Mesnevi Hikâyeleri Ebucehil ve Halife Eb ...

Fatih Lütfü Aydın
302

ŞİİR


2

TAKİPÇİ

Mesnevi Hikâyeleri Ebucehil ve Halife Ebubekir.

Ebucehil bir gün dedi ki Peygamberimize,
“Benî – Haşim’de* rastlanmadı senden çirkinine.”
Peygamberimiz de dedi ki,
“Ey Ebucehil*1, Ey haddini aşan, Ey kötü kalpli olan,
Yine de doğru söyledin yok sözünde yalan.”

Az sonra çıka geldi Ebubekir*2
Dedi ki, “ Ey nurlu, güneş yüzlü Resul,
Senden daha güzel yüzlü görmedi bu kul.”
Peygamberimiz de dedi ki,
“Ey Ebubekir*2, Ey Sıddık*2, Ey doğru sözlü olan,
Sen de doğru söyledin yok sözünde yalan.”

Orada bulunanlar şaşırdı bu sözlere,
Dediler,”Bu zıtlık nasıl olur, söyle bizlere.
Ebucehil deyince sana çirkin,
Sen ona doğru söyledin dedin.”

Ebubekir deyince sana,
Ey nur yüzlü, güzel Resul.
Dedin ki ona da,
Doğru söyledin Ey Sıddık kul.”

Peygamberimiz de dedi ki onlara.
“Ben Allah’ın cilaladığı bir aynayım.
Bana bakan kendini görür bende yok yalanım.”
Peygamberimiz bir güzel ayna.
Gösterir seni olduğu gibi sana.

23.10.2014
Saygılar ve Sevgiler.

ALLAH'IN AYETLERİYLE ve PEYGAMBERLERİYLE DALGA GEÇENLERE ait 2 AYET

EN'ÂM-68

Yaşar Nuri Öztürk: Ayetlerimiz hakkında lakırdıya dalanları gördüğünde, onlar başka bir söze dalıncaya değin onlardan yüz çevir. Eğer şeytan sana unutturursa, hatırladıktan sonra o zalimler topluluğu ile oturma.

HİCR-95

Yaşar Nuri Öztürk: Alay edip eğlenenlere karşı biz sana yeteriz.

Hikmetler.
• Güzellik ve çirkinlik kavramları izafî* kavramlardır. Güzellik de, çirkinlik de bakan gözde ve insanın içinde, yüreğindedir. Dolayısıyla göz bakınca onu görür.
• Peygamberimiz (s.a.v.) saf, temiz, parlak ve lekesiz bir aynaydı. Ona bakan onda kendini görürdü. Hülasa ”Mü’min mü’minin aynasıdır,” hadisi burada ifadesini bulmaktadır.

Mesnevi’de Geçen Bütün Hikâyeler ve Hikmetler. Sh. 44 Mehmet Zeren BİLGE KÜLTÜR SANAT.

İzafî: göreli, göreceli. Örnek: Yeryüzünden bakana göre dünya tepsi gibi görünür,
Uzayda ki uzay aracından bakan göre yuvarlaktır.
ZAMAN ve MEKÂNIN GÖRELİLİĞİ
ENFÂL

43. Allah onları sana uykunda az gösteriyordu. Eğer onları sana çok gösterseydi, yılgınlığa düşer, işi kotarmada çekişmeye başlardınız. Ama Allah, sizi selamete çıkardı. O, göğüslerin içindekini çok iyi bilir.

44. Karşılaştığınızda onları sizin gözlerinize az gösteriyordu. Sizi de onların gözünde azaltıyordu ki, yapılmasına karar verilen işi yürürlüğe koysun. Zaten bütün işler Allah'a döndürülür.

Modern bilimin bulguları-materyalizmin aksine- zamanın mutlak bir gerçek değil, göreceli bir algı olduğunu gösterir. En ilginci de, 20. yüzyıla kadar bilim çevreleri de dahil- bilinmeyen bu gerçeğin, bundan yaklaşık 14 yüzyıl önce indirilen kutsal kitabımız Kur’an’da bildirilmiş olmasıdır. Modern bilimce doğrulanan, zamanın, yaşanan olaya, mekâna ve koşullara göre değişen bir algı olduğu gerçeğini Kur’an ayetlerinde görebiliriz. Örneğin ortalama 60-70 yıl süren bir yaşamın gerçekte çok kısa olduğu Kur’an’da birçok ayetle haber verilir:

“Sizi çağıracağı gün, O’na övgüyle icabet edecek ve (dünyada) pek az bir süre kaldığınızı sanacaksınız.” (İsra Suresi, 52)

“Gündüzün bir saatinden başka sanki hiç ömür sürmemişler gibi onları bir arada toplayacağı gün, onlar birbirlerini tanımış olacaklar…” (Yunus Suresi, 45)

Kur’an’da, insanların zaman algılarının farklı olduğuna, gerçekte çok kısa olan bir sürenin çok uzunmuş gibi algılanabileceğine de dikkat çekilir:

“Dedi ki: ‘Yıl sayısı olarak yeryüzünde ne kadar kaldınız? ” Dediler ki: “Bir gün ya da bir günün birazı kadar kaldık, sayanlara sor.” Dedi ki: “Yalnızca az (zaman) kaldınız, gerçekten bir bilseydiniz.’” (Müminun Suresi, 112-114)

Zamanın ortama göre farklı bir akış hızıyla geçtiğini bildiren bazı ayetler şu şekildedir:

“… Gerçekten, senin Rabbinin Katında bir gün, sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir.” (Hac Suresi, 47)

“Gökten yere her işi O evirip düzene koyar. Sonra (işler,) sizin saymakta olduğunuz bin yıl süreli bir günde yine O’na yükselir.” (Secde Suresi, 5)

Zamanı ve mekanı yoktan yaratan sonsuz ilim sahibi Allah’tır. Bu nedenle O’nun Katında geçmiş, gelecek ve şu an hepsi birdir ve hepsi “bir göz kırpma” süresi kadardır; bir andır. Yüce Allah, zamanın her anını zamansızlıkta tespit etmiş ve yaratmıştır. Bizim için yaşadığımız ve yaşayacağımız olayların tümü, zamana tabi olmayan Allah’ın bilgisinde ve O’nun hakimiyetindedir.

Fuat Türker

ASHAB-I-KEHF AYETLERİ

KEHF

19.

Yaşar Nuri Öztürk: İşte böyle! Onları dirilttik ki, birbirlerine sorup dursunlar. İçlerinden biri şöyle konuştu: "Ne kadar durdunuz? " Dediler: "Bir gün yahut günün bir parçası kadar." Dediler: "Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir. Siz şimdi birinizi şu gümüş para ile kente gönderin de baksın; kentin hangi yiyeceği daha temizse ondan size bir rızık getirsin. Ama nazik ve kurnaz davransın ki, sizi kimseye fark ettirmesin."

25.Yaşar Nuri Öztürk: Onlar, mağaralarında üç yüz yıl kaldılar; dokuz da ilave ettiler.

2365. Ebucehil, Ahmed’i görüp “Beni Hâsim’den çirkin bir çehre zuhur etti” dedi.
Ahmet ona dedi ki: “ Haddini tecavüz ettinse de dogru söyledin.”
Sıddîk görüp “Ey günes! Ne dogudasın, ne batıdan. Lâtif bir surette parla, âlemi nurlandır” dedi.
Ahmet dedi ki: “Ey aziz, ey degersiz dünyadan kurtulan! Dogru söyledin.”
Orada bulunanlar “ Ey halkın ulusu, ikisi birbirine zıt söz söyledi, sen ikisine de dogru söyledin, dedin...
“Neden? ” diye sordular.
2370. Peygamber “Ben Allah eliyle cilâlanmıs bir aynayım. Türk, Hintli nasılsalar, bende o sûreti görürler”
dedi.
Alıntı: http://semazen.net/download_detail.php? id=6
Mesnevi-i Şerif Cilt I

* Benî – Haşim: Haşim oğulları.

O sırada Mekke'de Kureyş kabilesi yaşamaktaydı. Peygamberimiz Kureyş'in Haşimi kolundan, Ebucehil ise Kureyş'in Beni Mahzum kolundan idi. Kureyş Müslümanları putperest (puta tapan) akrabalarıyla ilişkilerini kesmişlerdi.

1. Hz. Muhammed’in Soyu ve Ailesi

Peygamberimizin soyu, iki büyük Arap topluluğundan biri olan ve İsmailoğulları diye de anılan
Adnanilere dayanır. Onun soyu, Hz. İsmail ve Hz. İbrahim’e kadar uzanır.1
Hz. Muhammed, Mekkeliydi. Hem anne hem de baba tarafından Kureyş kabilesine mensuptu.
Babası Abdullah, Kureyş’in Haşimoğulları, annesi Âmine ise Zühreoğulları kolundandı. Her iki taraf
da Mekke’de saygınlığı olan ailelerdi. Babası Abdullah onun doğumundan kısa bir süre önce vefat
etmişti. Dedesi Abdülmuttalip (Şeybe) Mekke’nin en öِ nemli yöneticilerinden biri idi. Mekkeliler ona
büyük saygı duyarlardı. Şeybe de kendi babası Haşim gibi cömert bir insandı. Hacıların su ve yemek
ihtiyaçlarını karşılamaya büyük katkı sağlıyordu. Örneğin, Zemzem Kuyusu’nu yeniden bulup tamir
ettirmiş ve hacıların hizmetine sunmuştu. Peygamberimizin amcaları; Haris, Ebu Talip, Ebu Lehep,
Zübeyr, Abbas ve Hamza Mekke toplumunda saygın kişilerdi.
Peygamberimizin babası Abdullah, Mekke’nin en saygın ailesine mensup ve akranları arasında
çok beğenilen bir gençti. Babası Abdülmuttalip ona Zühreoğulları reisi Vehb’in kızı Âmine’yi uygun
gördü. Âmine de Kureyş’in şerefli ve iffetli kızlarındandı. Abdullah, Âmine ile zamanın geleneklerine
göre evlendirildi. Böylece güzel ve saygın bir yuva kurulmuş oldu.
Abdullah, bazı ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla bir ticaret kervanıyla Suriye’ ye gitti. Fakat dönüşte
hastalandı ve kervan ile devam edemeyeceğini anlayınca Medine’de dayılarının yanında kaldı.
Yol arkadaşları Mekke’ye dönüp durumu haber verince Abdülmuttalip, büyük oğlu Haris’i Abdullah
ile ilgilenmek üzere Medine’ye gönderdi. Ancak Haris oraya ulaşmadan kardeşi Abdullah Medine’de
vefat etmişti. Bu acı haber başta Âmine olmak üzere tüm aileyi yasa boğdu. Peygamberimiz henüz
dünyaya gelmeden yetim kalmıştı.

1 Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 30, s. 408.

Alıntı…

İMAM-HATİP LİSELERİ
SİYER
DERS KİTABI
YAZARLAR
Ekrem ÖZBAY
Eyüp KOÇ
Ahmet YAPICI
Ahmet TÜRKAN
İsa HEMİŞ
Mehmet BAYDAŞ

DEVLET KİTAPLARI
BİRİNCİ BASKI
................., 2010

*1Ebu Cehil

Ebu Cehil, Kureyş boylarından Beni Mahzum kabilesindendir. Beni Mahzum, gerek cahiliye döneminde gerek İslam'dan sonra şerefli işler yapan bir kabiledir. Yaşadığı dönemde Beni Mahzum kabilesinin reisi olan babası, Hişam b. el-Muğîre Kureyş'in ileri gelenlerinden, Arapların efendilerinden sayılmıştır.
Kureyş'in Kenane topluluğu, tarih düşerken üç şeyi göz önüne alırlardı. Bunlar, Kabe'nin yapımı, Fîl senesi ve Hişam b. Muğîre'nin ölümüdür.1
Ebu Cehîl'in amcaları da, zamanın en meşhur simalarındandır. Mesela Velid b. Muğire (Halid b.Velid'in babası) Kureyş'in sayılı liderlerinden birisi idi. Cahiliye döneminde “Adaletli" lakabıyla tanınmıştır. Kabe'yi bir sene Kureyş, bir sene de Velid tek başına giydirdiği söylenmektedir.2
O dönemde içki içilmesini haram kılan, hatta içen oğlu Hişam'ı döven Velid, makam ve mevkisini korumak uğruna Resül'e karşı gelmiş, yeğeni Ebû Cehil'e kötü örnek olmuştur.
Hicr süresinde zikredilen "O alay edenlere karşı biz sana yeteriz'' 3 ayetinde geçen "alay edenler" gurubunda Velîd' de zikredilmiştir.4
Kardeşleri; Ebû Cehîl dahil beş kardeştirler. Bunlar; Ebû Cehîl, Haris, Seleme, As, ve Halid' dir.
Ebû Cehîl ve As Bedir savaşında kafir olarak ölmüşlerdir. Halid, Bedir'de esir düşmüş, fidye karşılığı serbest bırakılmış, sonra da kafir olarak ölmüştür.
Seleme ve Haris ise, Müslüman olmuşlardır, ilk Müslüman olan Selemedir. Seleme Müslüman olduğundan bir çok işkenceye maruz kalmıştır. Haris ise Fetih günü Müslüman olmuştur, iyi bir İslami hayat yaşayan Haris, Yermük savaşında şehit olmuştur.5
Ebû Cehîl'in amca oğulları arasında meşhur Halid b. Velid vardır. Uhud savaşında müşrik asker topluluğunun komutanlığını yapan Halid, o savaşta Müslümanların mağlup olmasında etkin bir rol oynamıştır. Allah (c.c.) ona sonradan hidayet nasip etmiş, Allah Resulü tarafından iltifata mazhar olmuş Seyfullah (Allah'ın kılıcı) diye lakaplanmıştır. Riddet olaylarını bastırmada etkin rol oynayan Halid, Irak ve Şam fetihlerinde büyük kahramanlıklar göstermiştir. Ebü Cehîl’in diğer bir amca oğlu, İmare b. Velid'dir. Kureyş Kabîlesinin en yakışıklı gençlerinden olan İmare, Kureyş'in ileri gelenleri tarafından Ebu Talib'e sunulmuş, Allah Resulü ile değiştirilmek istendiği söylenmiştir.
Oğulları; Cahiliye döneminde babası gibi Resülullah'ın azılı düşmanlarından biri olan İkrime, Uhud savaşında müşrik ordusunun sol kanat komutanı idi. Amcazadesi, Halid b. Velîd gibi o da müşriklerin bu savaşta galip gelmesinde etkin rol oynamıştır.
Mekke fetih olununca Resul (s.a.v) dört erkek, iki kadın hariç bütün insanlara eman vermişti. Dört erkekten birisi de İkrime b. Ebi Cehil'dir. Zira, o zamanın savaş suçlusu olarak nitelenen İkrime. Resul'ün affedilemez bir düşmanıydı. Bir müddet firar hayatı yaşayan İkrime sonradan gelip elini Resulün eline koyup İslam’ı seçmiştir. Cahiliyede takındığı aşırı tavırları İslam'ı seçtikten sonra lehte kullanan İkrime, Yermük savaşında fedailer gurubu oluşturarak savaşın dengelerini değiştirmiş ve şehadet şerbetini içmiştir.
________________________________________
1- Tirmizi, Tefsiru'l- Kuran, 85/ 3348, 3349; Buhari, Tefsiru'l- Kuran, 4/ l.
2- Yasin İbrahim Hamuv, Ebu Cehil Amr b. Hişam Dirase Tahliliyye Tarihiyye, s.27, London 1991, Mektebetu'l-Beyan et-Terbevi.
3- Hicr, 15/19.
4- Yasîn, Ebu Cehil, s.36.
5- a.g.e., s.36.

http://www.kubacami.com/konular/ebu_cehil/cevresi_ebucehil_1.htm

*2Ebu Bekir Künyesi:(Arapça: ع ب د ا ل ل ه ب ن أ ب ي ق ح ا ف ة ع ث م ا ن ب ن ك ع ب ا ل ت ي م ي ا ل ق ر ش ي أ ب و ب ك ر ا ل ص د ي ق ;) (tam adı: Abdullah bin Ebi Kuhafe bin Kaab et-Teymi el-Kureyşi, Ebu Bekir Sıddık) (d. 573 - ö. 23 Ağustos 634) , İslam Peygamberi Muhammed sonrası Müslüman toplumda 632-634 arası liderlik ve yöneticilik yapması ve bu sebeple Muhammed'in halefi olması kendisine ilk halife unvanını kazandırmıştır. Müslümanlıktan önceki ismi Abdülkâbe'dir.[1] Müslüman olduktan sonra Muhammed, Ebu Bekir'e Abdullah ismini vermiştir. Sünni inanışına göreMuhammed' in en iyi dostudur.
En yaygın kullanılan lakaplarından olan es-Sıddîk (sadık, bağlı, doğrulayıcı) sebebiyle sık sık Ebu Bekir es-Sıddîk olarak anılır. Sıddîk lakabının Miracrivayetiyle ilgili olarak kendisiyle tartışan Mekkelilere "Eğer olayı bildiren peygamberse doğru bildirmiştir." şeklinde cevap vermesinden sonra kendisine verildiğine inanılır.[1]
Muhammed' in, Ebubekir'in kızı Aişe ile hicret öncesinde Mekke'de evlenmesinden dolayı kayınpederidir. Halifeliği sırasında Kuran'ı mushaf haline getirtmiştir.
http://tr.wikipedia.org/wiki/Ebu_Bekir

SIDDÎK

Sözlükte "çok doğru olan, doğruluğun zirvesinde bulunan, sözünü amelle ve uygulama ile doğrulayan kimse" anlamındadır. Sıddîk kelimesi, sâdık kelimesinin mübalağalı* şeklidir. Hz. Meryem (Mâide, 5/75) ve Hz. Aişe "sıddîka", Hz. Ebû Bekir (Ebû Dâvûd, Cihâd, 136) "sıddîk" vasfı ile şöhret bulmuştur. Kur'ân'da; İbrahim (a.s.) , İdris (a.s.) (Meryem, 19/41, 56) ve Yûsuf (a.s.) 'ın (Yûsuf, 12/46) "sıddîk" olduğu bildirilmiştir. Bütün peygamberler, hiç şüphesiz "sıddîk" insanlardır. Allah ve peygamberine îmân edip itaat eden, sâlih ameller işleyen, haram ve günahlardan sakınan müminlerin de "sıddîk" insanlar olduğu bildirilmiştir (Hadîd, 57/19) . "Kim Allah'a ve peygambere itaat ederse, işte onlar, Allah'ın nimet verdiği peygamberler, sıddîklar, şehitler ve sâlihlerle beraberdir. Onlar ne güzel arkadaştırlar! " (Nisâ, 4/69) . "Sıddîklar", peygamberleri tasdîk eden, onların gösterdiği yolda yürüyen, Allah ve peygamberin emir ve yasaklarına uyan kimselerdir. (İ.K.)

SÂDIK

Doğru sözlü olmak, gerçeği söylemek, doğru haber vermek, sözünü (va'd ve vaîdini) yerine getirmek, öğüt ve sevgide samimi, iş ve işlemlerde dürüst ve güvenilir olmak, hükmün vâkıaya uygun olması anlamlarındaki "s-d-k" kökünden türeyen sâdık doğru sözlü, samimi, dürüst, ihaneti ve yalanı bulunmayan demektir. Allah'ın sıfatı olarak sâdık, söz, iş, va'd ve vaîdinde doğru olan; her sözünü yerine getiren, yalanı, yanlışı, hilesi, aldatması, bulunmayan demektir. Allah'ın bu sıfatı, Kur'ân'da azamet çoğulu olarak "sâdıkûn" şeklinde bir âyette geçmiştir: "...Biz şüphesiz sâdık olanlarız." (En'âm, 6/146) . Allah'ın bu vasfı, Kur'ân'da "sadaka" fiili ile de ifade edilmiştir: "(Ey Peygamberim!) De ki: Allah doğru söyledi. Öyle ise Allah'ı birleyici olarak İbrahim'in dinine uyun..." (Âl-i İmrân, 3/95) , "(Cennettekiler) : `Bize verdiği sözü yerine getiren ve bizi dilediğimiz yerde oturacağımız bu cennet yurduna vâris kılan Allah'a hamd olsun, çalışanların ücreti ne güzeldir.' dediler." (Zümer, 39/74) . En doğru sözlü olan Allah'tır. Şu âyet, bu gerçeği ifade etmektedir: "Îmân edip sâlih amel işleyenleri zemininden ırmaklar akan cennetlere koyacağız, onlar orada ebedî kalacaklardır. Bu, Allah'ın gerçek vadidir. Allah'tan daha doğru sözlü kim olabilir? " (Nisâ, 4/122) . Kur'ân, Allah'ın sözüdür. Sözlerin en doğrusu ve âdil olanıdır: "Rabbinin sözü sıdk ve adalet bakımından tamamlandı..." (En'âm, 6/115) . Kur'ân'da Allah'a sâdık denildiği gibi, peygamberlere (Yûsuf, 12/51) , meleklere (Hicr, 15/64) ve müminlere (Ahzâb, 33/24) de sâdık denmiştir. Mümin olmayan insanlar da doğru konuşabilir, iş ve işlemlerinde dürüst olabilir, söz ve sözleşmelerine uyabilir, bunların verdiği haberler vakıaya uygun olabilir. Ancak bir insanın sâdık vasfını alabilmesi için her şeyden önce mümin olması gerekir. Çünkü Kur'ân'da, müminlere sâdıklar denilmiş (Ahzâb, 33/35; Hucurât, 49/15) ve sâdık insanlar; Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara ve peygamberlere îmân eden, (Bakara, 2/177) , Allah'a ve Peygamberine yardım eden (Haşr, 59/8) , Allah yolunda malı ve canıyla cihat eden, (Hucurât, 49/15) , beş vakit namazını kılan, malının zekatını veren, akrabalarına, yetimlere, fakirlere, yolculara (Allah yolunda çalışanlara) dilencilere, özgürlüğüne kavuşmak isteyen esirlere maddî yardımda bulunan, sözleşme yaptığı zaman sözleşmesine uyan, sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreden, Allah'a karşı gelmekten sakınan (muttakî) , iyi, hayırlı, güzel ve sâlih ameller işleyen, insanlara iyilik eden (berr) (Bakara, 2/177) kimseler olarak tanıtılmıştır. İnsanın, îmânında (Ankebût, 29/2-3) , niyetinde (Muhammed, 47/20-21) , sözlerinde (Ahzâb, 33/70) , sözleşmelerinde, adak ve yeminlerinde (Ahzâb, 33/23) , ticaretinde (Rahmân, 55/9) , amellerinde, bütün iş ve işlemlerinde (Tirmizî, Büyu', 4) doğru olması, sâdık olmasının sonucudur. Bir insan îmân edip Allah'ın emir ve yasaklarına uyar, Allah ve insan haklarına riâyet eder, söz, sözleşme, yemin, ticaret, görev, iş ve işlemlerinde dürüst olursa "sâdık" vasfını kazanmış olur. (İ.K.)

SADÎK

Sadîk, "sıdk" kökünden gelen dost anlamında bir isimdir. Kur'ân'da iki âyette geçmektedir. Şu'arâ sûresinin 101. âyetinde ahirette azgınların sıcak bir dostlarının olmadığı; Nûr sûresinin 61. âyetinde ise bir insanın dostunun evinden bir şey alıp yemesinde bir günah olmadığı bildirilmiştir. (İ.K.)

SIDDİK, SADIK ve SADÎK ALINTISININ KAYNAĞI

https://kurul.diyanet.gov.tr/SoruSor/AnaSayfa.aspx? ReturnUrl=%2fDefault.aspx#.VEk3ECKsW5U

*Ek bilgi olarak mübalağa (abartma, aşırılandırma) : isim ya da mastar*dan o işi aşırı şekilde yapan anlamında isim türetme. Örneğin ekmek kelimesinden ekmekçi kelimesini türetme. Bilindiği üzere ekmekçi devamlı olarak ekmek yapar. Arapça’da Latin harfleriyle yazıldığında, ekmek hubz, ekmekçi hubbazdır. İşte Sıddık da Sadık kelimesinin mübalağasıdır. Sadık; doğru sözlü olmak, gerçeği söylemek, doğru haber vermektir. Sıddık da doğru sözlü olan, gerçeği söyleyen kişi demektir. Doğal olarak Sıddıklar da devamlı olarak doğru sözlü olduklarından Sıddık kelimesi de ekmekçi kelimesi gibi aşırılığa sahiptir.

Hubz Hubbaz
Sadık Sıddık

*Eylemin zamana ve şahsa bağlı olmayan kipi, biçimi. Doğru sözlü olma, olmak, gerçeği söyleme, söylemek. Yani zamana ve şahsa bağlı olmayan me, ma ya da mek, mak ekini alan kelimelere mastar denir.

Fatih Lütfü Aydın
Kayıt Tarihi : 23.10.2014 22:50:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Fatih Lütfü Aydın