Mehmet Zeki Gezici: Hakkında ziyaretçi g ...

Mehmet Zeki Gezici
200

ŞİİR


2

TAKİPÇİ

  • Mehmet Zeki Gezici
    Mehmet Zeki Gezici 05.02.2009 - 11:50

    03 Şubat 2009 Salı
    'aşk dedim', eleştirmek dedim.
    Şair(ler) i değil de, şiir(ler) i sevmek. Ben böyle bakıyorum meseleye. Şairin kişiliğiyle ilgili olumlu / olumsuz (ön) yargılardan, haklı / haksız birikmiş inançlardan biteviye sıyrılmadan; bir estetik yapı(t) olan şiir için, salim / sağlıklı / sağduyulu bir değerlendirmede bulunmak, pek olanaklı gelmiyor bana.

    Çok değil, iki –üç sebepten ötürü böyle: Şairlerle aralarında arkadaşlığı da aşan dostane ilişkiler geliştiren eleştirmen(ler) / kişiler, o şair için yazarken, sakınımlı davranıyorlar çoğun. Diyeceklerinin hepsini diyemiyorlar. Demiyorlar da, diyemiyorlar da. Demiyorlar, dediklerinde, “dostluk” buharlaşıverir hemencik. Öyledir, yaşamımızın öteki alanlarındakilerinden farksız olarak, ne yapalım ki, edebiyat kültürümüzde de dostluk, eksik-gedik vurgulanıncaya kadardır; beğenmediğini en halis / en hakikatli sebeplerinle göster istersen, hapı yuttuğunun, dostluğun uçtuğunun resmidir. Diyemiyorlar, bil(g) isizlik dağları-bayırları geçmiş çünkü. Kuramlarla, poetikalarla, öğretilere farklı merceklerden bakmalarla başı hoş olmayan bir fikir kuraklığı, çöle benzer bir yorumsal yetmezlik, tepe noktasına tırmanmıştır da, ondan diyemezler. Bizde eleştiri, (Hüseyin Cöntürk, Eser Gürson, Fethi Naci, Asım Bezirci, belli çekincelerimle beraber Mehmet H. Doğan gibi) birkaç ciddi örneğin övülesi verimlerini dışta tutarsak, Nurullah Ataç’ın izlenimsel eleştirisinin “sevdim / sevmedim” çizgilerinden daha ileride değil ki hâlâ. Şu kitabı / şu şiiri beğendim, diyorlar örneğin; neden beğendiğini sorun, hık-mıktan öteye gidemezler genelde. Edebi / Estetik ölçeklere yerleştirilmiş yargılar hiç beklemeyin de, size “anlamadım, beğenmenin mantığı mı olurmuş” diye kükremedilerse, yatın kalkın dua edin Allaha. Eee, şiirsel-olan’a yaklaşımın açısı böylesine dar olunca da, daha fazlasını beklemek, havanda su dökmek olur ancak. Bir de, demokrasisinin kurumsallaş(tırıl-a) mamasının yanısıra, demokratik kültür ögelerinin aydınlar katında da değerlenip benimsenmemesi veya herkesin, yalnızca kendine yontmak için kullandığı, nalıncı keserine benzer bir demokrasi anlayışı taşıması. İşime geldiği kadarıyla demokratım yani. Çıkarlarıma fiske vurmasınlar, darmadağın ederim ortalığı!

    Yazımın başındaki ilk cümleme bakarak, hiç kimse, benim, “şiirleri sevmek için, şairleri sevmemek mecburiyetimiz var” gibisinden düşündüğümü sanmasın. Olur mu, niye böyle bir koşul dayatayım? Dayatmaya kalkışsam, beni kim takar zaten? Keçileri kaçırmadım hem daha? Sevdiğimiz şiirin şairini de seversek, baldan yenmez. Ama şairine sevgimiz yeter ki, mırın-kırın duygusal sebeplerle değil; duyarlıksal ve nesnel sebeplerle gelişsin. Olur ya, günü gelir de o sevgimiz sonlanırsa, şairinden bağımsız olarak, şiirine sevgimiz sürsün. Özeti şudur: Şairin kişiliğine ilişkin hissettiklerimizle, şiirinin niteliksel yapısını ayırabilmeyi başarabildiğimiz raddede geçerlidir, onun şiirine ilişkin yorumumuz. Aksi durumda, dayanaksız-dayanıksız öznelliklerle sarmalanmış birkaç tutam “laf ola, beri gele” tutumudur, orada sergilenen.

    Bunları şundan dedim: Önümde bir şiir kitabı var: “Sana Aşk Dedim Ey Ölümsüz” (Şafak Pazarlama yayını, 1999) . Şairi, M. Zeki Gezici. Çok değil, en fazla dört, hadi beş kez konuşmuş olayım kendisiyle. Sımsıcak bir insan. Yalımlı gülüşler saçıyor etrafına. Muzip, afacan, şakacı da bir adam. Sonra, cömert olduğunu gördüm birçok yönden.(Küçücük kitapçı dükkânında, kaç kişiye beş kuruş almadan, kitaplar armağan etti benim yanımda) . Yaklaşık 40 yıldır, şiir yazıyormuş. (Üniversitede okuduğum yılların Varlık yıllıklarının birinden ve daha bir-iki yerden anımsıyorum adını) . Öyle pek ünlü biri değil. (Gene de, Vedat Günyol’un ve Cemal Süreya gibi cins bir şairin dikkatini çekebilmiş ama.) Kozasını sessiz –sedasız ören “şiir böcekleri”nden biri. Yırtınmıyor “ben şairim” diye; şair olduğunu, istencinin dışında duyumsatıyor insana.

    İşte bu kitabında M. Zeki Gezici’nin, oradaki, beni çarpan, beni zıvanadan çıkaran, bana feleğimi şaşırtan bir şiirinden, ama tek şiirinden bahsedeceğim: Mutlu bir rastlantıyla, şiirle şairinin bende örtüştüğü bir “duyarlıklar ânı”ndan.

    Tamamını alıyorum şiirin:

    'AŞK DEDİM

    Hangi yola girsem topraktı ekinsiz
    dilimle kırdım bademle yaşadım her şeyi.

    geldin uzanıp kayalıklara
    dedin ki 'nasıl boyanıyorsa
    zamanla her şey kendi rengine,
    öyle olacağım işte çaresiz
    sen de zamanla döneceksin kendine'.

    Ben seni öperken sonsuz
    sonsuzu öperken
    saçlarında uyuyordu zaman
    bak seninle büyüdü kuşlarım
    sularım seninle duruldu.

    Sana aşk dedim ey ölümsüz.'
    ***
    Ne var bunda çarpılacak, zıvanadan çıkacak; diyebilirsiniz. Öyle gürül gürül akan şelale sesi yok, lahana yaprakları gibi sarım sarım çağrışımlar yok, derinlikli bir imgeleme yok. Dümdüz, sohbet edercesine yalın bir söyleyiş edâsı bir de; hepsi bunlar değil mi, diyebilirsiniz. Haksız sayılmazsınız. Sahiden de dediğiniz gibi; ne eksik, ne fazla. Ama şiirin tılsımı da burada ya. Gizemselliğinin kökenleri de burada. Herkesin konuştuğu gibi dillenen / seslenen; ancak, bambaşka duyarlıklara açılan, bambaşka esinlenmeleri ivmeleyen bir doğurganlık. Sanıldığından çok daha güçtür, yalınlığın içinde yakalayabilmek, duyarlıksal yoğunluğu.

    Sevgiliye hitap edilirkenki samimiyet, o samimiyetin çocuksu bir safiyetle, hesapsız-kitapsız yakarışlarla dışavurumudur, okuyanı sarsan ve kendinden geçiren.

    İnsan –Şair, M. Zeki Gezici’yi çok sevdim ben. Bu şiirini de çok sevdim; sevmeseydim de söyleyebilmeliydim bunu tabii: Budur meramım.

    Mart 2008
    Gönderen Bünyamin Durali zaman: 10:54

  • Mehmet Zeki Gezici
    Mehmet Zeki Gezici 10.12.2008 - 18:39

    MEHMET ZEKİ GEZİCİ

    7 Temmuz 1950 Gönen Doğumlu.Kepirtepe Öğretmen Okulu’nu (! 968) İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümünü (1976) bitirdi. Öğretmenlik yaptığı yılları 1987 ‘de noktaladı. Daha geniş çevrelerin Türkçe Öğretmeni olabilmek için kitap satımına başladı.
    Mustafa Şerif Onaran’ın Cumhuriyet Gazetesi ‘in kitap ekinde
    (17 / Haziran / 2004 – Sayı 748) anlatımında:
    “ Bir zamanlar Cumhuriyet Kitap’ın arka sayfası Şafak pazarlama adına ona ayrılmıştı. Tüyap Kitap Fuarlarında bir köşeye çekilip onu izlemelisiniz.
    Bir kitabın her türlü tanıtımını yapabilir. En gereksiz bir kitabı, en ilgisiz bir okura satmanın ustasıdır.Özellikle onun coşkulu konuşmasına, ozansı bakışlarına dayanamayan hanım okurlar kitap almadan Şafak Pazarlamanın önünden geçmezler.”
    Alınlığında “ Erkekleri şiir okumayan toplumun kadınları sevmeyi öğrenemezler”, yanda yukarıdan aşağıya “ İnsanın zeka seviyesi yalnız eşini seçerken belli olur” yazılı KİTAPÇI dükkanını yaşatmaya çalışıyor.
    Bir eş, iki oğul, bir gelin bir de torun var dünyasını güzelleştiren.
    Yaz aylarında fesleğen kokusu burnunuza uçup gelirse onu size bahçesinden göndermiştir.
    Bulutlu ve can sıkıcı bir havada, birden içinize sevinç gelirse bilin ki onun aydınlığıdır. Evrensel değerler üretin ve mutlu olun.

    ŞİİR KİTAPLARI

    Kan Çiçekleri / 1974 Halk Şarkısı / 1982
    Şafak Yüzlü Çocuklar / 1985 Gençlik Şarkıları / 1987
    Sana Aşk Dedim Ey Ölümsüz / 1999, 2003, 2008 (Dört kitabın toplu asımı)
    Sevişmediğim Gün Ölürüm / 2003, 2005, 2008-
    Sen Geleceksin Diye Bebek / 2006
    Sevişmediğim Gün Ölürüm / 2007 Irak’ta Türkmence ve Kürtçe basımı.

  • Mehmet Zeki Gezici
    Mehmet Zeki Gezici 10.12.2008 - 13:36

    ŞİİRLE SEVİŞEN ADAM…

    Cumhuriyet Kitap’ta çalıştığım kısa ömürlü yaz günlerinde tanıdım onu. Bir parça Moğol esintisi ilişmiş yüzü, alnını terk etmiş kır saçları, yana yatmış kaşlarının altında gülümseyen bir çift ışıltılı gözle girdi içeri… Çantasında Sevişmediğim Gün Ölürüm kitabının ilk baskısı…

    Sonra bir akşam Çapa’da, Kitapçı’ya uğradım. “Bugün sizin için ne yapabilirim” dedi aynı gülümseyen gözlerle. Ben de gülümsedim. Bana elektrikli ısıtıcının asma ocağında kaynayan sudan, sallama çay demledi. Kitap raflarının üstünü kapatan ‘büyük büyük babalarının fotoğraflarıyla tanıştırdı; Tolstoy ve Çehov’muş. Memnun oldum.

    Oturduk… Uzun uzun Ece Ayhan’dan, Turgut Uyar’dan, Cemal Süreya’dan söz etti; oradan Çehov’a, sonra felsefeye geçti. Sevişir gibi koşuyordu edebiyatın, felsefenin yamaçlarında... O zaman anladım, neden kitabının başlığına ‘Sevişmek’ sözcüğünü çıkardığını... Sevişmek, bu adamın imgeleminde birincil anlamının çok ötesinde, onu da içeren geniş, çok geniş bir metafordu. Kalkarken Lukacs’tan bir kitap ve İlhan Berk’in çevirdiği Fransız Şiir Antolojisi’ni armağan etti. Tam kapıdan çıkıyordum, peşimden iki dize, Cemal Süreya’dan; “Şimdi sen kalkıp gidiyorsun. Git. / Gözlerin durur mu onlar da gidiyorlar. Gitsinler”.

    Şair kekeme insandır. Hayatla sorunu vardır, söyleyemez. Şiirlere akıtır ruhunun iç geçirişlerini. Zeki Gezici farklıydı. O ruhunun şenliğini estiriyordu dizelerde. Kendisini, dünyanın mutlu insanlarından biri olarak tanımlıyordu çekincesiz. Bu dünyada, itirazının derinliğini bilerek mutlu olduğunu söyleyebilmek belki başkaca bir şair cesaretiydi. Belki bu yüzden Zeki Gezici’nin hayatı ile şiirleri birlikte ele alınmalı. Kaç şair kaldı ki, Cemal Süreya’nın deyişiyle, hayatını şiire dahil eden… O; sevişenliğini, kitap kapağına gençlik fotoğrafı koyduğu karısını, varlığına kitap yazdığı torununu, Marksizm’i, Adem’in doğum tarihini keşfe çıkan felsefe macerasını, raflardaki kitaplarını aynı alaşım içinde yaşayan, elbisesi ruhunu örten bir deli adam.

    Düşüncenin ufuk çizgisi yok… “İnsan düşüncenin yaratma gücü, bir gün felsefeyi bile güneşte kavrulmuş yılan derisine çevirecektir.” Düşünceyi bu denli merkez alan bir şairin şiirleri, akıl şiirleri olmazsa ne olur? ! Zeki Gezici’nin şiirleri akılcı buluşlar örgüsüyle işlenmiş bir şiir. Düşüncenin en mükemmel yaratısı felsefenin şiirle sevişmesi de denilebilir. Sözüne ettiğim ne epistemolojik felsefe ne de ontolojinin kavramsal dizgeleri. Zeki Gezici bu anlamda bir felsefeci değil elbette. Onunki yaşama karşı bir duruş, ‘uygarlığın’ yıkıcılığına hormonsuz bir insancıllıkla karşı çıkma çabası. Bu yabanıllığın içinde gerçek bir medeniyet ve yaşam tutkusu saklı: “elli yıl geçmiş aradan / kim denizinde güzelim balık kokusu / yalılarda insan ölüsü olan kim? ”

    Zamanın eskitemediği yaşama tutkusu, şiiri gecenin karanlığında değil, sabahın ışıltılarında aramaya sevk ediyor Zeki Gezici’yi. Bu yüzden zor olana, şiirin ayarını düşürmeden aydınlığın şiirine yöneliyor.

    Varlıkla yokluk arasındaki gerilimde insan, acıya ve hüzne daha bir yatkın… Zeki Gezici’nin çok sevdiği diyalektiğin terminolojisi ile dile getirirsek; zıtların çatışmasında kalıcı olan, geçici olanı her zaman kenara itiyor. Evrende her şey başlıyor, yaşıyor ve başka bir forma dönüşüyor. Her tekil form, kendini tüketirken yeni bir formun özsuyu oluyor. Bu anlamda hayatın tükenişi, yeni bir yaşam kapısı… Ancak ‘yok olan’, bunu yaşamsal süreklilik içinde kavrama gücünden yoksun. Bu, yalnızca kendini doğaya ekleyebilenlerin; yaşamın sonsuz, görkemli bir kozmosun parçası olduğunu idrak edebilenlerin bilinci… Zeki Gezici’nin çekinmeden dile getirdiği, materyalist felsefe ve bu felsefeden el alan şiir, bu bilinç noktasında sonsuz evrende eriyor. Şiirlerinde doğduğu enleme, doğa ritüellerine, zaman vurgusuna sıkça yer vermesi bundan. “Yağmurun indiği bahçelerde / bütün ölüler kardeştir salkım saçak” Bir soru: Mademki evrenin bir parçasıyız, evrene karşı borucumuzu, aydınlık bir yaşamla ödemek gerekmez mi? Bazen gerekir, bazen gerekmez. Zeki Gezici her zaman gerekir olduğunu düşünen bir şair ki, doğaya sıkı bir çentik atma muradında. O yüzden “Yolcuyum Adem’den önce / elini istiyorum / seni cennetime götürmek için” dizelerinde, hakkını vererek yaşamış olmanın (bunu düşünmesi bile hoş) gururu saklı.

    Zeki Gezici, eksik tartılmaktan hoşlanmayan bir şair… Yaşamınızda şiir ve mizah yoksa, evrenin terazisi insan olarak sizi eksik tartacak.” Bunun için şiirle hemhal ve yine bunun için gözlerinden mizahi gülümseme eksilmiyor.

    Sonsöz; bu adam şiir mi yazıyor, sevişiyor mu? Her ikisi de...

    Önder Birol Bıyık

  • Mehmet Zeki Gezici
    Mehmet Zeki Gezici 10.12.2008 - 13:33

    EVLİLİK ANAYASASI
    EVLİLİKTE MUTLU OLMANIN ON KURALI
    İki büyük yalan var,
    Biri duygu yalanı, diğeri inanç.

    1. İnsanın zeka seviyesi yalnız eşini seçerken belli olur.
    2. Elinde, dilinde ve yaşamında şiir olmayan karşı cinsten birine selam bile vermeyiniz; inceltemez ve yontamazsınız.
    ERKEKLERİ ŞİİR OKUMAYAN TOPLUMUN KADINLARI SEVMEYİ ÖĞRENEMEZLER.
    ŞİİRİN BESLEMEDİĞİ KADIN RUHU
    BİR MEVSİMLİK ÇİÇEK GİBİ SOLAR.
    3. Bir bayanın ruhunu inceltmek, bir erkeği yontmaktan daha zordur.
    4. Sizin değeriniz, eşinize verdiğiniz değerden daha fazla değildir. Eşinizi kendi sosyal çevrenizden seçiniz.
    5. Aşk evliliğin beşinci yılında başlar, aşık olmak için birlikte yaşlanmak gerekir. Eşinizi ancak kırk yılda sevgili haline getirebilirsiniz.
    6. Akıllı bir eş en güzel sevgilidir, yılbaşının en büyük ikramiyesi bile onun yanında amorti kalır.
    ELİMİ TUT BANA SEVDİĞİNİ SÖYLE
    YOKSA MENDİLİN GÖZYAŞLARINI SİLECEK.
    7. Çok iyi bir eğitimden sonra, duygularınız kırk yaşından sonra sizindir, daha öncekiler bilinçaltı denen çöp tenekesinden beslenir.
    8. İnsan hayatta bir defa evlenir, diğerleri bir işe girip çıkmak gibidir.
    9. Değerli olan her şey emekle elde edilir. İnsan hayatı elli yaşından sonra başlar, o güne kadar geçen yıllar, elini tutacağın insanı yetiştirmekle geçer.
    10. Artık mezar taşınıza AŞKIN SONSUZ TARİHİ’ ni yazdırabilirsiniz.
    Hayatı öyle sevilecek bir kadınla paylaştı ki
    Şimdi cennette bile yalnız onunla yaşıyor.
    SEVİŞMEDİĞİM GÜN ÖLÜRÜM / S.7
    MEHMET ZEKİ GEZİCİ [email protected]

    İNSANCA DÜŞÜNMENİN VE DAVRANMANIN ON KURALI
    İki büyük yalan var,
    İnanç ve duygu yalanı.
    1. Evren, geçmişi on üç, geleceği sekiz milyar yıl olan ” kör Bir Saatçı ” dır. Durmaksızın devinir, büyür ve gelişir: yavaşlatmak, hızlandırmak ya da durdurmak imkansızdır.
    2. Tevrat ve İncil’de sözü edilen Adem’in doğum tarihi, Sümerlerin çivi yazısını kullanmalarından bin yıl sonra İsa dan önce: 29 Ekim 4004
    3- Adını Aristo’nun koyduğu yörüngeye Karl Marx’ın oturttuğu sonsuzluğun içinde anlamı olan Evrenin tek gezegeni Felsefedir.
    4-Her İnsan Davranışlarını biçimlendiren düşüncelerin üretildiği zamana aittir.
    5- Yaşamınızda şiir ve mizah yoksa evrenin terazisi insan olarak sizi eksik tartacaktır. Bilim ve teknoloji, insan davranışlarını değişime uğratamaz; onu başarabilen tek şey, sanatın büyüsüdür.
    6- Davranışlarınızı diyalektik bir düşünce yapısı biçimlendirmiyorsa yolunuz geçmişin karanlık ve çıkmaz sokaklarına doğru gidiyordur.
    7- Daha büyük bir gelecek olmasa hayat gülünç olurdu. İnsanoğlu birkaç milyar yıl sonra üretim gücüyle ve emek birikimiyle yer yüzünde cennet gibi bir dünya yaratacaktır.
    8- Metafizik 21 milyar yıllık evren şeridinde bir sinek pisliği kadar yer işgal edecektir.
    9- Doğadaki olayların, bilimsel olguların ve bütün sosyal olayların oluşumunda en az 40 neden vardır.İlk beş nedeni yalnız dahiler kavrayabilir…Newton, Karl Marks. Lev Tolstoy, Einstein…
    10- Felsefenin ölümüne ağıt:
    İnsan düşüncesinin yaratma gücü bir gün
    Felsefeyi bile güneşte kavrulmuş yılan derisine çevirecektir.
    SEVİŞMEDİĞİM GÜN ÖLÜRÜM / S. 39
    MEHMET ZEKİ GEZİCİ KİTAPÇI [email protected]
    Millet caddesi 115 / 1 Çapa İSTANBUL
    0 212 587 77 68 0 542 427 02 72

  • Mehmet Zeki Gezici
    Mehmet Zeki Gezici 19.12.2006 - 15:47

    16/12/2006
    'Kendini şiire fırlatmış bir arkadaş' Metni büyültün Metni küçültün

    TUBANUR ÇELİK HATİPOĞLU
    Bundan dört yıl önce soğuk bir kış akşamı uğradım bu kitap dükkânına. Kapıdaki bu büyük yazı çekti beni oraya. Oysa ben Kürşat Başar'ın -Kış İkindisinin Evinde- isimli kitabını arıyorum. Onu bulamadım ama aranınca kolay kolay bulunmayan çok daha önemli bir şeyler buldum. Büyük bir içtenlikle gülen gözler, bir bardak sıcak çay, dostluk ve gerçek bir şairin ağzından dökülen şiirler... Uzun sohbetimizden sonra bana armağan edilmiş, adıma imzalanmış bir poşet kitapla döndüm eve.

    Birkaç gün önce yine oradaydım. Çapa Tıp Fakültesi'nin karşısında küçük bir kitapçı. İçinde büyük bir şair. Yine soğuk bir kış akşamı, yine bir bardak sıcak çay ve yine ucu bucağı olmayan derin sohbetler... Aslında şimdi ne yazsam yarım ve eksik kalacak biliyorum. Fakat yine de yazmak istiyorum bir şeyler. Dostu Cemal Süreya, M. Zeki Gezici için şöyle söylüyor; '70'li yılların başları. O günlerde en genç şair oydu belki de.

    Olduğundan da küçük gösterirdi, bugünkü oturaklı hoca o çocuk muydu diye düşünürüm zaman zaman. Kendini ölçü mölçü tanımadan şiire atmış, daha doğrusu fırlatmış bir arkadaş. Yalnız şiirinde değil hayatında da lirizm arıyordu'.

    Zeki Bey, Gönen'de bir köy imamının oğlu. Orta okuldaki iş bilgisi öğretmeninin 'sen türkçe öğretmeni olmalısın' demesi üzerine öğretmen okuluna girmeye karar veriyor. Parasız yatılılardan geliyor anlayacağımız. Öğretmen okulunun mülakatında, daha sonra kalem arkadaşı olacak olan Behçet Neca-tigil tek kişilik jürilik hakkını Zeki Ge-zici'den yana kullanıyor. Hayatının bir kilit taşı bu bence. Şimdi burada olmamın bir sebebi budur diyor şair. Türkçe öğretmenliğini daha geniş kitlelere ulaşan bir Türkçe öğretmeni olmak için kitapçılıkla değiştiriyor.

    Şiire ve emeğe yolculuğunun, kendisindeki engin şiir terbiyesinin bir kilit taşı ise (sohbetin derinliklerinden kendimce elediğim) şu olmalı, Nâzım'ın eşi Piraye Hanım'ın oğlunun Beyoğ-lu'ndaki -de yayınevi-'nde rafların tozunu alırdım diyor. Hasılı Zeki Bey bu işin tozunu yutmuş nadir bir şair. 'Sana Aşk Dedim Ey Ölümsüz' adlı kitabındaki kapak resmi eşi Gülnur Hanım'ın eski bir fotoğrafı. Fotoğraflar eskiyor ama ya aşklar öyle mi? Öyle bir -aşk- demiş ki kendisi gibi öğretmen olan bu hanıma, bir şair ancak böyle sever ve sevilir diye düşünüyorum.

    Gülnur Hanım'ın patates yemeği için soğan doğrarken bile gözlerinin yaşlanmasına tahammülü olmayan bir adam. Ve Zeki Bey Bursa'da imza gü-nündeyken eşine kavanozda ev çorbası getiren bir kadın. İşte şiirin ta kendisi budur.

    Aşkınızın hikmeti nedir diye soruyorum Zeki Hoca'ya, şairin cevabı pek tabii ki şiirle oluyor; 'oysa bir bardak su yetiyordu saçlarını ıslatmaya/ bir dilim ekmeğin, bir iki zeytinin başınaydı doymamız' (Cemal Süreya) diyor. Bu güzel aşkın iki büyük armağanı bu dünyaya, oğulları Şafak ve Güneş. Şairin 'Sen Geleceksin Diye Bebek' isimli son kitabına bakılırsa, 18 aylık torunları İsmail Deniz'de Şafak Bey ve Zeynep Hanım'ın onlara en büyük armağanı. Hocam pipo içiyordunuz önceden diyorum, 'evet 40 tane pipom vardı, torunun olacak dedikleri gün sildim onları' diyor.

    Bu şair aşkın ve emeğin ağarttığı beyaz saçlarında, ışıl ışıl gözlerinde ve huzurlu gülümseyişinde yaşamın sırrını saklıyor, almak isteyenlere pek tabi ki... Bir düşünsenize, yolda yürürken bir kitap dükkânına giriyorsunuz ve şiirlerle karşılanıp şiirlerle uğurlanıyor-sunuz. Bu kış gününde daha ne ısıtabilir ki insan olan bir insanın içini...

    Ben birkaç saatlik sohbetimiz esnasında bu dükkâna her gelenin gözlerinde farklı bir ışıltıyla, ellerinde aradıkları kitaplar yanı sıra farklı bir çok kitapla çıktığını gördüm. Okumaya ve şiire daha bir aşık olarak çıktıklarını gördüm bu dükkândan.

    M. Zeki Gezici'nin avucunda sıkılmış bir kağıt topu. Aslında ben böyle içine kapanık bir insanım diyor. Ya beyaz bir kağıt olsaydım diyor ve susuyoruz. Bir gün yolunuz düşerse demeyeceğim, eğer Zeki Bey sizin Türkçe öğretmeniniz, babanız, dedeniz, dostunuz, keyifle okuduğunuz şairiniz değilse yolunuz buraya düşsün. Onun herkese okuyacak birkaç dizesi, vereceği mutluluk sırları var. Herkesin sırrı kendine, benim aldığım bana kalsın, sizin aldığınız size...

    'Kitapların ve sanat eserlerinin büyük çoğunluğu üretilme amaçlarını da aşarak insanları hasta edebilirler; çünkü onlar: eskiçağın ilkel, ortaçağın feodal, yeni ve yakınçağın kapitalist üretim ilişkileri sonucu olarak ortaya çıkmışlardır, çok azı ise onların açtıkları yaraları iyileştirmek için savaş verirler.' Bir kitabında böyle söylüyor Zeki Hocam ve kanımca kendisi kendisini yazmış bilmeden. O hem kitaplarıyla hem konuşmalarıyla işte bu yaraları iyileştirmeye çalışıyor.
    ««Geri Dön | Başa Dön Yazdır Arkadaşınıza Gönderin

    GÜNÜN YAZARLARI

    Halkın Gazetesi Birgün © 2006 Tüm Hakları Saklıdır.
    Sitedeki Yazılar Kaynak Gösterilerek Kullanılabilir