Mesnevi Hikâyeleri Cilt 2, Lâhavle Yiye ...

Fatih Lütfü Aydın
302

ŞİİR


2

TAKİPÇİ

Mesnevi Hikâyeleri Cilt 2, Lâhavle Yiyen Eşek.

Dolaşırken diyar diyar bir sufi*,
Oldu bir tekke*1nin misafiri.
Sufi o tekkeye ulaşınca,
Bağladı eşeğini ahıra.

Sufi handa derin bir murakabe*2ye daldı.
Sevgili (Hz.Allah) huzuruna, bir başka âleme vardı.
Kendine gelince sufi, aklına eşeği geldi.
Hanın uşağına seslendi, uşak yanına geldi.

Sufi “Önce semerini indir,sırtına da ilâç koy” dedi
Uşak: “Sanki ben bilmiyorum”, deyip Lâ havle çekti.
Devam etti, sıkı sıkı uyarıda bulunmaya, uşağa,
Dedi:’’Hayvan yaşlıdır, samanını ıslat ha”.

Tekkenin uşağı hep Lâ havle*3 çekiyordu.
Eşek saman yerine Lâ havle yiyordu

Uşak: “Sanki ben bilmiyorum”, deyip deyip, Lâ havle çekti.
Çekti ve ahırdan gitti, unuttu yapacaklarını, hepsi aklından gitti.
Sabah olunca uşak, eşeğin semerini doğrultup, onu sopa vurarak ayağa dikti.
Zavallı eşek saman yerine Lâ havle yemekten, oldukça bitkindi.

Mevlâna burada anlatır, sabaha kadar, Lâ havle çeken bedenin, ruha ettiğini.
Nefis ve ilim savaşı olmadan, çekilen tesbihin, ruhu geliştirmeyip, körelttiğini.

Bu hikâyede uşak, beden ve onun şekli ibadetleri,
Eşek ise nefis ve ilim cihadıyla arslanlaşacak ruhun zavallı hali.
Ruh; şekille, tesbihle eşek gibi çöker.
Nefis ve İlim savaşıyla beslenmemişse, eğer.


03.04.2015
Saygılar ve Sevgiler.
Fatih Lütfü Aydın

Bu dosyada ki tüm ayetlerin Türkçe anlamları, Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk’e aittir.

*Sufi ya da sofi http://www.antoloji.com/mesnevi-hikayeleri-sofinin-yeri-siiri/

*1 Tekke: http://www.turkcebilgi.com/tekke

*2 MURAKABE

(ا ل م ر ا ق ب ة ;)

Kulun, sürekli biçimde Allah Teâlâ’nın gözetimi altında bulunduğunun şuur ve idrakinde olması anlamında tasavvuf terimi.

Sözlükte “denetlemek, gözlemek, gözaltında tutmak, kontrol etmek” gibi mânalara gelen murâkabe tasavvufta mânevî bir hali ifade etmek üzere kullanılmış ve çeşitli şekillerde tanımlanmıştır. Aynı kökten rakī b kelimesi Allah’ın isimlerindendir. Kur’ân-ı Kerîm’de Allah’ın kullarını (en-Nisâ 4/1) ve her şeyi (el-Ahzâb 33/52) gözetim ve denetimi altında tuttuğu belirtilmektedir.

Mutasavvıflar murakabeyi açıklarken yukarıda zikredilen âyetlere ve Hz. Peygamber’in ihsanı, “Allah’a O’nu görüyormuşsun gibi ibadet etmendir” şeklinde tarif etmesine (Buhârî, “Îmân”, 37; Müslim, “Îmân”, 57) atıfta bulunurlar (Serrâc, s. 83; Kuşeyrî, s. 405) . Kul zâhir ve bâtınının, dış ve iç âleminin sürekli biçimde Allah’ın gözetimi altında olduğunu ve kendisinin O’nun huzurunda bulunduğunu kesin şekilde bildiği zaman murakabe halini gerçekleştirmiş sayılır.

Alıntı:….İslâm Ansiklopedisi Murakabe maddesi.
http://www.islamansiklopedisi.info/

*3 Lâ Havle İslâm Ansiklopedisinde http://www.islamansiklopedisi.info/
HAVKALE maddesinde yer alır.

İlgili ayet Kehf 39

Ve lev lâ iz dehalte cenneteke kulte mâ şâallâhu lâ kuvvete illâ billâh(billâhi) , in tereni ene ekalle minke mâlen ve veledâ(veleden) .

1. ve lev lâ: ve olmasaydı, olmaz mıydı
2. iz dehalte: sen girdiğin zaman
3. cennete-ke: senin bahçen
4. kulte: dedin, söyledin
5. mâ şâe allâhu: maşaallah, Allah'ın dilediği şey
6. lâ kuvvete: kuvvet yoktur
7. illâ: sadece, ancak, den başka
8. billâhi (bi allâhi) : Allah'a, Allah'tan
9. in tere-ni: eğer sen beni görüyorsan
10. ene: ben
11. ekalle: daha az
12. min-ke: senden
13. mâlen: mal (miktar) bakımından
14. ve veleden: ve çocuk (sayısı) bakımından

"Bağına girdiğinde, 'Mâşallah, kuvvet yalnız Allah'tandır! ' desen olmaz mıydı? Gerçi sen beni, malca ve evlatça senden basit görüyorsun ama,

Not: Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh: Güç ve kuvvet yalnızca Allah’a aittir. Yani ondan daha güçlü ve kuvvetli yoktur. Güç; bir şeyi yapabilme gücü, kuvvet ise yenilmezlik anlamında gibi geldi, bana. Bu söz sıkıntılı zor, sinir bozucu ve tehlikeli durumlarda söylendiğine göre şu anlamda kullanılıyor olabilir. Allah’ım sen güç, kudret sahibisin, her şeye güç yetirensin, beni şu sıkıntılı durumdan kurtar. F.L.A.

Hikmetler.

• Söz dinlemeyen, hep bildiğini okuyan ve ben bilirim havasında olan, söylenenlere aldırış edip uymayan insanlara güvenerek, herhangi bir şeyi onların eline teslim etmek insanı her zaman pişman eder.
• Kendilerine tevdi edilen işin, emanet edilen bir şeyin ne derece korumaları icap ettiğinin farkında olmayan, emanetin önemini kavramayan insanlara böyle şeyler teslim etmek doğru değildir.
Dilleriyle her meseleyi halletmeye kalkışan, üflediklerinde mangalda kül bırakmayan tiplerin bütün sermayeleri dilleridir. Her işi sözle bitiriverirler. Fakat işe gelince ortalıkta bir şey bulmak mümkün olmaz. Bunun içindir ki “İştir kişinin aynası lâfa bakılmaz,” denmiştir.
• Bir şeye nasıl bakıp onunla ne derece ilgilendiğimiz, günü geldiğinde belli olur. Bu insan da olsa, hayvan da olsa, bitki de olsa değişen bir şey olmaz. Sözün bittiği, işin başladığı yerde; ”Ak koyun kara koyun belli olur,” kendiliğinden.
• İnsanların çoğu insan yiyicidir. Onların selâm vermelerin bakıp aldanma.
• Yabancı senin topraktan olan bedenindir, senin gama, eleme düşmen onun yüzündendir.
• Miski tene sürme gönle sür, misk en yüce olan Rabbin adıdır.

Mesnevi’de Geçen Bütün Hikâyeler ve Hikmetler. Sh. 66 - Mehmet Zeren BİLGE KÜLTÜR SANAT.

Hikmetlerde sefihlere gönderme yapıldığı için sefihler açıklaması.
Süfehâ: sefihler, beyinsizler.

NİSÂ-5
Ve lâ tu’tûs sufehâe emvâlekumulletî cealallâhu lekum kıyâmen verzukûhum fîhâ veksûhum ve kûlû lehum kavlen ma’rûfâ(ma’rûfen) .

1. ve lâ tu'tû : ve vermeyin
2. es sufehâe : sefihler, aklı ermeyenler, mallarının değerini bilmeyenler
3. emvâle-kum(u) : sizin mallarınızı
4. elletî : o ki
5. ceale : kıldı, yaptı
6. allâhu : Allah
7. lekum : sizin için, size, sizi
8. kıyâmen : idaresinde (nizam ve emniyetini sağlamakta) vekil olarak
9. ve urzukû-hum : onları rızıklandırın
10. fî-hâ : onun içinden (onlarla)
11. ve eksû-hum : ve onları giydirin
12. ve kûlû : ve söyleyin, deyin
13. lehum : onlar için, onlara
14. kavlen : söz
15. ma'rûfen : iyilikle, iyi, güzel

Allah'ın sizin için ayakta durma aracı yaptığı mallarınızı kendini bilmez beyinsizlere vermeyin, o mallar içinden onlara rızık ayırın, onları giydirin ve onlara tatlı ve işe yarar bir söz söyleyin.

Sefihlerin fiil ehliyeti yani bir hukuki işlem yapma yetkisi yoktur.

Fiil Ehliyetinin Şartları

Mümeyyiz olmak: kişinin yapmış olduğu davranışların neden ve sonuçlarını anlama ve bu yönde hareket etme yeteneğidir. Yaş küçüklüğü, Akıl hastalığı ve zayıflığı, Sarhoşluk gibi hallerde ortadan kalkar.

Reşit olmak: Bireyin 18 yaşın tamamlanmasıdır.Evlenme ve Mahkeme kararı (Kazai rüşt) ile 18 yaş altında istisnai biçimde reşit olunabilir.

Kısıtlı (Mahcur) olmamak: Fiil ehliyetinin mahkeme kararıyla sınırlanmasıdır. akıl hastalığı veya zayıflığı, ayyaşlık, kötü hayat sürme,1 yıldan uzun süreyle hapis cezasına tabi olma, yaşlılık veya sakatlık gibi hallerde mahkemece kararlaştırılır.

http://tr.wikipedia.org/wiki/Ehliyet_%28hukuk%29

Ayrıca... http://fatihltfaydin.tr.gg/MEDENi-KANUN-BiRiNCi-KiTAP.htm

Hikmetlerde geçen Atasözleri.
Emaneti ehline ver.

NİSÂ-58

Şu bir gerçek ki, Allah size emanetleri, onlara ehil olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor. Allah size bu şekilde ne güzel öğüt veriyor. Allah Semî'dir, çok iyi duyar; Basîr'dir, çok iyi görür.
http://fatihltfaydin.tr.gg/Emanet-Prof-.-Dr-.-Suleyman-Ates.htm#emaneti_ehline_verme.

Aynası iştir kişinin lafa bakılmaz: Yani kişiyi gösteren, becerilerini, özelliklerini ortaya koyan yaptığı işlerdir. Onun ben şöyle iyi yaparım, şeklinde ki sözlerine değil, onun yaptığı işe beceriyle yapıp yapmadığına bakılır. F.L.A.

Ak koyun kara koyun geçit başında belli olur: Yaşadıkları deneyimler sonucunda insanlar erdeme ulaşırlar. Bu erdemlerini ise yeni yaşayacakları konular üzerinde tecrübe olarak kullanırlar. Bir işe giren iki erdemli insandan hangisinin daha iyi olduğu bu işin sonunda anlaşılır. Bu şekilde insanlar tecrübe ile tanınmış olurlar.
http://www.atasozlerimiz.net/

Dizelerde Ayetlerle ilgili Bölümler ve O Ayetler.

165. Ay ısıkların dogusu olan gönül yok mu? O gönül, ariflere “kapıları açılmıstır” sırrıdır.

Zümer- 73

Rablerinden korkanlar da bölükler halinde cennete sevk edilirler. Oraya geldiklerinde, cennet kapıları da kendilerine açıldığında, oranın bekçileri onlara şöyle derler: "Selam size! Tertemizsiniz. Hadi girin şuraya, sürekli kalıcılar olarak! "
……………………………………………………………………..

166. Sana duvardır ama onlara kapı. Sana tastır ama azizlere inci!

Not: anladığım kadarıyla 165. Ve 166. Dizelerde Allah’ın sevgili kullarının Allah’ın gönlüne, sırat köprüsünü kolayca aşıp, girecekleri anlatılıyor. Zaten bence sırat köprüsü gerçek değil nefis terbiyesi anlamında değişmeceli olarak söyleniyor, olmalı. F.L.A.

……………………………………………………………………..

170. Nakıstan, suretten evvel canlandılar,deniz yarılmadan inciler deldiler!
Allah’nın mahlukatı yaratmak hususunda meleklerle müşaveresi

Bakara- 30

Bir zamanlar Rabb'in meleklere: "Ben, yeryüzünde bir halife atayacağım." demişti de onlar şöyle konuşmuşlardı: "Orada bozgunculuk etmekte olan, kan döken birini mi atayacaksın? Oysaki bizler, seni hamd ile tespih ediyoruz; seni kutsayıp yüceltiyoruz." Allah şöyle dedi: "Şu bir gerçek ki ben, sizin bilmediklerinizi bilmekteyim."

……………………………………………………………………..

265. Tene yaglı, ballı seyleri verdikçe cevherini,hakikatini semirmis göremezsin.
Teni miskler içine yerlestirsen yine ölüm gününde pis kokusu meydana çıkar.
Miski tene sürme, gönüle sür. Misk nedir? Ululuk sahibi Allah’nın adı.
O münafık, miski tene sürer de ruhu, külhanın ta dibine sokar.
Dilin de Allah adı, canındaysa imansız düsüncesi yüzünden pis kokular!

Not: Misk, misk geyiğinden elde edilen güzel bir koku olup, parfüm olarak kullanılmakta imiş. Bk. İslâm Ansiklopedisi, misk maddesi.

O zaman misk gerçek anlamıyla bedeni bakım ve güzelleşme olmakta, bence.
Mevlana Cilt 2, 265. Beyitte miskten söz ederken değişmeceli olarak esas bakımın ruha yapılması gerektiğine işaret etmektedir.

Gerçek Dost.

Ölen ancak tendir.
Çünkü maddedendir.
Gerçek dost,
Manevi bedendir.

Madde hep terk edendir.
Bunca bakım nedendir.
Gerçek dost,
Bakımı hakkedendir.
O ölmeyen,
Sevdiğinde yeşerendir.

Gönül masajıyla, onu ovmalı,
Sevgi merhemini her an yaymalı.
Kötü alışkanlıkları, ondan kovmalı.
İyi alışkanlıkları, derman saymalı.

Saygılar ve sevgiler.
22/06/06
Fatih AYDIN

……………………………………………………………………..

270. Onun zikretmesi külhanda biten yesillige, aptes bozulan yerde yetisen gül ve süsene benzer.
O yesillik orada ariyettir. O gülün yeri oturulan isret edilen yerdir.
Temiz seyler temizlere aittir; pisler de pis seylere... kendine gel!

Nur-26
Murdar karılar murdar erkeklere, murdar erkekler de murdar karılara... Temiz kadınlar temiz erkeklere, temiz erkekler de temiz kadınlara... Bunlar, ötekilerin söylediklerinden arınmışlardır. Bunlar için bir bağışlanma ve bol bir rızık vardır.

……………………………………………………………………..

280. Koku satanların tablalarına bak.Her cinsi, kendi cinsinin yanına korlar.
Cinsleri, kendi cinsleriyle karıstırır, bu uygunluktan bir güzellik, bir süs meydana getirirler.Fakat mercimek,seker arasına karısırsa onları birer, birer ayırırlar.
Tablalar kırıldı,canlar döküldü de iyiyi, kötüyü birbirine karıstırdılar.
Allah, bu taneleri ayırıp tabaga koysunlar diye kitaplar verdi, peygamberler gönderdi

Bakara, 213

İnsanlar bir tek ümmet idi. Sonra Allah, peygamberleri müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak gönderdi. Onlarla beraber, anlaşmazlığa düştükleri konularda, insanlar arasında hükmetsinler diye gerçeği taşıyan Kitap'ı hak olarak indirdi. O Kitap'ta anlaşmazlığa düşenler, o Kitap'ın bizzat muhataplarından başkası değildi. Bunlar, kendilerine açık kanıtlar geldikten sonra sırf aralarındaki kıskançlık ve azgınlık yüzünden, çekişmeye girdiler. Sonra Allah kendi izniyle, inananları, üzerinde tartışmaya girdikleri gerçeğe tekrar ulaştırdı, Allah, dilediği kişiyi/dileyeni doğru yola iletir.

……………………………………………………………………..

295. Allah onun için “Vedduha” buyurdu. “Vedduha”, Mustafa’nın gönlünün nurudur.
Allah, kusluk zamanını sevdi derler ya. Bu söz de, kusluk çagı, onun aksi oldugundandır.Yoksa fâni olan seye yemin etmek hatadır. Böyle oldugu halde fâni seyin Allah’nın sözüne girmesi lâyık olur mu?

Duha- 1

Yemin olsun kuşluk vaktine,

……………………………………………………………………..

298. Halil “ Ben fâni olanları sevmem” dedi Halil böyle derse Ulu Allah nasıl olur da fâni seyi diler, sever?
Not: Mevlâna Halil diyerek İbrahim peygamberden söz ediyor.

Enam- 76

Gece onun üstünü örtünce bir yıldız gördü de "İşte Rabbim bu! " dedi. Yıldız battığında ise "Batıp gidenleri sevmem! " diye konuştu.

……………………………………………………………………..

299.“Velleyl” den maksat yine Mustafa’nın ayıp örtücülügü, topraga mensup olan cismidir.

Vel leyli izâ secâ.

1. ve el leyli: ve gece
2. izâ: olduğu zaman
3. secâ: zifiri karanlık çöktü (gecenin karanlığının en derin, en sessiz zamanı)

Duha-2

Gelip oturduğu vakit geceye ki,

……………………………………………………………………..

300. Bu kusluk çagının günesi o, gökten dogdu da gece gibi olan tene “Seni Rabb’in terk etmedi” dedi.

301. Belanın ta kendisinden vuslat meydana geldi; “ Sana darılmadı da” sözü de o tatlılıktan zuhur etti.

Duha-3

Rabbin seni terk etmedi, sana darılmadı da.

Duha-4

Sonrası, senin için öncesinden elbette ki daha mutlu ve kutlu olacaktır.

Duha Suresi alıntısı İslâm ansiklopedisi Duha Suresi maddesi.

http://www.islamansiklopedisi.info/

Kur’ân-ı Kerîm’in doksan üçüncü sûresi.

Mekke devrinde nâzil olmuştur, on bir âyettir. Fâsıla*sı (ا ، ث ، ر ;) harfleridir. Adını birinci âyetteki “kuşluk vakti” anlamına gelen duhâ kelimesinden alır. Kuşluk vaktine yeminle başlayan sûreye Ve’d-Duhâ sûresi de denilir. Vahyin bir müddet kesilmesi sebebiyle Mekke müşrikleri arasında çıkan, “Rabbi Muhammed’i terketti, ona küstü” şeklindeki dedikodulardan Hz. Peygamber’in duyduğu üzüntü üzerine nâzil olmuştur.

Duhâ sûresi, İslâm güneşinin yükselişini sembolize eden kuşluk vaktiyle küfür ve şirk döneminin, bitmeye yüz tutmuş karanlık bir geceyi andıran haline yeminle başlar. Allah’ın Hz. Peygamber’i terketmediği ve kendisine darılmadığı bildirilir. Hz. Peygamber’i yakın bir gelecekte büyük başarıların beklediği, peygamberlik görevinin sonunun başlangıcından daha hayırlı olacağı müjdelenir. Aslında Hz. Peygamber annesiz babasız büyüyen bir yetimken rabbi kendisini koruyup kollamış ve ona peygamberlik vermiştir. Artık rabbin desteğinden uzak kalması ve terkedilmiş bir duruma düşmesi söz konusu değildir.

……………………………………………………………………..

305. “Enel Hakk” sözü, Mansur’un agzında nurdu. “Enallah” sözü, Firavunun agzında yalan!
Sopa, Musa’nın elinde dogruluguna sahit oldu, sihirbazın elindeyse bir seye yaramadı.

307. İsa, bu yüzden yoldasına Tek Allah’nın o yüce adını belletmedi.

Mesnevi Hikâyeleri Cilt 2, İsa Peygamber ve Yoldaşı. Şiirinden alıntı.

İsa peygambere biri yoldaş oldu.
Yoldaşı yol kenarında ölü kemikleri gördü.
“Ey İsa, bana da öğret o ölü dirilten ulu adı*”
Diye diretip durdu, ilim bilmez cahil yoldaşı.

“Senin işin değil dedi,” yoldaşına peygamber İsa.
Dedi: “Asayı ele almakla olunur mu hiç Musa? ”

307 ile ilgili not: Vatan Yayınevi’nden çıkarılan 6 ciltlik Mesnevi dizisinin 2 cildinin 38. sayfasının dip notunda İhlas Suresi 2. Ayeti yer almakta. Bu yüzden ben de 307 ile ilgili ayet olarak İhlas,2’ye yer verdim. Kitaba göre 307’de sözü edilen o yüce ad Samed olmaktadır.

İhlas-2

Allah'tır; Samed'dir/tüm ihtiyaçların, niyetlerin, övgülerin, yakarışların yöneldiği tek kuvvettir!

Sonuç olarak Mevlâna 305-307.dizelerde ilâhi sırların ve manevi gücün her kese verilmediği, o sırları ve gücü taşıyabilecek, kullanabilecek manevi olgunluğa (yüksek enerji boyutuna) ermiş kişilere verildiğini anlatıyor, bence. Demek ki yüksek enerji boyutuna ulaşmadan Sultan olunamıyor. Bk. Antoloji.com Fatih Lütfü Aydın araç Şiiri.

……………………………………………………………………..

Sofinin hizmetçiye hayvanı tımar ettirmesini söylemesi,hizmetçinin de “Lâhavle” demesi

Bir sofi seyahate çıktı, döne dolasa bir gece bir tekkeye konuk oldu.
Bir hayvanı, vardı ahıra bagladı. Kendisi dostlarla, sofanın bas kösesine geçip oturdu.
Arkadaslarıyla murakabeye daldı. Murakabede sevgilinin huzuru, adamın önünde bir defter haline gelir
(Allahnın manevi huzuruna varılır, bütün hakikatler o huzurda okunur)
Sofinin defteri, harflerin yazılmasından meydana gelen karalama degildir. Ancak kar gibi bembeyaz ve temiz
gönüldür.
160. Alimin azıgı ve sermayesi, kalemden meydana gelen eserlerdir. Sofinin azıgı ve sermayesi nedir? Ayak
izleri!
Sofi; av pesine düsen, ceylanın ayak izlerini görüp onları izleyen avcıya benzer.
Bir müddet ceylanın ayak izleri ise yarar. Ondan sonra ise esasen ahudaki misk kokusu, yolu gösterir.
Bu izlere, bu izlemeye sükreder de yol alırsa nihayet o adım atma o yol alma yüzünden muradına ulasır.
Misk kokusunu duyup bir konak yol almak, iz izleyerek yüz konaklık yol almadan, yüz konaklık yolu dönüp
dolasmadan daha iyidir.
165. Ay ısıkların dogusu olan gönül yok mu? O gönül, ariflere “kapıları açılmıstır” sırrıdır.
Sana duvardır ama onlara kapı. Sana tastır ama azizlere inci!
Senin aynada açıkça gördügünü pir, hem de daha önce bir kerpiç parçasında görür.
Pir olanlar o kisilerdir ki bu alem yokken onların canları, kerem denizinde vardı.
Bu tene düsmeden önce nice ömürler geçirdiler,ekmeden önce meyveler devsirdiler!
170. Nakıstan, suretten evvel canlandılar,deniz yarılmadan inciler deldiler!
Allah’nın mahlukatı yaratmak hususunda meleklerle müsaveresi
Allah, âlemi ve Âdemi yaratma hususunda meleklerle müsavere ederken onların canları, bogazlarına kadar
kudret denizine dalmıs bulunuyordu.
Melekler,buna mani olmak istedikleri zaman, gizlice meleklere ıslık çalıyorlar,onlarla alay ediyorlardı.
Bu nefsi Küll’ün ayagı baglanmadan onlar her yaratılacak seyin suretini biliyorlardı.
Feleklerden önce Zuhal yıldızını, tanelerden önce Ekmegi görmüsler;
175. Akılsız, gönülsüz fikirlerle dolmuslar; askersiz, savassız galip gelmislerdi.
O apaçık anlayıs,onlara nispetle düsünüstür. Yoksa haddi zatında, bu sırdan uzakta kalanlara göre görüsün ta
kendisidir.
Düsünüs; geçmise, gelecege dairdir. Bu ikisinden de kurtulunca müskül hal olur
“Ruh üzümden sarabı,yoktan varı görür”
Onlar da keyfiyete düsecek olan her seyi keyfiyetsiz görmüsler,madenden önce saglamla kalpı fark
etmislerdir.
180. Üzüm yaratılmadan önce saraplar içmisler, muhabbet sarhosu olmuslardır.
Onlar, sıcak temmuz ayında kısı, günesin ziyasında gölgeyi görür.
Üzümün gönlünde sarabı,tamam yoklukta bütün varlıgı müsahede ederler.
Gök, onların isret meclislerinde ancak bir yudumcuk içer.Günes, ancak onların cömertligiyle bu sırmalı libası
giyer.
Onlardan iki dostu bir arada gördün mü bil ki onlar hem birdir, hem altı yüz bin!
185. Onların sayıları dalgalar gibidir. Onlar rüzgâr,zahiren çogaltır.
Halkın can günesi, halkın pencerelere benzeyen bedenlerinde taaddüt eder,çogalır.
Fakat günesin kursuna bakarsan birdir.Bedenlerle mahcup olan kisi süphededir.
Çokluk, ruhu Hayvanidedir, Ruhu insani ise birdir.
Hak, onlara madem ki nurundan saçtı, Hakk’ın nuru, artık ayrılmaz.
190. Yoldas, bir müddet usanmayı bırak da o güzelin tek benini sana anlatayım.
Onun güzelligi anlatılmaz, iki âlem de nedir? Onun yüzündeki benim aksi!
Onun güzel benini anlatmaya basladım mı söz, tenimi yarmak, parçalamak istiyor.
Ben bu harmanda bir karınca gibi memnun geçinip gidiyorum,hatta kendi cirmimden, kendi haddimden fazla
yük çekmekteyim.
Dinleyen,hikâyenin zahirini istediginden içyüzünün söylenmemesi,kapalı kalması
O aydınlıgın bile haset ettigi güzel, beni bırakır mı ki söylenmesi lâzım ve farz olan sırları söyleyeyim.
195. Deniz köpüklenir, köpükle örtülür, köpügü ileri sürer. Sonra da köpügünü çeker, açılır, kendisini gösterir.
Simdi dinle, hikâyenin içyüzünü anlatmama ne mani oldu? Dinleyenin gönlü baska bir yere gitti.
Hatırına o konuk olan sofinin hali geldi. Bogazına kadar o sevdaya daldı.
Onun için bu sözü bırakıp ona baslamak hali anlatmak için o hikâyeyi söylemek icap ediyor.
Fakat ey aziz, sofiyi,suret sofisi sanma! Ne vakte kadar çocuklar gibi cevize,üzüme düsüp kalacaksın?
200. Ogul, bizim cismimiz cevizle üzümdür. Ersen bu ikisinden de geç!
Eger sen geçmezsen Allah’nın lütfu, Allah’nın keremi seni dokuz kat gökten geçirir.
Simdi hikâyenin zahirini dinle, fakat taneyi samandan ayır ha!
Hizmetçinin,hayvana bakmayı kabul etmesi, sonra da vaadini yapmaması
O zevk ve huzur dileyen sofilerin zikir ve mürakabeleri, vecit ve sevkle sona erince.
Konuga yemek getirdiler. Konuk, o zaman hayvanı hatırladı,
205. Hizmetçiye”Ahıra git, hayvana saman ve arpa ver ”dedi.
Hizmetçi dedi ki:“ Lâhavle... Bu ne fazla söz! Eskiden beri bu isler benim isim.”
Sofi “Önce arpayı ısla. Çünkü esek karttır,disleri saglam degil” dedi.
Hizmetçi “ Lâhavle. Ey ulu, bunu niye söylüyorsun? Bu hizmet usulünü, hep benden ögrenirler” dedi.
Sofi “Önce semerini indir,sırtına da ilâç koy” dedi.
210. Hizmetçi “Lâhavle ey hakîm, benim senin gibi yüz binlerce konugum geldi;
Hepsi de yanımızdan razı olup gittiler.”Konuk bizim canımızdır,bizdendir” dedi.
Sofi “Suyunu ver ama ılık olsun” deyince hizmetçi “ Lâhavle. Artık beni utandırıyorsun” dedi.
Sofi “Arpaya az saman karıstır” dedi. Hizmetçi “ Lâhavle. Bu sözü kısa kes artık” dedi.
Sofi “Yerini süpür, tas toprak kalmasın. Islaksa biraz kuru toprak serp” dedi.
215. Hizmetçi “Lâhavle, a babam, lâhavle de! Bir ise yolladıgın ehil kisiye az söyle! ” dedi.!
Sofi “Esegin sırtını tımar et” dedi. Hizmetçi “ Lâhavle. Baba, artık utan.! ” dedi.
Bunu deyip etegini sıkıca beline doladı. “iste gittim,önce arpa,saman getireyim”dedi.
Gitti ama ahır aklına bile gelmedi. Yalnız sofiyi aldattı.
Birkaç hazelenin yanına gitti, Sofinin sözlerine gülmeye, onunla alay etmeye koyuldu.
220. Sofi uzun zaman yolculukta bulundugundan gözlerini yumup daldı,rüya görmeye basladı:
Esegi bir kurda satasmıstı. Kurt, sırtından, oylugundan onu paralıyordu.
Uyanıp “Lâhavle. Bu ne biçim saçma rüya, Acaba o sefkatli hizmetçi nerede ki? ” dedi.
Yine daldı. Bu sefer esegini yolda giderken gâh, bir kuyuya, gâh bir çukura düsüyor gördü.
Türlü, türlü kötü rüyalar görüyordu. Rüyasında bazen Fatiha suresini, bazan Karia suresini okuyordu.
225. “ Çare ne? Dostlar kalkıp gittiler. Bütün kapıları da kapadılar” dedi.
Yine “O Hizmetçicegiz, bizimle tuz ekmek yemedi mi ki?
Ben ona lütuftan baska ne yaptım, yumusak sözlerden baska ne söyledim? Aksine o bana neden kinlendi
ki?
Her düsmanlıga bir sebep olur. Yoksa aynı cinsten olus insanı vefakâr eder” diyordu.
Sonra tekrar “ Lütuf ve ihsan sahibi Âdem, iblis’e bir cefada bulundu mu ki?
230. _nsan; yılana, akrebe ne yaptı ki onlar,daima insanı sokmak öldürmek isterler.
Kurdun huyu yırtıcılıktır. Bu haset de nihayet yaradılısta vardır demekte”,
Sonra yine “ Böyle kötü zanna düsmek hatadır.. Neye kardesim hakkında böyle bir zanda bulunuyorum? ” diye
söylenmekteydi.
Yine dönüp diyordu ki: “ Bu kötü zanna düsmek de bir tedbire sarılmaktır. Süpheye düsmeyen muvaffak olur
mu? ”
Sofi vesvese içindeydi. Esege gelince öyle bir haldeydi ki düsmanların cezası da, dilerim böyle olsun!
235. Zavallı esek; tas toprak içinde,semeri tersine dönmüs, kuskunu kopmustur.
Yol yürümekten ölmüs, bütün gece yemsiz.. gâh can çekismekte,gâh ölüm haline gelmekteydi.
Bütün gece “Yarabbi,arpadan vazgeçtim, bir avuçcagızdan da az saman olsa” diye sayıklıyordu.
Hâl diliyle “Ey seyhler,bir merhamet edin,bu ham ve edepsiz hizmetçinin elinden yandım” diyordu.
O esegin çektigi eziyeti duydugu azabı ancak karada uçan kus,sele kapılırsa çeker duyar!
240. Nihayet biçare esek, açlık illetinden o gece seher çagına kadar yan üstü yattı.
Gündüz olunca, hizmetçi gelip hemen semerini düzeltti,sırtına vurdu.
Esekçiler gibi birkaç sopa indirdi. O köpek hizmetçiden ne umulursa esege onu yaptı.
Esek dayagın,siddetinden sıçradı,kalktı. Dili yok ki halini söylesin!
Kervan halkının Sofinin esegini hasta sanmaları
Sofi, merkebe binip yola düzülünce merkep,her an yüzüstü düsmeye basladı.
245. Halk,merkep düstükçe onu kaldırmaya koyuldu. Herkes onu hasta sanıyordu.
Birisi kulagını burmakta,öbürü yara var mı diye damagını yoklamakta,
Digeri nalında tas aramakta, bir digeri de gözünü puslu görmekteydi.
Sofiye “ Ey Seyh, bu ne hal? Dün,sükür olsun,bu esek kuvvetlidir demiyor muydun? ” dediler.
Sofi (Geceleyin “Lâhavle” yiyen esek, ancak böyle gider.
250. Merkebin azıgı geceleyin “Lâhavle” olur,Geceleyin tespih çeker durursa gündüzün de secde eder) dedi.
_nsanların çogu insan yiyicidir. Onların selam vermelerine pek emin olma!
Hepsinin de gönlü Seytan evidir. _nsan seytanının lâfına pek kulak asma!
Seytan’ın agzından çıkan “Lâhavle”ye kanan kisi, savasta o esek gibi tepesi üstüne düser.
Dünyada Seytan’ın seytanlıgına uyan; dost yüzlü düsmanın hürmetine, hilesine kanarsa,
255. O esek gibi arıklıktan ve sersemlikten _slâm yolunda, Sırat köprüsünün üstünde tepe taklak gelir.
Kötü dostun isvelerine kulak verme; yeryüzünde tuzak gör,emniyetle yürüme.
Yüz binlerce “ Lâhavle” okuyan Seytan’a bak; ey Âdem, iblisi gör,bak nasıl yılanda gizlenmis!
Dostun postunu yüzmek için kasap gibi sana “Ey can, ey sevgili” diye hitap eder.
Bu suretle postunu yüzmek ister. Düsmanların afyonunu tadan kisinin vay haline!
260. Aglatıp inleterek kanını dökmek için kasap gibi ayagın bas kor,sana hitaplarda bulunur.
Aslanlar gibi avını kendin avla. Yabancının yaltaklanmasını daterket,akrabanın yaltaklanmasını da!
Asagılık kisilerin hürmetini, hatır saymasını, o hizmetçinin hürmeti ve hatır sayması gibi bil. Kimsesizlik, adam
olmayan kisilerin isvesinden iyidir.
_nsanların arazisine ev kurma, kendi isini, gör yabancı kisinin isini degil!
Yabancı kisi kimdir? Senin toprak bedenin. Senin gama, eleme düsmen de onun yüzündendir.
265. Tene yaglı, ballı seyleri verdikçe cevherini,hakikatini semirmis göremezsin.
Teni miskler içine yerlestirsen yine ölüm gününde pis kokusu meydana çıkar.
Miski tene sürme, gönüle sür. Misk nedir? Ululuk sahibi Allah’nın adı.
O münafık, miski tene sürer de ruhu, külhanın ta dibine sokar.
Dilin de Allah adı, canındaysa imansız düsüncesi yüzünden pis kokular!
270. Onun zikretmesi külhanda biten yesillige, aptes bozulan yerde yetisen gül ve süsene benzer.
O yesillik orada ariyettir. O gülün yeri oturulan isret edilen yerdir.
Temiz seyler temizlere aittir; pisler de pis seylere... kendine gel!
Kin yüzünden yol azıtanlara kin tutma. Çünkü onların kabirlerini de kin tutanların yanına kazarlar.
Kinin aslı cehennemdir. Senin kinin o küll’ün cüz’üdür, dinin de düsmanı.
275. Mademki sen cehennemin cüz’üsün; aklını basına al cüzü, küllünün yanında karar eder.
Ey adı sanı duyulmus kisi! Cennetin cüzüysen zevkin de cennet gibi ebedidir.
Acı, mutlaka acılara katılır. Bâtıl söz nasıl olur da Hakk’a ulasır?
Kardes, sen ancak o düsünceden, o ruhtan ibaretsin. Mütebaki varlıgın bakımındansa kemik ve deriden baska
bir sey degilsin.
Düsüncen, manevi varlıgın gülse, gül bahçesisin; dikense külhana lâyıksın.
Gül suyu isen seni basa sürer, koyuna serperler; sidik gibiysen dısarı atarlar.
280. Koku satanların tablalarına bak.Her cinsi, kendi cinsinin yanına korlar.
Cinsleri, kendi cinsleriyle karıstırır, bu uygunluktan bir güzellik, bir süs meydana getirirler.
Fakat mercimek,seker arasına karısırsa onları birer, birer ayırırlar.
Tablalar kırıldı,canlar döküldü de iyiyi, kötüyü birbirine karıstırdılar.
Allah, bu taneleri ayırıp tabaga koysunlar diye kitaplar verdi, peygamberler gönderdi.
285. Peygamberler,gelmeden önce hepsi bir görünmekteydi. Mümin, kâfir, Müslüman, çıfıt… Zahiren hepsi birdi.
Alemde kalp akçayla saglam akça bir yürümekteydi. Çünkü ortalık tamamiyle geceydi, biz de gece yolcularına
benziyorduk.
Peygamberlerin günesi dogunca “Ey karısık, uzaklas! Ey saf, beri gel” dedi.
Rengi göz ayırt edebilir; lâl’i, tası göz bilebilir.
_nciyi, süprüntüyü göz anlar. Onun için çerçöp göze batar.
290. Bu kalpazanlar, gündüze düsmandır.Fakat madendeki altınlar gündüze âsıktır.
Çünkü gündüz,kuyumcu ve sarraf,altını fark etsin diye altına aynadır.
Kırmızı yüzle sarı yüzü gündüz gösterdiginden Allah, kıyamete Gün lâkabını taktı.
Hakikatte gündüz, velilerin sırrıdır. Gündüz, onların aylarına nispetle gölgelere benzer.
Gündüzü,Allah erinin sırrının aksi bilin; gözü örten aksamı da onun ayıp örtücülügünün aksi.
295. Allah onun için “Vedduha” buyurdu. “Vedduha”, Mustafa’nın gönlünün nurudur.
Allah, kusluk zamanını sevdi derler ya. Bu söz de, kusluk çagı, onun aksi oldugundandır.
Yoksa fâni olan seye yemin etmek hatadır. Böyle oldugu halde fâni seyin Allah’nın sözüne girmesi lâyık olur
mu?
298.Halil “ Ben fâni olanları sevmem” dedi Halil böyle derse Ulu Allah nasıl olur da fâni seyi diler, sever?
299.“Velleyl” den maksat yine Mustafa’nın ayıp örtücülügü, topraga mensup olan cismidir.
300. Bu kusluk çagının günesi o, gökten dogdu da gece gibi olan tene “Seni Rabb’in terk etmedi” dedi.
Belanın ta kendisinden vuslat meydana geldi; “ Sana darılmadı da” sözü de o tatlılıktan zuhur etti.
Esasen her söz bir halete alâmettir. Hâl ele benzer, söz de alete.
Kuyumcunun aleti, kunduracının elinde kuma ekilmis tohuma döner.
Çiftçinin yanında kunduracının aleti, köpegin, önünde saman, esegin önünde kemik gibidir.
305. “Enel Hakk” sözü, Mansur’un agzında nurdu. “Enallah” sözü, Firavunun agzında yalan!
Sopa, Musa’nın elinde dogruluguna sahit oldu, sihirbazın elindeyse bir seye yaramadı.
307. İsa, bu yüzden yoldasına Tek Allah’nın o yüce adını belletmedi.
Çünkü bilmez de alete noksan bulur. Tası, topraga vur. Hiç ates çıkar mı?
Elle alet tasla demire benzer. Çift olması gerek ki ates çıksın.
310. Çifti olmayan, aleti bulunmayan Tek Allahdır. Sayıda süphe olabilir, Fakat Allahda süphe yoktur.
_ki diyenler,üç diyenler daha fazla diyenler, bir oldugunda mutlaka ittifak ederler.
Sasılık gidince hepsi birlesir; iki, üç diyenler de bir derler.
Onun meydanında bir topsan, ona bir diyorsan durma, çevgânının etrafında dön dolas!
Top padisahın elinin darbesiyle oynarsa, kemale ermis olur.
315. Ey sası; bunları can kulagıyla dinle, gözüne kulak yoluyla ilâç ver!
Temiz söz, hakikatten uzak olan gönüllerde karar etmez, nurun aslına dek gider.
Çarpık ayakkabı, nasıl çarpık ayaga uyarsa Seytanın afsun ve efsanesi de dogru olmayan gönüllere uyar.
Hikmeti istedigin kadar tekrarla... ona ehil degilsen hikmet, senden ne kadar uzak!
_ster yaz, belle… _ster bahset, söyle!
320. O, Ey inatçı senden yüzünü çeker, gizlenir; baglarını koparır, kaçar.
Fakat sen okumasan da hakikat ilmi senin yanıp yakıldıgını görürse elinde,alısmıs kus haline gelir.
Tavus kusu, nasıl köylü evinde olmazsa, hakikat ilmi de her aceminin malı olmaz.!

Fatih Lütfü Aydın
Kayıt Tarihi : 3.4.2016 15:31:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Fatih Lütfü Aydın