Rumlar ve Çinliler,
Yarışa girdiler.
Kim daha şahane,
Resim yapacak diye.
Geniş bir salonun ortasında,
Bir perde vardı.
Bir yanda Rumlar, bir yanda Çinliler,
Harıl harıl çalışmaya başladı.
Kullanıp da, Çinliler renk renk boyalar.
Duvarı, özene bezene boyadılar.
Pas, kir gitmeden, duvardan,
Ne boya ne resim parlar, buradan.
Diye düşünüp de, Rumlar,
Duvarı cilalamaya başladılar.
Yarış bitince salona girdi Sultan.
Bakmaya başlandı,
Önce Çinlilerin duvarından.
Bakanlar hayretler içinde kaldı.
Karşılarında şahane bir resim durmaktaydı.
Sonra Rumların bölümüne girildi.
Rumlar hemen arada ki perdeyi çekti.
Görüldü ki, perde kalkınca aradan.
Karşıda ki resim ışıl ışıl ışımaktaydı duvardan.
Benliktir, günahtır o perde.
Aradan kalkınca perde,
Tecelli eder Hakk sende.
İstesen de istemesen de,
Bir hale bürünürsün.
İşte o zaman bedeninden özgürsün.
Bilir misin nedir günah?
İşleyen hep çekiyor ah.
Haksızlıklardır günah.
Yaşantının, günün ahlanmasıdır, günah.
Vicdanının sesi dinmez.
Çeker durursun hep ah vah.
Sen günah işledikçe,
Ruhuna vurulur mühür.*
Her mühürde ruhun kararır, olamazsın özgür.
Günahların silindikçe,
Ruhun parlar, cilalanır.
Tecelli*1 ruhun cilalanmasıdır.
İlahî nurun*2 ruhtan ışımasıdır.
Öyleyse nefsine, şeytana başkaldır.
Günah mühürünün pasını pisini,
Ruhundan temizle, arındır.
21.03.2015
Saygılar ve Sevgiler.
Fatih Lütfü Aydın
*Kalplerin Mühürlenmesi
Irkçılık açısından ilgili bir notum;
KALP MÜHÜRLENMESİ
Önemli olan ten rengi değil kalp rengidir. Bazı kalpler Allah'ın vurduğu mühürle kararmıştır. Bunlar kara kalpli (elbette ki değişmeceli) olmuşlardır. Bunların ruhları kararmıştır. Bazıları da gittikçe temizlenerek kalplerini (ruhlarını) nuranileştirip, beyazlaştırmışlardır. Yani değişmeceli de olsa ruhun rengi önemlidir, ten renginden. F.L.A.
BAKARA-7
Yaşar Nuri Öztürk: Allah onların kalpleri, kulakları üzerine mühür basmıştır. Onların kafa
gözleri üstünde de bir perde vardır. Onlar için korkunç bir azap öngörülmüştür.
EN'ÂM-46
Yaşar Nuri Öztürk: De ki: "Düşünün bakalım; Allah, işitme gücünüzü, gözlerinizi alsa,
kalpleriniz üzerine mühür bassa, Allah'tan başka hangi ilah onları size geri verecek? " Bak
nasıl türlü türlü açıklıyoruz ayetleri, yine de yüz çeviriyorlar!
CÂSİYE-23
Yaşar Nuri Öztürk: Kendisinin ilahı olarak kendi duygu ve arzusunu almış kişiyi gördün mü? Allah onu bir ilim üzerine saptırmış, kulağı ve kalbi üzerine mühür basmış, gözünün üstüne de bir perde çekmiştir. Allah'tan sonra ona kim kılavuzluk edecektir. Hâlâ düşünüp ibret almıyor musunuz?
*1Tecelli
TECELLİ
Sözlükte "ortaya çıkma, görünme" anlamına gelen, tecellî, tasavvufta gaybden gelen ve kalpte ortaya çıkan nurlar; Allah'ın isim ve sıfatlarıyla sûfinin kalbinde tezâhür etmesi demektir. Bu hal sûfinin nefsini arındırmasından sonra gerçekleşir. Mutasavvıflara göre Allah'la kulları arasında yetmiş bin perde (hicab) vardır. Gerçekte Allah her an tecelli etmektedir. Ancak bunu yalnızca kalp aynasını arıtan, parlatan kimseler anlayabilir. Kur'ân'da Allah'ın dağa tecellisinden bahsedilmektedir. Bu tecelli esnasında dağ parçalanmış, Musa (a.s.) bayılmıştır (A'râf, 7/142) . Bundan da anlaşılmaktadır ki, dünya gözüyle Allah'ın görülmesi mümkün değildir. (M.C.)
https://fetva.diyanet.gov.tr/SoruSor/DiniKavramlarSozlugu.aspx#.VQ0pUtKsWos
ÂLİ İMRÂN
106. Yaşar Nuri Öztürk: Gün gelir bazı yüzler ağarır, bazı yüzler kararır. Yüzleri
kararanlara şöyle denir: "İmanınızdan sonra küfre mi düştünüz? Hadi, saptığınız küfür
yüzünden tadın azabı! "
107. Yaşar Nuri Öztürk: Yüzleri ağaranlara gelince, onlar, Allah'ın rahmeti içindedirler.
Sürekli ondadır onlar.
*2Kandil
Bk. http://www.antoloji.com/kandil-59-siiri/
Ayağını yere vur işte sana su (Bu suyun adı Nur’ dur budur doğrusu) .
SÂD-42
Yaşar Nuri ÖZTÜRK "Ayağını yere vur! İşte yıkanacak bir yer, işte içilecek soğuk bir su! ..." dedik.
Not: Sadece bir tahmin olarak, bu ayağı yere vurma; kötülüğü emreden Nefs-i Emmare’ ye karşı spor yaparak, icabında ayağı sertçe yere vurarak direnme, iradeyi güçlendirme anlamında olabilir. Kötü alışkanlıklardan kurtuldukça ruhen duyulan bir serinlik, rahatlama bu düşünceyi kuvvetlendirmektedir. Ayrıca Tarık Suresi’ nde Tarık adı verilen sabah yıldızından onun karanlığı delmesinden bahsedilir. Tarık ayrıca yolcu demektir. Kısaca bir yolun zorluklarını, karanlığın (nefis terbiyesinin) sıkıntılarını aşıp ruhi ışıltıya Nur’ a kovuşan kişi anlamında kullanılıyor olmalı. Nur Suresi 35. Ayette Allah’ ın Nur’ undan bahsedildikten sonra, 36. Ayette Nur’ un, Kandil’ in nerelerde olduğu anlatılmaktadır.
27.08.2011
Fatih Lütfü AYDIN
Nur Suresi
35. “Allah, göklerin ve yerin Nur’udur. Onun nurunun örneği, içinde çerağ bulunan bir kandile benzer. Kandil, bir sırça içerisindedir. Sırça inciden bir yıldız gibidir ki, doğuya da batıya da nispeti olmayan bereketli bir zeytin ağacı*ndan yakılır. Bu ağacın yağı, neredeyse ateş dokunmasa bile ışık saçar. Nur üzerine nurdur o. Allah, dilediğini kendi nuruna kılavuzlar. Allah, insanlara örnekler verir. Allah her şeyi bilmektedir.”
36. Kandil, Allah'ın yükseltilmesine ve içinde adının anılmasına izin verdiği evlerdedir. Orada sabah akşam O'nu tespih eder.
*Zeytin ağacı öngörüme göre,
Tam İnsan’ın bedenidir.
Sırça omuriliği (beyni ve sinir sistemi) dir.
Zeytin ışıl ışıl parlayan gözleridir.
Gönlü ise Hakiki Kâbe yani Allah evidir.
O evlerde Hz. Allah hem dil ile,
Hem de Salih Amel ile,
Sabah akşam tesbih ile anılır.
21.03.2015
Saygılar ve sevgiler.
Fatih Lütfü Aydın.
Hikmetler.
• Daima her bilenin üstünde bir bilen vardır, diye düşünmek ve ben bilirim, benden daha iyisi,
Daha bilgilisi yoktur, dememek doğru olanıdır.
• Kimin iyi kimin üstün olduğunu ancak yüceler yücesi Rabbimiz bilir. Aradan perde kalkınca ancak, hakiki doğru ve güzel ortaya çıkar. Mutlak ve değişmez gerçek belirir. Perdenin ortadan kalkması demek ölüm şerbetini içerek o kapıdan ebedi âleme geçmek demektir. Bu meşhud âlemde tevhit cilasıyla gönül aynalarının pasını silerek onu temiz ve lekesiz hale getirenlerin -ahiret âleminde- o aynalarında sayısız güzellikler yansıyarak görünür hale gelir. Hatta bu âlemde bile ayinesi saf olanlar ondaki tecellilerin farkına vararak çeşitli güzellikler müşahede edebilirler.
meşhûd (A.) [ م ش ه و د ] görülmüş, gözlenmiş.
meşhûd olmak görülmek, gözlenmek.
Demek ki hikmetleri yazan maddi âlemi demek istiyor. Ayrıca ruhlar âlemi (soyut âlem) içinde ahiret âlemi isim tamlamasını kullanmış. F.L.A.
müşahede edebilirler: görebilirler.
Mesnevi’de Geçen Bütün Hikâyeler ve Hikmetler. Sh. 57 Mehmet Zeren BİLGE KÜLTÜR SANAT.
Rum halkıyla Çinlilerin ressamlıkta bahse girismeleri
Çinliler “ Biz daha mahir ressamız, dediler. Rum halkı da dedi ki: “ Bizim maharetimiz daha üstündür.”
Padisah “Sizi imtihan edecegim; bakalım hanginiz dâvasında haklı” dedi.
Çinlilerle Rum diyarı ressamları hazırlandılar; Rum diyarı ressamları ilimlerine daha vakıf kisilerdi.
3470. Çin ressamları “ Bize bir hususi oda verin, bir oda da sizin olsun” dediler.
Kapıları karsı karsıya iki oda vardı. Bir tanesini Çin ressamlar aldı. Öbürünü de Rum ressamları.
Çinliler, padisahtan yüz türlü boya istediler. Yüce padisah bunun üzerine hazinesini açtı.
Çinlilere her sabah hazineden boyalar verilmekteydi.
Rum ressamları “ Pas gidermekten baska ne resim ise yarar, ne boya! ” dediler.
3475. Kapıyı kapatıp duvarı cilâlamaya basladılar. Gök gibi tertemiz, sâf ve berrak bir hale getirdiler.
_ki yüz çesit renge boyanmaktansa renksizlik daha iyi. Renk bulut gibidir. Renksizlikse ay.
Bulutta parlaklık ve ziya görürsen bil ki yıldızdan aydan ve günestendir.
Çinli ressamlar islerini bitirdiler. Hepsi de yaptıkları resimlerin güzelligine sevinmekteydiler.
Padisah kapıdan içeri girip odadaki resimleri gördü. Hepsi akıldan, idrakten dısarı, fevkalâde güzel seylerdi.
3480. Ondan sonra Rum ressamlarının odasına gitti. Bir Rum ressamı, karsı odayı görmeye mâni olan
perdeyi kaldırdı.
Öbür odada Çin ressamlarının yapmıs oldukları resimlerle nakıslar, bu odanın cilâlanmıs duvarına vurdu.
Orada ne varsa burada daha iyi göründü; resimlerin aksi, âdeta göz alıyordu.
Ogul Rum ressamları sofilerdir. Onların; ezberlenecek dersleri kitapları yoktur.
Ama gönüllerini adamakıllı cilâlamıslar, istekten, hırstan, hasislikten ve kinlerden arınmıslardır.
3485. O aynanın sâflıgı, berraklıgı gönlün vasfıdır. Gönle hadsiz hesapsız suretler aksedebilir.
Gaybın suretsiz ve hudutsuz sureti, Musa’nın gönül aynası da parlamıs, koynuna sokup çıkardıgı elde
görünmüstür.
O suret göge, arsa, ferse, denizlere, ta en yüce gökten, denizin dibindeki balıga kadar hiçbir seye sıgmaz.
Çünkü bütün bunların hududu, sayısı vardır. Halbuki gönül aynasının hududu yoktur.
Burada akıl, ya susar, yahut sasırıp kalır. Sebebi de su: Gönül mü Allah’dır, Allah mı gönül?
3490. Hem sayılı hem sayısız olan (hem kesrete dalan, hem vahdeti bulan) gönülden baska bir naksın aksi
geçip gider, ebedî degildir.
Fakat ezelden ebede kadar zuhur ede gelen her yeni nakıs, gönle akseder, orada perdesiz, apaçık surette
tecilli eder.
Gönüllerini cilâlamıs olanlar; renkten, kokudan kurtulmuslardır. Her nefeste zahmetsizce bir güzellik görürler.
Onlar, ilmin kabugundaki naksı bırakmıslar, Aynel yakîn bayragını kaldırmıslardır.
Düsünceyi bırakmıslar, âsinalık denizini bulmuslar, bilisikte yok olmuslardır.
3495. Herkes ölümden ürker, korkar. Bu kavimse ona bıyık altından gülmektedir.
Kimse onların gönlüne galip gelmez. Sedefe zarar gelir, inciye degil.
Onlar fıkhı ve nahvı terk etmislerdir ama mahvolmayı ve yoklugu ihtiyar etmislerdir.
Sekiz cennetin nakısları parladıkça onların gönül levhine vurur, orada tecelli eder.
Allah’nın dogruluk makamında oturanların, orasını yurt edinenlerin derecesi; arstan da yücedir, kürsüden de,
bosluktan da!
Peygamber Aleyhisselâm’ın, Zeyd’e “Bugün nasılsın, nasıl kalktın? ” diye sorması, onun da “Mümin olarak
ey Allah elçisi diye cevap vermesi
3500. Peygamber bir sabah Zeyd’e “ Ey temiz ve sâf arkadas, sabahı nasıl ettin? Diye sordu.
Zeyd: “ Mümin bir kul olarak” deyince “ _man bagın yesermis, çiçekler açmıssa nisanesi nerede? ” dedi.
Zeyd dedi ki: “ Gündüzleri susuz geçirdim, geceleri asktan, yanıp yakılmadan uyumadım.
Mızrak kalkandan nasıl geçerse ben de gündüzlerden, gecelerden öyle geçtim. (onlar beni tutamadıkları gibi
onlardan bana bir sey de bulasmadı.)
Ondan dolayı bence bütün seriatler, bütün dinler birdir. Bence yüz binlerce yılla bir saat aynı.
3505. Ezelle ebed birlesti. Fakat akıl, kabiliyetsizliginden buraya yol bulamaz.”
Peygamber “Peki, o yoldan, bu diyarın anlayısınca, bu diyar akıllılarının harcına getirdigin bir hediye var mı,
nerede? Çıkar bakalım! ” dedi.
Zeyd dedi ki: “ halk, gökyüzünü nasıl görürse ben de arsı, arstakilerle beraber öyle görüyorum.
Benim önümde sekiz cennetle yedi cehennem, saman önündeki put gibi apaçık ve meydanda.
Halkı, degirmende bugdayı arpadan fark edercesine teker,teker tanıyorum.
3510. Cennetlik kim, yabancı nerede? Bence yılan ve balık gibi apasikâr.
“ Kıyamet günü, bazı yüzler ak olur, bazıları kara...” Sırrı, simdiden meydana çıktı. Bu halkın bir kısmının yüzü
ak, bir kısmının kara.”
Hakikatte bazı ruhlar, bundan önce de (dünyaya gelmeden de) ayıplıydı. Fakat ana rahminde oldugu için hali,
halka gizliydi.
Sakî, ana karnında sakî olur (fakat bilinmez) Cisim âlemindeyse cisimdeki hallerden, ruhun halleri de anlasılır.
Vücut da ana gibi can çocuguna gebedir. Ölüm, dogmak derdi ve kıyamettir.
3515. Bu dünyada geçmis canların hepsi, “ O ferahlı can acaba nasıl dogacak? ” diye beklemektedirler.
Zenciler, o mutlaka bizdendir derler. Beyazlar da, imkânı yok... O çok güzel olacak, derler.
Vücudun canı, ahiret âlemine dogunca artık beyaz, kara ihtilafı kalmaz.
Kara ise Zenciler alıp götürürler, beyazsa kendi cinslerinden olan bu çocugu, beyazlar alıp götürürler.
Fakat dogmadıkça anlamak, âlemdeki müskül islerdendir. Çünkü henüz dogmamıs çocugun nasıl oldugunu
bilen azdır.
3520. Bunu anlayan kisi, ancak Allah nuruyla bakıp gören kisidir. Böyle olan zat, bâtına da nüfuz edebilir.
Nutfenin aslı beyaz renkli ve hostur. Fakat beyaz kisinin canının aksi;
Nutfeye renk verir, onu en güzel sekle sokar; kara kisinin canının aksi de bir kısım halkı, en asagılık bir renge,
en bayagı bir sekle sürer, götürür.
Bu söze nihayet yoktur. Sen yine atını sür de biz kervandan geri kalmayalım.
Bir gün her zümrenin önünde, saman çöpü müsün, dag mı. Hindu musun, Türk mü? Meydana çıkar.
3525. Hindu ile Türk, ana karnında belli olmaz. Fakat dogunca zayıf mı kuvvetli mi... herkes görür anlar.
Zeyd’in Peygamber Sallâllahu Aleyhi Vesellem’e “Halkın ahvali bence gizli degildir, apaçıktır” diye cevap
vermesi
Zeyd “ Ben halkı, kadın, erkek... Herkesi, kıyamet günündeymis gibi apaçık görüyorum.
Hemen simdicik söyleyeyim mi? Yoksa kapayayım mı? ” dedi. Mustafa, dudagını ısırarak sus demek istedi.
Zeyd dedi ki: “Ey Allah Peygamberi, hasir sırrını söyleyeyim de bugün dünyada kıyameti koparayım mı?
Müsaade et bana, perdeleri yırtayım da aslım, mahiyetim günes gibi parlasın;
Günes benim nurumdan tutulsun... Hurma agacı (gibi meyveliler) ile sögüt agacını (gibi meyvesizleri)
göstereyim.
3530. Kıyamet sırrını açayım, halis altın para ile ayarı bozuk parayı izhar edeyim.
Elleri kesik Eshab-ı Simal-ı küfür rengiyle al rengi...
Tutulmayan, gidilmeyen ayın ziyasında yedi nifak deligini...
Sakîlerin pırtıl elbiselerini göstereyim. Peygamberlerin davullarını, nöbetlerini duyurayım.
3535. Cehennemi, cennetleri, ikisinin arasındaki A’raf’ı apaçık olarak kâfirlerin gözlerinin önlerine getireyim.
Kevser Havuzunun çosmakta oldugunu... suyunun, cennetliklerin yüzlerine vurmakta. “_ç, _ç! ” diye
seslenmekte ve bu sesin de kulaklarına gelmekte bulundugunu...
Susuzların, havuzun etrafında kosup durduklarını apaçık göstereyim.
Onların omuzları omuzlarıma sürünmekte, naraları kulagıma gelmekte.
_ste gözümün önünde... Cennet ehli, dilekleriyle birbirlerini kucaklamıslar;
3540. Birbirlerinin ellerini ziyaret ediyor, musafahada bulunuyorlar, dudaklarından buseler yagmalıyorlar.
Asagılık kisilerin hasret naralarından, “ ah, ah” diye bagrısmalarından kulagım sagır oldu.
Bu söylediklerim ancak isaretlerden ibarettir. Daha derin söylerim ama Peygamberi incitmekten korkuyorum.”
Zeyd, böylece sarhos, harap bir surette söyleyip duruyordu. Peygamber, yakasını büktü.
Dedi ki: “ Kendine gel, atın pek hızlı gidiyor, yuları çek. “Allah haya etmez” hükmünün aksi vurdu, utanma
ortadan kalktı.
3545. Aynan, kılıftan çıktı. Ayna ve terazi yalan söyler mi?
Ayna ile terazi, kimse incinmesin, utanmasın diye sözünü saklar mı?
Ayna ile teraziye yüzlerce yıl hizmet etsen onlar yine dogrucu ve kadri yüce mihenklerdir.
Sen benim sırrımı sakla, dogruyu gizle; sen de eksik gösterme, fazla göster, (diye yalvarsan bile)
3550. Onlar sana “ Kendini maskara etme ayna, terazi nerede; hile düzen nerede?
Allah, hakikatlerin bizim vasıtamızla anlasılması için kadrimizi yüceltti.
Eger bu dogrulugumuz olmasaydı ne degerimiz olurdu; iyilerin yüzünü nasıl agartırdık? ” derler.
Fakat sen, gönlüne Sinâ dagındaki Allah tecellisi vurduysa bile yine aynayı koynuna koy! ”
Zeyd, “ Allah günesi, ezeli günes, hiç koltuga sıgar mı?
Aslı olmayan seyleri de yırtar, yakar; koltugu da. Önünde ne delilik kalır, ne akıllılık! ” dedi.
3555. Peygamber dedi ki: “ Bir parmagını gözünün üstüne koydun mu... dünyayı günessiz görürsün.
Bir parmak bile, aya perde oluyor. _ste bu padisahın ayıp örtücülügüne alâmettir.
Bu suretle bir nokta (gibi olan parmak) , cihanı örter; bir sürçme de günesi küsufa ugratır.
Dudagını yum, denizin dibine bak. Allah, denizi, insana mahkûm etmistir.
Nitekim Selsebîl ve Zencebîl ırmakları da Allah’nın cennete koydugu kulların hükmü altındadır.
3560. Cennetin dört ırmagı bizim hükmümüzdedir.
Fakat bu gücümüzden, kuvvetimizden degil...Allah emriyle böyledir.
Bu ırmaklar, büyücülerin hükümlerine uyan büyüler gibi bizim hükmümüzdedir; onları nereye istersek oraya
akıtırız.
Bu akıp duran ve gönlün hükmü altında, canın fermanına tâbi bulunan iki göz çesmesi gibi...
Gönül dilerse gözler; zehrin, yılanların bulundugu tarafa gider; gönül dilerse baktıgı seylerden ibret alır.
Gönül dilerse görülen seylere bakar; gönül dilerse örtülü, gizli seylere akar.
3565. Gönül dilerse, gözleri külliyat tarafına sevk eder; gönül dilerse cüziyatta hapseyler.
Bu bes duygu da (çesmelerdeki lüleler, nasıl çesmeye tâbi ise) aynı tarzda gönle tâbidir. Onun muradınca ve
onun emrine göre is görür.
Gönül ne tarafı isaret ederse bes duygu da eteklerini toplayıp o tarafa gider.
Musa’nın elindeki sopa nasıl Musa’ya tâbi ise el, ayak da apaçık gönlün emrine tâbidir.
Gönül isterse ayak, raksa girer, yahut yavas yürürken hızlı yürümeye baslar.
3570. Gönül isterse el, parmaklarla hesaba girisir, yahut kitap yazar.
El, gizli bir elin hükmündedir. O gizli el içerdedir, dısarıya teni dikmis, kendisine onu vekil etmistir.
Gönül dilerse el, düsmana bir ejderha kesilir. Gönül dilerse sevgiliye yardımcı olur.
Gönül dilerse el, yemek için kepçedir, on batmanlık gürz.
Acaba gönül, bunlara ne söylüyor ki? Bu ne sasılacak vuslat, bu ne gizli sebep!
3575. Gönül, acaba Süleyman Mührünü mü ele geçirdi ki bu bes duygunun yollarını istedigi gibi isaret
etmekte!
Bes zâhirî duygu dısarıda kolayca onun mahkûmu olmus, bes bâtınî duyguda içeride onun memuru...
On duygu bunlardan baska yedi endam... Daha da dille söylenmeyecek kadar çok kuvvetler... Gayri sen say.
Gönül mademki ululukta sen de bir Süleyman’sın...Parmagındaki saltanat yüzügüyle perilere, seytanlara
hükmet!
Bu saltanatta hileye sapmazsan o üç seytan, senin parmagından yüzügü alamaz.
3580. Gayri adın, sanın, bütün dünyayı tutar. Cismin gibi iki cihan senin hükmüne uyar.
Fakat seytan elindeki yüzügü alırsa padisahlık bitti, bahtın öldü demektir.
Allah kulları, eger is böyle olursa bundan böyle kıyamete kadar ancak ve ancak “ Ah hasretlik! ” der,
durursunuz.
Hadi, tutalım, kendi hileni inkâr edersin; canını teraziyle aynadan nasıl kurtaracaksın? ”
”Getirdigimiz turfanda meyveleri o yedi” diye kölelerle kapı yoldaslarının, suçlarını Lokman’ın
üstüne atmaları
Lokman, efendisinin hizmetinde bulunan köleler arasında hor, hakîr görünmekteydi.
Alıntı: http://semazen.net/download_detail.php? id=6
Mesnevi-i Şerif Cilt I
Kayıt Tarihi : 21.3.2015 12:57:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!