Aklım ermiyor hayatın gidişine,
Alem bir tuhaf olmuş…
Dertler bize yazılmış, kalemin günahı ne?
Istırabın adı değişmiş, olmuş tatlı çile,
Çekenin günahı ne?
Tiryakiliği ben bilirim,
Müptezarlığım onun eseri…
Hep korkarım yokluğundan,
Yani olmayacağından…
Öfkeler ne olur durun biraz,
Gecelerimi çalma ne olur,
Sabahlar özlemim olmasın artık…
Nefes nefese kalıyorum sensizliğin “sus! ” Darbesinde,
Dinleyecek kadar mutlu muyum sanki “o” eski radyodaki müziği?
Mutsuzluğun resmini çizen var mı ya da mutluluğun?
Bir meziyet sanarız sanki aşkı, sevdayı,
İçimizden gelen sesle kanatlanıp uçacağımızı sanarız,
Rüyalarımız o kadar doludur ki uyanmaya vakit bulamayız…
Hayaller ve düşler götürür bizi cennetin irem bağlarına,
Bekle beni bu kaldırımlarda,
Geleceğim bir gün mutlaka,
Belki bir akşam üstü güneşin battığında,
Belki de gecenin kör karanlığında…
Bahara ermeden vakit,
Sabahsız gecelere daldım,
Sessizliğin derininde kaldım,
Karanlığa selamımı söyleyin yıldızlar…
Sizde kaybolup gittiniz boşlukta,
Peki, bu yürek ne yapsın tek başına?
Yıldızlı semalar kara bulutları alıp götürür,
Sanki hislerime tercüman…
Beklenen sevgili gelir mi?
Kim bilir?
Ses verir mi yürekten?
Dertlerim hep on ikiden vurdu,
Sabahlara zaman kalmadı,
Sabrım tükendi…
Akşamlarda dağlandı yüreğim,
Karanlığa bir şey kalmadı…
Gökyüzündeki son yıldıza kadar uzansam
Derdimi anlatmaya avazımı yırtarak…
“Haydi! ” Der,
“Sendemi sadece dert?
Görmedin ki insanların içindeki nefreti, kini,
Gördün mü benim gibi gece figanlarını? ”
Şafak henüz sökmeye başlamıştı ki
Telefonu çaldı acı acı…
“Allah Allah” dedi Yağız,
“Sabahın köründe kim bu kendini bilmez? ”
Açtı telefonu hiddetle “alo kimsin? ”
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!