ÖZYAŞAMÖYKÜM
Şu sıralar, bir enerji şirketinin devlet desteğiyle topraklarına çökmek üzere olduğu şirin bir köyde (Tokat-Niksar-Mutluca) doğdum. (01.02.1955)
Köyümde okul yoktu. Ağabeylerim yaz kış demeden, her gün beş kilometre ötedeki komşu köyün ilkokuluna gidip gelerek okuyorlardı. Ben her akşam, harman kaşına gider, onların arkadaşlarıyla güle oynaya köye dönüşlerini izlerdim.
1961’de köyüme ilkokul açıldığında altı yaşımdaydım. Babam tuttu elimden, sevinçle koştuk okula. Öğretmen Celal Arıcı; yaşı da boyu da küçük, yazamam, dedi önce. Ben üzülüp boynumu büktüm. Babam; çok hevesli hocam, dedi. Öğretmen dönüp söyle bakalım okula nereden girilir, diye sordu. Ben; kapıdan girilir öğretmenim, dedim. Öğretmen; neden, pencereden girsek olmaz mı, diye üsteledi. Ben; o zaman hırsız oluruz öğretmenim, dedim. Öğretmen gülümseyerek; aferin sana, git şu en öndeki sıraya otur, numaran bir, dedi. Sevinçle koşa koşa gidip oturdum o sıraya. Sonra iki numaralı Emine, üç numaralı Hüseyin geldi yanıma. Dünyalar benim oldu.
İlkokulu 1966’da bitirdiğimde annemi kaybettim, dünyam karardı. Annem ölmeden önce kiraz istedi. Ağaca çıkıp iki cebimi doldurdum kirazla. Annem hepsini yedi. Annemin başındaki kadınlar, sitem etti bana, neden kirazı az topladım diye.
İki ay sonra, öğretmen okuluna giriş sınavım vardı; ama üzüntüden bir türlü çalışamıyordum. Sonra halam alıp götürdü beni köyüne. Yer değişikliği iyi geldi biraz.
Pamukpınar İlköğretmen Okulu sınavını kazandım. Yine babam götürüp bıraktı beni bir akşamüstü okula. Bıraktı ve gitti karışıp akşam karanlığına. Bir süre onu düşündüm ardından, endişelendim, acaba köye varabildi mi diye.
Yatılı okul zordur ilk zamanlarda, hele bir de boyunuz küçükse. Arkadaş edininceye kadar askerlikteki acemi er muamelesi yaparlar size, biraz daha iri olanlar.
1966’da girip 1972’de mezun olduğumda, okulumda TÖS Boykotunu yaşamış Erdal Eren yaşında bir gençtim. Biz öğrenciler de boykotu desteklemek için derslere girmemiş, Yıldızeli’ne kadar da yürüyüş yapmıştık. İki öğretmenimiz önce açığa alınmış sonra da sürülmüştü. Bu haksızlığa çok üzülmüştük.
Dünyada ve Türkiye’de 68’in devrimci rüzgârları esiyordu. Gençlik önderlerinin katledilmesi, yüreğimizde derin yaralar açıyordu. Zulme ve haksızlıklara karşı benim de içimde yatıştırılamayacak bir isyan duygusu büyüyordu. Bu hava, siyasi kimliğimin oluşumunda belirleyici oldu.
1972-1974 yılları arasında Rize-Beştepe köyünde öğretmenliğe başladığımda, herhalde veliler, benim daha çocuk olduğumu, düşünüyordu. Çünkü beni her gördüklerinde, disiplin önemli hoca, çocukların üstünden sopayı eksik etme, diyorlardı. Oysa ben “Barbiana Öğrencilerinden Mektup” adlı yapıtı okumuştum. Dayağın eğitimde yeri olmadığını kavramıştım. Kitapta, demokratik olmayan ortamlarda uygulanan dayakçı, ezberci, ayrımcı, eleyici eğitim sistemi eleştiriliyordu. Özellikle geri zekâlı, tembel diye yaftalanan çocukların okul dışına atılması, bir insanlık suçu gibi görülüyordu.
Çok tutucu bir bölge olarak görülen Rize’nin o köyünde yeni bir kütüphane açılıyordu. Kütüphanenin açılış konuşmasını ben yapmıştım. Orada Bilgi Yayınevi’nin gönderdiği kitapları görünce çok sevinmiştim. Onlardan bir tanesi, Lorca’nın yazdığı “Bernarda Alba’nın Evi” adlı oyundu. O kitabı ben, orada okumuştum.
Okulumuz vardı; ama düz bir bahçesi yoktu. Karadeniz’de araziler eğimlidir. Yol kenarı boyunca uzanan yüksek duvarla okul binası arasındaki derin çukurluğu, el arabalarıyla toprak çekerek doldurmuş, düz ve geniş bir bahçe elde etmiş, ortasına da bir ağ germiştik çocuklar voleybol oynasın diye. Şimdi yerinde yeller esiyor ilk göz ağrım olan o okulun.
1974’te Atatürk Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümü gece öğrenimine başladım. Hayatımın en zor yıllarıydı. Öğretmenlikten ayrılmıştım ve beş parasızdım. Gündüz çalışıp gece okurum diye düşünüyordum. Ama hiç kolay olmadı. Daha Elmadağ’da ilk simide çıktığım gün, iri yarı bir trafik polisi gözümün ortasına bir yumruk indirdi. Çevredeki insanlardan yardım umarak, bana nasıl vurursun, diye bağırdım; ama çevremdekiler bana yardım etmek şöyle dursun, bak bir de memura karşı dikleniyor, diyerek polisin yanında yer aldılar.
Okula başladıktan altı ay sonra 1. MC hükümeti kuruldu. Polis, idare ve sivil faşist işbirliğiyle okuldaki demokratik ortam yok edildi. Artık okula toplu olarak gidiş geliş yapmaya başladık. Bir gece ansızın dersler kesildi, polis zoruyla binalardan çıkarılmaya çalışıldık. Bahçe ışıkları söndürülmüştü. Bahçedeki polis koridoru içinden geçiyorduk ki birden taşlı sopalı saldırı başladı, aynı anda da polis copları da sırtımıza inmeye. Bir sağanak gibi vurup, kırıp, üstümüzden geçtiler. Başıma ve sırtıma aldığım bir sopa darbesiyle yere düştüm. Kalktığımda baktım ki okul müdürü, ana bina kapısında, polislerle görüntüyü seyrediyordu. Karanlıktı. On, on beş dakika silahlar konuştu. Kim kime sıkıyor, belli değildi. Polisler panik içinde sağa sola koşturuyordu.
İşte böyle bir ortamda okula gidip geliyorduk. Bir gece bölümümüze yapılan bir saldırıyı hep beraber püskürttük. Bunun üzerine idare, sınıf temsilcilerinin verdiği isimlerden oluşan benim de içinde bulunduğum iki yüz kişiyi, Eğitim Enstitüleri Yönetmeliğinin ilgili maddesi gereğince, diyerek okuldan attı. Artık okula alınmıyorduk. Ancak bir yıl sonra, Danıştay kararıyla dönebildik okula.
Gündüzleri çeşitli işlerde çalışıyordum. Polis yumruğundan sonra artık simit satmadım. Bir süre, bir arkadaşla duvar kâğıdı yaptım. Sonra bir muhasebe bürosunun temizliğini, getir götür işlerini, çalışanlarının çayını ve kahvesini yaptım. Devrimci marşlar, türküler söylediğim için bir süre sonra işten kovuldum. Sonra Gam-Sen sendikasının bürosunda, sendika belgelerini temize çekmek, düzene sokmak için, dört ay geçici olarak çalıştım.
Ardından Garanti Bankası Harbiye Şubesi kambiyo servisinde işe başladım. Artık iş güvencesi olan biri olarak rahat bir nefes alabilirdim. Ama öyle olmadı. İlk sendika temsilcisi seçiminde sendika yönetiminin şimşeklerini üzerime çekmeyi başardım. Temsilcilik seçiminde, sendikanın gösterdiği adayı değil de kendi adayımızı büyük bir farkla seçince, önce seçim iptal edildi, sonra da seçilen arkadaşla benim üyeliğim düşürüldü.
Bu sırada Danıştay yürütmeyi durdurma kararı vermişti. Okula dönebilirdik. Döndüm ve 1978 Haziran döneminde mezun oldum.
Bir yol ayrımına gelmiştim. Ya bankada çalışmaya devam edecektim ya da öğretmenliğe yönelecektim. Koşulları, olanakları daha iyi olmasına karşın bankayı bırakıp öğretmenliği seçtim. Çünkü dünyayı değiştirip dönüştürme gibi ideallerim vardı.
Çorum Mecitözü Lisesi’nde Töb-Der’li bir öğretmen olarak göreve başladım. Henüz göreve başlayalı bir buçuk ay kadar olmuştu ki Maraş katliamı oldu. Maraş katliamını protesto etmek için öğrencilerimle birlikte beş dakikalık saygı duruşu eylemine katıldım. Bu eylem sırasında bir idareciyle sürtüşmem nedeniyle alelacele sürüldüm. Danıştay kararıyla bir yıl sonra tekrar geri döndüm. Başbakan Süleyman Demirel’in bütün devlet kurumlarına gönderdiği ve demokratları, devrimcileri hedefe koyan genelgesini dinlemek istemediğim için, önce iki ay açığa alındım, sonrasında da ikinci kez sürüldüm.
Bu sırada Çorum katliamı yaşandı. Ardından 12 Eylül darbesi geldi. 1983’te ilişkilendirildiğim bir siyasi gruba yönelik operasyonlar sırasında gözaltına alındım. Bir süre sorgulandıktan sonra serbest bırakıldım.
Sonraki yıllarda da demokrasi mücadelesinde örgütlü bir eğitim emekçisi olarak yola devam ettim. Çorum Eğit-Sen’in kuruluşunda ve yönetiminde yer aldım. İzmir’e atandığımda da örgütlü bir öğretmen olarak yaşamımı sürdürdüm. Uyarıymış, kınamaymış, kademe durdurmaymış, maaş kesimiymiş, sürgünmüş, açığa alınmaymış, meslekten atılma riskiymiş… Hepsini tattım. Onlar devletin kara kitabında, altı kırmızı kalemle çizili onur madalyalarım benim.
2000 yılında emekli oldum; ama yaşamdan emekli olunmuyor. Hele barışa, eşitliğe ve özgürlüğe susamış bu topraklarda hiç olunmuyor. Çocuklarımıza mutlu bir gelecek için; eşitlik ve özgürlük içinde yaşanan barışçıl bir dünya için; bu can tende oldukça yine düşe kalka yollarda, yine mücadele içinde olmak düşer bize.
Eserleri
SÜR DÜNYAYA DÜŞLERİNİ
O mahur beste çalar Müjgan'la ben ağlaşırız
Gitti dostlar şölen bitti ne eski heyecan ne hız
Yalnız kederli yalnızlığımızda sıralı sırasız
O mahur beste çalar Müjgan'la ben ağlaşırız
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!