Mektup - 7 Şiiri - Orhan Karahan

Orhan Karahan
7

ŞİİR


1

TAKİPÇİ

Mektup - 7

Ve bu gidiş öyle bir gidiş olacak ki; bir şairin ölümü gibi zamansız ve amansız. Gecelerimize bir dost sesi uğramayacak artık biliyorum. Şarkıların, şiirlerin ve hikayelerin boynu bükük kalacak, el sallayacak ardından bir gün mutlakalarla.

Artık gemiler yanaşmayacak bu limana, yıldızlar durmayacak yerinde. Ve kayan son yıldız sen olacaksın; yaprak dökümü bir Aralık gecesi seninle son bulacak.

Niye suskun bir öyküye başlar bırakıyorsun gökyüzünde yıldızları, niye? Artık pazartesileri ve çarşambaları boynu bükük kalacak sokak lambaları.

Birlikte ağlamayacağız, sarhoş olup küfürler savuramayacağız, yada çay içmeye hiçbir yere gidemeyeceğiz. Adımların kalacak istasyon caddesinde... Anıların kaybolacak Sivas sokaklarında, kulağımızda sesin ve eski bir şarkı kalacak KAN KIRMIZI, sonra bir sigara yakacağız, dostluğu yakacağız, şiiri, türküyü, hikayeleri yakacağız. Artık hiçbir hayalin peşinde koşmayacağız. Salt ve re el olan mekanik bir hayat yaşayacağız...

Sus! Sus ki daha büyük olasın! Sus ki yıkılmayasın, ayrılmayasın... Sus ki kazanasın...

Geçici bir ayrılık olmayacak bizimkisi biliyorum. Uzun çok uzun olacak. Belki de hayatın bundan sonra bize ayrılan kısmında birbirimiz olmayacağız. Şarkılar isyan kokmayacak buram buram... Ne duvarları Maviye boyayacağız, nede iki ağaç olacağız aynı yıldırımın ikiye böldüğü, tek başınayız, tek başınasın unutma!

Sen hiç konuşmadın mı kendi kendinle ha? Geceler boyu küfretmedin mi? A Ğ L A M A D I N M I? ne olursa olsun her zaman dediğim gibi biz hayatın bize getirdiğini yaşıyoruz, yaşamak zorundayız! Ne kadar tükenirsen tüken, hep kendinle kalacaksın.

Şimdi sen’de susuyorsun, şarkılar susacak, gece susacak, hikayeler, şiirler, türküler de susacak.

Susuyorsun işte; insanlığa, saygıya, sevgiye, mutlu olmaya, geceye, dostluğa, papatyalara ve güllere susayacağız...

Ne bu susuş nede bu susamışlık bitecek...

Her şey bir şarkıyla başlamıştı ve bir şarkıyla bitti! Yo sadece kendimizi kandırıyoruz bitti diye, bir tokat gibi inmekte yüzümüze bitmemişlikler.

Bir sigara yaktım, fincanda neskafem her zaman ki gibi (sert ve sade) Radyoda yine eski bir şarkı “Ayrılık”, saat gecenin bir otuzu... Ve radyo hep ayrılık şarkılarına ayarlı kalacak.
Masada cam bir vazo, içinde kurumuş birkaç tane gül ve sarı papatyalar... Her şey kuruyup gidecek sonunda.

Koynuma yıldızları dolduramadım, ya sen? Sen yıldızları aldın mı içeri... Hani bir şiir vardı, yanlış hatırlamıyorsam eğer “bu şiir bahta yazılmıştır” diyordu, bir mısraında. Ya bu yazı, ya bunca şarkı, ya bunca öfke, onları neye yazdılar acaba...

Soğuktu, üşüyordu, yüreğimi serdim geceye ama olmadı... Tutsana elimi beraber yürüyelim bunca hayının üstüne, üstüne!

Şimdi karanlığız,

Işıklarımızı söndürüp gitti dost bildiklerimiz, sen şarkıların yalnızlığına daya başını, ben minibüs camlarına...

Evet “güneşi hiç görmedim penceremde” Edip mikrofonda... Beş yıldır neler solmadı ki içimde, neleri soldurmadılar ki, bu yol üç adımda bitmez be dost, yol uzun yürüyelim. Şehirler girecek aramıza, başka gökyüzü aydınlatacak kentlerimizi...

Yavaş yavaş sona doğru yolculuk başladı işte, kapıldık rüzgara değil mi, darmadağın olacağız. Hayır asla olmayacak, rüzgara karşı duracağız dağılmayacağız. Rüzgar; gülleri ve papatyaları sürükleyip götürecek parmaklarımızın arasından.

- ‘Sen doğmana bak güzel gün’ - biz buradayız... Varsın sesimiz duyulmasın, varsın ayrılık şarkıları söylenmesin, varsın gece yarıları dost omuzlara yaslanılıp ağlanılmasın. Biz buradayız, sen doğmana bak güzel gün. Biz o güzelliği, ciğerlerimize dolduracağız. Koşa koşa yaşayacağız hayatı, yürümeden, durmadan, mutlu sona merhaba deyip bizde kucaklayacağız ölümü.

- ‘Biz bu ülkeyi karşılıksız sevdik’ - seni ülkem... seni ülkem gibi sevdim, Sonbaharda yakalayıp sonbaharda yitirdiğim.

Gidiyorum, gidiyorsun işte bu kaçıncı ayrılık hak etmediğimiz, bu kaçıncı gidiş. Sende git, bizi böyle darmadağın bırak bir kez daha, G İ İ T! Hüznü bize bırak, gece yarılarını da. Yeni bir hayata merhaba de, içinde biz olmayan, sen olmayan ucuz bir hayata merhaba de!

Şimdi sen gurbeti gurbette bırakıp sılaya döneceksin. Bir ucunu açık bıraktığın parantez hiç kapanmayacak. Hem sonra ardında neler bırakacaksın, kocaman hayaller, kocaman ütopyalar, dostluklar, yarım kalan sevdalar, türküler ve karanlıkları aydınlatan hikayeler...

Her yaşam bir hikayedir, her hayat karanlığı aydınlatır. Evet haklısın, nelere yazmadık ki, Erzincan’a, Ankara’ya, Karadeniz’e ve hatta dediğin gibi Sivas’ın tam ortasına yazdık hem de. Gariptir ki hepsi yarım kaldı zamanın bir yerinde.

Şimdi şu saatlerde türkülere vurdun öfkeni, isyanını ve gözyaşlarını. Ağla ey dost ağla! Ama unutma Ayrılığın doğumu yaklaştıkça Ağrıyorum, yürek ağrıyor, düşünceler, düşler ağrıyor, kalem ağrıyor.

Sen şimdi gidiyorsun, git! Kızılırmak, Eğri Köprü, Kampüs, Çiçekli Mah., Fidanlık, Kümbet, Akdeğirmen, İstasyon Caddesi, Medrese, Çiçek Dondurma, terk edip git işte öksüz bırak şimdi yurdumu...

Ve sevda pazarlarda satılacak kadar ucuz olsaydı dost, ne şair olurdum, nede severdim... Satmadık bilindiği üzere, satıldık her Pazartesi ve Çarşamba.

Sona doğru gidiyoruz işte, ve bu son asla son olmayacak yürek ağrımızda... Evet düşen her yıldızı cebimde saklayabileceğimi zannettim. Senin papatyaları saklayacağını zannettiğin gibi.

Adın Batsın! evet Adın Batsın! Adı Batsın bu sevdanın. Son kez...
Aslında başta söylediğim gibi susmak lazım, susalım. Susalım ki büyük adam olalım, adam gibi adam yani. Nerde şimdi o aramıza su gibi dökülen bir çift karagöz, nerde o bizi bizden alıp götüren şımarık çocukluğumuz...

Biz birbirimizin aynasıyız!
Bu yağmur böyle karanlık olmazdı,
Bu yağmur böyle kırgın olmazdı,
Bu yağmur böyle küskün durmazdı, gitmeseydin.

Bu defa aldanmamak için gülüşlere, git! Şimdilik iyi geceler sana ben düşlerimde yıldız kovalamaya gidiyorum, elimde kalan gül ile...

Boşuna bağırma kimseler duymaz sesini, duymazlar. Hoş duyan olsa da tepki vermez emin ol...
Bak işte bunlar türkü hikayeleri, emin ol senin hikayelerinden daha gerçek, çünkü beni anlatıyor, onu, şunu, bizi anlatıyor... Anadolu insanını, bin yıllık değişmez yazgıyı, bin yıl daha değişmeyecek yazgıyı anlatıyor, töreyi anlatıyor. Belki bize de bir türkü yakarlar ha? Ne dersin...

Biz sustuk, susacağız... Ama türküler susmaz. Bin yıldır söylendiği gibi bin yıl daha sürecek türküler... Dün benden alınanlar, bu gün senden alınacak. Buruk bir acı kalacak dudaklarının kenarında, öfken büyüyecek, hırsın büyüyecek, sen daha büyük olacaksın.

Bir gün mutlakalarla başlayacaksın bundan sonraki sözlerine... Bir gün mutlaka... Sevdan gibi içinde büyüyecek öfken. Yıldızlara yatır düşlerini, umut yüklü umutlarını al götür bu şehirden. Pişman olsaydın yaşamaktan dönüp de bakar mıydın ardına, ah bu türküler...

Emanetini bıraktığın gibi bulacaksın, yüreğin avucunda atarken, akan iki damla gözyaşın, emanet kaldı gecelerde. Emanetini bıraktığın gibi bulacaksın gözlerimde...

Unutmayı unutmak mı? İnsan yaşarken unutmaz, ne zaman yitersen gökyüzünde işte o zaman unutulursun. Bak ben hala akıllardayım. Çünkü ben unutmadım. Unutma; unutulduğun zaman unutursun...

Bir sonraki durakta karşılaşacağız yine, sırtında her zamanki çantan, hani içi umut dolu. Şapkan, hani o başını yıldız yağmurundan koruyan. Eldivenlerin, gözlüklerin ve ağır bir yükün altındaymış gibi yarı bükülmüş bacakların, durağa dayamışsın sırtını...

Yine karşılaşacağız, ben en yazılmamış şiirlerimi getireceğim gözlerimde. Yalnızlığımı, kavgalarımı, hayallerimi, pazartesi günlerimi, gülleri ve unutmayacağım her şeyi getireceğim... Belki sonbaharda olacak, belki de çarşambalardan birisinde, yağmurda olmalı üstelik. Oturup mişli geçmiş zamanlardan uzun cümleler kurmalıyız. Bir gün o durakta, o istasyonda yine karşılaşacağız. Çünkü yolumuz aynı yol, savaşımız aynı savaş, korkularımız aynı korku, çünkü umudumuz yarına dair...

Uzun bir tren yolculuğu yapsaydık seninle. Ne çok isterdim, İstanbul mesela tam 22 saat, birbirimize nasıl tahammül edeceğimizi bilmiyorum ama her halde görünenin aksine 20 saat susar, raylarda kaybolan güneşi kovalardık...

Vedalaşmadan ayrılmalıyız. Her ayrılık gibi olmalı bizim ayrılığımızda. Tuz kokusu kalmasın dudaklarımızın kenarında. Elvedalar olmamalı, gözyaşları olmamalı, belkiler olmamalı.

Uykusuz gecelerimizde oldu, sarhoşluğumuz’da, ağladığımız’da güldüğümüz’de. Ne çok sevdik sevilmeden... Yıldızları tanıdık birer birer. Sonra çiçekleri, ayları, günleri ve ayrılık saatlerini ezberledik yazdıklarımızda.

Daha bir çoğaldık türküler gibi... Çoğalacağız da daha. Ayrılığı ayıracağız tam ortasından... Köpekler gülecek halimize, bir türlü bitiremediğimiz geceleri katlayıp bavullara yerleştireceğiz. Biraz naftalin koyup yanına sonsuza kadar kapatacağız belki de. Bir çığlık düşecek tam ortamıza, ağlamayacağız, ağlamayacağız, ayrılacağız...
Gideceksin; kış ortasında bırakacaksın sevdalarını, korkularıyla baş başa. Gideceksin; umutları doldur valizine. Gideceksin; kavgaları ve yıldızları doldur ceplerine. Gideceksin; hikayelerini de götür. Gideceksin; en olmadık yerinde ömrümüzün, bizi böyle yarım bırakacaksın, kül tablasının kenarında kalmış gibi. Gideceksin; git. Böyle olsun istemezdik.

Evet arkadaş bir gün bir yerlerde yine birlikte olmak umuduyla... Kirlenmiş hayaller, yarım kalmış sevdalar, papatyalar, güller, eylüller, ekimler, çarşambalar, pazartesiler, şarkılar, türküler, hikayeler ve şiirler şahidim olsun ki, bir gün bir yerlerde mutlaka karşılaşacağız... O zamana kadar kendine iyi bak çünkü kendimizden bir tane var...

Hiçbir şeyi yarım bırakma, bu ölüm bile olsa. Hem ölümde neymiş ki, en fazla bir yıl sürer acısı... Ölmedik ki, ölmeyeceğiz ki...

Sadece ayrıldık bitti, bir kuru dal ağaçtan düşer gibi, güneş yıldızları örter gibi, bir cam bardak kırılır gibi...

Güle güle...

Orhan Karahan
Kayıt Tarihi : 16.8.2004 18:05:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Orhan Karahan