Mesnevi’de bir aslan,
Çalışıp da yiyordu rıskından.
Doğanın ona ayırdığı paydan.
Çalışıp da nasipleniyordu hakkından.
Aslan her gün,
Hayvanlardan birini kapıp yiyordu.
Yaşamak onlar için kâbus oluyordu.
Hayatta kalmaları çok zordu.
Demişler, “Gidip de diyelim aslana.
Her gün sırayla birimiz gelsin sana.
Yorulma saldırmak için ona buna.
Yan gel yat, gerek kalmasın çalışmana.”
Çalışmadan Allah’a dayanmayı,
Yani yanlış tevekkülü önermişler ona*.
Demişler, “Bırak peşimizden koşmayı,
Koşturup, zahmet vermeyelim sana.”
Demişler, “Çalışma tevekkül et.
Gelsin ayağına her gün et.”
Aslan demiş, “Çalışmadan olur mu tevekkül?
Deveni bağla da öyle,
Allah’a havale et, dememiş mi Resul? ”
Sonra aslan demiş, “Ya bana hile ederseniz.
Hilekârlardan çok çektim bir bilseniz.
Akıl etmemiş aslan, “Doğru duvar yıkılmaz.*1
Doğruya hile, şeytan dokunmaz.
Bir şekilde razı etmişler aslanı.
Terkettirmişler ona tevekkülü,
Çalışıp da Allah’a dayanmayı.
Bırakmış; hakikati, çalışmayı.
Kaldırtmış üzerinden,
Kendi eliyle İlahî korumayı*2.
Tevekkülü, hakikati terk edip de olunca zalim.
Rehber olmuş ona Şeytan-i Racim.*3
Sıra gelince tavşana,
Bir hile düşünmüş,
Taş çıkartacak kadar şeytana.
Bilerek oyalanmış, gecikmiş,
Yanına vardığında aslan kükremiş.
“Nerdesin be hey densiz” demiş.
Tavşan demiş,”Ey yüce kralım aslan.
Benden daha semiz bir arkadaşımla gelirken,
Önümüzü kesti bir koca aslan.
Dedim “Biz yemeğiyiz, bizi bekliyor kral aslan.
Dedi o da kimmiş, benim en kralından aslan.”
“İzin istedim size bunu duyurmak için ondan.
Size meydan okudu o kendini bilmez aslan.”
Aslan çok fena kızmış, kükremiş.
“Çabuk önüme düş, göster onu bana demiş.”
Gelmişler bir kuyunun önüne, demiş tavşan.
“O aslan kuyunun dibinde korkuyorum ondan,
Beni kucağına al ey yüce kral aslan.
Aslan bakmış kuyuya, kucağında tavşan.
Bir aslan görmüş kuyuda,
Kucağında semiz bir tavşan bulunan.
Atılmış hemen kuyuya,
Boğulmuş dalınca suya.
Bunu duyan diğer hayvanlar,
Tavşana övgüde bulunmuşlar.
Tavşan tevazuda bulunmuş.*4
Demiş “Ben sıradan bir canım,
Yardım etmeseydi kurtulamazdım.
Yüceler yücesi Rahman’ım.
Saygılar ve Sevgiler.
03.10.2014
Aslan ile Tavşanla ilgili Hikmetler.
• Zalimlerin zulmü, onların kendi kendine kurdukları bir tuzak, kendileri için kazdıkları bir kuyudur. Zamanı gelince onun içine düşerek zelil ve perişan olurlar.
• Aklını kullanan zayıf bir varlık kendisinden defalarca daha kuvvetli birini yenebilir.Bu her zaman mümkündür.
• Güçlü olmak sayıca üstün olmak demek olmadığı gibi; maddi yönden, bedeni yönden güçlü olma demek değildir. Güçlü olmak yüce Allah’ın (c.c.) verdiği en büyük nimet olan aklı en iyi şekilde kullanmaktır.
• Güçlünün gücüne güvenerek zulmetmesi onun kendinden daha zayıf bir varlık elinde mahvına sebep teşkil eder. Burada tavşan aklı, aslan maddi gücü ve zulmü temsil eder.
Mesnevi’de Geçen Bütün Hikâyeler ve Hikmetler. Sh. 31 – 33 Mehmet Zeren BİLGE KÜLTÜR SANAT.
*Tevekkül ie ilgili Kur’an Ayetleri
TEVEKKÜL
ÂLİ İMRÂN-159
Yaşar Nuri Öztürk:
Allah'tan bir rahmet sayesindedir ki, sen onlara
yumuşak davrandın. Eğer kaba-saba, katı yürekli olsaydın senin çevrenden
kesinlikle dağılır giderlerdi. O halde bağışla onları, af dile onlar için; iş
ve yönetim konusunda da onlarla şûraya git. Bir kez azmettin mi de artık
Allah'a güvenip dayan. Allah, tevekkül edenleri sever.
Tevekkül, Allah’ı vekil etmektir...İnsana düşen, bütün imkânları kullanarak iş ve değer üretmek, fakat evrenin düzenini yine de onun sahibi olan kudrete bırakmaktır (Yaşar Nuri ÖZTÜRK, Kur’an’daki İslam sh.504) .
Allah’ın dediği olur
ayetine bakarak herşeyi allah’a bırakmak yanlıştır. Allah’ın istemesinde,
dediğinde bizim davranışlarımız da belirleyici rol oynar.
Ör. Sarhoş kafayla
direksiyona geçip (Bu elinde silahla sağa sola ateş ederek yürümek gibi bir
şeydir çünkü her ikisinde de insanları öldürme oranı çok yüksek düzeydedir) . İnsanların ölümüne sebep olmayı Allah bu davranışımızın karşılığı olarak ister.Yani sen mademki bela istiyorsun belayı yaşa da iyi bir şey olmadığını gör der.
Sonuç olarak önce devemizi bağlamalı yani kul olarak bize düşeni yapmalı ondan sonra sonucu Hz. Allah’a bırakmalıyız.
20.10.2013
Fatih Lütfü AYDIN
*1Doğru duvar yıkılmaz.
MÂİDE-105
Yaşar Nuri Öztürk: Ey iman edenler! Siz, kendinizi düzeltmeye bakın. Siz, doğru yolda oldukça sapmış olan size zarar veremez. Tümünüzün dönüşü Allah'adır. O size neler yapıyor olduğunuzu haber verecektir.
RAHMÂN-46
Yaşar Nuri Öztürk: Rabbinin makamından korkan kimseye iki cennet var.
YÛNUS
62.Yaşar Nuri Öztürk: Gözünüzü açın! Allah'ın velîleri için hiçbir korku yoktur. Tasaya da düşmezler onlar.
63.Yaşar Nuri Öztürk: Onlar inanmış, takvaya sarılmışlardır.
*2 Peygamberin Şikâyeti
FURKÂN-30
Yaşar Nuri Öztürk: Resul de şöyle der: "Ey Rabbim, benim toplumum, bu Kur'an'ı terk edilmiş/dışlanmış halde tuttular."
ZUHRUF-36
Yaşar Nuri Öztürk: Kim Rahman'ın Zikri'ni görmezlikten gelip ondan uzaklaşırsa biz ona bir şeytanı musallat ederiz de o ona can yoldaşı olur.
Şeytan insanın arkadaşı olunca o kişi tüm şeytani özellikleri yaşar.
Bizi şeytanın dostluğundan koru Ey! Allah’ım Ey! Hakiki Yar.
14.06.2014
F.L.A
Şeytani özellikleri yaşayanlar da; fuhuş, kumar, haram, içki, zina, sapıklık gibi her türlü rezilliği yaşar. Azıcık ve aldatıcı keyif tadar ama huzuru ağzının tadı kaçar.
Bu dünya imtihan dünyası olduğu için sapmak isteyenlerin yol açtığı kötülükler elbette olacaktır. Bize düşen doğrulardan olup kötülerle haksızlık etmeden savaşmaktır.
Yani bu dünya niye böyle sorusunun cevabı olarak, "sapmak isteyenlere ruhsat (izin) verildiği için" denebilir. Niye böyle demek sorunu çözmez. Mevlana'nın dediği gibi "karanlık bir odaya girildiğinde şikâyet etmek yerine ışık olmalı" yani eksilerimizi atarken kötülükle de haksızlık etmeden uğraş vermeliyiz.
Şu aptallar aptallık etmese desek, aklı işletip işletmemek de insana kalmış bir seçenek. O da ruhsat (izin) kaynaklı bir durum.
Şu insanlar 3 kuruşluk dünya için oylarını satmasa desek, O da ruhsat (izin) kaynaklı bir durum. F.L.A. 28.07.2014
ŞEYTAN'ın DOSTU OLMA
A'RÂF
27. Yaşar Nuri Öztürk: Ey ademoğulları! Şeytan, ana-babanızı, çirkin yerlerini onlara göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi, size de bir fitne musallat etmesin. Çünkü o ve kabilesi sizi, onları göremeyeceğiniz yerden görürler. Biz o şeytanları, inanmayanlara dostlar yaptık.
30. Yaşar Nuri Öztürk: Bir kısmını iyiye ve güzele kılavuzladı, bir kısmının üzerine de sapıklık hak oldu. Onlar, Allah'ı bırakıp şeytanları dost edinmişlerdi. Bir de kendilerinin hidayet üzere olduklarını sanırlar.
*3 Taşlanmış, Hakk’kın huzurundan kovulmuş şeytan.
A'RÂF SURESİ
11. Yaşar Nuri Öztürk: Andolsun ki sizi yarattık, sonra sizi biçimlendirdik, sonra da meleklere: "Adem'e secde edin" dedik. Onlar da secde ettiler. Ama İblis etmedi, secde edenlerden olmadı o.
12. Yaşar Nuri Öztürk: Allah buyurdu: "Sana emrettiğimde secde etmeni engelleyen neydi? " İblis dedi: "Ben ondan hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın."
13. Yaşar Nuri Öztürk: Buyurdu: "O halde in oradan. Senin haddine mi orada büyüklük taslamak! Hadi çık! Sen alçaklardansın."
14. Yaşar Nuri Öztürk: Dedi: "İnsanların diriltileceği güne kadar bana süre ver."
15. Yaşar Nuri Öztürk: Buyurdu: "Süre verilenlerdensin."
16. Yaşar Nuri Öztürk: Dedi: "Beni azdırmana yemin ederim ki, onları saptırmak için senin dosdoğru yolun üzerine kurulacağım."
17. Yaşar Nuri Öztürk: "Sonra onlara; önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından musallat olacağım. Bir çoklarını şükreder bulamayacaksın."
18. Yaşar Nuri Öztürk: Allah buyurdu: "Çık oradan, yenik düşmüş ve kovulmuş olarak. Onlardan sana uyan olursa yemin olsun ki, cehennemi tamamen sizden dolduracağım."
*4 Alçak gönüllülük
Tavşanın Hilesi
Bir zamanlar balta girmemiş bir ormanda, pençeleri güçlü, sesi
gür, görüntüsü dehşetli bir aslan vardı. Ormandaki bütün
hayvanlar, bu aslanın karnını doyurmak için avlanmasından
yılmışlardı. Her gün aralarından biri eksildiğinden dolayı,
bugün acaba sıra bende mi korkusundan titrer olmuşlardı.
Günün birinde hayvanlar, bu korkuya yeter demek için, ormanın
güzel bir vadisinde toplandılar. Aralarında aslanla başa
çıkabilecek hiçbir hayvan olmadığı için, en doğru çözümün, her
gün aslana içlerinden birini yemek olarak sunmak olduğuna
karar verdiler. Her gün kura çekilecek, kurada çıkan hayvan
kendi isteği ile gidip aslana yem olacaktı. Böylece diğer
hayvanlar, ormanda korkusuzca dolaşabilecekti. Aslanın
huzuruna gidip tekliflerini açıkladılar. Aslan,
''Hile yapmayacağınıza, sözünüzde duracağınıza inansam, güzel
bir teklif. Fakat ben şundan bundan çok hile gördüğümden,
ağzım yandı. Onun için size güvenmiyorum. Avlanmaya devam edip
rızkımı kendim arayacağım'' dedi. Orman sakinleri, aslana
tevekkül etmesini, tevekkülle rızkının çalışmadan geleceğini,
av peşinde koşmasına gerek olmadığını söylediler. Aslan,
''Yaşamak için çalışmalı ve rızkımızın peşinde koşmalıyız.
Bizleri ve bu dünyayı yaratanın önümüze koyduğu merdivenden
çıkmak gerekir. Kural budur. Hayatta kalmak için çalışmak
esastır'' diyerek teklife sıcak bakmadı.
Orman sakinleri, bin bir örnekler vererek tevekkül etmenin
yeterli olduğunu, Allah'ın yarattığı canlıyı aç
bırakmayacağını anlatıp aslanı ikna ettiler. Aslanla
aralarında bir anlaşma yaparak dağıldılar.
Ormandaki hayvanlar anlaşmaya uydular. Her gün aslanın
yemeğini ayağına kadar götürdüler. Bu şekilde günler geçti.
Bir gün kura tavşana çıktı. Tavşan yan çizip başkaldırdı ve,
''Bu zulüm ne zamana kadar sürecek? Birinin çıkıp buna engel
olması gerekir'' dedi. Diğer hayvanlar, ''Böyle yapma. Bugüne
kadar herkes uyum içerisinde davrandı. Hepimiz ormanda rahat
dolaşır olduk. Verdiğimiz sözün, ettiğimiz yeminin gereğini
yapmak zorundasın'' dediler.
Bunun üzerine tavşan arkadaşlarından süre istedi. Bu belâdan
tamamen kurtulmanın bir çaresine bakacağını bildirdi.
Düşüncesinin ne olduğunu soranlara sırrını açıklamayacağını
belirtti.
Aslan geciken yemeğini beklerken, bir yandan da öfkesinden
pençesiyle yeri kazıyordu. Tavşanın yavaş yavaş geldiğini
görünce, kükreyerek bağırdı:
''Ey aptal hayvan! Beni bekletmekten korkmuyor musun?
Neredesin? Niye salınarak gelirsin? '' Tavşan, ''Aman efendim,
lutfedip bağışlarsanız gecikmemin sebebini açıklayayım'' dedi.
Aslan, ''Ahmağın özrü kabahatinden büyük olur. İyiliği de
lâyık olunca yaparım'' dedi. Tavşan, ''Her ne kadar lutfunuza
lâyık değilsem de söyleyeceklerim sizin için çok önemlidir''
diyerek anlatmaya başladı:
''Efendim, sabahın kuşluk vaktinde, daha semiz bir tavşan
arkadaşımla birlikte size gelmek üzere yola çıktık. Yolda
önümüze bir başka aslan çıktı. Bizi öldürüp yemek istedi.
Kendisine, ‘Biz bu ormanın padişahının yiyeceğiyiz, ona
gidiyoruz, bizi geciktirme' dediysek de laf anlatamadık.
‘Sizin padişahınız da kim oluyor? Benim yanımda onun adını
nasıl ağzınıza alırsınız? Sizi de padişahınızı da parça parça
ederim' dedi.
Bunun üzerine ben kendisinden size haber vermek için izin
istedim. Karşımıza çıkan aslan da, ‘Arkadaşını bana rehin
bırakırsan olur' dedi. Ona çok yalvardım, ancak fayda etmedi.
Arkadaşımı rehin olarak bıraktı. Beni de size gönderdi.
Ya bu korkusuz aslanı yolumuzdan çekiniz ya da bundan sonra
size gönderilecek yemekten ümidinizi kesiniz.'' Aslan, ''Çabuk
düş önüme. Beni o kendini bilmezin yanına götür. Onun gibi
yüzlercesinin cezasını verdim, onun da cezasını vereyim''
deyince tavşan önde, aslan arkada yürümeye başladılar. Tavşan
daha önceden işaret koyduğu bir kuyuya doğru aslanı götürdü. O
derin kuyuya yaklaştıklarında tavşan geride kalmaya, çok
korktuğunu belirten davranışlarda bulunmaya başladı. Bu durumu
gören aslan iyice sinirlendi ve,
''Neden geride kalıyorsun? Benim yanımda korkmana gerek yok''
dedi. Tavşan, ''Padişahım o aslan şu ilerideki kuyuda
oturuyor. Onun için korkumdan yürüyemiyorum'' dedi. Aslan,
''Korkma gel. Ben onun işini bir pençede bitiririm. Sen yürü
bak bakalım kuyuda mı? '' dedi. Tavşan, ''Ben korkumdan
yaklaşamıyorum. Efendim, siz beni kucağınıza alırsanız,
cesaret edip bakabilirim'' dedi.
Aslan tavşanı kollarının arasına aldı. Beraber kuyunun yanına
yaklaştılar. Kuyuya baktıklarında suyun üzerinde aslan ve
tavşanın aksi göründü.
Aslan kuyuda heybetli bir aslanla, şişman tavşanı görünce
kollarının arasındaki tavşanı bir kenara fırlatıp, kükreyerek
kuyuya daldı. Derin kuyunun içinde boğulup gitti. Tavşan
sevinçle müjde vermek için diğer hayvanların yanına koşarken
bir yandan da dans ediyordu.
Nice zamandır canlarına kıyan aslandan kurtulduklarını
öğrenmek bütün ormanı sevince boğdu. Bayram gibi kutlamalar
yaptılar. Herkes küçük tavşanı tebrik etti, övgü dolu sözler
söylediler. Küçük tavşan tevazuyla, ''Ben küçük bir tavşanım.
Güç veren Allah'tır. O yardım etti. Zihnime kuvvet, gönlüme
nur ihsan etti. Onun yardımıyla aslanı alt ettim'' dedi.
Ahmet Kasım Fidan
http://www.dervisler.net/kissalar-ve-menkibeler/mesnevi'de-gecen-hikayeler/msg89251/#msg89251
Av hayvanlarının aslana, tevekkül edip çalısmayı terk etmesini söylemeleri
900. Güzel bir derede av hayvanları, aslan korkusundan ıstırap içindeydiler.
Çünkü aslan, daima pusudan çıkıp birisini kapmaktaydı. O otlak bu yüzden hepsine fena geliyordu.
Hileye basvurdular; aslanın huzuruna geldiler. “Biz sana gündelikle yiyecek verip doyuralım,
Bundan sonra hiçbir av pesine düsme ki bu otlak, bize zehrolmasın” dediler.
Aslanın av hayvanlarına cevap verip çalısmanın faydasını söylemesi
Aslan dedi ki: “Hileye ugramasam, vefa görecek olsam dediginiz dogru. Ben sundan, bundan çok hileler
görmüsümdür.
905. İnsanların yaptıkları islerden, ettikleri hilelerden helâk olmusum; o yılanlar, o akrepler tarafından çık
ısırılmısım.
_İçinde pusu kurmus olan nefis ise, kibir ve kin bakımından bütün adamlardan beterdir.
Benim kulagım “mümin, bir zehirli hayvan deliginden iki kere daglanmaz” sözünü isitti; Peygamber’in sözünü
canla, gönülle kabul etti.”
Av hayvanlarının tevekkülü çalısıp kazanmaya tercih eylemeleri
Hepsi dediler ki: “Ey halden haberdar hakîm! Çekinmeyi bırak; çekinme, insanı kaderin hükümlerinden
kurtaramaz.
Kaderden çekinmekte perisanlık ve kötülük vardır, yürü, tevekkül et ki tevekkl, hepsinden iyidir.
910. Ey kötü hiddetli adam! Kaza ile pençelesme ki kaza da seninle kavgaya tutusmasın.
Tanyerini agartan Allah’dan bir zarar gelmemesi için kulun Hak hükmüne karsı ölü gibi olması lâzımdır.”
Aslanın çalısıp kazanmayı tevekküle, teslimiyete tercih etmesi
Aslan: “Evet, tevekkül kılavuzsa da bu sebebe tesebüs de, Peygamber’in sünnetidir.
Peygamber, yüksek sesle “Tevekkülle beraber yine devenin ayagını bagla” dedi.
“Çalısan kimse Allah sevgilisidir” isaretini dinle: tevekkülden dolayı esbaba tesebbüs hususunda tembel olma”
dedi.
Av hayvanlarının tevekkülü çalısmaya tercih etmeleri
915. Hayvanlar, ona: “Çalısıp kazanma, bil ki, halkın itikat zayıflıgı yüzünden, harislerin bogazları
miktarınca bir riya lokmasıdır.
Tevekkülden daha güzel bir kazanç yoktur. Esasen Hak’ka teslim olmadan daha sevgili ne var?
Çokları belâdan belâya; yılandan ejderhaya sıçrarlar,
_nsan hile etti ama hilesi kendisine tuzak oldu… can sandıgı, kan içici bir düsman kesildi!
Kapıyı kapadı, halbuki düsman evinin içindeydi. Firavun’un hile ve tedbiri de iste buna benzer masallardandı.
920. O kin güdücü, yüz binlerce çocuk öldürdü; aradıgıysa evinin içindeydi.
Mademki bizim gözümüzde birçok illet var; yürü, kendi görüsünü dostun görüsünde yok et!
Bizim görüsümüze bedel onun görüsü, ne güzel bir karsılıktır. Bütün maksatları onun görüsünde bulursun.
Çocuk; tutucu, kosucu degilken ancak babasının omzuna biner.
Fakat kuvvetlenip küstahlasınca, elini, ayagını suraya, buraya salmaga baslayınca hemen zahmet ve ıstıraba
düser.
925. Halkın canlar; el ayak sahibi olmazdan, beden kaydına düsmezden evvel vefadan sefaya uçuyordu.
Vakta ki “_niniz” emriyle hapsolundular, hiddet, hırs, kanaat ve zaruret kayıtlarına düstüler.
Biz Hak’kın ayali ve süt isteyen yavrularıyız. (Peygamber) “Halk Allah ayalidir” dedi.
Gökten yagmur veren, rahmetiyle can vermeye kadirdir” dediler.
Aslanın yine çalısmayı tevekküle tercih etmesi
Aslan dedi ki: “Evet ama kulların Allahsı bizim ayagımızın önüne bir merdiven koydu.
930. Dama dogru basamak basamak çıkmalı, burada Cebrî olmak ham tamahtır.
Ayagın var, nasıl olur da kendini topal edersin; elin var, neye pençeni saklarsın?
Efendi, kölenin eline beli verince söylemeden dilegi malûm olur.
Bel gibi olan el de, Allah isaretlerindendir. Sonu düsünmek hassası da onun ibareleridir.
Allah’nın isaretlerini canına naksederek ve o isarete vefakârlık ederek can verirsen.
935. Sana nice sır isaretleri bahseyler; senden yükü kaldırır, seni is güç sahibi eder.
Simdi yük altındasın; Allah seni yükler, bindirir… Simdi onun emrini kabul etmektesin; sonra seni makbul
eder.
Simdi onun emrini kabul etmissin, sonra o emirleri söylersin. Simdi vuslat arıyorsun, ondan sonra da vâsıl
olursun.
Allah’nın nimetine sükretmeye çalısmak kudrettir. Senin cebrîligin ise o nimeti inkârdır.
Onun verdigi kudrete sükretmek kudretini artırır. Cebir ise nimeti elinden çıkarır.
940. Senin cebrîligin yolda uyumaktır, uyuma; o kapıyı, o dergâhı görmedikçe uykuya dalma!
Ey dikkatsiz Cebrî! Sakın o meyvalı agacın altından gayrı bir yerde uyuma.
Ki rüzgâr her anda dalları silkip basına çerez ve azık döksün.
Cebre inanmakla yol kesen haydutlar arasında uyumak müsavidir. Vakitsiz öten kus nasıl olur da kurtulur?
Eger onun isaretlerine burun büküyorsan kendini erkek mi sanıyorsun? Dikkat edersen anlarsın ki kadınsın!
945. Sendeki bu kadarcık akıl da zayi olur, aklı uçan bassa buyruk kesilir!
Zira sükretmemek ugursuz ve ayıp bir seydir; o hal, sükretmeyeni, tâ atesin dibine kadar çeker götürür.
Tevekkül ediyorsan çalısmak hususunda tevekkül et; kazan da sonra Allah’ya dayan! ”
Av hayvanlarının tekrar tevekkülü çalısmaya tercih eylemeleri
Hepsi ona bagırarak dediler ki: “Sebep tohumlarını eken o harisler…”
Kadın, erkek nice yüz binlerce kisi, neden oldu da zamane menfaatlerinden mahrum kaldılar?
950. Dünyanın baslangıcından beri yüz binlerce kavim, ejderha gibi agız açmıslar;
O bilgili, idrakli kavimle hileler düzmüsler, tedbirlerde bulunmuslardır. Öyle tedbirler ki o tedbirlerle dag bile
tâ dibinden kopar, yerinden ayrılırdı.
Allah, onların hile ve tedbirlerini “O tedbirler yüzünden dagların tepeleri bile oynar, yıkılır, dümdüz olurdu”
diye ögdü.
(Bunca tedbirlerine ragmen) o avlanmalarından, o çalısmalarından ezelde verilen kısmetten baska bir sey yüz
göstermedi…
Hepsi tedbirlerden de âciz kaldılar, çalısmadan da; ortada Allah’nın isi ve hükümleri kaldı.
955. Adı, sanı belli kisi! Kazanmayı bir addan baska bir sey bilme; ey kurnaz ve hilekâr adam! Çalısmayı bir
vehimden baska bir sey sanma.”
Azrâil’in birisine bakması, onun da Süleyman Aleyhisselâm’ın sarayına kaçması, tevekkülün çalısmadan
üstün oldugu ve çalısmadaki faydaların azlıgı
Sâf bir adam, bir kusluk çagında kosa kosa Süleyman’ın adalet sarayına eristi.
Yüzü gamdan sararmıs, dudakları morarmıstı. Süleyman, ona “Efendi ne oldu? ” dedi.
O “Azrâil, bana öyle bir hısımla, öyle bir kinle baktı ki…” dedi
Süleyman “Peki, simdi ne diliyorsan dile bakalım” dedi. O dedi ki: “Ey canları koruyan! Rüzgâra emret;
960. Beni tâ Hindistan’a götürsün; belki kulunuz oraya gidince canını kurtarır.”
_ste halk fakirlikten böyle korkar. Onun için insanlar hırs, emele lokma olurlar.
Fakirlikten korkmak, tıpkı o adamın ölümden korkmasına benzer. Hırsı, çalısmayı da sen Hindistan farzet!
Süleyman rüzgâra emretti; rüzgâr da onu derhal Hindistan’da bir adaya götürdü.
Ertesi gün Süleyman, divan vakti halkla bulusunca Azrâil’e dedi ki:
*”O Müslümana ne sebeple hısımla baktın? Ey Allah elçisi, bana anlat!
965. Acaba bu isi, o adamı hanümanından avare etmek için mi yaptın?
*Azrâil, cevaben dedi ki: “Ey cihanın zevalsiz padisahı! O ters anladı; ona hayal göründü.
Ben ona hısımla ne vakit baktım? Onu yol ugragında görünce sasırdım.
Çünkü Hak bana “Haydi bugün var, onun canını Hindistan’da al” buyurdu.
Taaccüple “Yüz tane kanadı olsa Hindistan’a gitmesi yine uzak” dedim.”
_ste sen dünya islerini hep buna kıyas et, gözünü aç da gör!
970. Kimden kaçıyoruz, kendimizden mi? Ne olmayacak sey! Kimden kapıp kurtarıyoruz, Hak’tan mı? Ne
bos zahmet!
Yine aslanın çalısmayı tevekküle tercih etmesi ve çalısmanın faydalarını bildirmesi
Aslan dedi ki: “Dogru ama Peygamberlerin, müminlerin çalısmalarını da gör.
Cefadan, kahırdan ne gördülerse mükâfata nail oldular; Allah onların mücahedesini zayi etmedi.
Onların basvurdukları çareler her hususta lâtif oldu. Çünkü zariften ne gelirse zariftir.
Tuzakları felek kusunu tuttu; noksanları tanmamen sayıldı.
975. Ey ulu kisi! Nebîlerin ve velîlerin yolunda çalıs!
Kaza ve kaderle pençelesmek mücahede sayılmaz. Çünkü bizi pençelestiren, savastıran da kaza ve kaderdir.
Bir kimse îman ve itaat yolunda yürüyüp de bir an bile ziyan etmisse kâfirim!
Basın yarılmamıs, su basını baglama. Birkaç gün çalıs da ondan sonra gül!
Dünyayı arayan kimse olmayacak ve kötü bir sey aradı. Ukbayı arayansa kendine iyi bir hal aramıs oldu.
980. Dünya kazancı için çarelere basvurmak soguk bir seydir. Dünyayı terk etmek için çarelere basvurmak
ise caizdir, emredilmistir.
Hile ve çare diye zindanı delip de çıkmaya derler. Yoksa birisi zaten açılmıs deligi kapatırsa yaptıgı is, soguk
ve ters bir istir.
Bu dünya zindandır, biz de zindandaki mahpuslarız. Zindanı del, kendini kurtar!
Dünya nedir? Allah’dan gafil olmaktır. Kumas, para, ölçüp tartarak ticaret etmek ve kadın; dünya degildir.
Din yolunda sarfetmek üzere kazandıgın mala, Peygamber, “ne güzel mal” demistir.
985. Suyun gemi içinde olması geminin helâkidir. Gemi altındaki su ise gemiye; geminin yürümesine
yardımcıdır.
Mal, mülk sevgisini gönülden sürüp çıkardıgındandır ki Süleyman, ancak yoksul adını takındı.
Agzı kapalı testi, içi hava ile dolu oldugundan derin ve uçsuz bucaksız su üstünde yüzüp gitti.
_ste yoksulluk havası oldukça insan, dünya denizine batmaz, o denizin üstünde durur.
Bütün bu dünya, onun mülkü olsa bu mülk, gözünde hiçbir sey degildir.
990. Su halde kalbini Min Ledün ululugunun havasıyla doldur, agzını da bagla, mühürle!
Çalısma da haktır, deva da haktır, dert de hak. Münkir kimse çalısmayı inkârda ısrar eder durur.”
Çalısmanın tevekküle tercihi
Aslan bu yolda birçok deliller getirdi. O Cebrîler, aslanın cevabına kandılar.
Tilki, geyik, tavsan ve çakal cebre inanısı ve dedikoduyu bıraktılar.
Bu bîatte ziyana düsmemek için kükremis aslanla ahitlerde bulundular:
995. Zahmetsizce her günün kısmeti gelecek, aslanın baska bir tesebbüse ihtiyacı kalmayacaktı.
Kur’a kime isabet ederse günü gününe aslanın yanına sırtlan gibi o kosar, teslim olurdu.
Bu kadeh dönerek tavsana gelince; tavsan haykırdı: “Niceyedek bu zulüm? ”
Aslana gitmekte geciktiginden av hayvanlarının tavsana itiraz etmeleri
Hayvanlar dediler ki: “Bunca zamanlardır biz ahdimize vefa ederek can feda ettik.
Ey inatçı, bizim kötü bir adla anılmamıza sebebolma, aslan da incinmesin. Yürü, yürü; çabuk, çabuk! ”
Tavsanın av hayvanlarına cevabı
1000. Tavsan, “Dostlar, bana mühlet verin de hilemle siz de belâdan kurtulun.
Benim hilemle canımız kurtulsun, bu hile, çocuklarımıza miras kalsın.
Her Peygamber, dünyada ümmetini böyle bir kurtulus yerine davet etti.
Peygamberler, halk nazarında gözbebegi gibi küçük görünürlerdi ama felekten kurtulus yolunu görmüslerdi.
Halk, peygamberleri; gözbebegi gibi küçük gördü, gözbebeginin mânen büyüklügünü kimse anlayamadı.”
1005. Hayvanlar ona “Ey esek, kulak ver! Kendini tavsan kadrince tut, haddini asma!
Bu ne lâftır ki senden daha iyiler, dünyada onu hatırlarına bile getirmezler.
Ya gugurlandın, yahut da kaza, bizim izimizde. Yoksa bu lâf, senin gibisine nerden yarasacak? ” dediler.
Tavsanın av hayvanlarına cevabı
Tavsan, “Dostlar, Hak bana ilham etti. Hakikaten zayıf birisi, kuvvetli bir rye ve tedbire nail oldu.
Hak’kın arıya ögrettigini, aslan ve ejderha bilemez.
1010. Arı, teritaze balla dolu petekler yapar. Allah, ona, o ilimde kapı açtı.
Hak’kın, ipekböcegine ögrettigini hiçbir fil bilir mi?
Topraga mensup insan Hak’tan ilim ögrendi ve o bilgi ile yedinci kat göge kadar bütün âlemi aydınlattı;
Allah’ya süphe eden kisinin körlügüne ragmen meleklerin adını, sanını unutturdu;
Altı yüz bin yıllık zâhidin, o buzagının agzını bagladı;
1015. Bu suretle din bilgisi sütünü emmesine, o yüce ve saglam köskün etrafında dönüp dolasmasına mâni
oldu.
Duygu ehlinin, yalnız zâhire itibar edenlerin bilgileri, o yüce bilgiden süt emenler için agız bagıdır.
Gönül katresine bir inci düstü ki o inci denizlere; feleklere bile verilmemistir.
Ey sûrete tapan! Niceyedek sûret kaygısı? Senin mânasız canın sûretten kurtulmadı gitti.
Eger insan, sûretle insan olsaydı Ahmed’le Ebucehil müsavi olurdu.
1020. Duvar üstüne yapılan insan resmi de insana benzer. Bak, sûret bakımından nesi eksik*
O parlak resmin yalnız canı noksan. Yürü, o nadir bulunur cevheri ara;
Eshab-ı Kehf’in köpegine el verilince, dünyadaki bütün aslanların basları alçaldı.
Canı, nur denizinde garkolduktan sonra ona, kötü ve çirkin sûretin ne ziyanı var?
Kalemler sûreti ögmezler. Kitaplara da adamın sûretine ait vasıflar degil, “âlim, adalet sahibi” gibi zatına ait
vasıflar yazılır.
1025. Bilgi ve adalet sahibi… Hep mânadır, onları önde, artta… bir yerde bulamazsın,
Zata ait sıfatlar Lâmekân elinden cana sûle vermektedir, can günesi, göklere sıgamaz” dedi.
Tavsanın bilgisi, bilginin fazileti ve faydaları
Bu sözün sonu yoktur. Kulak ver, tavsan hikâyesini anla!
Esek kulagını sat, baska bir kulak al ki bu sözü esek kulagı anlayamaz!
Yürü, tavsanın tilki gibi kurnazlıgına bak, onun düsüncesini ve aslanı maglup edisini gör!
1030. Bilgi, Süleyman mülkünün hâtemidir; bütün âlem cesettir, ilim candır.
Bu hüner yüzünden denizlerin, dagların, ovaların mahlûkatı, insanogluna karsı âciz kalmıstır.
O yüzden kaplan, aslan; fare gibi korkmaktadır. O yüzdeb ovada, dagda bütün vahsi hayvanlar
gizlenmislerdir.
O yüzden periler, seytanlar, kenarı boylamıslar, her biri gizli bir yerde mekân tutmuslardır.
_nsanoglunun gizli düsmanı çoktur. _htiyata riayet eden kisi, akıllıdır.
1035. Bizden gizli; güzel, çirkin, nice mahlûkat vardır ki onlar, daima gönül kapısının çalıp dururlar.
Yıkanmak için dereye girince derenin dibindeki diken sana zarar verir;
Gerçi diken suyun dibinde gizlidir, fakat sana batınca mevcudiyetini anlarsın.
Vahiy ve vesveselerin ıstırapları, binlerce kisiden gelir, bir kisiden degil.
Süphe ediyorsan sabret, duyguların degisince onları görürsün, müskül hallolur;
1040. O vakit kimlerin sözlerini reddetmissin, kimleri kendine ulu eylemissin, görürsün.
Av hayvanlarının tekrar tavsanın sırrını ve düsüncesini arastırmaları
Ondan sonra dediler ki: “Ey çevik tavsan! Aklındakini meydana çıkar!
Ey bir aslanla pençelesen, kavgaya girisen, düsündügün seyi söyle!
Danısmak, insana anlayıs ve akıl verir; akıllar da akıllara yardım eder.
Peygamber “ Ey tedbir sahibi, danıs ki kendisiyle danısılan kisi emindir” dedi.
Tavsanın, sırrını onlardan gizlemesi
1045. Tavsan, “Her sır söylenemez, gâh çift dersin, tek olur; gâh tek dersin, çift çıkar!
Aynanın berraklıgını, yüzüne karsı ögersen nefesinden ayna çabucak bugulanır, bulanır, bizi göstermez olur.
Su üç sey hakkında dudagını kıpırdatma: Gittigin yol, paran, bir de mezhebin.
Çünkü bu üçünün de düsmanı çoktur. Düsman bildi mi, sana pusu kurar.
Bir iki kimseye söyledin mi, artık o sırra veda et. _ki kisiyi asan, bir baskasına da söylenen her sır, yayılır.
1050. _ki üç kusu birbirine baglasan elem içinde yerde mahbus kalırlar.
Üstü örtülü, güzel bir tarzda, kurtulmak için konusur, danısırlar. Danısmaları, görenleri yanıltacak sekilde
kinayelerledir.
Peygamber, kapalı bir tarzda mesveret ederdi.Eshap cevap verir, düsman haberdar olmazdı.
Düsman, bastan ayagı bilmesin, bir seyi sezmesin diye reyini kapalı misalle söylerdi.
Bu misalle muradını anlatmıs olurdu. Agyar sualinden bir koku bile duymaz, hiçbir sey anlamazdı” dedi.
Tavsanın aslana oyun edip onunla basa çıkması
1055. Tavsan, aslana gitmede biraz gecikti, sonra pençesi kuvvetli aslanın yanına gitti.
Aslan, tavsan gecikti diye pençesiyle topragı kazmakta, kükremekteydi:
“Ben, o alçakların ahdi hamdır, ham, ahitleri kötüdür, sözlerinde durmazlar demistim.
Onların gürültüleri beni yaya bıraktı. Bu felek beni ne vakte kadar aldatacak, ne vakte kadar?
Tedbirsiz emîr, adamakıllı âciz kalır. Çünkü ahmaklıgından dolayı ne önünü görür, ne ardını! ” dedi.
1060. Yol düzgün ama altında tuzaklar var. Yazının tarzı hos ama içinde mâna kıt.
Sözler, yazılar, tuzaklara benzer. Tatlı sözler, bizim ömrümüzün kumudur.
_çinde su kaynayan kum pek az bulunur; yürü, onu ara!
*Ey ogul! O kum, Allah eridir. O er kendinden ayrılmıs Hak’a ulasmıstır.
*Ondan, dinin tatlı suyu kaynayıp durmaktadır. _stekliler o sudan hayat bulurlar, gelisirler, yetisirler.
*Allah erinden baskasını kuru kumsal bil ki o kumsal, her zaman senin ömür suyunu içer, mahveder.
*Hakîm olan erden hikmet iste ki onunla görücü, bilici olasın.
Hikmet arayan hikmet kaynagı olur, tahsilden ve sebeplere tesebbüsten kurtulur.
Bilgileri hıfzeden levh, bir Levh-i Mahfuz olur; aklı ruhtan nasiplenir, feyzalır.
1065. Önce aklı hoca iken, sonra akıl ona sakirt olur.
Akıl; Cebrail gibi “Ey Ahmed, bir adım daha atarsam yanarım!
Sen beni bırak, bundan sonra sen ileri yürü. Ey can sultanı! Benim haddim bu karardır” der.
Tembellik yüzünden sükür ve sabırda mahrum kalan, ancak sunu bilir: Ayagını “cebir” tutmustur. (Bana bunu
Allah vermis demektedir) .
Cebir iddia eden, hasta degilken kendisini hasta göstermistir. Nihayetle hastalık o kimseyi sıhhatten
ayırmıstır.
1070. Peygamber, “Sakacıktan hastalanıs gerçekten hastalık getirir ve o adam nihayet mum gibi söner
gider” dedi.
Cebir ne demektir? Kırık sarmak, yahut kopmus damarı baglamak.
Mademki bu yolda ayagını kırmadın; kiminle alay ediyorsun, ayagını neye sardın?
Çalısma yolunda ayagı kırılana derhal Burak geldi, ona bindi.
Din emirlerini yüklenmisti, simdi kendi bindi… Ferman kabul ediciydi, makbul oldu.
1075. Simdiye kadar Padisahın fermanını kabul eder, o fermana uyardı, bundan sonra askere ferman verir!
Simdiye kadar talih yıldızı ona tesir ederken bundan sonra o zat yıldızı üzerine emredici olur.
Eger sen bundan süphelenirsen o halde “Sakk-ı Kamer” den de süphelisin.
Ey gizlice heva ve hevesini tazeleyen kimse! _manını tazele, ama yalnız dille olmasın.
Heva ve heves tazelenip durdukça iman taze degildir. Çünkü heva, îman kapısının kilididir.
1080. Bakir sözü tevil etmissin; sen kendini tevil et, Kur’an’ı degil.
_stegine göre Kur’an’ı tevil ediyorsun. Yüce mâna, senin tevilinden asagılandı, aykırı bir sekle girdi!
Sinegin gevsek tevilinin degersizligi
* Senin ahvalin o tuhaf sinege benzer ki o kendini bir adam sanırdı.
* _çmeden kendi kendine sarhos olmus, zerresini, günes görmüs.
* Dogan kuslarının ögüldügünü isitmis; “Süphe yok ki ben vaktin ankasıyım” demisti;
O sinek esek sidigi birikintisindeki saman çöpünün üstünde gemi kaptanı gibi bas kaldırıp,
“Ben, deniz ve gemi hikâyesini okumus, bir zaman bunu düsünmüstüm.
_ste su deniz, su gemi, ben de ehliyefli, rey ve tedbir sahibi bir kaptanın” dedi.
1085. Deniz üstünde salını sürüp durmaktaydı. O kadarcık bir su ona haddinden fazla göründü.
O sidik, sinege göre hudutsuzdu. Sinekte, onu oldugu gibi görecek göz nerede?
Onun âlemi kendi görüsüne göre olur. Gözü, bu kadardır, denizi de ona göre!
Bâtıl tevilci, sinek gibidir. Vehmi esek sidigi, tevil ve tasavvuru saman çöpüdür.
Eger sinek kendi reyiyle saplandıgı tevilden geçse, baht o sinegi hümâ yapar.
1090. Bu ibret gözüne sahip olan sinek olmaz; ruhu, sûrete lâyık olmayacak derecede yüksek bir zat olur,
Tavsanın geç gelmesinden aslanın incinmesi
Aslanla pençelesen o tavsan gibi. Onun ruhu, nasıl olur da küçücük cüssesine lâyık olur?
Aslan, hiddetle: “Düsman, altadıcı sözlerle gözümü kapattı.
Cebrîlerin hileleri beni bagladı, tahta kılıçları vücudumu yordu.
Bundan sonra ben artık o gürültüyü dinlemem. Onlar hep seytanların, gulyabanilerin sesleri!
1095. Ey gönül; durma, onları parçala, derilerini yüz. Zaten onlar deriden baska bir sey degildir! ” diyordu.
Deriden maksat nedir? Renk renk lâflar… su üstündeki, durmalarına imkân olmayan menevisler gibi.
Bu söz deri gibidir, mâna onun içi; bu söz, ceset gibidir, mâna, can.
Kötü iç’in ayıbını deri örter; iyi iç’i de gayret dolayısıyla Gayb âlemi.
Kalemin rüzgârdan, kagıdın sudan olursa ne yazarsan derhal yok olur.
1100. Mânasız söz, su üstüne yazılan yazıdır. Ondan vefa umarsan iki elini ısırarak dönersin (pisman olur) .
Rüzgâr, insandaki heva ve arzudur. Heva ve hevesten geçersen Allah’nın haberi karlı, ondan haber alırsın.
Allah’nın haberleri çok hostu; çünkü bastan sona kadar ebedîdir.
Peygamberlerin ululugundan ve hutbelerinden gayrı padisahların hutbeleri, ululukları, adları, sanları degisir,
baki kalmaz.
Çünkü padisahların kuvvetleri hevadandır. Peygamberlerin icazetnameleri ise ululuk sahibi Allah’dandır.
1105. Paralara padisahların adlarını kazırlar; Ahmed’in adını ise kıyamete kadar hâkkederler.
Ahmed’in adı, bütün Peygamberlerin adıdır. Yüz,elimizde olunca doksan da bizde demektir.
Yine tavsanın hilesi ve gitmede gecikmesi
Tavsan aslana gitmede epeyce gecikti. Yapacagı hileyi kendisince kararlastırdı.
Bir hayli geciktikten sonra aslanın kulagına bir iki sır söylemek üzere yola düstü.
Akıl diyarında nice âlimler vardır! Bu akıl denizi ne kadar engindir!
1110. Bizim su seklimiz bu tatlı denizde su üzerinde kâseler gibi yüzer.
_çi dolu olmadıkça kab, suyun yüzündedir. Dolunca denize batar.
Akıl gizlidir, ortada bir âlem görünüp durur. Bizim seklimiz; o denizin dalgasından, yahut ıslaklıgından
ibarettir.
Sûret, o denize ulasmak için neyi vesile ittihaz ederse etsin, deniz; sûreti, o vesile yüzünden daha uzaga atar.
Gönül kendisine sır vereni; ok, kendisini uzaga atanı görmedikçe.
1115. Atımı kaybettim sanır, bindigi atı inat ve hırçınlıkla yolda hızlı hızlı kosturur!
O yigit, atını kaybolmus sanır, bindigi atı inat ve hırçınlıkla kosturmustur!
O sersem bagırır, arar, tarar kapı kapı dolasır, her tarafı arar, sorar:
“Atımı çalan nerede, kimdir? ” Efendi, su uylugunun altındaki mahlûk ne?
Evet, bu attır; fakat bu at nerede? Ey at arayan yigit binici, kendine gel!
1120. Can, apaçık oldugundan, pek yakın bulundugundan görünmez. _nsan, içi su ile dolu, dısı kupkuru küp
gibidir.
Kırmızı, yesil ve sarı… bu üç renkten önce ziyayı görmezsen bunları nasıl görürsün?
Fakat senin akılın renkler içinde kayboldugundan dolayı o renkler senin nurunu görmene engel oldu.
Gece olunca o renkler örtüldü, o vakit rengi görmenin nurdan oldugunu görüp anladın.
Haricî nur olmadıkça rengin görünmesi mümkün degildir. _çteki hayal rengi de böyledir.
1125. Dıs renkleri günes ve Süha yıldızının nuruyla görünür. _ç renkleri ise yüce nurların aksiyle görünür.
Gözünün nurunun nuru da gönüldür. Göz nuru gönüllerin nurundan meydana gelir.
Gönül nurunun nuru da, akıl ve duygu nurundan olmayan, onlardan ayrı bulunan Allah nurudur.
Geceleyin nur yoktu, renkleri görmedin. Nurun zıddıyla tereddütsüz olarak bilirsin.
1130. Allah; bu zıddiyetle gönül hoslugu meydana gelsin, her sey iyice anlasılsın diye hastalıgı ve kederi
yarattı.
Su halde gizli olan seyler, zıddıyla meydana çıkar. Hak’kın zıddı olmadıgından gizlidir.
Evvelâ nura bakılır, sonra renge. Çünkü beyaz ve zenci, birbirine zıt oldugu için meydana çıkar.
Sen nuru, zıddıyla bildin. Zıt, zıddı meydana çıkarır, gösterir.
Varlık âleminde Hak nurunun zıddı yoktur ki açıkça görünebilsin.
1135. Hulâsa gözlerimiz onu idrak edemez; o bizi görür, idrak eder. Sen bunu, Mûsâ ile Tûr kıssasında gör!
Sûretle mânayı; aslanla orman, yahut ses ve sözle düsünce gibi bil!
Bu söz, bu ses; düsünceden meydana geldi. Fakat düsünce denizi nerede? Onu bilmezsin.
Ama lâtif bir söz dalgası görünce onun denizinin de kadri yüce bir deniz olacagını anlarsın.
Bilgiden düsünce dalgası zuhura gelince mâna, söz ve sesten bir sûret düzdü.
1140. Sözden bir sekil dogdu, yine öldü. Dalga kendini yine denize iletti.
Sûret sûretsizliktençıktı, yine sûretsizlige döndü. Zira biz yine Allah’ya dönecegiz.
Su halde sen her göz açıp kapamada ölüyor, diriliyorsun. Mustafa “dünya bir andan ibarettir” buyurdu.
Bizim fikrimiz havada bir oktur. Havada nasıl durur? Allah’ya gelir.
Her nefeste dünya yenilenir. Fakat biz, dünyayı öylece durur gördügümüzden bu yenilenmeden haberdar
degiliz.
1145. Ömür su gibi yeniden yeniye akıp gider. Fakat cesette bir daimîlik gösterir.
Elinde hızlı hızlı oynattıgın ucu atesli bir sopa nasıl upuzun ve tek bir ates hattı gibi görünürse ömür de pek
çabuk akıp geçtiginden daimî bir sekilde görünür.
Atesli çöpü sallasan ates gözüne upuzun görünür.
Bu ömür uzunlugunu da Allah’nın tez tez halketmesindendir.
Allah’nın yeniden yeniye ve süratle halketmesi, ömrü öyle uzun e daimî gösterir.
Bu sırrı bilmek isteyen, pek büyük ve derin bir âlim bile olsa (kendiliginden bilemez, ona de ki: iste
Husâmeddin buracıktadır. O yüce bir kitaptır ondan ögren)
Tavsanın aslan huzuruna gelmesi, aslanın ona kızması
1150. Aslanın kızgınlıgı arttı, titizlendi. Baktı ki tavsan, uzaktan geliyor.
Korkusuz ve çalımlı bir tavırla hiddetli, titiz, kızgın, suratı asık bir halde kosmakta.
Çünkü mütessir ve zebun bir halde gelisten suçluluk anlasılır. Ama cesurluk her türlü süpheyi giderir.
Aslanın hizasına yaklasıp ilerleyince aslan bagırdı: “Bire adam evlâdı olmayan!
Ben ki filleri parça parça etmisim; ben ki erkek aslanların kulagını burmusum;
1155. Bir tavsan parçası kim oluyor ki böyle benim emrimi ayak altına atsın!
Tavsan uykusunu ve gafletini bırak; ey esek, bu aslanın kükreyisini dinle! ”
Tavsanın mazeretini söylemesi ve aslana yaltaklanması
Tavsan dedi ki: “Eger efendimiz affederlerse aman dileyecegim, mazeretim var.”
Aslan “Ey ahmaklardan arta kalan, bu ne biçim özür? Padisahlar huzuruna bu zaman mı gelinir?
Sen vakitsiz öten horozsun basını kesmeli. Ahmagın mazereti dinlenmez.
1160. Ahmagın özrü kabahatinden beter olur. Cahilin özrü her ilmin zehridir.
Ey tavsan! Senin özründe bilgi yok. Ben tavsan degilim ki kulagıma sokasın” dedi.
Tavsan “Padisahım, adam olmayanı da adam sırasına koy; zulüm görenin mazeretine kulak ver!
Hele mevkiinin sadakası olarak yolunu sasıranı kendi yolundan sürme!
Bütün ırmaklara su veren deniz bile her çöpü basının üstünde tasır.
1165. Deniz, bu kereminden dolayı eksilmez; ihsanı yüzünden asagılasmaz” dedi.
Aslan dedi ki: “Ben yerinde ve lâyık olana kerem ve ihsanda bulunurum; herkesin elbisesini boyuna göre
biçerim.”
Tavsan “Dinle, eger lûtfa lâyık degilsem kahır ejderhasının önüne bas koydum, ne yaparsan yap!
Ben kusluk vakti yola düstüm, arkadasımla padisahıma geliyordum.
Arkadaslarımla, senin için baska bir tavsanı da bana yoldas etmistiler.
1170. Bir erkek aslan, kulunuzun kanına kasdetti. Yolda, bu iki yoldasa da satastı.
Ben ona “Biz padisahlar padisahının kuluyuz, o kapının iki küçük kapı yoldasıyız” dedim.
Dedi ki: “Utan be! Padisahlar padisahı dedigin kim oluyor? Benim huzurumda öyle her adam olamayanın adını
anma!
Eger huzurumdan iki adım ileri atarsan seni de, padisahını da paramparça ederim.”
“Beni bırak, bir kerecik daha padisahımın yüzünü görüp seni haber vereyim” dedim.
1175. Dedi ki: “Yoldasını huzurumda rehin bırak; yoksa sen benim kanunumca kurbansın.”
Ona çok yalvardık, hiç fayda etmedi. Yoldasımı alıp beni yalnız bıraktı.
Arkadasım hem sismanlık ve letafetçe, hem de güzellik ve irilik bakımından benim üç mislimdi.
Bundan böyle o aslan tarafından bu yol kapanmıstır, böyle bir düsman yüzünden, Padisahım, yol baglıdır.
Bundan sonra tahsisattan ümidini kes. Ben dogru söylüyorum, dogru söz acıdır.
1180. Sana tahsisat lâzımsa yolu temizle. Haydi gel, o pervasızı oradan kaldır! ” dedi.
Aslanın tavsana cevap vermesi ve onunla gitmesi
Aslan dedi ki: “Bismillah, haydi gel bakalım, nerede o? Dogru söylüyorsan düs önüme!
Onun da cezasını vereyim, onun gibi yüz tanesinin de. Fakat bu sözün yalansa seni cezalandırırım.”
Tavsan; onu, kurdugu dolaba düsürmek için kılavuz gibi öne düstü.
Nisan koydugu bir kuyuya dogru yola çıktılar. Aslana derin bir kuyuyu tuzak yapmıstı.
1185. Her ikisi de kuyunun bulundugu yere yaklastılar. _ste sana hilebaz, saman altından su yürüten bir
tavsan!
Su bir saman çöpünü ovaya götürür ama bir dagı nasıl sürükler acaba?
Onun hile tuzagı aslana kemenetti. Ne tuhaf tavsan ki bir aslanı avlıyor!
Bir Mûsâ, Firavun’u askeriyle, basındaki kalabalıkla Nil nehrinde öldürür;
Bir sivrisinek yarım kanadıyla pervasızca basın beynini yarar.
1190. Düsman sözü dinleyenin hali budur. Hasetçinin dostu olanın ugradıgı cezayı gör!
Hâmân’ı dinleyen Firavun’un, Seytan’ı dinleyen Nemrûd’un hali budur.
Düsman her ne kadar dostça söylerse de, her ne kadar taneden, yemden bahsederse de sen onu tuzak bil!
Sana seker verirse sen bunu zehir bil, bir lûtufta bulunursa onu kahır bil!
Kaza gelince kabuktan baska bir sey göremez, düsmanları dostlardan ayıramazsın.
1195. Böyle olunca yalvarmaya basla, aglayıp inlemeye, tesbihe, oruca devam et!
“Rabbim, sen gaipleri bilirsin. Günahtan dolayı bizden intikam alma” diye yalvar, yakar!
“Ey aslanları yaratan! Eger biz bir köpeklik etmissek bu pusudan bizim üstümüze aslanı saldırma!
Güzel suya ates seklini, atese de su letafini verme! ” diye niyaz et!
Yarabbi, sen kahır sarabıyla insanı sarhos edersen yok olan seylere varlık sûretini verir, onları var gibi
gösterirsin.
1200. Sarhosluk nedir? Tası gevher, yünü yesim tası görecek derecede gözün baglanması, görmemesidir.
Sarhosluk nedir? Ilgın agacı göze sandal agacı görünecek kadar duyguların degismesidir!
Kaza gelince aydın gözlerin bile baglanacagını bildiren Süleyman hikâyesi
Süleyman’ın büyük divan çadırı kurulunca bütün kuslar huzuruna geldiler.
Onu, kendilerinin dilini anlar, sırrını bilir bir zat bulup huzuruna canla, basla bir bir kostular.
bütün kuslar, cik cik ötmeyi bırakmıslar; kardesinin seninle konusmasından daha fasih bir surette Süleyman’la
konusmaya baslamıslardı.
1205. Aynı dili konusma, hısımlık ve baglılıktır. _nsan yabancılarla kalırsa mahpusa benzer.
Nice Hindli, nice Türk vardır ki dildestirler. Nice iki Türk de vardır ki birbirlerine yabancı gibidirler.
Su halde mahremlik dili, bambaska bir dildir. Gönül birligi dil birliginden daha iyidir.
Gönülden sözsüz, isaretsiz, yazısız yüz bimlerce tercüman zuhur eder.
Kusların hepsi, bütün sırlarını, hünerlerine, bilgi ve islerine ait seyleri.
1210. Süleyman’a birer birer apaçık söylüyorlar, kendilerini bildirmek ve tanıtmak için ögünüyorlardı.
Bu ögünmek kibirden, varlıktan dolayı degildi. Her kus, onun huzuruna varsın, yakınlarından olsun diye
ögünüyordu.
Bir kul, bir efendiye kul olmak dilerse hünerinden bir miktarını ona arzeder.
Fakat o efendi tarafından satın alınmayı istemezse kendisini hasta, sagır, çolak ve topal gösterir.
Hüthüdün hünerini arzetme sırası geldi; sanatını ve düsüncelerini bildirme nöbeti eristi.
1215. Dedi ki: “Ey Padisah, en küçük bir hünerimi kısaca arzedeyim. Kısa söylemek daha iyidir.”
Süleyman “Söyle bakalım, o hangi hünerdir? ” dedi. Hüthüt, “Gayet yükseklerde uçtugum zaman,
Havadan bakınca yerin tâ dibindeki suyu görürüm.
O su nerededir, derinligi ne kadardır, rengi nedir, topraktan mı kaynıyor, tastan mı? Hepsini görür, bilirim.
Ey Süleyman! Ordu kurulacak yeri tâyin etmek üzere beni sefere beraber götür” dedi.
1220. Süleyman da “Ey iyi yoldas! Susuz ve uçsuz bucaksız çöllerde sen bize arkadas ol; bu suretle su
bulur, seferde yoldaslara saka olursun” dedi.
Karganın, Hüthüt’ün dâvasını kınaması
Karga, bunu isitince hasedinden ilerleyip Süleyman’a “Hüthüt aykırı ve kötü söyledi.
Padisah huzurunda söz söylemek, edebe aykırıdır. Hele yalan ve olmayacak söz olursa.
Eger onun böyle bir görüsü olsaydı bir avuç toprak altındaki tuzagı nasıl görmezdi?
Nasıl olur da tuzaga tutulurdu, nasıl olur da ümitsiz bir halde kafese girerdi? ” dedi.
1225. Bunun üzerine Süleyman dedi ki: “Ey Hüthüt! Daha ilk kadehte böyle bulunman lâyık mı, akla sıgar
mı?
Ayran içen! Kendini nasıl oluyor da sarhos gösteriyor, huzurumda sonu yalan çıkacak bir söz söylüyorsun? ”
Hüthüt’ün karganın kınamasına cevap vermesi
Hüthüt dedi ki: “Padisahım, Allah askına bu çıplak yoksul hakkında düsmanın söyledigi sözü dinleme!
Eger ettigim dâva yalansa iste basımı koydum, boyumu vur! Kaza hükmünü inkâr eden karga, binlerce aklı
olsa yine kâfirdir.
1230. Sende “kâfirler” sözünden bir “kef” harfi, küfür sıfatlarından bir sıfat bulunsa kadının ferci gibi sehvet
yerisin, pis pis kokarsın.
Eger kaza gözümü ve aklımı kapatmazsa ben tuzagı havada da görürüm.
Fakat kaza gelince bilgi, uykuya dalar, ay kararır, gün tutulur.
Kazanın bu çesit hilesi nadir midir ki? Kaza ve kaderi inkâr edenin inkârı bile, bil ki kaza ve kaderdendir.”
Âdem Aleyhisselâm’ın hikâyesi, açıkça emre uyup tevili terk etmede gözünü kaza ve kaderin baglaması
“Allemelesmâ” ya bey olan, her damarında yüz binlerce ilim bulunan insanlar atası,
1235. Her seyin adını, nasılsa öylece bilmis sonunda ne olacaksa sonuna kadar da agâh olmustu.
O, esyaya ne lâkap verdiyse degismemistir; çevik dedigi tembel çıkmamıstır.
Sonunda mümin olacak kimseyi önceden gördü; sonunda kâfir olacak adam da ona belli oldu.
Her seyin adını, bilenden isit; “Allemelesmâ” remzinin sırrını duy!
Bize göre her seyin adı, görünüsüne tâbidir; nasıl görünüyorsa biz, ona öyle deriz. Fakat Allah’ya göre
içyüzüne, hakikatine tâbidir.
1240. Mûsâ’ya göre sopasının adı asâ; Yaratan yanında ejderha idi.
Bu âlemde Ömer’in adı puta tapındı; halbuki tâ “Elest” te onun ismi mümindi.
Bizim yanımızda adı meni olan sey, Hak yanında su benlikle zahîr olan sûretti.
Bu meni, yokluk âleminde vardı; eksiksiz, artıksız aynen Allah’nın ilminde mevcuttu.
Hâsılı Allah indinde sonumuz ne olacaksa hakikatte adımız o olmustur.
1245. Allah, insana âkıbetine göre bir ad koyar. Halkın taktıgı ödünç ada göre degil!
Âdem’in gözü Allah’nın pâk nuru ile gördügünden adların hakikati ve içyüzü ona ayan oldu.
Melekler onda Hak nurunu görüce hepsi, ona yüzüstü secdeye vardılar.
Adını andıgım su Âdem’i kıyamete kadar ögsem, vasıflarını saysam yine ögmekten âcizim!
Âdem bunların hepsini bildi. Fakat kaza gelince nehyi bilme yüzünden hataya düstü.
1250. Acaba bu nehiy, haram oldugundan mıdır, yoksa korkutmak için mi?
Gönlünce tevili üstün tutunca kendisi hayretteyken tabiatı, bugdaya dogru kostu.
Bahçıvanın ayagına diken batınca hırsız fırsat buldu, esvabını çalıp kaçtı.
Âdem hayretten kurtulup tekrar yola gelince gördü ki hırsız esyayı is yerinden götürmüs!
“ Rabbena _nnâ zalemnâ” deyip âh etmeye basladı. Yani “karanlık bastı, yol kayboldu” dedi.
1255. Bu kaza, günesi örten bir buluttur. Aslan ve ejderha bile ondan feryat ve figan etmektedir.
“Kaza ve kader zuhur edince bir tuzagı bile görmüyorsam bo yolda cahil olan yalnız ben degilim ya! ”
Zorlamayı bırakıp feryad ü figana koyulan kisi me kutlu kisidir; o, iyi bir ise sarılmıstır.
Eger kaza, seni gece gibi sararsa sonunda yine elinden tutacak odur;
Yüz kere canına kasdederse yine sana can veren derdine derman olan kazadır.
1260. Bu kaza yüz kere yolunu kesse de yine senin çadırını göklerin üstüne kurar.
Seni eminlik mülküne götürmek için bu korkutmasını inayet bil!
Bu sözün sonu gelmez, söz de uzadı. Sen tavsanla aslan hikâyesini dinle!
Kuyuya yaklasınca aslanın yanında, tavsanın geri çekilmesi
Kuyu yanına gelince aslan, tavsanın geri kaldıgını gördü.
Dedi ki: “Niçin ayagını geri çektin. Ayagını geri çekme, ileri gel! ”
1265. Tavsan “Ayagım nerede? Elim ayagım kesildi. Canım tir tir titriyor, yüregim yerinden oynadı.
Yüzümün rengini görmüyor musun? Altın sarısı gibi. Rengim, ne halde oldugumu bildiriyor.
Allah yüze “bildirici” demistir. Onun için âriflerin gözü, yüze dalmıs, kalmıstır.
Renk ve koku, çan gibi haber verir; atın kisnemesi, atın mevcudiyetini bildirir.
Esegin sesini, kapının sesinden fark edesin diye her seyin sesi, o seyi haber verir.
1270. Peygamberinsanları ayırtetmek hususunda “insan, sözünde gizlidir” dedi.
Yüzün renginde gönül halinden bir nisan vardır. Bana acı, sevgi kalbinde tut!
Kırmızı yüz, sahibinin refah ve saadetine delâlet eder, sarı yüz, sahibinin mesakkat ve belâ içinde oldugunu
bildirir.
Elimi, ayagımı alana, yüzümün rengini uçurana, kuvvetimi giderene, çehremi bozana ugradım.
Önüne geleni kırma, agaçları kökünden, dibinden söküp çıkarana satastım.
1275. Adamları, hayvanları, cemadat ve nebatatı mat edene rastladım.
Bunlar cüziyattır, külliyatın da onun yüzünden renkleri sararmıs, kokuları bozulmustur.
Cihan; gâh sabredip gâh sükrettikçe baglar, bahçeler, gâh giyinir, gâh çırçıplak kalır;
Günes, ates renginde dogmusken diger bir saatte bas asagı batar;
Göklerde pırıldıyan yıldızlar; zaman zaman ihtiraka ugrarlar;
1280. Güzellikte yıldızlardan daha parlak olan ay da ince agrıya tutulup hilâl olur;
Çok sakin ve edepli olan bu yeri de sarsıntı sıtmaya düsürür;
Nice daglar, bu ansızın gelen felâketten dolayı yeryüzüne kumlar gibi dagılıvermislerdir!
Ruhla es olan hava bile kaza bas gösterince veba kesilir, ufunetlenir:
Ruhun kızkardesi olan lâtif su, bir gölcükte sarı, acı ve bulanık bir hale gelir;
1285. Azametli ve kibirli atesi bile bir yel söndürüverir!
Denizin halini de ıstırabından, coskunlugundan anla, aklının degisik durdugunu, kalıptan kalıba girdigini bil!
Allah rızasını arayıp duarn bası dönmüs felegin hali de ogullarının hali gibidir:
Gâh en altta, gâh ortada, gâh en tepede. Onda da bölük bölük kutlu ve yomsuz zamanlar var!
Ey külliyat ile karısmıs olan, ey insan! Basit cisimlerin halini de kendinden kıyas et!
1290. Külliyatın böyle hastalıkları, böyle dertleri olunca onların cüzülerinin yüzü nasıl sararmaz?
Hele birbirlerine zıt olan seylerden; su, toprak, ates ve yelden meydana gelmis cüzü…
Koyunun kurttan kaçmasına sasaılmaz; sasılacak sey, bu koyunun kurda gönül vermesidir!
Saglık, zıtların sulhüdür; aralarında savasın baslamasını da ölüm bil!
Allah’nın lûtfu, bu aslanla yaban esegine, bu iki zıdda, vefakârlık hususunda bir ülfet vermistir.
1295. Dünya hasta ve mahpus olunca, hastanın fâni olmasına sasılır mı? ”
Tavsan aslana bu çesit nasihatler verip “Ben bu sebepler yüzünden geriledim” dedi.
Tavsanın ayagını geri çekmesindeki sebebi, aslanın ciddiyetle sorması
Aslan dedi ki: “Sen bu sebepleri bırak da su geriye çekilmenin sebebini söyle, benim maksadım o.”
Tavsan, “O aslan, bu kuyuda oturuyor; bu kalenin içinde bütün âfetlerden emin! ” dedi.
Aklı olan kimse oturmak için kuyu dibini seçmistir. Çünkü gönül sefaları halvetler.
1300. Kuyunun karanlıgı, halkın verdigi karanlıklardan daha iyidir. Halkın ayagını tutan, halkla karısıp
görüsen; basını kurtaramamıs, selâmete erisememistir.
Aslan “_leri yürü. Benim açacagım yara, onu kahreder, bir bak, o aslan oarad mı? “ dedi.
Tavsan “Ben o atesten bir kere yanmısım. Sen beni kucagına alırsan,
Ey kerem madeni, ancak o vakit yardımınla gözümü açar, kuyuya bakabilirim” dedi.
Aslanın kuyuya bakıp kendinin ve tavsanın aksini görmesi
Aslan onu kucagına aldı. O da aslanın himayesinde kuyuya kadar vardı.
1305. Kuyunun içine, suya bakınca aslanın ve onun aksi, sı içinde parıldadı.
Aslan su içinde parıldayan aksini gördü. Suda bir aslan sekliyle kucagında sisman bir tavsan sekli gördü.
Su içinde düsmanını görünce, tavsanı bırakıp kuyu içine sıçradı.
Kendi kazdıgı kuyuya kendi düstü. Çünkü yaptıgı zulüm, kendi basına geldi.
Zalimlerin zulmü karanlık bir kuyudur; bütün âlimler böyle dediler:
1310. Daha ziyade zalim olanın kuyusu, daha korkunçtur. Adalet “daha kötüye, daha kötü ceza verilir”
buyurmustur.
Ey zulümle bir kuyu kazan! Sen kendin için tuzak hazırlıyorsun.
_pekböcegi gibi kendi etrafını örme; kendine kuyu kazarsan bari kararlıca kaz!
Zayıfları sen yardımcısız, kimsesiz sanma; Kur’an’dan “_Za câe nasrullah” ı oku
Sen filsen, düsmanın senden ürkmüsse sana ceza olarak iste ebabil kusu gelip çattı.
1315. Yerde bir zayıf aman dilerse, gökyüzü askerleri birbirlerine karısırlar.
Sen birisini disinle ısırıp ta kan içinde bırakırsan dis agrısına tutulunca ne yaparsın?
Aslan, kuyuda kendisini görünce hiddetinden o anda kendini düsmanından ayırt edemedi.
Kendi aksini kendi düsmanı sandı, hulâsa, kendisine kılıç çekti.
Ey adam! _nsanlarda gördügün birçok zulümler, senin huyundur; sen, kendi huyunu onlarda görüyorsun.
1320. Senin varlıgın, nifakın, zulmün, gafletin onlara aksetmistir.
Sen o sun, sen kendini yaralamaktasın. O anda lânet ipligini kendine, kendin dokuyorsun!
O kötülügü sen kendinde açıkça görmüyorsun. Görsen kendine kendin, candan düsman olurdun.
Ey ahmak! Kendine saldıran o aslan gibi sen de kendine saldırıyorsun.
1325. Ahlâkının künhüne erisir, hakikatını anlarsan o adam olmamazlıgın senden oldugunu bilirsin.
Aslan; baska bir aslan gibi görünen seklin, kendi aksinden ibaret oldugu kuyu dibinde zâhir oldu.
Bir zayıfın disini söken, o ters gören aslanın isini islemektedir.
Ey baskasının yüzünde kötü bir ben gören! Gördügün kendi beninin aksidir, ondan nefret etme!
“Müminler birbirinin aynasıdır.” Bu haberi Peygamber’den rivayet etmediler mi?
Gözünün önüne gök renkli bir cam koymussun, o sebepten âlem sana gök görünüyor.
1330. Kör degilsen bu körlügü kendinden bil. Kendine kötü de, baskasına deme!
Egermümin, Allah nuruyla bakmamıs olaydı; gaip mümine bütün çıplaklıgıyla nasıl görünürdü?
Fakat sen Allah nuruyla degil, Allah atesiyle baktıgından kötülükte kaldın, iyilikten gafil oldun;
*_yiligi kötülükten ayırt edemedin, kötülükten de gafil oldun, iyilikten de.
Ey gama, kedere dalmıs adam! Azar azar atese nur serp ki atesin nura dönsün.
Ya Rabbi, sen de o tertemiz suyu serp de âlemin su atesi tamamıyla nur olsun.
1335. Denizin suyu hep ferman altındadır; ya Rabbi su da senindir, ates de!
Sen istersen ates, lâtif su olur; dilemezsen su bile ates kesilir.
Bizim su niyazımızı a yine sen ilham etmektesin. Zulümden kurtulmamız, senin ihsanındır.
Sen bize bu istegi, biz istemeksizin verdin, hadsiz, hesapsiz ihsanlarda bulundun.
Tavsanın, av hayvanlarına “aslan kuyuya düstü” diye müjde götürmesi
Tavsan kurtuldugunda sevinerek ovaya, av hayvanlarına kostu.
1340. Aslanın kuyuda öldügünü görünce çayıra dogru döne oynıya gitmekteydi.
Ölümün pençesinden kurtuldugundan ayagı yerden kesilmis, sevinmis, el çırpmakta, dallar, yapraklar gibi
yesermis neselenmis, oynamaktaydı.
Dallar, yapraklar, toprak hapsinden kurtulunca baslarını yükseltir, rüzgârın esi, arkadası olurlar.
Yapraklar, daldaki tomurcukları yarıp çıkınca agacın tâ üstüne çıkarlar.
Her meyva ve her yaprak, tomurcugunun diliyle Allah’nın sükrünü terennüm eder;
1345. Bizim aslımızı, ihsan sahibi Allah yetistirdi, nihayet agaç kalınlastı, dogrulup yükseldi de.
Su ve çamur içinde olan canlar da bataklıklardan, su ve çamurdan kurtulunca gönülleri sevinç dolu bir halde.
Allah askının havasında raksederler; ayın on dördü gibi noksansız ve tam bir hale gelirler.
Tenleri oynayıp durur, ya canları ne haldedir? Sorma! Tamamıyla can olanlara gelince: onları hiç sorma
(anlatmaga imkân yok!)
Tavsan, aslanı zindana soktu. Aslan için ne ayıp sey; bir tavsancıktan geri kaldı!
1350. Böyle bir ayba sahip oldugu halde sasılacak sey surasıdır ki bir de kendisine Fahreddin lâkabını
takmalarını ister!
Ey kisi! Sen, bu dünya kuyusunun dibinde mahpus kalan bir aslansın. Tavsan gibi olan nefsin, seni nasıl
kahretti?
Senin tavsan nefsin sahrada yeyip içmekte, zevk ve sefa etmekte. Sen ise su dedikodu, bahis ve münakasa
kuyusunun dibindesin!
O aslan avcısı tavsan, av hayvanlarının bulundugu yere kosup “birbirinizi mustulayın. Size müjdeci geldi.
müjde, ey zevk u sefaya dalmıs olanlar! Müjde ki o cehennem köpegi, geldig cehenneme gitti.
1355. Müjde! Allah o can düsmanının dislerini söktü!
Pençesiyle nice basalr ezen düsmanı, ölüm süpürgesi çerçöp gibi süpürdü, gitti” dedi.
Av hayvanlarının tavsanın etrafına toplanıp onu ögmeleri
O zaman, bütün hayvanlar, sevinçli bir halde gülüp oynayarak, onun yüzünü öptüler,
Etrafına halka oldular. O, çırag gibi ortalarındaydı. Bütün sahradakiler, ona secde ettiler.
“Sen gökten inen bir melek misin, yoksa peri misin? Hayır, ne meleksin, ne peri! Sen,erkek aslanların
Azrâilisin
1360. Ne olursan ol; canımız sana kurban olsun! Ona galip geldin, elin, kolun sag olsun!
Allah bu suyu, senin arkından akıttı; eline, koluna aferin!
Bir daha söyle! Onu hile ile nasıl inandırdın; o zalimi, düzenle nasıl kahrettin?
Bir daha söyle ki hikâyen dertlere derman, canlara merhem olsun!
Bir daha söyle ki o sitemkârın zulmünden canlarımızda yüz binlerce yaralar var” dediler.
1365. Tavsan dedi ki: “Ey ulular! Allah yardım etti, yoksa dünyada bir tavsan kim oluyor ki?
Koluma kuvvet, kalbime kudret verdi; cenneti, huriyi kucagıma attı.
Üstünlükler, Hak’tan gelir, hallerin degismesi de ondandır.
Tavsanın av hayvanlarına “buna sevinmeyin” diye nasihat etmesi
Hak; bu kuvvet kudreti zan ve yakîn ehline nöbetle göstermektedir:
Ey ikbal nöbetine erisen! Kendine gel, sevinme! Sen nöbetle mukayyetsin, hürlük taslama!
1370. Saltanatı nöbetten üstün olan, ikbali ebedî bulunan nöbet davulunu yedi yıldızdan üstün bir yerde
çalarlar.
Nöbetten üstün olanlar, bâki padisahlardır; onlar daima ruhlara sâkidir.
Bir iki gün su içmeyi terk edersen agzını ebediyet sarabına daldırır, o hakikat sarabını içersin
.Alıntı: http://semazen.net/download_detail.php? id=6
Mesnevi-i Şerif Cilt I
Kayıt Tarihi : 3.10.2014 00:23:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Fatih Lütfü Aydın](https://www.antoloji.com/i/siir/2014/10/03/mesnevi-hikayeleri-aslan-ile-tavsan.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!