elest” te onun ismi mümindi.
Bizim yanımızda adı meni olan sey, Hak yanında su benlikle zahîr olan sûretti.
Bu meni, yokluk âleminde vardı; eksiksiz, artıksız aynen Allah’nın ilminde mevcuttu.
Hâsılı Allah indinde sonumuz ne olacaksa hakikatte adımız o olmustur.
1245. Allah, insana âkıbetine göre bir ad koyar. Halkın taktıgı ödünç ada göre degil!
Âdem’in gözü Allah’nın pâk nuru ile gördügünden adların hakikati ve içyüzü ona ayan oldu.
Melekler onda Hak nurunu görüce hepsi, ona yüzüstü secdeye vardılar.
Adını andıgım su Âdem’i kıyamete kadar ögsem, vasıflarını saysam yine ögmekten âcizim!
Âdem bunların hepsini bildi. Fakat kaza gelince nehyi bilme yüzünden hataya düstü.
1250. Acaba bu nehiy, haram oldugundan mıdır, yoksa korkutmak için mi?
Gönlünce tevili üstün tutunca kendisi hayretteyken tabiatı, bugdaya dogru kostu.
Bahçıvanın ayagına diken batınca hırsız fırsat buldu, esvabını çalıp kaçtı.
Âdem hayretten kurtulup tekrar yola gelince gördü ki hırsız esyayı is yerinden götürmüs!
“ Rabbena _nnâ zalemnâ” deyip âh etmeye basladı. Yani “karanlık bastı, yol kayboldu” dedi.
1255. Bu kaza, günesi örten bir buluttur. Aslan ve ejderha bile ondan feryat ve figan etmektedir.
“Kaza ve kader zuhur edince bir tuzagı bile görmüyorsam bo yolda cahil olan yalnız ben degilim ya! ”
Zorlamayı bırakıp feryad ü figana koyulan kisi me kutlu kisidir; o, iyi bir ise sarılmıstır.
Eger kaza, seni gece gibi sararsa sonunda yine elinden tutacak odur;
Yüz kere canına kasdederse yine sana can veren derdine derman olan kazadır.
1260. Bu kaza yüz kere yolunu kesse de yine senin çadırını göklerin üstüne kurar.
Seni eminlik mülküne götürmek için bu korkutmasını inayet bil!
Bu sözün sonu gelmez, söz de uzadı. Sen tavsanla aslan hikâyesini dinle!
Alıntı: http://semazen.net/download_detail.php? id=6
Mesnevi-i Şerif Cilt I

HÜDHÜD

(ا ل ه د ه د ;)

Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Süleyman kıssasıyla ilgili olarak zikredilen bir kuş.

Hemen bütün dillerde çıkardığı sese (T. ibibik, büdbödek; Ar. hüdhüd; Far. pûpe, pûpû; İng. hoop poo; Fr. huppe; İbr. dûkifat; Lat. upupa, epops) veya başında bulunan sorguç şeklindeki renkli tüylere (T. çavuş kuşu, taraklı, turakçın, ibik, ibikli; Far. şâne-ser) göre adlandırılan hüdhüd “coraciiformes” takımının “upupidae” familyasının tek üyesi olan ve taraklı tepeliğiyle tanınan bir kuş türüdür. Kanatları ve kuyruğu siyah beyaz alacalı, öbür bölümleri pembeye çalan açık kahverengi, tepeliğinin uçları siyahtır. Yuvasını genellikle ağaç kovuklarına, duvar deliklerine ve kaya oyuklarına yapar (EBr., VI, 47; ABr., XI, 427) . Filistin’de ve daha çok Mısır’da bulunur; kışın Afrika’ya göç eder. Eski Mısırlılar hüdhüde saygı gösterir ve Horus’un simgelerinden biri kabul ederlerdi (DB, III/1, s. 780) .

Hüdhüd Talmud’da “yaban horozu” olarak adlandırılmakta (EJd., VIII, 970) , Tevrat’ta eti yenilmeyecek kuşlar arasında sayılmaktadır (Levililer, 11/19; Tesniye, 14/18) . Karaîler hüdhüdü tavukla karıştırmışlar ve bu sebeple tavuğun yenilmesini yasaklamışlardır.

Kur’ân-ı Kerîm Hz. Süleyman’dan bahsederken diğer vasıfları yanında kendisine kuş dilinin öğretildiğini, cinler, insanlar ve kuşlara hükmettiğini ve onlardan müteşekkil orduları bulunduğunu bildirmektedir. Âyetlerde bu konuda verilen bilgileri şöyle özetlemek mümkündür: Bir sefer esnasında ordularıyla birlikte karınca vadisine gelen Hz. Süleyman kuşları gözden geçirir ve hüdhüdün orada olmadığını anlar. Sebebini sorarak eğer mazereti varsa bunu ispat etmesini, yoksa canını yakacağını veya kafasını koparacağını belirtir. Çok geçmeden hüdhüd gelip Hz. Süleyman’a onun bilmediği Sebe ülkesinden haber getirdiğini, bu ülkeyi bir kadının yönettiğini söyler ve onların dinî inançları hakkında bilgi verir. Bunun üzerine Hz. Süleyman hüdhüde bir mektup vererek Sebe’ye götürmesini ve oradaki yöneticilerin nasıl bir karar alacaklarını öğrenmesini ister. Mektubu okuyan Sebe melikesi, ileri gelen adamlarıyla istişare ettikten sonra Hz. Süleyman’a bazı hediyeler göndermeye karar verir (en-Neml 27/16-35) .

Hüdhüd hakkında Kur’ân-ı Kerîm’de verilen bu bilgilerin yanında İslâmî literatürde daha başka bilgiler de yer almaktadır. Buna göre Hz. Süleyman Beytülmakdis’in yapımını tamamladıktan sonra insan, cin, şeytan, kuş ve vahşi hayvanlardan bir ordu toplayarak önce Mescid-i Harâm’a, oradan da Yemen’e gitmek üzere yola çıkar. San‘a’ya vardığında bir yerde konaklar. Bu arada su sıkıntısı baş gösterir. Toprağın altındaki suyu görebilme gücüne sahip olan, bu sebeple de Hz. Süleyman’a su bulmada rehberlik eden hüdhüd aranır, fakat bulunamaz. Daha sonra olaylar Kur’an’da belirtildiği şekilde gelişir. Başka bir rivayete göre, Hz. Süleyman ve ordusu konakladığında Ya‘fûr adını taşıyan hüdhüd Hz. Süleyman’ın konaklama işiyle meşgul olmasından faydalanarak dolaşmaya çıkar. Etrafı gözden geçirirken Sebe ülkesinin melikesi Belkıs’ın bahçesini görür ve bu yeşilliğe konar. Orada Ufayr adlı Yemen hüdhüdü ile karşılaşır. Ufayr kendisini Belkıs’ın saltanatı hakkında bilgi verir. Hüdhüd, namaz vakti gelip de suya ihtiyaç duyan Hz. Süleyman’ın kendisini bulamamasından endişe ederse de Ufayr ile Belkıs’ın mülkünü dolaşır. Ancak geri döndüğünde ikindi vakti olmuştur. Diğer bir rivayette, Hz. Süleyman’ın susuz bir alanda konakladığında önce insanlar, cinler ve şeytanlardan su bulmalarını istediği, daha sonra hüdhüdü arattığı, fakat onun bulunamadığı anlatılır. Vehb b. Münebbih’e göre ise hüdhüdün aranma sebebi nöbetine gelmeyişidir (Taberî, XI, 144) .

Bir rivayete göre de Hz. Süleyman, bir sefer esnasında bütün maiyetiyle birlikte rüzgâr tarafından uçurulan bir halı üzerinde yol almakta ve kuşlar tarafından güneşten korunmakta iken bir noktadan başına güneş ışıkları gelince oraya bakar ve hüdhüdün yerinde olmadığını farkeder. Yapılan soruşturmada kuşların yöneticisi olan akbaba onu bir yere göndermediğini söyleyince Hz. Süleyman öfkelenir, hüdhüdü mutlaka cezalandıracağını veya öldüreceğini bildirir ve kuşların efendisi kartala hüdhüdü bulmasını emreder. Kartal havada Yemen’den dönen hüdhüdle karşılaşır; beraberce Hz. Süleyman’ın huzuruna gelirler. Hz. Süleyman hüdhüdün Belkıs’a dair anlattıklarını dinledikten
sonra bir mektup vererek onu Sebeliler’e gönderir (Sa‘lebî, s. 236-239; Demîrî, II, 436-440) .

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin Meŝ nevî’sinde Hz. Süleyman’la ilgili bir hikâyede yer altındaki suları görmesiyle zikredilen hüdhüd, Attâr’ın Manŧ ıķ u’ŧ -ŧ ayr’ındaki kılavuz kuş yani mürşid özelliğiyle Türk edebiyatında da işlenmiştir. Gülşehrî’nin aynı adı taşıyan mesnevisinde hüdhüdün aklı, diğer kuşların halkı, sîmurgun Tanrı’yı temsil ettiği şair tarafından belirtilmiştir: “Hüdhüd ü kuşlar u sîmurga misâl / Akl u halk u Tanrı oldu zü’l-celâl”. Ali Şîr Nevâî’nin Attâr’a nazîre olarak yazdığı, fakat konuyu değiştirerek zenginleştirdiği Lisânü’t-tayr adlı mesnevisinde hüdhüd yine tasavvufî karakterdedir ve kesret-vahdet ilişkisi içinde Tanrı’ya ulaşmayı sembolize eder. Derviş Şemseddin’in Deh Murg adlı mesnevisinde ise her biri bir kişiyi veya tipi temsil eden, aralarında hekim sıfatıyla hüdhüdün de bulunduğu on kuşun birbirleriyle münazarası konu edilmiştir.
Alıntı.. http://www.islamansiklopedisi.info/

Fatih Lütfü Aydın
Kayıt Tarihi : 9.10.2014 21:56:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Fatih Lütfü Aydın