Yumuşak bir battaniyenin altında dizlerimi karnıma çekmiş, havai fişek gibi saçılan kızıl alev toplarını seyrediyorum. Kuru odunların sert kabukları çıtırdayarak yanarken, odanın içine yayılan ılıklığın rehavetiyle göz kapaklarım ağırlaşıyor biraz. Yaş kütüklerin yılan gibi tıslayan ıslak sesini de duyar gibi oluyorum. Ateşin büyülü bir bağımlılık yarattığını düşünüyorum o sırada. Kor halindeki parçalardan biri patlayınca irkiliyorum aniden. Sonra tuhaf bir ürpertiyle elimdeki kalın kitaba daha sıkı sarılıp, yerine sadık bir kedi gibi uzandığım kanepeye daha sağlam yerleşiyorum.
Kitabı Londra’dan getiren arkadaşım bana kalın, mavi bir atkı örüyor. Onu sakinleştiren ahşap şişlerin masum tıkırtısını da dinliyorum. Pek konuşmuyoruz. Duvardaki büyük ekranda, geçen yüzyılın başında İngiltere’de geçen bir aşk hikâyesinin kahramanları dolaşıyor. Arada onlara da bakıyoruz. Huzurlu bir sessizlik var odada. O anda zaman hiç akmasın, hayat fazla kıpırdamasın, hep öyle tasasız kalalım istiyorum. Bu tasavvurun mümkün olabileceğine dair çocuksu bir sevinç ısıtıyor içimi aniden. İdil, “kitaplarımızı alıp kaçalım oralara” diyor. Hiç düşünmeden “olur, kaçalım” diyorum. O anda gerçekten yaşadığım ülkenin insanı içini burkan acılı hakikatinden, vahşetinden, şiddetli uğultusundan uzaklaşmak istiyorum çünkü. Aklıyla vicdanını buluşturabilen makul insanların çoğunlukta olduğu, karanlık ‘yeraltı’ meselelerini hiç değilse görünürde çözebilmiş, sıkıcı ama nispeten daha huzurlu bir ülkede yaşamak fikri cazip geliyor.
RUS RULETİ OYNAYAN YAZAR
Usulca sakinleşen alevlerin titrek, koyu gölgelerini izlerken işaret parmağımla kapaktaki Graham Greene’in derin alın çizgilere dokunuyorum. Sevdiğim bir yazarın artık kimse için mahrem olmayan hayatına girip gizli çekmecelerini kurcalayacağım için heyecanlıyım.
Yohdur anun yanında bir kılca i'tibârum
İnsâf hoşdur ey ışk ancak meni zebûn et
Ha böyle mihnet ile geçsün mi rûzigârum
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta