Halife Ömer’in zamanında bir çalgıcı vardı.
Şahane mi şahane çalgı çalardı.
Beli bükülüp de yaşlanınca,
Sesinin güzelliği kayboldu.
Bir lokma ekmeğe muhtaç oldu.
Dedi ki,
“Yarabbi bunca yıl görüp de kulunun isyanını,
Bir gün bile kesmedin ondan ihsanını.”
“Bu gün kazanç yok,
Senin için çalacağım, bugün.”
Bir hayli çalıp durdu çalgıyı o gün.
Sonra çalgıyı başının altına alıp, uykuya daldı.
O sırada Halife Ömer’i de bir uyku aldı.
Rüyasında bir ses işitti.“Ya Halife Ömer,
Mezarda ki bir kulumuza, götür de para ver”
Halife Ömer uyandı yerinden sıçrayıp da.
Kalkıp, gitti aradı o kulu mezarlıkta.
Yalnızca bir garip çalgıcı vardı ortalıkta.
Mezarlık ta dolandı durdu.
Çalgıcıdan başka kimse yoktu.
Sonra kendi kendine dedi.
“Bana mübarek bir kul diye söylendi.
Bir garip yaşlı çalgıcı kul,
Nasıl olur Allah’a haskul.”
Yeniden dolandı dolandı durdu.
Geldi yaşlı çalgıcının yanına oturdu.
Çalgıcı uyanıp da halifeyi görünce şaşırdı.
Bir an önce oradan kaçmaya çalıştı.
Seslendi Halife Ömer,”Benden kaçma.
Allah’ın emriyle para getirdim sana.”
Çalgıcı çok utandı,
Ömrünü boşa harcadığına yandı.
Çalgıyı yere atıp parçaladı.
Şükretti Allah’a, bağışlasın diye yalvardı.
İnledi, yakardı, ağladı ağladı.
19.10.2014
Saygılar ve Sevgiler.
Hikmetler.
• İhlasla dua eden kim olursa olsun duası dergâh-ı ilâhîde kabul görür.
• Kimin iyi, kimin kötü olduğunu ancak yüce Allah (c.c.) bilir.Onun için insanlar hakkında fikir yürütürken dikkatli olmak lâzımdır.
• Rızkın sahibi Allah’tır (c.c.) . Dilediğine sebepli, dilediğine sebepsiz; dilediğine az, dilediğine çok ihsan eder. Bunda da ilâhî bir hikmet, gözlerimizin göremediği, idrakimizin yetmediği bir mana, bir sebep, bir güzellik vardır.
Mesnevi’de Geçen Bütün Hikâyeler ve Hikmetler. Sh. 42 Mehmet Zeren BİLGE KÜLTÜR SANAT.
HİKMETLERDE Kİ SÖZLERLE ilgili AYETLER
MU'MİN-60
Yaşar Nuri Öztürk: Rabbiniz buyurmuştur ki: Dua edin bana, cevap vereyim size! Kibre saparak bana ibadetten uzaklaşanlar, aşağılanmış bir halde cehenneme gireceklerdir.
LOKMÂN-23
Yaşar Nuri Öztürk: İnkâr edenin küfrü seni tasalandırmasın! Onların dönüşü bizedir; yapıp ettiklerini onlara haber vereceğiz. Kuşkusuz, Allah, göğüslerin içindekini bilmektedir.
TEGÂBUN-4
Yaşar Nuri Öztürk: O bilir, göklerde ne var, yerde ne var! Ve bilir sizin gizlediklerinizi de açıkladıklarınızı da. Allah, göğüslerin özünü çok iyi bilir.
Not: Ön yargı: Araştırmadan, anlamadan önce birisi hakkında iyidir ya da kötüdür şeklinde sahip olunulan düşünce. Suizan.
SEBE-39
De ki: "Rabbim, kullarından dilediğine rızkı bolca, genişçe verir, dilediğine de kısarak verir. Bir şey infak ederseniz O, onun yerine başka bir şey lutfeder. Rızık verenlerin en hayırlısıdır O."
BAKARA-216
Yaşar Nuri Öztürk: Hoşunuza gitmemekle birlikte, savaş üzerinize yazılmıştır. Bir şey sizin için hayırlı olduğu halde siz ondan tiksinebilirsiniz. Ve bir şey sizin için şer olduğu halde siz onu sevebilirsiniz. Allah bilir, siz bilmezsiniz.
DUA ve GÜNAHLARIN SİLİNMESİ 1
Dua; kulun Allah’ından bir isteği, talebidir. Yani dua; istek ya da talep demektir. Ekonomide talep, bir ürün ya da hizmeti elde etmek istemenin yanında onu alabilecek olanağa da sahip olmak demektir.Vitrinde seyrettiği ve almayı düşündüğü bir ürünü kişinin talep edebilmesi için onu alacak paraya da sahip olması gerekir. Yoksa bu durum bir arzudan öteye geçemez.Yani duanın ya da talebin gerçekleşebilmesi için bir araca, aracıya gerek vardır. Yani duamızın kabulü ve günahların silinmesi için dua etmenin yanında bir şeyler de yapmalıyız.Bence bu araçlar tövbe ve Salih Amel’dir. Yani Allah’ın rızasına uygun işler ya da hayra ve barışa yönelik işlerdir. Sonuç olarak Allah emeğe saygı duyar. Bir gecede (kadir gecesi) yapılan dualar yanında tevbe ve Salih Amel barındırmıyorsa emek harcanmıyor demektir.
Herkes ektiğini biçer (emek olmadan yemek olmaz) .
NECM
39. Gerçek şu ki, insan için çalışıp didindiğinden başkası yoktur.
40. Ve onun çalışıp didinmesi yakında görülecektir.
41. Sonra karşılığı kendisine hiç eksiksiz verilecektir. Ayetleri gereği bir şey istiyorsak, isteğin yani duanın yanında çaba da sarfetmeli, bir şeyler yapmalıyız.
Fatih Lütfü AYDIN
15.08.2012
DUA
Sözlükte "çağırmak, seslenmek, istemek, yardım talep etmek" anlamına gelen dua, din literatüründe, insanın bütün benliğiyle Allah'a yönelerek maddî ve manevî isteklerini O'na arz etmesi demektir. Duanın ana gayesi insanın Allah'a halini arzetmesi ve O'na niyazda bulunması olduğuna göre dua, Allah ile kul arasında bir diyalog anlamı taşır. Bir başka deyişle dua sınırlı, sonlu ve âciz olan varlığın sınırsız ve sonsuz kudret sahibi ile kurduğu bir köprüdür. Kur'ân'da yirmi yerde dua kelimesi geçmekte, ayrıca pek çok âyette dua kökünden fiiller yer almaktadır. Duada daima tâzim ve tâzimle birlikte istekte bulunma anlamı vardır. Dua aynı zamanda zikir ve ibadettir. Böylece duada biri zikir ve saygı, diğeri de dilek olmak üzere iki unsur hep yan yana bulunur. Bu sebeple "Dua ibadetin özüdür" (Tirmizî, Deavat, 1) ve aynı sebeple en önemli ibadet olan namaz dua (salât) kelimesiyle ifade edilmiştir (En'âm, 6/52; Kehf, 18/28) . Bir âyette, "De ki; duanız olmasa Rabbim size ne diye değer versin" (Furkân, 25/77) buyrulmak sûretiyle insanın ancak Allah'a olan bu yönelişiyle değer kazanabileceği belirtilmiştir. Kur'ân'da insanın ihtiyaç ve sıkıntılarının giderildiği, kendini emniyet içinde ve başarılı gördüğü durumlarda dua isteğinin zayıfladığı, Allah'tan yüz çevirdiği, kendi güç ve yeterliliğini gözünde büyütüp nankör ve bencil olduğu, zalimâne tutum ve davranışlar sergilediği anlatılmaktadır (bk. İsrâ, 17/67; Lokmân, 31/32; Fussilet, 41/51) . İnsanın başı dara düştüğünde dua etmesinin (Mü'min, 40/60) yanı sıra özellikle refah ve rahatlık durumlarında da Allah'ı hatırlaması kulluğun bir gereğidir. Duanın sadece Allah'a yöneltilmesi; Allah'tan başkasına, putlara veya kendilerine üstün nitelikler izafe edilen başka yaratıklara dua (ve ibadet) edilmemesi hususu Kur'ân'da ısrarla vurgulanmıştır (bk. Şu'arâ, 26/213; Kasas, 28/88) . Özet olarak duanın âdâbı şöyledir: Dua gönülden, gizlice ve alçak sesle yapılmalı, mübarek vakit ve yerler tercih edilmeli, kıbleye yönelinerek ve Allah'ın adıyla başlanarak, günahlara pişmanlık duyularak yapılmalı, kabulü için acele edilmemeli, kabul edileceğine inanılarak duaya ısrarla devam edilmeli, sebepler dünyasında yaşadığının bilincine ererek talep ettiği şey birtakım sebeplere bağlıysa önce bu sebepleri yerine getirmeli yani fiili duasını yapmalıdır. Ayrıca isteğini Allah'a arz etmeden önce Allah'a hamdü senâ Peygamberine de salâtü selâm getirmelidir. (M.C.)
Alıntı…. https://kurul.diyanet.gov.tr/SoruSor/DiniKavramlarSozlugu.aspx#.VEK49md_u5U
DİYANET’in DUA BAŞLIKLI YAZISINDA GEÇEN KUR’AN AYETLERİ.
EN'ÂM-52
Yaşar Nuri Öztürk: Sabah akşam, yüzünü isteyerek Rablerine yalvarıp yakaranları kovma! Onların hesabından bir şey sana ait olmadığı gibi, senin hesabından bir şey de onlara ait değildir. O halde onları kovarsan zalimlerden olursun.
KEHF-28
Yaşar Nuri Öztürk: Benliğini, sabah akşam yüzünü isteyerek rablerine yalvaranlarla beraber tut. İğreti dünya hayatının süsünü isteyerek gözlerini onlardan kaydırıp uzaklaştırma. Ve sakın, kalbini bizim zikrimizden / Kur'anımızdan gafil koyduğumuz, boş arzularına uymuş kişiye boyun eğme. Böylesinin işi hep aşırılıktır.
FURKÂN-77
Yaşar Nuri Öztürk: De ki: "Duanız/davetiniz yoksa, Rabbim sizi ne yapsın? Yalanladınız; bu yüzden azap kaçınılmaz olacaktır."
İSRÂ-67
Yaşar Nuri Öztürk: Denizde size bir zorluk dokunduğunda, O'nun dışındaki tüm yalvardıklarınız ortadan kaybolur. Fakat O, sizi kurtarıp karaya çıkarınca yüz çevirirsiniz. İnsan çok nankördür.
LOKMÂN-32
Yaşar Nuri Öztürk: Kara bulutlar gibi dalga kendilerini kuşattığı zaman; Allah'a, dini O'na özgüleyerek yalvarırlar. Fakat onları karaya çıkarıp kurtarınca, içlerinden sadece bir kısmı doğru yolu tutar. Bizim ayetlerimize, gaddar nankörlerin tümünden başkası karşı çıkmaz.
FUSSİLET-51
Yaşar Nuri Öztürk: İnsana nimet verdiğimizde yüz çevirir, yan yatar. Kendisine şer dokununca, hemen duaya koyulur.
MU'MİN-60
Yaşar Nuri Öztürk: Rabbiniz buyurmuştur ki: Dua edin bana, cevap vereyim size! Kibre saparak bana ibadetten uzaklaşanlar, aşağılanmış bir halde cehenneme gireceklerdir.
ŞUARÂ-213
Yaşar Nuri Öztürk: O halde, Allah'ın yanında bir başka ilaha daha yalvarma/davet etme. Yoksa azaba uğratılanlardan olursun.
KASAS-88
Yaşar Nuri Öztürk: Allah'ın yanında diğer bir tanrıya daha kulluk etme. İlah yok O'ndan başka. O'nun yüzü dışında herşey helâk olacaktır. Hüküm yalnız O'nundur ve O'na döndürüleceksiniz.
Dönelim hekimlere, daha beter olmuş cariye.
Aczlerini bilip, başlamışlar kem küm etmeye.
Padişah mescide koşmuş, gözyaşları sicim.
“Huzuruna kapandım ey Allah’ım, acizim”.
“Halimi açmaya ne gerek,
Senden neyi gizleyebilir, yürek”.
Allah’ımız dedi ki Kur’an’da,
“Rabbinize yalvara yalvara, için için dua edin.”*5
Kullarım böyle böyle idrakine varır aczin.
*5 Araf Suresi 55. ayet.
Alıntı http://www.antoloji.com/mesnevi-hikayeleri-padisah-ve-cariyesi-siiri/
Allah razı olsun, Ömer zamanında yoksulluk gününde gidip mezarlıkta çenk çalan ihtiyar çalgıcının hikâyesi
(Bilmem) isittin mi? Ömer zamanında pek güzel, pek lâtif çenk çalan bir çalgıcı vardı.
Bülbül onun sesinden kendini kaybeder; bir namesini dinleyenlerin sevki, yüz misli artardı.
1915. Meclisleri, cemiyetleri, onun nagmeleri süsler; onun sesinden kıyametler kopardı.
Sesi, israfil gibi mucizeler gösterir, ölülerin bedenlerine can bagıslardı.
Yahut _srafil’e yardım ederdi; onun nagmelerini dinleyen fil bile kanatlanırdı.
_srafil, birgün nagmesini düzer ve yüzlerce yıllık çürümüs ölüye can verir.
Peygamberlerin de içlerinde öyle nagmeler vardır ki o nagmelerde isteyenlere, deger biçilmez bir hayat erisir.
1920. Fakat o nagmeleri his kulagı duymaz, çünkü his kulagı, kötülükler yüzünden pis bir haldedir.
_nsanoglu perinin nagmesini isitmez; çünkü perilerin sırlarına yabancıdır.
Gerçi perinin nagmesi de bu âlemdedir ama gönül nagmesi her iki sesten de yüksektir.
Zira peri de, insan da mahpustur; ikisi de bu bilgisizlik ve gaflet zindanındadır.
Rahman Sûresinden “Yâ ma’saralcinn” âyetini oku; “Tenfüzû testa’tîû “ nun mânasını iyice bil!
1925. Velîlerin içi nagmeleri evvelâ der ki: “Ey yokluk âleminin cüzüleri!
Kendinize gelin; nefis yoklugundan bas çıkaran; bu hayali, bu vehmi bir tarafa atın!
Ey Kevn ü fesat âleminde tamamiyle çürümüs canlar! Ebedî canlarınız ne vücuda geldi, ne dogdu! ”
O nagmelerden pek az, pek cüzi bir miktarını söylesem canlar, mezar ve merkatlerinden bas kaldırırlar.
Kulak ver! O nagmeler uzakta degil; fakat sana söylemege izin yok.
1930. Agâh ol ki velîler, zamanın israfil’idirler. Ölüler, onlardan can bulur, gelisirler.
Ölü canlar, ten mezarında kefenlerine bürünmüs yatarlarken onların sesinden sıçrayıp kalkarlar
Derler ki: Bu ses, öbür seslerden bambaska; çünkü diriltmek Allah sesinin isidir.
Biz öldük, tamamiyle çürüdük, mahvolduk. Fakat Allah sesi gelince hepimiz dirildik, kalktık.
Allah sesi ister hicab ardından, ister hicabsız gelsin...Cebrail, Meryem’e, yakasından üfleyerek ne verdiyse
Allah sesi de insana onu verir.
1935. Ey derileri altında yoklugun çürütüp mahvettigi kimseler! Sevgilinin sesiyle yokluktan dönün, tekrar
var olun!
O ses, Allah kulunun bogazından çıksa da esasen ve mutlaka Padisahtan gelmektedir.
Allah ona dedi ki: “Ben dilim, sen vücutsun. Ben senin hislerin, memnuniyet ve gazabınım,
Yürü! Benimle duyan, benimle gören sensin. Sır sahibi olmak da ne demek? Bizzat sır sensin.
Sen mademki hayret âleminde “Lillâh” sırrına mazhar oldun, ben de senin olurum. Çünkü “Kim, Allah’nın
olursa Allah onun olur.”
1940. Sana bazen sensin derim, bazen de benim derim. Ne dersem diyeyim, ben aydın ve parlak bir
günesim.
Her nerede bir çıraglıktan parlasan orada bütün âlemin müskülleri hallolur.
Günesin bile gideremedigi, aydınlatamadıgı karanlık, bizim nefsimizden kusluk çagı gibi aydınlanır.
Âdem evlâdına esmasını bizzat gösterdi. (Âdem’i, isimlerine mazhar etti): diger mevcudata esma, Âdem’den
açıldı.
Nurunu, istersen Âdem’den al, istersen ondan...sarabı, dilersen küpten al, dilersen testiden!
1945. Çünkü bu testi, küple adamakıllı birlesmistir; o iyi bahtlı testi, senin gibi (zâhiri zevklerle sad degil,
hakiki neseyle neselenmis) tir.
Mustafa, “Beni görene benim yüzümü gören kisiyi görene ne mutlu” dedi.
Bir mumdan yanmıs olan çıragı gören, yakînen o mumu görmüstür.
Bu tarzda o mumdan yakılan çıragdan baska bir çırag, ondan da diger bir mum yakılsa ve ta yüzüncü muma
kadar, hep o ilk mumun nuru intikal etse, sonuncu mumu görmek, hepsinin aslı olan ilk mumu görmektir.
_stersen o nuru, son çıragdan al, istersen ilk çıragdan...hiç fark yok.
1950. Nuru, dilersen son gelenlerin mumundan gör, dilersen geçmislerin mumundan.
“ Zamanınızdaki günlerde Rabbinizin güzel kokuları vardır. Kendinize gelin; o güzel kokuları almaya çalısın
“ hadîsinin tefsiri
Peygamber, “Hakkın güzel ve temiz kokuları,bu günlerde esecek,
O vakitlere kulak verin, aklınız o vakitlerde olsun ki, bu çesit güzel kokuları alasınız, bu fırsatı kaçırmayınız
dedi.
Güzel koku geldi, sizin haberiniz yokken esip, esip gitti... Diledigine can bagıslayıp geçti.
Baska bir koku daha eristi; uyanık ol ey arkadas, uyanık ol ki bundan da mahrum kalmayasın.
1955. Ates mesrepli olan can, ondan ates söndürme kabiliyetini kazandı. Hos olmayan can, onun lûtfu ile
hos bir hale geldi.
*Atesli can, onun yüzünden söndü. Ölü, onun aydınlıgından kaftan giyindi.
Bu tazelik, Tûbâ agacının tazeligi; bu hareket, Tûbâ agacının hareketidir. Halkın hareketlerine benzemez.
Eger bu ebedî nefha, yere göge nazil olsa… yer ehliyle gök ehlinin ödleri su kesilirdi.
Esasen bu nihayeti olmayan nefhanın korkusundan, gökler, yeryüzü ve daglar o emaneti yüklenmekten
çekindiler. “Feebeyne en yahmilnehâ” âyetini oku da gör.
Korkusundan dagın yüregi kan olmasaydı “Esfakne minhâ” denir miydi?
1960. Bu Allah kokusu dün gece bize bir baska türlü zuhur etti, fakat birkaç lokma geldi, kapıyı kapadı.
Lokma için bir Lokman, rehin oldu. Simdi Lokman'ın sırası; ey lokma sen çekil.
Bu mihnet ve mesakkat lokması yüzünden Lokman'ın ayagına batan dikeni çıkarın.
Onun ayagında diken degil, gölgesi bile yok. Fakat siz, hırstan onu fark edemiyorsunuz.
Hurma olarak gördügünü diken bil. Çünkü, sen çok nankör, çok görgüsüzsün!
1965. Lokmanın canı, Allahnın bir gül bahçesindeyken neden can ayagı bir dikenden incinsin.
Bu diken yiyen vücut, devedir. Mustafa’dan dogan da bu deveye binmistir.
Ey deve! Sırtında öyle bir gül dengi var ki kokusundan sende, yüzlerce gül bahçesi meydana gelmistir.
Halbuki sen, hâlâ mugeylân dikenine ve kumsala meylediyorsun. Bu arta kalası dikenden gülü nasıl
toplayacaksın?
Ey bu arama yüzünden taraf taraf, bucak bucak dolasıp duran! Ne vakte kadar “Nerede bu gül bahçesi”
diyeceksin?
1970. Ayagındaki bu dikeni çıkarmadıkça gözün görmez. Nasıl dönüp dolasabilirsin?
Ne sasılacak sey, cihana sıgmayan Âdemoglu, gizlice bir dikenin basında dolasıp durmakta!
Mustafa bir hemdem elde etmek için geldi; “Kellimînî yâ Humeyrâ” dedi.
“Ey Humeyrâ! Nalı atese koyda bu dag, lâl haline gelsin” buyurdu.
Humeyrâ kelimesi, müennestir, can da müennsi semâidir. Araplar cana müennes demislerdir.
1975. Fakat canın müenneslikten pervası yok. Çünkü, ruhun ne erkekle bir alakası var, ne kadınla!
Müzekkerden de yükselir, müennesten de. Bu, kurudan yastan meydana gelen ruh (-u hayvanî) degildir ki.
Bu can, ekmekten kuvvetlenen, yahut kâh söyle, kâh böyle bir hale gelen can degildir.
Bu ruh hosluk verir, hostur, hoslugun ta kendisidir. Ey maksadına erismek için vesilelere bas vuran! Hos
olmayan, insanı hos bir hale getiremez.
Sen sekerden tatlı bir hale gelsen bile o tat bazen senden gidiverir, bu mümkündür.
1980. Fakat fazla vefakârlık sebebiyle tamamen seker olursan buna imkân yoktur. Nasıl olurda sekerden tat
ayrılır, imkânı var mı?
Ey hos arkadas! Âsık, halis ve sâf sarabı, kendisinden bulur, onunla gıdalanırsa bu makamda artık akıl
kaybolur, (bu sırra akıl ermez) .
Aklı cüzi sırra sahip gibi görünürse de hakikatte askı inkâr eder.
Zekidir bilir; fakat yok olmamıstır. Melek bile yok olmadıkça Seytandır.
Aklı cüzi sözde ve iste bizim dostumuzdur. Ama hal bahsine gelirsen orada bir hiçten, bir yoktan ibarettir.
1985. Varlıktan fâni olmadıgı için o, hiçtir, yoktur. Kendi dilegiyle yok olmayınca nihayet zorla, istemedigi
halde yok olacaktır. Bu da ona yeter.
Can, kemaldir, çagırması sesi de kemaldir. Onun için Mustafa “Ey Bilâl bizi dinlendir ferahlandır;
Ey Bilâl! Gönlüne nefhettigim o nefhadan, o feyizden dalga dalga cosan sesini yücelt.
Âdem’i bile kendinden geçiren, gök ehlinin bile akıllarını hayrete düsüren o nefhayla sesini yükselt! ” buyurdu.
Mustafa o güzel sesle kendinden geçti. Ta’rîs gecesinde namazı kaçtı.
1990. O mübarek uykudan bas kaldırmadı; sabah namazının vakti geçip kusluk çagı geldi.
Ta’rîs gecesi, o gelinin huzurunda tertemiz canları, el öpme devletine eristi.
Ask ve can... her ikisi de gizli ve örtülüdür. Allahya gelin dedigim için beni ayıplama.
Sevgili, benim sözüme darılsaydı susardım; bana bir lâhzacık mühlet verseydi sükût ederdim.
Fakat “Söyle, bu söz ayıp olmaz. Senin sözün, gayb âlemindeki kaza ve kaderin zuhurundan baska bir sey
degildir” demekte.
1995. Ayıptan baska bir sey görmeyene ayıptır. Fakat gayb âleminin pâk ruhu, hiç ayıp görür mü?
Ayıp cahil mahlûka nispetle ayıptır; makbul Allahya nispetle degil.
Küfür bile yaratana nispetle bir hikmettir. Fakat bize nispet edecek olursan bir âfet, bir felâkettir.
Birisinde yüzlerce faziletle beraber bir de ayıp bulunsa o ayıp nebatatın sapı mesabesindedir.
Terazide her ikisini de birlikte tartarlar. Çünkü, nebatat ve sap… ikisi de bedenle can gibi bagdasmıstır.
2000. Su halde büyükler, bu sözü bos yere söylemediler: Temiz kisilerin cisimleri de, can gibi saftır.
Onların sözleri de nisanı olmayan ve bir kayda gelmeyen can olmustur, nefisleri de, suretleri de.
Onlara düsman olanların canları ise sırf cisimdir. O düsman, tavla oyununda kırılmıs zar gibi faydasızdır,
ancak bir addan ibarettir.
Düsman topraga girdi, tamamı ile toprak oldu. Bu ise tuzlaya düsüp tamamı ile arındı.
O tuz, öyle bir tuzdur ki Muhammed, ondan meslâhat kazanmıs, o yüzden melih sözü fasih olmustur.
2005. Bu tuz, bu melâhat, ondan miras kalmıstır; vârisleri de seninledir, ara bul!
Vârisler senin huzurunda oturuyorlar, fakat nerede senin huzurun? Senin önündedirler, fakat nerede önü sonu
düsünen can?
Eger sen, kendinde ön, art oldugunu sanıyorsan cisme baglısın, candan mahrumsun.
Alt, üst, ön, art; cismin vasfıdır. Nurani olan can ise bunlardan münezzeh ve cihetsizdir.
Kısa görüslüler gibi zanna düsmemek için gözünü, o pâ padisahın nuruyla aç!
2010. Sen madem ki zâhiri önü, sonu düsünmektesin... Ancak ve ancak bu gam ve nese âlemindesin. Ey
hakikatte yok olan! Yok olan nerede ön, nerede son?
Yagmurlu gündür, gece çagına kadar yürü! Bu yagmur, bildigimiz yagmur degil! Allah yagmurlarından.
Ayse’nin -Allah ondan razı olsun- Mustafa Sallâllahu aleyhi vessellem’e “ Bugün yagmur yagdı.
Sen mezarlıga gittigin halde niçin elbisen ıslak degil? “diye sorması
Mustafa, bir gün, dostlarından birinin cenazesiyle ve dostlarla mezarlıga gitti.
Onun mezarına toprak doldurdu, tohumunu yeraltında diriltti.
Bu agaçlar, toprak altındaki insanlara benzerler. Ellerini topraktan çıkarıp;
2015. Halka dogru yüz türlü isaretlerde bulunurlar, duyana söz söylerler.
Yesil dilleriyle, uzun elleriyle topragın içindeki sırları anlatırlar.
Kazlar gibi baslarını su içine çekmisler...Karga gibiyken tavus haline gelmislerdir.
Allah, onları kıs vakti hapsetmisse de baharda o kargaları tavus haline getirir.
Kısın onlara ölüm vermisse de bahar yüzünden yine diriltip yapraklandırır, yesertir.
2020. Münkirler der ki: “Eskiden beri olagelmis bir sey. Neden bunu kerem sahibi Allah’ya isnad edelim? ”
Onların körlügüne ragmen Allah, dostların gönüllerinde baglar, bahçeler bitirmistir.
Gönülde kokan her gül, kül sırlarından bahisler açar.
Onların kokuları, münkirlerin burunlarını yere sürtmek için perdeleri yırtarak dünyanın etrafını dönüp
dolasırlar.
Münkirler, o gönül kokusuna karsı kara böcek gibidirler; dayanamazlar. Yahut davul sesine tahammül
edemeyen beyni zayıf kimseye benzerler.
2025. Kendilerini mesgul ve müstagrak gösterirler. Simsek parıltısından gözlerini yumarlar.
Göz yumarlar ama, onların bulundukları makamdaki göz degildir ki. Göz odur ki bir sıgınak görsün.
Peygamber, mezarlıktan dönünce Sıddîka’nın yanına giderek konusup görüsmeye basladı.
Sıddîka’nın gözü, Peygamber’in yüzüne ilisince önüne gelip elini onun üstüne,
Sarıgına, yüzüne, saçına, yakasına, gögsüne, kollarına sürdü.
2030. Peygamber, “Böyle acele acele ne arıyorsun? ” dedi. Ayse “Bugün hava bulutluydu, yagmur yagdı.
Elbisende yagmurun eserini arıyorum. Gariptir ki üstünü, basını yagmurdan ıslanmamıs görmekteyim” dedi.
Peygamber “O sırada basına ne örtmüssün, bas örtün neydi? Diye sordu. Ayse senin ridanı basıma
örtmüstüm”dedi.
Peygamber dedi ki: “Ey yeni yakası tertemiz Hatun! Allah onun için temiz gözüne gayb yagmurunu gösterdi.”
O yagmur, sizin bu bulutunuzdan degildir. Baska bir buluttan, baska bir göktendir.
Hakîmi Senâî’nin “ Can elinde cihan göklerine is buyuran gökler var. Can yolunda nice inisler, nice yokuslar,
nice yüksek daglar ve denizler var “ beyitlerinin tefsiri
2035. Gayb âleminin baska bir bulutu, baska bir yagmuru, baska bir gögü, baska bir günesi vardır.
Fakat o, ancak havassa görünür, digerleri “ Öldükten sonra tekrar yaratılıp diriltileceklerinden süphe ederler.”
Yagmur vardır, âlemi beslemek için yagar. Yagmur vardır âlemi perisan etmek için yagar.
Bahar yagmurlarının faydası, sasılacak bir derecededir. Güz yagmuruysa, baga sıtma gibidir.
Bahar yagmuru, bagı nazü naim ile besler, yetistirir. Güz yagmuruysa bozar, sarartır.
2040. Kıs, yel ve günes de böyledir; bunların tesirleri de zamanına göre ve ayrı ayrıdır. Bunu böyle bil, ipin
ucunu yakala!
Tıpkı bunun gibi gayb âleminde de bu çesitlilik vardır. Bazısı zararlıdır, bazısı faydalı. Bazı yagmurlar
berekettir, bazıları ziyan.
Abdâlin bu nefesi de iste o bahardandır. Canda ve gönülde bu nefes yüzünden yüzlerce güzel seyler biter.
Onların nefesleri, talihli kisilere bahar yagmurlarının agaca yaptıgı tesiri yapar.
Fakat bir yerde kuru bir agaç bulunsa cana can katan rüzgârı ayıplama!
2045. Rüzgâr, isini yaptı, esti. Canı olan da, rüzgârın tesirini candan kabul etti.
“ Bahar serinligini ganimet bilip istifade edin. Çünkü o, agaçlarınıza ne yaparsa bedenlerinize de onu yapar
v.s hadîsinin mânası
Peygamber, “Dostlar, bahar serinliginden sakın vücudunuzu örtmeyin.
Çünkü bahar rüzgârı, agaçlara nasıl tesir ederse sizin hayatınıza da öyle tesir eder.
Fakat güz serinliginden kaçının. Çünkü o, baga ve çubuklara ne yaparsa sizin vücudunuza da onu yapar “dedi.
Bu hadîsi rivayet edenler, zâhirî mânasını vermisler ve yalnız zâhirî mânasıyla kanaat etmislerdir.
2050. Onların halden haberleri yoktur. Dagı görmüsler de dagdaki madeni görmemislerdir.
Allah’ya göre güz, nefis ve hevadır. Akılla cansa baharın ve ebedîligin ta kendisidir.
Eger senin gizli ve cüzi bir aklın varsa cihanda bir kâmil akıl sahibini ara!
Senin cüzi aklın, onun külli aklı yüzünden külli olur. Çünkü Akl-ı kül, nefse zincir gibidir.
Binaenaleyh hadîsin mânası teville söyle olur: Pak nefesler bahar gibidir, yaprakların ve filizlerin hayatıdır.
2055. Velîlerin sözlerinden, yumusak olsun, sert olsun, vücudunu örtme çünkü o sözler, dininin zâhirîdir.
Sıcak da söylese, soguk da söylese, hos gör ki sıcaktan, soguktan (hayatın hâdiselerinden) ve cehennem
azabından kurtulasın.
Onun sıcagı, hayatın ilkbaharıdır. Dogrulugun, yakînin ve kullugun sermayesidir.
Çünkü can bahçeleri, onun sözleri ile diridir. Gönül denizi, bu cevherlerle doludur.
Eger gönlün bahçesinden cüzi bir zevk ve hal eksilse aklı basında olan kisinin gönlünü, binlerce gam kapladı.
Sıddîka’nın –Allah ondan razı olsun- “ Bugünkü yagmurun sırrı neydi? “ diye sorması
*Sıddîka’nın askı çosup edebe riayetle Peygamber’e sordu:
2060. “Ey su varlıgın hülâsası, vücudun zübdesi! Bu günkü yagmurun hikmeti neydi?
Bu yagmur, rahmet yagmurlarından mıydı, yoksa tehdit için mi yagıyordu, pek yüce, pek azametli Allah’nın
adaletinden miydi?
Bu yagmur, bahara ait lûtuflardan mıydı, yoksa âfetlerle dolu güz yagmuru muydu? ”
Peygamber dedi ki: “Bu yagmur musibetler yüzünden insanın gönlüne çöken gamı yatıstırmak için yagıyordu.”
Eger Âdemoglu, o keder atesi içinde kalıp duraydı ziyadesiyle harabolur, eksiklige düser, (hiçbir sey yapamaz
bir hale gelir) di.
2065. O anda bu dünya harap olurdu, insanların içlerinde hırs kalmazdı.
Ey can, bu âlemin diregi gaflettir. Akıllılık, uyanıklık, bu dünya için âfettir.
Akıllılık o âlemdendir, galip gelirse bu âlem alçalır.
Akıllılık günestir, hırs ise buzdur. Akıllılık sudur, bu âlem kirdir.
Dünyada hırs ve haset kükremesin diye o âlemden akıllılık, ancak sızar, sızıntı halinde gelir.
2070. Gayb âleminden çok sızarsa bu dünyada ne hüner kalır, ne de ayıp.
Bu bahsin sonu yoktur. Baslamıs oldugun söze dön, tekrar çalgıcının, hikâyesine devam et.
Çalgıcı hikâyesinin söylenmedik kısmı ve çalgıcının kurtulusu
O, öyle çalgıcıydı ki âlem, onun yüzünden neseyle dolmustu. Dinleyenler sesinden garip garip hayallere
dalıyorlar, sasılacak hallere düsüyorlardı.
Gönül kusu onun nagmesiyle uçmakta; canın aklı, sesine hayran olmaktaydı.
Fakat zaman geçip ihtiyarlayınca evvelce dogan kusu gibi olan canı, âcizlikten sinek avlamaya basladı.
2075. Sırtı, küp sırtı gibi egrildi, kamburlastı. Gözlerinin üstünde kaslar, âdeta eyer kuskununa döndü.
Onun cana can katan lâtif sesi fena, igrenç, çirkin yürek tırmalayıcı geldi.
Zühere’nin bile haset ettigi o güzel sesi, kart esegin sesine benzedi.
Zaten hangi hos vardır ki nahos olmamıstır? Yahut hangi tavan vardır ki yıkılmamıs, yere serilmemistir.
Ancak Sûr’un üfürülmesi, nefeslerinin aksinden ibaret olan yüce azizlerin sesleri, bundan müstesnadır; onların
sesleri bakidir.
2080. Onların gönülleri, öyle bir gönüldür ki gönüller, ondan sarhostur. Yoklukları öyle bir yokluktur ki bizim
varlıklarımız, o yokluktan varolmuslardır.
Her fikrin, her sesin kehlibarı (fikirleri ve sesleri çeken) o gönüldür. _lham, vahiy ve sır lezzeti yine o gönülden
ibarettir.
Çalgıcı bir hayli ihtiyarlayıp zayıflayınca kazançsızlıktan bir parçacık yufka ekmegine bile muhtaç hale geldi.
Dedi ki: “Allahm, bana çok ömür ve mühlet verdin, hakîr bir kisiye karsı lûtuflarda bulundun.
Yetmis yıldır isyan edip durdum. Benden bir gün bile ihsanını kesmedin.
2085. Bugün kazanç yok, senin konugunum. Çengi sana çalacagım, gayrı seninim.”
Çengi omuzlayıp Allah aramaga yola düstü; ah ederek Medine Mezarlıgına dogru yollandı.
“Allah’dan kiris parası isteyecegim. Çünkü o kendisine karsı halis olan kalplere kerem ve ihsanıyla eder” dedi.
Bir hayli çenk çalıp agladı ve basını yere koydu, çengi yastık yaptı bir mezara yaslandı.
Çalgıcıyı uyku bastırdı, can kusu kafesten kurtuldu; çalgıyı da bırakıp sıçradı.
2090. Sâf bir âleme, can sahrasına vararak tenden ve cihan mihnetinden kurtuldu.
Canı, orada macerasını söyle terennüm etmekteydi: Beni burada bıraksalardı.
Canım bu bahçede, bu bahar çagında ne hos bir hale gelir, bu ovanın bu gayb lâleliginin sarhosu olurdu.
Bassız, ayaksız seferler eder, dissiz, dudaksız sekerler yedim.
Felek sakinleriyle zahmetsiz, mihnetsiz zikre, dimagsız fikre dalar, onlarla lâtifeler ederdim.
2095. Gözleri kapalı olarak bir âlem görür; elsiz, avuçsuz güller, reyhanlar devsirirdim...
Çalgıcı, bir su kusuydu; bu âlem de bir bal denizi. Bu bal Eyyub Peygamber’in içtigi ve yıkandıgı pınardı.
Eyyub, o pınarda yıkanarak tepeden tırnaga kadar dogu nuru gibi bütün hastalıklardan arındı, pirüpak oldu.
Mesnevi hacım bakımından felekler kadar bile olsa yine bu âlemin, hattâ küçük bir cüz’ünü ihata edemezdi.
Halbuki çok genis olan o yerler gök, darlıktan gönlümü paramparça etti.
2100. Bu bir âlemdir ki bana rüyada göründü; açıklıgıyla kolumu, kanadımı açtı.Bu âlemle bu âlemin yolu
meydanda olsaydı dünyada pek az kimse, ancak bir lâhzacık kalırdı.
_htiyar çalgıcıya “Burada kalmaya tamah etme, mademki ayagından diken çıkmıstır, haydi git” diye emir
gelmekte.
Canı ise orada, Allah’nın rahmet ve ihsanı meydanında “Durakla, bekle” demekteydi.
Hâtif’in ruyada Ömer’e “ Beytülmalden su kadar mal al, mezarlıkta yatan o adama ver “ demesi
O sırada Hak Ömer’e bir uyku verdi ki kendini uykudan alamadı.
2105. “Bu mûtat bir sey degildi. Bu uyku, gayb âleminden geldi. Sebepsiz olamaz” diye taaccüpte kaldı.
Basını koydu, uyudu. Rüyasında hak tarafından bir ses geldi, bu sesi ruhu duydu.
O ses öyle bir sesti ki her sesin nagmenin aslıdır. Asıl ses odur, o sesten baska sesler, aksi sedadır.
Türk, Kürt, Zenci, Acem, Arap bütün milletler kulaga, dudaga muhtaç olmadan bu sesi anlamıslardır.
Hattâ Türk, Acem ve Zenci söyle dursun... o sesi daglar taslar bile isitmistir.
2110. Her dem Allah’dan “ Elestü” sesi gelir, cevherlerle arazlar da o sesten var olmaktadırlar.
Gerçi bunlardan zâhiren “Belâ” sesi gelmezse de onların yokluktan gelmeleri, var olmaları “Belâ” demeleridir.
Agacın, tasın anlayısını söyledim ya. Hemen simdicik bunu anlatan su hikayeyi dinle!
“ Cemaat çogaldı, vâzettigin zaman mübarek yüzünü göremiyoruz “ diye Peygamber Sallâllahu Aleyhi
vesellem için mimber yaptıkları vakit (evvelce dayanıp vâzettigi) Hannâne direginin inlemesi ve Peygamber’le
sahabenin o iniltiyi isitmeleri, Mustafa Sallâllahu Aleyhi vesselem’in o direkle açıkça sual ve cevabı
Hannâne diregi, Peygamberin ayrılıgı yüzünden akıl sahipleri gibi aglayıp inliyordu.
Peygamber, “Ey direk, ne istiyorsun? ” dedi. O da “Canım, ayrılıgından kan kesildi.
2115. Bana dayanıyordun, simdi beni bıraktın. Mimberin üstüne çıktın” dedi.
*Bunun üzerine Peygamber ona dedi ki: “Ey iyi agaç, ey sırrı bahta yoldas olan!
Söyle ne istersin? Dilersen seni yemislerle dolu bir hurma fidanı yapayım ki dogudakiler de, batıdakiler de
senin hurmanı yesinler.
Yahut Allah, seni o âlemde bir servi yapsın da ebediyen terü taze kal” dedi.
Hannâne “Daim ve baki olanı isterim” dedi. Ey gafil, dinle de bir agaçtan asagı kalma!
Peygamber, kıyamet günü insanlar gibi dirilmesi için o agacı yere gömdü.
2120. Bunu duy da bil ki Allah, kimi kendisine davet ettiyse o kimse bütün dünya islerinden vazgeçmistir.
Kim, Allah’dan tevfika mazhar olursa o âleme yol bulmus, dünya isinden çıkmıstır.
Bir kimsenin Allah sırlarından nasibi olmazsa cemadın inlemesini nasıl tasdik eder?
Evet, der ama yürekten degil. Kendisine münafık demesinler diye tasdik edenlere uyar, zâhiren tasdik eder.
Eger cemadat Allah’nın “Kün-ol” emrine vakıf olmasalar (ve bu emri duyup, bu emre uyup, varlık âlemine
gelmemis bulunsalardı) bu söz âlemde o vakit reddedilirdi.
2125. Yüz binlerce taklit ve istidlâl ehlini, pek cüzi bir vehim, süpheye düsürür.
Çünkü taklitleri de istidlâlleri de, hattâ bütün kolları, kanatları da zanla kaimdir.
O asagılık Seytan, bir süphe meydana getirir. Bütün bu körler tepe takla düserler.
_stidlâlcilerin ayakları tahtadır. Tahta ayaksa pek kudretsiz pek karasızdır.
Sebatiyle dagları bile hayran eden ve basiret sahibi olan zamanın kutbu ise böyle degildir. (_stidlâle deger
vermez) .
2130. Çakıl üstüne bas asagı düsmemek için körün ayagı sopadır sopa.
Askerin, yani din ehlinin üstünlügüne sebep olan o binici kimdir! Gören padisah!
Her ne kadar körler sopa ile yol görmüslerdir ama yine gözlükler sayesinde.
Dünyada gözlükler ve padisahlar olamasaydı bütün körler ölürlerdi.
Körlerin elinden ne ekmek gelir, ne biçmek gelir, ne alısveris gelir, ne de kâr ve kazanç.
2135. Allah onlara merhamet ve inayet kılmasaydı onların istidlâl degnekleri hemencecik kırılırdı.
Bu sopa nedir? Kıyaslar, deliller. O sopayı onlara kim verdi? Gören Allah!
Sopa, mademki savas ve kavga âletidir; ey kör, o sopayı kır, paramparça et!
O size sopa verdi de öyle meydana çıktınız. Sonra da kızgınlıkla o sopayı yine ona vurdunuz.
Ey körler güruhu! Ne istesiniz, ne yapıyorsunuz? Aranıza bir gören kisi alın!
2140. Sen de sana sopa verenin etegini tut. Bak bir kere Âdem Peygamber istidlâl ve isyan yüzünden neler
çekti?
Mûsâ ve Muhammed’in mucizelerine dikkat et. Sopa nasıl yılan sekline girdi, direk nasıl irfan sahibi oldu?
Sopa yılan sekline girdi, direkten de inilti duyuldu. Bu mucizeleri, dini izhar için günde bes kere ilân ederler.
Bu din lezzeti eger akla aykırı olmasaydı bunca mucizeye hacet var mıydı?
Akıl akla uygun olan her seyi; mucizesiz, kesmekessiz kabul eder.
2145. Bu bâkir yolu, akla aykırı (akıl hududundan hariç, kıyas ve istidlâle sıgmaz) gör ve bu görüs, her
devlet sahibine makbuldür; buna da dikkat et.
Seytanlarla canavarlar, nasıl insan korkusundan ve hasetlerinden ürküp adalara, ıssız yerlere kaçtılarsa,
Münkirler de Peygamberlerin mucizelerinden korkup baslarını otların içlerine sokmuslar.
Bu suretle müslümanlık ediyle anılarak yasamak, kim olduklarını, ne inanısta bulunduklarını sana bildirmemek
istemislerdir.
Kalpazanlar, kalp paraya nasıl gümüs sürerler ve üstüne padisahın adını kazırlarsa,
2150. Onları sözlerinin dıs yüzü de tevhit ve seriattir; fakat iç yüzü, ekmekteki delice tohumuna benzer.
Felsefecinin, dini inkâra, yahut din ehliyle mübahaseye kudreti yoktur. Böyle bir seye girisirse Hak din, onu
mahveder.
Onun eli, ayagı cansızdır. Canı ne derse ikisi de fermanına uyar, dedigini yapar.
Felsefeciler, dilleriyle cansız seylerin hareketini, seslenmesini inkâr ederlerse de elleriyle ayakları, bunun
imkânına sehadet edip durur.
Peygamber Aleyhisselâm’ın mucizesi, Ebucehil Aleyhillâne’nin elinde tas parçalarının dile gelerek
Muhammed Sallâllahu Aleyhi Vesellem’in dogruluguna sehadet etmeleri
Ebucehl’in elinde tas parçaları vardı. Dedi ki: “Ey Ahmed, su avucumdaki nedir? Çabuk söyle!
Mademki göklerin sırlarına vâkıfsın, peygambersen avucumda ne saklı? ”
Peygamber “Onlar nedir, ben mi söyleyeyim; yoksa onlar mı dogru oldugumuzu söylesin, bizi tasdik etsinler;
hangisini istersin? Dedi.
Ebucehil “Bu ikincisi daha garip” deyince Peygamber dedi ki: “Evet, Allah ondan daha ilerisine de kadirdir.”
Derhal Ebucehl’in avucundaki tasların her biri, sahadet getirmeye basladı.
“_badete layık hiçbir sey yoktur, ancak Tek Allah’ya tapılır” dedi ve “Muhammed, Allah elçisidir” incisini deldi.
2160. Ebucehil, taslardan bu sözü isitince hiddetle tasları yere vurdu.
Çalgıcı hikâyesinin sonu ve Emirülmüminîn Ömer’in –Allah ondan razı olsun
kendisine Hatifin söyledigini alıp ulastırması
Bunu bırak da yine çalgıcının hikâyesine kulak ver. Çalgıcı, beklemekten bunalınca.
Ömer’e yine ses geldi! “Ey Ömer, kulumuzu ihtiyaçtan kurtar!
Has, muhterem bir kulumuz var; mezarlıga kadar gitmek zahmetini ihtiyar et.
Ey Ömer, kalk. Beytülmâlden yedi yüz dinar al, hepsini onun avucuna say!
2165. O parayı huzuruna götürüp “O parayı huzuruna götürüp “Ey makbulümüz olan! Simdilik bu kadarcıgı
al ve bizi mazur gör.
Bu kadarcık para sana ancak ibrisim (kirsi) parasıdır. Harcet, bitince yine buraya gel” de.
Bunun üzerine Ömer, sesin heybetinden sıçrayıp kalkarak bu hizmet için belini bagladı.
Koltugu altında para kesesi oldugu halde kosarak çalgıcıyı arayıp taramak için mezarlıga yüz tuttu.
Mezarlıgın etrafını bir hayli döndü, dolastı; orada o ihtiyardan baska kimseyi göremedi.
2170. “Bu olmasa gerek” deyip bir kere daha kostu. Nihayet yoruldu, fakat yine o ihtiyardan baskasını
göremedi.
Kendi kendisine “Hak, bana dedi ki: bizim sâf, makbul ve mübarek kulumuz var;
_htiyar bir çalgıcı, nasıl olur da Allah haslarından olur? Ey gizli sır, ne hossun sen, hos ve garip! ”
Ava çıkan aslanın dönüp dolasması gibi bir kere daha mezarlık etrafını dolastı.
Orada o ihtiyardan baska kimsenin olmadıgını iyice anlayınca “ karanlıklar içinde parlak gönüller çoktur” dedi.
2175. Gelip edebe fazlasıyla riayet ederek oraya oturdu. Bu sırada Ömer aksırdı, ihtiyar uyanıp sıçradı.
Ömer’i görünce sasırdı, kaldı. Gitmek istedi, fakat titremege basladı.
_çinden dedi ki: “Yarabbi senin elinden elemân! Simdi de çalgıcı ihtiyarcagıza
muhtesip geldi, çattı.”
Ömer, o ihtiyarın yüzüne bakıp da onu utanmıs çehresini sararmıs görünce,
“Benden korkma, ürkme; çünkü sana Hak’tan müjdeler getirdim.
2180. Allah, senin huylarını o derece methetti ki nihayet Ömer’i, senin cemaline âsık etti.
Otur söyle önüme; uzaklasmaga kalkısma. Kulagına devlet ve ikbal âleminden bazı sırlar söyleyeyim.
Allah sana selâm söylüyor; halini, hatırını soruyor. Hadsiz hesapsız zahmetlerden, kederlerden, ne haldesin?
Buyuruyor.
Simdilik su birkaç dinarı ibrisim parası olarak al, harca da bitince yine buraya gel!
_htiyâr, bunu isitince kendini yerden yere vurup ellerini ısırmaga, elbisesini yırtmaya basladı.
2185. “Ey naziri olmayan Allah! Ziyade utancından zavallı ihtiyar su kesildi” diye bagırmaga koyuldu.
Bir hayli aglayıp eleme düstü. Nihayet çengi yere çalıp parça parça etti.
Dedi ki: “Ey benimle Rabbimin arasında perde olan, ey beni ana yoldan azdırıp sapıtan!
Ey yetmis yıldır kanımı emen, kemal sahibine karsı yüzümü kara eden!
İhsan ve vefa sahibi Allah, cefalarla, suçlarla, geçen ömrüme sen acı!
2190. Allah bana öyle bir ömür verdi ki o ömrün bir gününün kıymetini bile cihanda kimse bilemez.
Bense bütün o ömrü, her nefeste zir ve bem perdelerine harç ederek yele verdim.
Ah! Arap ve Acem tarzını anmaktan, Irak perdesiyle mesgul olmaktan acı ayrılık zamanı hatırımdan çıktı.
Eyvallah olsun ki Kûçek makamının tazeligi yüzünden gönlümün ekini kurudu, gönlüm öldü.
2195. Eyvahlar olsun bu yirmi dört makamın sesinden ki kervan geçti, gündüz de bitti!
Ey, Allah, bu feryat edenin elinden feryat! Hiç kimseden degil, bu medet
isteyen medet! Sikâyetim en çok kendimden...
Kimseden medet yok. Yalnız ve ancak bana, benden yakın olandan medet var.
Çünkü bana bu varlık, her an ondan gelmekte... Varlıgım mahvolunca da ancak onu görürüm, baskasını
degil.”
Birisi sana para verse, altın saysa sen ona bakarsın, kendine degil; bu da ona benzer.
Ömer’in –Allah ondan razı olsun- ihtiyar çalgıcının nazarını varlık âlemi olan istigrak âlemine çevirmesi
Bunun üzerine Ömer, çalgıcıya dedi ki: “Senin bu aglaman, aklının basında olduguna delâlet eder.
2200. Yok olanın yolu, baska yoldur; çünkü aklı basında olmak da baska bir günahtır.
Aklı basında olus, geçmisleri hatırlamaktan ileri gelir. Geçmisin de Allah’ya perdedir,gelecegin de.
Her ikisini de atese vur. Bu ikisi yüzünden ne vakte kadar ney gibi bogum bogum olacaksın?
Neyde bogum bulundukça sırdas degildir; dudagın, sesin mahremi olamaz.
Sen, kendi tarafından tavaf edip durdukça nasıl tavafta olursun, kendinde oldukça nasıl olur da Kâbeye gelmis
sayılırsın?
2205. Haberlerin haber vericiden bihaberdir; tövben günahından beterdir.
Ey geçen hallerden tövbe etmek isteyen! Bu tövbe etmekten ne vakit tövbe edeceksin, söyle! Gâh zir
nagmesini kıble edinirsin; gâh aglayıp inlemeyi öper durursun.”
Faruk, sırlara ayna olunca ihtiyar çalgıcının canı da cisminde uyandı.
Artık can gibi, aglamadan gülmeden kurtuldu. Canı gitti, bambaska bir canla dirildi.
2210. O zaman gönlüne öyle bir hayret geldi ki yerden de dısarda kaldı, gökten
de (bütün âlemi unuttu) .
Ona arayıp tarama hududu ardında öyle bir arayıcılık düstü ki ben bilmiyorum; sen biliyorsan söyle!
Halden de öte, kaalden de ileri söyle bir hale, öyle bir kaale eristi; ululuk sahibi Allah’nın cemaline dalıp kaldı.
Ama tek bir kurtulus imkânı bulunsun... Yahut denizden baska onu bir tanıyan, gören olsun... Hayır bu çesit
dalıs degil.
Bu sözler, her an zuhura gelmeseydi, durmadan zuhur edis, bu sözlerin söylenmesine sebep olmasaydı aklı
cüzi, külle ait sözler söylemezdi.
2215. Fakat birbiri ardınca durmadan zuhur ettikçe zuhur ediyor. Bundan dolayı da denizin dalgaları buraya
gelip durmakta.
_htiyar çalgıcının hikâyesi buraya varınca ihtiyarda yüzünü perde arkasına çekti, ahvali de.
_htiyar, etegini dedikodudan silkti; ona ait bizim agzımızda ancak yarım bir söz kaldı.
Bu aysü isreti düzüp kosma ugrunda yüz binlerce can feda edilse deger.
Can ormanındaki avcılıkta dogan ol; cihanın günesi gidip canla oyna!
2220. Yüce günes, can vere gelmistir; her nefeste bosaldıkça (nurla) doldururlar.
Ey mânevi günes, can ver de eski cihana yenilik göster.
_nsanın vücuduna akıl ve ruh, gayb âleminden akar su gibi gelmekte.
Her Pazar yerinde “ Yarabbi, muhtaçları doyuranların her birerine verdiklerine karsılık mükâfat
ihsan eyle. Yarabbi, vermeyip saklayanların mallarını da telef et, onları zararlandır” diye dua eden
iki melegin dualarını tefsir ve o verici kisinin Allah yolunda mücahit oldugu, heva ve heves yolunda
müsrif olmadıgı
Peygamber dedi ki: “Ögüt vermek üzere iki melek hos bir surette nida ederler:
Ey Allah, muhtaçlara ihtiyaçları olan seyi verenleri doyur, verdikleri her dirheme karsılık yüz bin ihsan et!
2225. Yarabbi, malını esirgeyenlere de ziyan içinde ziyandan baska bir sey verme! ”
Fakat nice esirgemeler vardır ki vermeden iyidir. Allah malını Allah’nın buyurdugu yerden gayriye verme,
Ki hadde hesaba sıgmaz hazine elde edesin ve bu suretle kâfirlere, küfranı nimet edenlere katılmayasın.
Kâfirler; kılıçları, Mustafa’ya üstün olsun diye develer kurban edenlerdi.
Allah emrini, Allah’ya ulasmıs birisinden sor, ögren. Her gönül, Allah emrini anlayamaz.
2230. (Yersiz ihsan) , âsi bir kölenin, gûya adalet ediyorum, ihsanda
bulunuyorum diye padisahın malını âsilere dagıtmasına benzer.
Kur’an’da “onların bütün ihsanları hasretten ibarettir” diye gaflet ehlini korkutan bir âyet vardır.
Su âsinin adlü ihsanı, onu padisahtan daha ziyade uzaklastırır, gözden düsürür ve ancak yüzünü kara eder.
Mekke ulularının Peygamberle harp ederken kurban kesmeleri de, Allah tarafından kabul edilir ümidiyleydi.
_ste bunun için mümin tevfika mazhar olamamak korkusundan daima namazda “_hdinas sıratal mustakim”
der.
2235. O para veris cömert kisiye lâyıktır. Can vermekse esasen âsıkın vergisidir.
Hak ugruna ekmek verirsen sana ekmek verirler; Hak ugruna can verirsen sana da can bahsederler.
Su çınarın yaprakları dökülürse Allah, ona yapraksızlık azıgı bagıslar.
Dagıtmaktan dolayı elinde mal kalmazsa Allah’nın inayeti, seni hiç ayaklar altında çignetir mi?
Bir adam ekin ekince ambarı bosalır ama bu isin iyiligi, tarlada belli olur.
2240. Fakat tohumu ambara kor, biriktirirse zaman geçtikçe bitler, fareler, o tohumu yiyip bitirirler.
Bu cihan tamamiyle fânidir; aradıgını sebatlı, kararlı âlemde ara! Sûretin sıfırdan ibarettir; diledigini mâna
âleminde dile!
Acı ve tuzlu canı kılıç önüne koy, feda et de tatlı bir deniz gibi olan canı al!
Eger bu kapıdan bunu almaya kudretin yoksa bari su hikâyeyi dinle!
Zamanında Kerem ve ihsanda Hatemi Tai’yi geçen ve nazirî bulunmayan Halifenin hikâyesi
Eski zamanda bir halife vardı ki, Hâtem’i cömertligine köle etmisti.
2245. _hsan ve adalet bayragını yüceltmis, dünyadan yoksulluk ve ihtiyacı kaldırmıstı.
Deniz ve inci, onun vergisine nispetle ehemmiyetsiz bir hale gelmis lûtuf ve ihsan Kaf’tan Kaf’a yayılmıstı.
O padisah, topraktan ibaret olan su yeryüzünde bulut ve yagmurdu. _n’am ve ihsan sahibi Allah’nın
vericiligine mazhardı.
Deniz ve maden, onun ihsanına karsı zelzeleye düsmüs, onun cömertligine dogru kafile kafile gelip duruyordu.
Kapısı, hacet kıblesiydi. Söhreti, cömertlikle bütün âleme yayılmıstı.
2250. Onun vergisinden, onun cömertliginden Acem de sasırmıstı,Rum da. Türk de hayrete dalmıstı, Arap
da.
Hayat suyu, kerem deniziydi. Onun yüzünden Arap da dirilmisti. Acem de!
Alıntı: http://semazen.net/download_detail.php? id=6
Mesnevi-i Şerif Cilt I
Kayıt Tarihi : 19.10.2014 00:48:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Fatih Lütfü Aydın](https://www.antoloji.com/i/siir/2014/10/19/mesnevi-hikayeleri-calgicinin-hikayesi.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!