Mesnevi Hikâyeleri Ava giden Aslan, Kurt ...

Fatih Lütfü Aydın
301

ŞİİR


2

TAKİPÇİ

Mesnevi Hikâyeleri Ava giden Aslan, Kurt ve Tilkinin Hikâyesi.

Bu hikâyede Mevlana işliyor, Varlık Birliğini.
Vahdet-i Vücût*yani Varlık Birliği yolunda ki,
Benlik ve senlik gibi ikiliğe yol açan dalâleti.
Ağaç kökünden yukarıya doğru doğru bir yola sahiptir.
Dallar ise bu doğruluktan, birlikten ayrılmayı gösterir.
Dalâlet*1; dallanma, doğru yoldan, birlikten ayrılma demektir.

Ağacın gövdesi Vahdet-i vücudun,
Varlık birliğinin benzetmesi.
Dallar ise ikiliğin, dalâletin benzetmesi, örneği.
Vahdet-i Vücut; vücut varlık, vahdet birlik,
Vahdet-i Vücudu, varlık birliğini,
Bozar; büyüklenme, benlik ve senlik.

Ben ben deyip ya da Allah’dan başkasına edip kölelik.
Dallanma, varlık birliğinden ayrılma, çıkarma ikilik.

Arslan, kurt ve tilki av için dağa çıktılar.
Yardımlaşma için birbirlerinden söz aldılar.
O ki her avı rahatlıkla avlayabilen aslan idi.
Bu ortaklık pek zoruna gitti.
Cömertliğinin gereği sabretti.

İnsanların çoğu Sûrî dir, yani surette, dış görünüşte insandır.
Beden hayvanının arzularına boyun eğen,
Nefsini terbiye edip de ruhun derinliklerine inemeyen insandır.
İnsanların bir kısmı da bedenî köleliği aşmış,
Ruhun derinliklerine ulaşmış, Kâmil İnsandır.
Eksikliklerden arınmış tamlığa ulaşmış, Tam İnsandır.

Bu hikâyede aslan Tam İnsan’ı simgeler.
Kurt ve tilki de dünya tamahkârı, kişiler.
Tam İnsan’a zor gelir,
Dünya tamahkârı, düşkünü insanlarla düşüp kalkmak.
Burada mürşit mürit ilişkisini gerekir, ayrı tutmak.

Karıştırmamalı burada,
Müridi yani ermek için iradesini,
Arzusunu ortaya koyan kişiyi.
Kurt ve tilki simgeler, dalâlette kileri.

Aslanın kurt ve tilkiye kızmamasını,
Onlarla birlikte ava çıkmasını, Mevlana,
Gönderme yaparak açıklar Uhud Savaşı*2’na.
Kaçanlara kızmadı Peygamberimiz Uhud Savaşı’nda.
Bu olay açıklanır Al-i İmran 159’da.*3

Aslan, kurt ve tilkinin payına doğadan,
Düştü bir yaban sığırı, bir keçi ve bir tavşan.
Kurt ve tilki tamah ile düşündüler ve içlerinden dediler
”Herhalde yüklü pay düşer cömert padişahtan.”

Abdal’a malum olur*4, aslan düşüncelerini hissetti.
Tamahlarını, doymak bilmezliklerini,anladığını belli etmedi.
Aslan, yanlızca onların yüzlerine gülümsedi.
Bu gülümseyiş ben size gösteririm, demekti.

Dedi ki içinden,
“Demek sû-i zanda *5 bulundunuz adil paylaştırmamdan,
Öyleyse ey kurt ve tilki, siz dersi hakkettiniz çoktan.”

Aslan bu düsünceyle açıkça gülüyordu. Aslanın gülümsemelerine emin olma.
3039. Dünya malı, Allahnın gülümsemeleridir. Bizi bu suret sarhos, magrur ve perisan etmistir.
Ey Kadri yüce kisi! Sana yoksulluk ve hastalık iyidir. Çünkü o gülümseme nihayet tuzagını kurar, seni
düsürür!

Yukarıda ki beyitler, 3038, 3039 ve 3040.
Mevlana’nın Mesnevi’sine aittir.
Bu beyitlerin bana çağrıştırdığı, Süslü gösterme ayetidir.*6

Aslan dedi ki “Ey kurt yaklaş buraya,
Başla vekilim olarak avı paylaştırmaya.”
Kurt dedi ki
“Şahım yaban sığırı senin payındır.
İri gövdene, iri sığır hakkındır.
Orta gövdeli bana da, orta gövdeli keçi uyar.
Ey tilki senin payına da tavşan var.”

Aslan dedi ki “Ey kurt sen ne dedin?
Ben buradayken sen ve ben diye ikilik ettin? ”
Huzurumda kendini var gördün.
Benlik haline büründün.

Benim huzurumda fani olmadığın için,
Boynunu vurmak lazım geldi senin.
Aslan kurdun aklını başından aldı.
Pençesiyle derisini başından sıyırdı.

3050. Mademki beni görmek, seni kendinden geçirmedi, huzurumda yok olmadın. Böyle cana inleyerek
ölmek gerek.
Mademki huzurumda mahvolmadı, boynunu vurmak farz oldu.
Allah’dan baska her sey fânidir. Mademki onun zatında fâni degilsin, varlık arama!
Bizim hakikatimiz de yok olana “Her sey fânidir” cezası yoktur.
Çünkü o “_llâ” dadır, “Lâ” dan geçmistir. “_llâ” da fâni olmaz.
Pay etmede edebe riayet etmedigi için aslanın kurdu tedibetmesi
O yüce aslan; iki bas, iki üstünlük kalmasın diye kurdun basını kopardı.
Koca kurt! Mademki padisahın huzurunda kendini ölü saymadın, cezanı gör. _ste” Fentekamna minhüm? ”
budur.

Aslanın kurdun başına vurması,
Anlamındadır ikilikte ısrar edenlerin helak olması.

Araf Suresi 136.Fentekamna minhüm fe ağraknahüm fil yemmi bi ennehüm kezzebu bi ayatina ve kanu anha ğafilın

Araf Suresi 136.

Yaşar Nuri Öztürk: Bunun üzerine de biz onlardan öc aldık: Ayetlerimizi yalanladıkları, onlara aldırmazlık ettikleri için hepsini suda boğduk.

Mevlana yukarıda ki beyitlerde ki,
Allah’dan başka her şey fanidir sözüyle Kasas, 88’e gönderme yapar.*7

Lâ’dan geçmek demek,
Yokluk aleminden sıyrılmaktır,
Hakk’ın sevgili kulu olup,
Ruhlar alemine ulaşmaktır.*7

Sıra geldi tilkiye.
Tilki baktı kurdun haline.
Dedi ki ”Ey şahım ne ola ki benim payım.
Bu sığır kuşluk yemeğin.
Bu keçi de öğle yemeğin için.
Bu tavşan da akşam yemeğin için.”

Aslan dedi ki,
“Ey ulu kişi! Bu pay edişi nerden öğrendin.”
Tavşan,
“Ey şahım! Onu öğrendim kurdun halinden.
İbret aldım, kurdun halinden ben”

Tilki benlikten geçip, hayal aleminden, aynadan, Evren’den,
Kurtulmuş, Rabbinden lütuf (hoşluk, güzellik) olarak,
Ulaşmış gerçek aleme, ruhlar alemine demeyerek ben.

Bundan sonra ki dizeleri ne gerek var yazmaya.
Açıkca yazmış kulak vermeli Mevlana’ya.
3110. Bunun üzerine aslan “ Mademki sen bizim askımıza kendini rehin ettin; üçü de senin olsun, üçünü de
al, git.
Ey tilki, sen bastanbasa bizim oldun, seni nasıl incitebilirim? Mademki sen, biz oldun;
Biz de seniniz, bütün avlar da. Ayagını yedinci kat gögün üstüne bas, yüksel.
Alçak kurttan ibret aldıgın için artık sen, tilki degilsin, benim aslanımsın” dedi.*8
Akıllı o kisidir ki çekinilen belâda dostların ölümünden ibret alır.
3115. O zaman tilki “ Aslan, bana bunu kurttan sonra teklif etti” diye yüzlerce sükürde bulundu.
“ Eger önce bana, bunu pay et, diye teklif etseydi, ondan canımı kurtarmama imkân mı vardı? “ diye sükürler
etti.
Su halde bizden de Allah’ya sükürler olsun ki, bizi ancak helâk olanlardan sonra dünyaya getirdi.
Bu suretle Hakk’ın, geçmis zamanlarda gelip geçen kavimleri nasıl helâk ettigini duyduk.
Nihayet, o önce gelip geçen kurtların halini duyup da tilki gibi kendimizi koruyabiliriz.
3120. _ste Allah’nın o Hak Peygamberi, o sözü dogru peygamber, bize bu yüzden “Acınmıs ümmet” adını
taktı.
Ey ulular, o kurtların kemiklerini, tüylerini apaçık görün de bu halden ibret alın!
Akıllı, bu varlıgı, bu kibir ve gururu terkeder; çünkü Firavun’un halini hatıra getirir.
Eger ululanmayı bırakmaz, ibret almazsa onun azgınlıgından baskaları ibret alır!

18.11.2014
Saygılar ve Sevgiler.


*VAHDET-İ VÜCÛD

Vücudun birliği anlamına gelen Vahdet-i Vücûd, tasavvufî bir terim olarak, bütün varlıkları Cenab-ı Hakk'ın isim ve sıfatlarının zuhur mahalli kabul edip gerçek vücud olarak Allah'ı bilme ve tanıma esasına dayanan bir düşünce anlayışının adıdır. Vahdet-i Vücûd, bu âlemde gerçek varlık olarak sadece Hakkı kabul edip, öteki varlıkların vücudunu, O'na nispetle bir takım hayal ve gölgelerden ibaret görmektedir. Tasavvuf anlayışına göre Vahdet-i Vücûd mertebesine ancak hal ile ulaşılabilir. Hal ile ulaşmak, nefs ile mücâhede, sâlih amellere devam, dünyaya karşı meyil ve muhabbeti azaltmak, zikre devam etmek, gönlü mâsivâ kirinden temizlemek ve bu suretle kalbi Allah'ın isim ve sıfatlarının nurlarına ayna olacak bir duruma getirmekle mümkün olur. Vahdet-i Vücûd derecesine ulaşan kimse; kalbî keşiflere ve manevî olgunluklara nail olsa bile bunları Hakk'tan bilir ve kendisinde bir varlık görmez. Bu düşünce tarzı bütün tasavvuf erbabınca kabul edilmiştir. (F.K.) Vahdet-i Vücûd fikirinden ilk defa, Bâyezıd-i Bestâmî, Cüneyt-i Bağdadi ve Hallac-ı Mansûr söz etmiş ise de, bu anlayışı ilk kez sistemleştiren İbn-i Arâbî olmuştur. İbn Arabî'ye göre, varlık bir tek hakîkatten ibaretti. Çeşitlenme ve çoğalma dış duyuların oluşturduğu zâhiri bir şeydir. Allah, mutlak varlıktır. Varlığının sebebi yoktur. O kendi zatıyla vardır. O'nu bilmek varlığını bilmektir. Zatının hakîkatini bilmek mümkün değildir. Allah ezelde vardı ve kendisiyle birlikte hiçbir şey yoktu. Allah bizi bu şeklimizle yaratacağını biliyordu. Eğer bilmeseydi yaratamazdı. Bu şekli başka yerden de almadı. Çünkü kendisinden başka bir varlık yoktu. Demek ki Allah'ın bilgisinde bizim şeklimiz vardı. O halde biz bilkuvve O'nda vardık. Düşünce halindeki varlığımız, yani Allah'ın bizim hakkımızdaki bilgisi kendi kıdemiyle kadimdir. Çünkü bilgi O'nun sıfatıdır. Kendisi gibi sıfatı da ezelîdir. Allah bizi yaratacağını ve şeklimizi sonradan bilmiş olamaz. Allah âlemi yaratmak isteyince kendisinden heba denilen bir hakîkat tecelli etti, göründü, taştı. Sonra Allah kendi nuru ile bu heba'ya tecelli etti. Bütün âlem bilkuvve bu heba'da vardı. Hebâ'da bulunan her şey Allah'ın tecelli nurunu yeteneği nispetinde aldı. Bu nuru en çok alan akıl oldu. Bu suretle Allah'ın nurunun tecellisinden heba, heba'nın tecellisinden âlem meydana geldi. İbn Arabî'ye göre kâinat işte bu şekilde Allah'tan sudur etmiştir. Fakat Allah ile aynı mâhiyette değildir. Mümkün varlıklar önce yok iken sonradan Allah'tan sadır olmuştur. İbn A'rabî'ye göre âlem beş mertebede meydana gelmiştir: Alem-i lâhut, âlem-i ceberût, âlem-i melekût, âlem-i şuhûd ve insan-ı kâmil. Allah'ın isim ve sıfatlarının sonu olmadığı için âlemin de sonu yoktur. Kainat Allah'ın isim ve sıfatlarının yekunu olduğu gibi insan da kâinatın küçük bir örneği olarak Allah'ın isim ve sıfatlarının yekunudur. Allah mutlak gizlilik derecesinden mertebe mertebe inerek varlıkları meydana getirmiştir. Bazı kelâmcılar Vahdet-i Vücûd anlayışına karşı çıkmışlardır. (İ.K.)

Alıntı… https://kurul.diyanet.gov.tr/SoruSor/DiniKavramlarSozlugu.aspx#.VGdXViOsWNY

*1DALÂLET

Gizlemek, kaybolmak, sapmak, unutmak ve doğru yolu bulamamak gibi anlamlara gelir. Dînî literatürde ise hidâyet kavramının zıddı olup, bilerek veya bilmeyerek doğru yoldan sapmak demektir. Kur'ân'da dalâlet kavramı türevleriyle birlikte yüz doksan bir yerde geçmektedir. "İşte onlar hidâyete karşılık dalâlet satın alanlardır...." (Bakara, 2/16): "Bize doğru yolu göster, kendilerine lütuf ve ikramda bulunduğun kimselerin yoluna; gazaba uğramışların ve sapmışların yoluna değil." (Fâtiha, 1/6-7) . Dalâlet kavramının içeriğinde biri sapma diğeri saptırma olmak üzere iki anlam bulunmaktadır. Kur'ân'da, Allah'a, meleklere, kitaplara, peygamberlere ve ahiret gününe inanmamak (Nisâ, 4/136) , Allah'a şirk koşmak (Nisâ, 4/116) , zulüm yapmak (Lokmân, 31/11) gibi davranışlar sapma olarak ifâde edilmiştir. Saptırma terimine gelince, Kur'ân bunu da kişinin kendi kendisini saptırması (Bakara, 2/108) ve Allah'ın kullarını saptırması olmak üzere iki şekilde vasıflandırmıştır. "...Verdiği misallerle Allah ancak fasıkları saptırır..." (Bakara, 2/26): "Allah kimi hidâyete erdirmek isterse onun göğsünü İslâm'a açar ve her kimi de saptırmayı dilerse onun göğsünü daraltır." (En'âm, 6/125) . Allâh'ın insanları saptırması, insanların fiillerini onları iradeleri doğrultusunda yaratması olarak anlaşılmalıdır. Dolayısıyla insanların dalâletinde Allah'ın herhangi bir zorlama ve baskısı yoktur. Çünkü Allâh, olmuş ve olacak her şeyi bilir. Hidâyet ve dalâletten her biri kulların seçimiyle takdir edilip kazanılmış, ilâhî kazâ ve kaderle de yaratılmıştır. (F.K.)

Alıntı.. https://kurul.diyanet.gov.tr/SoruSor/DiniKavramlarSozlugu.aspx#.VGdXViOsWNY

*2UHUD

Medine yakınında bir dağın adıdır. Burada 27 Mart 625 Cumartesi günü Mekke müşrikleriyle Müslümanlar arasında "Uhud Gazası" diye anılan savaş yapılmıştır. Bu savaşta müşrik ordusu 3000 kişi idi. 700'ü zırhlı, 200'ü atlı idi. 3000 de deve vardı. İslâm ordusu ise sadece 700 kişi idi. 100'ü zırhlı, ikisi atlı idi. Savaşın başında Müslümanlar başarı gösterdi. Müşrikler 20 ölü verdiler, ilk etapta bozguna uğradılar. Müslümanlar, kaçan müşrikleri takip yerine ganimet toplamaya başladılar. Ayneyn geçidinde görev alan Müslüman askerlerin bir kısmı görev yerlerini terk edip ganimet toplamaya indiler. Pusuda bekleyen Halit ibn Velid, 250 kişilik süvari ile hücuma geçti, kaçan düşman geri döndü. Müslümanlar dağıldı. Hz. Peygamber (a.s.) 'in alt dudağı yarıldı, dişi kırıldı. Müslümanlar 70 şehit verdiler. Müşrikler savaşı kazanmıştı, ancak bir netice alamadan dönüp gittiler. Uhud şehitlerini Peygamberimiz kanlı elbiseleri ile Uhud'da ikişer ikişer defnetti. Cenaze namazlarını da 8 yıl sonra kıldı. (İ.K.)

Not: Ek bilgi olarak, Peygamberimiz Uhud Dağı’nın arkasında müşrik süvarilerinin beklediğini görünce onların Müslümanlara arkadan saldırıp, Müslümanların önden ve arkadan kuşatılacağını anladı. Önlem olarak da Uhud eteğine 50 okçu yerleştirdi ve ne olursa olsun yerlerini terk etmemelerini emretti.
Ne yazık ki savaş başladıktan bir süre sonra, müşriklerin kaçmaya başlamasıyla 50 okçu da uyarılara aldırmadan ganimet için alana koşmaya başladılar ve bunu gören müşrik süvariler Müslümanlara arkadan saldırarak onları kuşattılar ve yenilgiye uğrattılar.

Bu olay bana Atatürk’ümüzün Çanakkale’de size savaşmayı değil ölmeyi emrediyorum sözünü hatırlattı.
Atatürk yardım gelmediği takdirde düşmanın Çanakkale’yi rahatlıkla geçeceğini görmüştü. Bu nedenle emrinde ki 57. Piyade Alayı’nın destek gelene kadar düşmanı ölümleri pahasına oyalamaları gerekiyordu.
Burada komutanın ya da bilirkişinin sözünün dinlenmesi sonucu çıkmaktadır. Yalnız bu kişi hırs ve makam çılgını biri olmamalıdır.
Enver Paşa ise Ruslarla olan savaşta desteği beklemesinde bir sakınca olmamasına rağmen sırf hırsı ve makam tutkusu yüzünden askeri donanımsız ve yazlık elbiselerle ve bir iddiaya göre kendisi paltolu, donanımlı olduğu halde Sarıkamış’ın tipili (kar fırtınalı) tepesinde hiç yüzünden ölüme götürmüştür.
Evren ve Enver Paşa gibi hırs ve makam tutkusu içinde kilere itaat,
Etmenin sonucu işte bugünkü yaşananlara yola açıyor, sonuç fecaat.

*3ÂLİ İMRÂN-159

Yaşar Nuri Öztürk: Allah'tan bir rahmet sayesindedir ki, sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba-saba, katı yürekli olsaydın senin çevrenden kesinlikle dağılır giderlerdi. O halde bağışla onları, af dile onlar için; iş ve yönetim konusunda da onlarla şûraya git. Bir kez azmettin mi de artık Allah'a güvenip dayan. Allah, tevekkül edenleri sever.

*4ABDÂL

Birinin yerine geçen, karşılık anlamına gelen bedel ve bedîl kelimelerinin çoğuludur. Tasavvufî bir terim olarak ise "dünya ilgilerinden kurtularak kendisini bütünüyle Allah yoluna adayan ve ricâlü'l-gayb diye adlandırılan veliler topluluğu içinde yer alan "sûfî veya erenler" anlamına kullanılmaktadır. Bu kelime yerine budelâ kelimesi de kullanılmaktadır. Abdallar, insanlara karşı iyi niyetli, kendilerine kötülük yapanları bağışlayan, sahip oldukları şeyleri başkalarıyla paylaşan, kazâ ve kadere gönül hoşluğu ile boyun eğip rıza gösteren, haramlardan titizlikle kaçınan, ibadetlerinde ihlâs ve samimiyeti ön planda tutan, sevgi, şefkat, merhamet ve iyi niyet gibi ahlâkî erdemlerle donanmış kimselerdir. Hadis olduğu öne sürülen rivâyetlerde abdalların sayıları konusunda 7, 30, 40, 70, 80 gibi değişik rakamlar verilmektedir. Yaygın görüş ise sayılarının 40 kişi olduğudur. Ancak abdal konusu ile ilgili hadislerin büyük bir kısmı veya tamamı titiz muhaddisler ve kelâmcılar tarafından senet veya metin tenkidine tâbi tutularak reddedilmiştir. Abdal ve budelâ kelimeleri tasavvuf geleneğinde ifade edildiği anlamda Kur'ân-ı Kerim'de yer almamıştır. Ayrıca abdal, Afganistan'da bir Türk kabilesinin, Anadolu'da ise göçebe bir topluluğun adıdır. (M.C.)

Not: Abdallar düşünce okur mu, okumaz mı onu bilemem ama Kül Akıl (bk. Bedevî’nin Armağanı şiiri http://www.antoloji.com/mesnevi-hikayeleri-bedevi-nin-armagani-siiri/) sahibi kişi yani Tam İnsan, cüz akıları da kapsadığından cüz aklıllardan geçeni okuyabilir, belki. Doğrusunu Hz. Allah bilir.
*5 sû-i zan, ön yargı demektir. Bilindiği üzere yargı; birileri ya da bir konu ile ilgili olarak düşünce sahibi olmak ve düşünce açıklamasında bulunmaktır. Şu kişi haklı, dürüst ya da bu konu uydurmadır, gibi. Bu yüzden hakimlere yargıda bulunan anlamında yargıç denmiş olmalı.
Ön yargı ise biri ya da bir konu hakkında önceden yani araştırma, inceleme yapmadan yargıda bulunmaktır.
Örnek: Öğrencisinin ayağı sakat olduğu için yerinden doğrulamadığını bilmeyen öğretmenin, öğrencisini edepsizlikle suçlaması.

Mevlana sû-i zandan (ön yargıdan) söz ederek Fetih, 6’ya gönderme yapmaktadır.

FETİH-6

Yaşar Nuri Öztürk: Ve Allah hakkında kötü sanılar besleyen erkek münafıklarla kadın münafıklara ve erkek putperestlerle kadın putperestlere, o kötülük girdabı başlarına dönesilere azap etsin diyedir bu. Allah onlara öfkelenmiş, onları lanetlemiş ve kendilerine cehennem hazırlamıştır. Kötü bir varış yeridir o.
Hicretin 6. Senesinde, Sallallâhü Aleyhi Vesellem Efendimiz 1500 sahâbi ile umre yapmak, yânî Kâ’beyi ziyâret eylemek üzere Mekke’ye müteveccihen yola çıkmıştı. Müşrikler ve münâfıklardan bazıları:
- Muhammed, evellce harbetmiş olduğu Mekkelilerin arasına gidiyor, oradan sağ ve sâlim dönmeyecektir, demişler, Peygamber ile yanındakilerini koruyamazmış gibi, Allah’a karşı bir sû-i zanda bulunmuşlardı. Sefer neticesinde meşhur (Hudeybiye Musâlehası) yapıldı. Resul Aleyhisselam ile o seferde bulunan ashâb-ı kirâm sâlimen, hattâ muâhede dolayısıyla ganimen döndüler.

Alıntı.. Tahir-ül Mevlevi c.5, s. 1419

müteveccihen (A.) [ 1 [ م ت و ج ه ا .dönük olarak. 2.bir yere gitmek üzere.
maiyyet (A.) [ م ع ي ت ] birlik, beraberlik, yanında bulunma.
musalaha (A.) [ م ص ا ل ح ه ] barış.
muâhede yapmak antlaşma yapmak.

http://fatihltfaydin.tr.gg/-osmanli-.-~-.-turkcesi-.-~-.-sozlugu-J-_-N.htm

ganimen: ganimetle
ganîmet (A.) [ 1 [ غ ن ي م ت .savaşta düşmandan alınan her türlü eşya. 2.bedelsiz

http://fatihltfaydin.tr.gg/-osmanli-.-~-.-turkcesi-.-~-.-sozlugu-E-_-i.htm

ashâb-ı kirâm: sahabe, Peygamberimizin davasına sahip çıkan ve onunla birlikte mücadele eden kişi, arkadaş, yoldaş.

Not: Bu olay üzerine Fetih, 6’nın indiği söylenmektedir.

*6 NEML-4

Yaşar Nuri Öztürk: Şu bir gerçek ki, âhirete inanmayanların amellerini biz, kendileri için süsleyip püsledik. Bu yüzden onlar kalpleri körelmiş olarak şaşkınlık içinde bocalar dururlar.

*7 KASAS-88

Yaşar Nuri Öztürk:Allah'ın yanında diğer bir tanrıya daha kulluk etme. İlah yok O'ndan başka. O'nun yüzü dışında her şey helâk olacaktır. Hüküm yalnız O'nundur ve O'na döndürüleceksiniz.

Ve lâ ted’u meallâhi ilâhen âhar(âhara) , lâ ilâhe illâ hû(hûve) , kullu şey’in hâlikun illâ vecheh(vechehu) , lehul hukmu ve ileyhi turceûn(turceûne) .

Not: “Onun yüzü dışında her şey helak olacaktır” Bu ayeti anlayabilmek için biran kendinizi tek varlık olarak düşünün sonra bilinmek istediğiniz için aynada kendi yansımanızı oluşturun.

Burada aynada ki görüntü Evren olmaktadır ve hayal alemidir, aslında yoktur. Evreni oluşturan canlı ve cansız varlıklar kendilerini var sanmaktadırlar.
İşte Vahdet-i Vücud yani varlığın bir tek varlık olması böyle açıklanabilir. Bir tek varlık vardır. O da Hz. Allah’tır. Evren’i oluşturan her şey O yüce yaratanın yansımalarıdır.
Tesbih (Allah’ı yüceltme, ululama ve onda hiçbir eksik özelliğin barınmadığını, tüm tam özelliklere sahip olduğunu kabul etme) inancı gereği Hz. Allah günah ve benlik gibi kirleri barındırmaz.

Lâ ilâhe İllâllah: Allah’tan başka îlah (tapılacak) yoktur. Burada ki Lâ yokluk âlemini aynada ki yansımayı simgeler. Lâ’dan geçmek demek nefsi yenip, benliği aşıp ruhlar âlemine ulaşmak demektir. Bu aynı zamanda Fenâfillahtır. Yani kulun aynada ki hayal örneği yokluğunun bilinciyle tüm eksi özelliklerini atmasıdır.
Böylelikle fani (geçici) madde hayatına gelip gitme sona erer. Kişi İllâllah makamına, beka (kalıcılık makamına ulaşır. Bu yer ruhlar âlemidir.

Özetle önce Fenafillah aşılır, sonra da bekabillah ile kalıcılığa erilir.
O bizleri kendi ruhundan üfürmüş ve dönüş yine banadır demiştir.* Yalnız kurt yansıması ben diyerek, madde düşkünlüğü içinde olarak kire bulaşmıştır. O yüzden Hakk’ın sillesinden, kahrından kurtulamamakta ve O yüce yaratana kavuşamamaktadır, çünkü O kir kabul etmez.
Aynada ki (Evren’de ki) tilki yansıması ise kurt yansımasının (helak olan kavimlerin) başına gelenlerden ibret alıp (ders çıkarıp) benlikten sıyrılarak, kirlerinden arınıp, Hakk’ın sevgili kulu olmuş ve ruhlar alemine (gerçek aleme) göçmüştür.

*SECDE-9

Yaşar Nuri Öztürk: Sonra ona bir biçim verdi ve onun içine kendi ruhundan üfledi. Sizin için, işitme gücü, gözler ve gönüller vücuda getirdi. Ne kadar da az şükredersiniz!

ALAK-8

İnne ilâ rabbiker ruc’â.
1. inne : muhakkak
2. ilâ rabbi-ke : senin Rabbine
3. er ruc'â : dönüş

Yaşar Nuri Öztürk:Oysa ki, dönüş yalnız Rabbinedir!

*8Al-i İmran 92
Yaşar Nuri Öztürk: Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe zafer ve mutluluğa asla ulaşamazsınız. İnfak ettiğiniz her şeyi, Allah çok iyi bilmektedir.

Hikmetler.
• Yeryüzünde hatta kâinatta ki hadiseler bizler için öğretici ve ders verici mahiyettedirler. Yoksa hiçbir hadise boşu boşuna meydana gelmez. Bu hem insan hayatında hem de cemiyetlerin hayatında böyledir. Bir insan ve topluluk meydana gelen – başına gelen – menfi veya müspet bir hadiseden icap eden dersi çıkarırsa, belki de o hadisenin tekerrürü mevzubahis olmaz. Fakat gerçekten ders alınmaz, hadise doğru bir şekilde mütalaa edilip okunmazsa, bazen onun akabinde, yani arkasında cereyanına şahit oluruz.
• Meydana gelen veya başımıza gelen bir şeyi, şahit olduğumuz bir hadiseyi enine boyuna ölçüp biçerek iyice tahlil etmeli, doğru bir şekilde anladıktan sonra harekete geçmeliyiz.
• Benlik ve enaniyet davası gütmek basit ve sıradan olmanın en bariz, en mümeyyiz vasfıdır. İnsanî açıdan olgunlaşmak, ancak enaniyetten ve enaniyet davasından kurtulmakla mümkündür.

Mesnevi’de Geçen Bütün Hikâyeler ve Hikmetler. Sh. 51 Mehmet Zeren BİLGE KÜLTÜR SANAT.

mahiyet (A.) [ م ا ه ي ت ] asıl, esas, içyüzü.
Mahiyettedirler: içeriğe sahiptirler.
Menfi: olumlu.
Müspet: olumsuz.
İcap eden: gereken.
hadisenin tekerrürü mevzubahis olmaz: olayın tekrarı söz konusu olmaz.
mütalaa (A.) [ 1 [ م ط ا ل ع ه .okuma. 2.görüş. 3.inceleme.
mütalaa edilip: incelenip.
cereyân (A.) [ 1 [ج ر ی ا ن .akış. 2.oluş. 3.akım.
cereyanına: oluşuna, gerçekleşmesine.
tahlîl (A.) [ ت ح ل ي ل ] ayrıştırma, çözümleme, analiz.
tahlil etmek değerlendirme yapmak, analiz yapmak.
Tahlil: Bir bütünü o bütünün tüm özelliklerine sahip parçalarına ayırma ve böylece o bütünü inceleme, anlama.
Örnek: Bütün orman olsun, bu durumda parçalar; ağaç, çiçek, kuş, böcek vs. olacaktır. Bu parçaların incelenmesine; Arapça olarak tahlil, Avrupa dillerinden gelme şekliyle analiz, Türkçesiyle de çözümleme denir.

Ek bilgi olarak da Sentez yani birleşim ise parçaların ortak özelliklerine bakıp bütün hakkında yargıda bulunma yani bütün hakkında düşünce belirtme işidir.

Örnek: Bütünü yani ormanı oluşturan parçalrın ortak özellikleri canlı olamalarıdır. O zaman orman hakkında ki yargımız yani düşünce belirtmemiz, orman canlılar topluluğudur şeklinde olacaktır. F.L.A.

en bariz, en mümeyyiz vasfıdır: en açık, en ayırd edici niteliğidir.

Alıntı … http://fatihltfaydin.tr.gg/-osmanli-.-~-.-turkcesi-.-~-.-sozlugu-.-~-.-girisi.htm

Enaniyet; Kişinin kendisine müstakil bir benlik vermesi, hem kendi varlığını hem de etrafındakilerin
varlığını Allah'tan bağımsız görmesi, davranışlarını,

Kaynak: http://enaniyet.nedir.com/#ixzz3JPd7imvK

Ava giden aslan, kurt ve tilki
Bir aslan, bir kurt, bir tilki avlanmak için daglara düsmüsler.
Birbirlerine yardım ederek av hayvanlarını adamakıllı yakalamayı, onların yolunu kesmeyi kurmuslardı.
3015. Üçü de beraberce o genis ovada birçok av elde etmek niyetindeydiler.
Aslan, onlarla beraber avlanmaktan utanmaktaysa da yine onları agırladı, onlara yoldas oldu.
Böyle bir padisaha maiyetindeki asker, ancak zahmettir. Fakat bu “Topluluk rahmettir” deyip onlara uydu.
Böyle bir ay, yıldızlarla beraber gezmeden utanır. O, yıldızların içinde ancak onları parlatmak, onlara ihsan
etmek için bulunur.
Reyine, tedbirine benzer isabetli bir rey, yerinde bir tedbir bulunmamakla beraber yine Peygamber’e “
Sâvirhum” emri geldi.
3020. Terazide arpa, altınla arkadas olmustur. Fakat bununla arpanın da altın gibi kıymetlenmesi
icabetmez.
Ruh, simdilik kalıba yoldas olmustur. (kalıp, ruhu korumaktır) . Nitekim köpek de bir zaman için kapıyı korur.
Bunlar; kudretli, sevketli aslanın maiyetinde daga dogru gittikleri zaman
_sleri rast geldi, bir dag öküzü, bir dag keçisi, bir de semiz tavsan avladılar.
Savasçı aslanın maiyetinde giden kisinin kebabı, gece olsun, eksik olmaz.
3025. Ölmüs yaralanmıs, kan içinde bulunan avlarını dagdan çeke çeke ormana getirince,
Kurt ve tilki padisahlara lâyık bir adaletle av hayvanlarının paylasılmasına tamahlandılar.
_kisinin de tamahı, aslana aksetti, o tamahın sebebini anladı.
Sırların aslanı ve beyi olan, kalpten geçenleri bilir.
Kendine gel, ey düsüncelere dalmayı huy edinen gönül! Onun huzurunda kötü düsüncelerden sakın!
3030. O bilir, o anlar, esegi sükût içinde sürer. Sırrını bildigini anlatmamak, ayıbını yüzüne vurmamak için
de yüzüne güler.
Aslan, onların vesveselerini anladıysa da açmadı, bir sey söylemedi, onları korudu.
Fakat kendi kendine “Yoksul hasisler sizi! Ben, sizin cezanızı veririm, size gösteririm ben!
”Size benim hükmüm kâfi gelmedi mi? Benim ihsanım hususunda zannınız bu mu?
Sizin akıllarınız, reyleriniz de benden; benim dünyamı aydınlatan ihsanlarımdandır.
3035. Resim ressamı nasıl ayıplayabilir? Resme o ayıbı, o kötü görünüsü veren ressamdır.
Benim hakkımda böyle hasisçe bir zanna mı düseceksiniz? Zamanın ayıbı, arı asıl sizsiniz.
Allah hakkında kötü zanda bulunanlar, sizin kellenizi uçurmazsam bu isim, hatanın ta kendisidir.
Dünyayı sizin ayıbınızdan kurtarayım da bu hikâye, dünya durdukça söylenip dursun dedi.
Aslan bu düsünceyle açıkça gülüyordu. Aslanın gülümsemelerine emin olma.
3040. Dünya malı, Allahnın gülümsemeleridir. Bizi bu suret sarhos, magrur ve perisan etmistir.
Ey Kadri yüce kisi! Sana yoksulluk ve hastalık iyidir. Çünkü o gülümseme nihayet tuzagını kurar, seni
düsürür!
Aslanın kurdu imtihan ederek “ Kurt, huzuruma gel, bu avları aramızda payet “ demesi
Aslan “Bunları payet. Ey koca kurt, adaleti tazele!
Pay etmede benim vekilim ol da ne mahiyettesin, meydana çıksın” dedi.
Kurt “Padisahım, yaban öküzü senin payın. O büyük, sen de büyük, iri ve çeviksin.
3045. Keçi orta boyda, orta irilikte, onun için benim. Tilki, sen de tavsanı al. Tavsan tam sana münasip”
dedi.
Aslan dedi ki: “Ey kurt, hele bir daha söyle, ne dedin? Ben varken sen pay istiyorsun ha!
Kurt, ne köpek oluyor ki benim gibi misli, naziri bulunmayan bir aslanın huzurunda kendisini görüyor, varım
sanıyor!
Kendini begenen esek, ileri gel! ” Kurt ileri gelince bir pençe vurup onu parçaladı.
Onda akıl ve isabetli bir tedbir görmeyince cezasını verip derisini yüzdü.
3050. Mademki beni görmek, seni kendinden geçirmedi, huzurumda yok olmadın. Böyle cana inleyerek
ölmek gerek.
Mademki huzurumda mahvolmadı, boynunu vurmak farz oldu.
Allah’dan baska her sey fânidir. Mademki onun zatında fâni degilsin, varlık arama!
Bizim hakikatimiz de yok olana “Her sey fânidir” cezası yoktur.
Çünkü o “_llâ” dadır, “Lâ” dan geçmistir. “_llâ” da fâni olmaz.
Pay etmede edebe riayet etmedigi için aslanın kurdu tedibetmesi
O yüce aslan; iki bas, iki üstünlük kalmasın diye kurdun basını kopardı.
Koca kurt! Mademki padisahın huzurunda kendini ölü saymadın, cezanı gör. _ste” Fentekamna minhüm? ”
budur.
Sonra yüzünü tilkiye dönüp “Hadi, bunları yememiz için pay et” dedi.
3105. Tilki secde edip dedi ki: “Bu semiz öküz, ey emin padisah, kusluk yemegin.
O keçiden de bahtı aydın padisaha gün ortasında yemesi için bir yahni olur.
Tavsan da lûtuf ve kerem sahibi padisahın aksam yemegidir.”
Aslan “Tilki, adaleti parlattın, apaydın bir hale getirdin. Bu çesit pay etmeyi kimden ögrendin?
Ey ulu kisi! Bu pay edisi nereden belledin? “ deyince Tilki dedi ki
“ Padisahım, kurdun halinden! ”
3110. Bunun üzerine aslan “ Mademki sen bizim askımıza kendini rehin ettin; üçü de senin olsun, üçünü de
al, git.
Ey tilki, sen bastanbasa bizim oldun, seni nasıl incitebilirim? Mademki sen, biz oldun;
Biz de seniniz, bütün avlar da. Ayagını yedinci kat gögün üstüne bas, yüksel.
Alçak kurttan ibret aldıgın için artık sen, tilki degilsin, benim aslanımsın” dedi.
Akıllı o kisidir ki çekinilen belâda dostların ölümünden ibret alır.
3115. O zaman tilki “ Aslan, bana bunu kurttan sonra teklif etti” diye yüzlerce sükürde bulundu.
“ Eger önce bana, bunu pay et, diye teklif etseydi, ondan canımı kurtarmama imkân mı vardı? “ diye sükürler
etti.
Su halde bizden de Allah’ya sükürler olsun ki, bizi ancak helâk olanlardan sonra dünyaya getirdi.
Bu suretle Hakk’ın, geçmis zamanlarda gelip geçen kavimleri nasıl helâk ettigini duyduk.
Nihayet, o önce gelip geçen kurtların halini duyup da tilki gibi kendimizi koruyabiliriz.
3120. _ste Allah’nın o Hak Peygamberi, o sözü dogru peygamber, bize bu yüzden “Acınmıs ümmet” adını
taktı.
Ey ulular, o kurtların kemiklerini, tüylerini apaçık görün de bu halden ibret alın!
Akıllı, bu varlıgı, bu kibir ve gururu terkeder; çünkü Firavun’un halini hatıra getirir.
Eger ululanmayı bırakmaz, ibret almazsa onun azgınlıgından baskaları ibret alır!
.Alıntı: http://semazen.net/download_detail.php? id=6
Mesnevi-i Şerif Cilt I

Fatih Lütfü Aydın
Kayıt Tarihi : 18.11.2014 17:43:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Fatih Lütfü Aydın