Tütün işçileri yorgun
Ama yiğit
Pırıl - pırıl namuslu
Namı gitmiş deryaların ardına
Vatanımın bir umudu...
(*)
Ve toprak,
altın renginde bir zehir sundu bana
al ve besle dedi yetimlerini...
O zamanlar; kampüslerde öğrenci sevişmeleri, protokollerde sıra kavgaları yaşanırdı. Nutuk profesörleri, ülkemin ateşli savunucuları haber bültenlerinde, manşetlerde ahkam keser, yaşama dair hiçbir kaygıları olmadan, gazete köşelerine haber olma heyecanıyla pervasızca ve ağız dolusu yalana batmış, yapacaklarını anlatırdı. Şehir züppeleri racon keser, mekan dağıtırdı. Ve her yeni gün, metropollerde genç kızların ırzına geçilirdi.
bütün bu keşmekeşliğin gerisinde
kentlerin asi gölgesine inat
gecikmiş öpüşlerin hasretiyle savrulan
ve haritaların soğuk yüzüne kırgın memleketim vardı...
alın terini ekmeğine katık eden çakır gözlü delikanlılar, tütün tarlalarında suya giden sevgilinin yolunu gözlerdi,
göz bebeklerinde kırkikindileri özleminin sancısıyla o mahzun esrar...
memleketimde coğrafyaları gibi küçük insanlar yaşardı...
nereden bakarsanız bakın toprak işçisi, ırgat veya rençper denilecekti çünkü adlarına, ihanetin, yozlaşmanın, çürümenin beyinlerinde ve kalplerinde tuttuğu yer kadar küçük, işledikleri toprak parçası ve umutları ve beklentileri kadar, yaşama tutundukları tırnak uçları kadar küçük insanlar...!
memleketim !
senin mi payına düştü?
bu dört duvara mahpusluk,
yol gitmez kervan geçmez bu kıyamet gibi yalnızlık
ve sen ey ütopyam !
ne demeli sana
gözyaşımın hakkı için bir damla cemre olsun düşürmedin ki toprağıma...
her sabah yeniden, kan sızmış geceden yorgun argın kalkarak tütün tarlalarına kürek sallar toprak işçisi,
bir nefes zehir zıkkıma,
bir mahşer kavgasına,
tütüne...
Tütünü bilir misin?
İki parmak arasında kıyılmış,
Bir parçası var kalbimin
İncecik, ak kağıtlara sarılır,
Dar vakit yanar da verir kendini.
Dostun susan dudağına... (*)
tütünü bilir misin?
mağrur küheylan gibi dört nala, coştu mu dur durak bilmez,
boy boy emek verir toprağa
umuda sancılı çocukların kaderi,
yalın ayak türkümüz ve en yalın gerçeğimiz o bizim.
sevincimiz, hüznümüz, aşımız, ekmeğimiz...
ve toprak işçisi, nasırlı ellerinden paslı hançer çeker gibi acı bir çığlıkla uğurlar günü;
“bir yarım heceye dokunmak neden bu kadar zor.
Nedir bu gökkuşağındaki yedi renk, bu ağır taşlar,
bu acı kan kokusu.
ve neden hep bir tufan gibi açılır ömrümüze bu karakışlar...”
Kayıt Tarihi : 3.7.2012 16:56:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!