Melekler ve Şeytanlar Şiiri - Macit Kuruçay

Melekler ve Şeytanlar

o gün geldiğinde korku dağları ile beslenen
kötü yaradılışlı rûhlar bir bir asi asi ölürken
musa'nın firavun fâresi gibi
verirken son nefeslerini
inim inim inlerken
kızıl ölümle
korku dağlarının
volkanik yanar dağların
kalpgâhın karargâhın
insanın bir insanın
ne demek olduğunu anlayacaklar
hikmetinden sual olunmaz ulu yönetmen
kutsal varoluş iki anahtar su ve ateş
cennet cehennem
ürküten
bizi biz eden
düşündüren
ardına kadar dayalı ve mühürlenmiş
esrar içinde esrar kapıları
ateşten sudan tâ ezelden
kovalarken ezilen işportacıya izâfeten
ar edip çilekeş merhametli peygamberlerden
acaba diyorum acaba
seneidevriyesinde bâri düşünüp düşürüp
baktığı boğazları sıcak yuvasından
yas tutar mı kıyıcı gaddar zâbıtalar nezâketen
ve de bölüşürken
kâgir asma köprülerin yağlı avantasını
ve tamahkâr boğazına düşkün
rezil rüsvâ
sefil
rüşvetçi
ikbal idbar düşkünü
ekâbir siyâset meydanı
filhakîka yalan tescilli yalan sirkat okulu
dertleri doğal gaz dertleri petrol
yer altı yer üstü zenginlikleri
yaralılar yaralı
vakti ile fransız imparatoru özetlemişti her şeyi
para para para
sömürü sömürü sömürü
bahâneydi sarin gazı
esad'ın tüm hayvanlığı
unutuldu hiroşima ve nagazaki'ye atılan
rengârenk atom balonları
unutuldu saddam hüseyin
bir kurban bayramı sabahı
adâlet çarkının kanun hükmüyle değil
amerikan hükmüyle aşındırılıp kırıldığını
salhânede ıslakken güneş yemiş
siyah kefen gibi mandallanıp sallandırıldığını
izledi ümmet ve de buna şahâdet etti
ve edâ etti bayram namazını
bayramlaştı birbirini tebrik etti
ümmet gitti kurbanını kesmeye
unutuldu muammer kaddafi
en son gördüğümde
makatına
kazık sokmaya çalışıyordu birileri
acaba diyorum acaba kim yapmıştı ki bu hayvanlığı
başıboş afrika köpekleri mi
yoksa kan emici jilet dişli kuduz yarasalar mı

kapılara bağlanmış
gerdanı ak gerdanı kanlı gerdanı kırık
mideden ziyâde
rûhları aç
kalpleri aç
beyinleri beyleri
semiz enez lokma kölelerini
alıştırmak keşküle
zavallı mülcem gedâları
kanlı avuçlarında gıdım gıdım beslemeye
damla damla su vermeye
tutsak etmeye
vakti gelince de öldürmeye
daha ne zamana kadar devam edecekler
âzatlık kuşların da var elbette ağır bir vebâli
yiyen yemeyen
iştahlı iştahsız
uçan uçamayan
kuşlar bir sabah
kanatlarından
gözlerinden
gagalarından
hasseten kursaklarından vurulacaklar

mukaddes hayat kutsanmış hürriyet
su ve ekmekten hep bir adım ötedeydi
ve pek bir nazlı pek bir kıymetliydi
nasıl bilmezdi ki bu duyguyu yılkı atları
iyi bilirdi
bilirdi yazın cefâsını harmanı
kışın karlı dağları
ayaza tipiye çalıp bilediği
keskin harâretli
tan dağları nefesini
çıvgını
nefes borusunu ezen kurtları
iyi bilirdi
ve nerede görse tanırdı sâhibini
nasıl unuturdu ki
düşündeki döşündeki sırtındaki yaraları
kurt kapmaz yaza çıkarsa şâyet
donmazsa sıcak kalbi
yine benim derdi sâhibi benim
ayrık yaban otu kātil arılar sardı evreni
ne işe yarardı ki güllerde
kanca kanca dikenler
geberik vebâlı dişleri ile
günbegün dünya kemire dursun kendini
kıskandı seçilmişler
kıskandı elmas sırtlı dört yılan biri ürktü
kendini kuma gömdü
homurdanarak korktu bozayı
sözde daha doğar doğmaz
tüm sakallı fokları taze somon balıklarını
havada yakalayacaktı yakalayamadı
sağlı sollu dövüyor sırtını paslı zincirle pars
vura vura ipek derisini parçaladı
ulu yönetmen değişmiyor senaryo
neden hep aynı
vuruldu dişsiz suriye
kıskandı imrendi sırtlanlar
güneşe karşı şükretti uludu kirli çakallar
kıskandılar geberik vebâlı fârelerin
lağım kokan ağılı çürük dişlerini
halbuki tüm fitne taşının altında
hep ama hep elmas sırtlı bu yılanlar vardı
çoktu meleklerin safından
çoktu kapkara şeytanlar
her şeye muktedirlerdi
hünerbaz hilebaz ilâh tanımaz
iyi bilirlerdi bozgunculuğu şeytanlıklarından
azınlık acziyet hele ki dişsiz olmak
en ücra en tenhâ en vahşî ormanlarda
ne kötü şeydi
huzur da neydi savaş sonrası üleşmek varken
insan çiğ süt emmişti
kanlı çiğ et yemişti
bilumum yırtıcı yabanıl hayvanlarda
dolaştı ayağımıza su
dolaştı elimize âdem elmamıza domuz bağı
bir kılçık gibi takıldı gırtlağımıza mukaddes ekmek
böğüre böğüre yok olduk
yazık ki yazık
ne acı
inandık hep kötü yaradılışlı rûhlara
görmediğimiz dokunmadığımız cinler kadar inandık
sahi cinler demişken
evlenen boşanan oldu aramızdan
olmadı mı
şiddetsiz geçimsizlik
kârdaydı ahmaklar bereket ki nafaka dâvâsı görülmedi
kimbilir kaç yetişkin terütâze gevrek cin
ortada yersiz göksüz soğan kabuğunda
câhil dul kaldı
kaç cinli çocuk gözleri yaşlı ziyan
lâl ırzına geçildi
herkes af diliyordu içindeki 'ilâh'ından
zîra kandildi
tecâvüzcü hâin kalpazan kabzımal
vurguncu siyâsetçi üfürükçü sahtekâr
günahı sevabı kadardı aslında herkes
yer yüzünde
yer kabuğunda
mahkûmdu her kandilin yağı er ya da geç
bir gün tükenmeye
farzımuhal bitti
farzımuhal huzurdasın
yüzü yoktu belki
dönemiyordu içindeki kıblesine
pisti pislikti
ve yine herkes
cennet köylü mü cehennem köylü mü
adı gibi iyi bilirdi
bilirdi annesinin kızlık soyadı kadar
vardı içinde iyi kötü
az çok
seciyeli derûnî bir öğretmen kanaati
kulak yarası tek ayak cetvel cezâsı
karakutu akkutu toplantısı
kimi takdirnâme alırdı
kimi tasdiknâme
ve herkes içindeki 'ilâh'tan önce
gideceği varacağı köyü gāyet iyi bilirdi
ammâ velâkin
ne var ki
ne var
dişine işine gelmezdi
bilmezden
görmezden gelirdi

13 Nisan 2018 Cuma

Macit Kuruçay
Kayıt Tarihi : 22.4.2018 00:11:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Macit Kuruçay