suyun ucundan tut Teo
birazdan babam kalkacak yüreğimden
abdest almak için...
çok ileri gittiğim söyleniyor
korkunç atları geçtiğim
hatta evrenin mevsimsel boşluklarını bile
hatta yüzünüzün kuzeye bakan görünmez uçurumlarını
sözcükleri eğip büken dilinizin ölümcül kemiklerini
ve hatta kurak kalbinizin çöllerini bile geçtiğim
ardıma bile bakmadığım doğrudur
bilinsin istiyorum
bu dünya babamın yalınayak varamadığı bir yer
bu dünya babamın yorgun düştüğü
ve dimdik öldüğü gürültüler yumağı
gerisi bolca teferruat döngüsü
gerisi bıyıkları buz tutmuş bir fotoğraf karesi...
çocukluğumun en güzel oyuncağıydı ellerim
onlarla çok ileri giderdim
ne yoksa onu var eder
ve var olan ne varsa ceplerimde saklardım, babam hariç
dağları dağlara yaslar, güz kokulu yağmurlar sağardım
bir duvar arkası olurdu ellerim bana
kendimin kendisini arayıp durduğu bir saklambaç köşesi
hatta bazı geceler avucumda babamın korkusu
tanrıya sarılır öyle uyurdum
gelmeyeceğini bildiğim bu evin duvarları
neden sabır taşından örüldüğünü o vakit anladım
o vakit anladım avluda karayemiş ağacına yaslanmış anıların
-babam gibi ölümsüz olduğunu
milyon yıldır ellerimde biriktirdiğim bu his
bu rutubetli sayıklama nöbetleri
dal aksanlı sesimin kırıldığı o ağaç
ağacın içindeki ormanda kaybolan benim
suyun içinde bir havan, havanda durmadan dövülen benim
annemin gül diye kokladığı ellerimin yumruğa dönüşmeden önceydi
şimdi dişlerimde hep aynı kapı gıcırtısı
sanki zamanı aralıyor iki deli
biri babam
diğeri ellerim...
çok ileride anlayacağım
erken bildiklerinin yorgunudur insan, diyenle
kelimeleri ipe dizmek korkakların işidir, diyenin aynı kişi olduğunu
küçükken, hayretle menteşeleri izlerdim
minicik ellerinin koca kapıyı nasılda taşıdığını
tıpkı minicik ruhumun kocaman bir yaşamı
ve bilmediklerini sırtladığı gibi
aslında insan hep kendine yorgundur
kendi kapısına, kendi ellerine, kendi kalbine, kendi bildiğine
hoş geldin dediklerine, güle güle deme yorgunu
yine de hunharca sevmişiz
içimizdeki ağacın dallarını kimin kırdığına aldırmadan
aldırmadan, kanatlarımızdaki kırlangıçları kimin vurduğuna
aldırmadan, şairlerin kelimelerin içlerinde koşturdukları yalancı atlara
hep bir postacı olayım istedim
kendime dünyadan iyi haberler getireyim
-belki küçüklüğümden bir mektup...
insan çok ileri gidince anlıyormuş
içindeki kapının menteşeleri, babasının elleri olduğunu...
Kayıt Tarihi : 22.8.2024 23:53:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Yanından gardaş gidebiliyor mesela
Galudan tutulan el nasır
Bir avuçluk üzüm anadan ziyan olmasın diye ziyan olan hayattan...
Selam olsun kaleme...
Nar ağacımızın meyvesini yerken
Rengi kederi anımsatmıyordu hiçbirimize
Gözlerimi arayan bir babam vardı pencerede
Ellerimi tırmalayan bir kedim
Gün boyu süründüğü ayaklarımı
İstemezdi gece
Sırtını yaslardı göğsüme
Yaslanmak
Ömrüme biçilen Tanrı cezası
Babam şefkati uyutuyor toprak altında
Ben hala kazıyorum sevgili Abdulkadir
Bir sizi okudum bir kendi şiirimi
Sarıldım sıkıca şiire
Tebriğimi bırakayım
Selam ile...
TÜM YORUMLAR (2)