Her sabah böyle uyanırım, kuş gibi.Yeni doğmuş bir bebeğin günahsızlığındayımdır her sabah, her gecenin bitimindeki tüm günahlarıma inat. İlk seninle başlarım güne, aklıma ilk düşen yüzünde çağıldayan akarsulardır. Berrak, temiz, saf ve günahsız. Ve bir o kadar da ayrılığın, uzaklığın buruk tadı vardır o sularda. Dudaklarımın kıyısında beliren tebessüm, önce yüzüme ardından tüm bedenime yayıldığında kahkahaya dönüşmüştür artık. Gayrı hiçbir avcı izini süremez bir maralın, apansız sıkıştırıp bir kaynak başında umutlarına, hayallerine son veremez gözbebeğimdeki engin çayırlarda, gayrı tek damla yağmur yağmaz kirpiklerimdeki yağmur ormanlarında.
Her sabah seninle ilk kez buluşacakmış, ilk kez gözlerimiz birbirine değecekmiş, ilk kez ellerimiz birleşecekmiş ve ilk kez o ipek saçlarını okşayacakmışçasına dolu dolu bir umut ve sevinçle hazırlanırım.07.15 Trenine yetişmek için kapıyı yalnızlığımın suratına çarpıp koşar adım tutarım istasyonun yolunu. Bindiğim vagondaki insanların yüzü ilgimi çekmez hiç. Ama bilirim ne şartlarda yaşadıklarını, ne zorlukları aşmaya çalıştıklarını ve her birinin yüreklerinde ulaşılması imkansız bir aşka son sürat koştuklarını. Benim de tek derdim sana olan uzaklıkları aşmaktır 07.15 treninde.
Raylar üzerinde salına salına giden trenin son vagonunda otururken rayların kıyısındaki telefon direklerinden fallar tutarım sevdaya dair, “seviyor-sevmiyor” diye. Hep “seviyor” çıkar ama uzaksın, niye? Durup duruken bir şiirin mısraları gelir çakılır düşüncelerime;
“Şimdi! ! !
Ne saz dayanır yokluğunun türküsüne,
Ne mızrap dayanır bu sevdanın öyküsüne.
Dön sevdalım, dön umudum,
O masal dağında ünleyen gazal
Güz ve hasret yüklü akşam bulutu
Güz ve güneş yüklü saman kağnısı
Babamdan duyduğum o mahzun gazel
Ahengiyle dalgalandığım harman