Arkadaşım kafasını iri elleri arasına almış düşünüyordu. Önünde yarım kiloluk bir şarap şişesi yarı yarıya boştu. Fasulya piyazı ile tek uskumru artık yenmiyecek bir manzara içinde öyle elemli duruyorlar ki, günlerce aç kalmış birinin arzu içinde yemeğe oturduğu halde, bir lokma aldıktan sonra birdenbire midesine saplanan bir sancıdan yiyememiş de tabaktaki yemekler canlı imiş gibi üzülmüşler hissini veriyordu. Böyle üçüncü sınıf meyhanelere gelen insanların önlerindeki yemekleri silip süpüremeyişleri bana seçmemiş erkekle, seçilmemiş kadının yüzlerindeki içinden çıkılamaz üzüntülü manayı ve hali hatırlatır.
Arkadaşımın ismi Bayramdı. İri kemikli bir adamdı. Arnavut şivesile konuşuyordu. Bir zamanlar kuru bademi külle, kezzapla yaş badem haline getirir satardı. Sonra piyango bileti sattı. Sonra arabacılık yaptı. Sonra da zengin oldu, diyebiliriz. günde otuz kırk lira kazanıyordu.Bben kendisini bu ara tanımıştım. Eski adetlerini bırakmamıştı: yine külhanbeyi gibi giyinir, kötü meyhanelerde en hoş kızları tanırdı. Onun tanıdığı kızlar içinde bir seher vardı. Sahiden seher gibi kızdı. Bayram, Seherle yaşamağa başlamıştı. Onu upuzun boyu ile arabasında görürdüm.
- Hey be more, derdi. Görürsün a, gündüz külahlı, gece silahlı! .
Beygirlerin sırtına bir kamçı vururdu. Sırım gibi kısraklar dar sokağı yıldırım gibi geçip giderlerdi. Seherle beraber yaşayan bayram çok kavgalar etti seher yüzünden. Bıçaklar çekti. cürmümeşhurlardan kaça kurtula bir gün yakayı ele verdi. Yedi, sekiz ay yattı. bu sırada da olan oldu. Seher, zaten pek düşkün olduğu bir üniformalının ardına düştü. Asmalımesçitteki meyhaneye uğramaz oldu.
İşte Bayram ondan sonra çalıŞmadı. Sırtının kemikleri hamudundan kurtulmuş araba okları gibi dışarıya fırladı. sabahtan içmeğe başlıyordu. Seheri aramağa koyuldu. Kocaman bir bıçağı kuşağının arasından çıkarıp Seheri böğründen yaraladı. Ama Seher ölmedi. Kendisini kimin yaraladığını da söylemedi.
Seher hastaneden çıktıktan sonra meyhaneye geldi ama Bayramla konuşmaz oldular. İşte bu Bayrama büsbütün dokundu. Seherin yaptığı erkeklik de onun elini kolunu beygir bağlar gibi bağlıyordu. Zaman geçti Seherle barıştılar. Bayramın kısrakları, arabası satıldı. Parasını Seher yedi. Başkasının arabasında on lira gündelikle çalışan bayramı katil etmek için seherin yapmadığı kalmadı. hep onun sinirine dokunanlarla gezip tozdu. Bayram arabayı koşamaz oldu. Yine badem satmağa başladı.
Şimdi akşamları meyhanede bütün kazancını içkiye verirken ona rastladığım zaman artık onun yüzü, ışıklarını söndürmüş, harp içinde bir avrupa şehri manzarası almıştı. o sinirli, kemikli, duru beyaz yüzündeki ateşli gözlerinin feri kaçmıştı. kuru kuru da öksürüyordu. yalnız içince parlamağa başlayan gözleri Seheri öldürmeğe çıktığı günlerin hırsını ancak böylece alabiliyordu. O akşam onu perişan görünce:
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...