tanrım/
mum gibi erimek
yazgının sızılı kavislerinde
bir avuç yıldız toplayıp denizlere bırakmak mı
yükümlülüğüm
ay ışığında büyüyen nevruz
yakama ilişen umut olur
anılarıma dokuduğum iklimlerden
baharı güneşe isyan bilen şehre taşındığım gün
üveysî rüzgarlarla
vurmasınlar seni ey şehir
yıldızların kuyruğuna tutunup bekleşen çocuklarına kıymasınlar
bir ahtapot acımasızlığıyla
damarlarındaki soylu kan emilmesin ey şehir
var oluşun mahremine tarihin duası olmalı
bahar iksiriyle geldin çöl vurgunuma
sabah rüzgarı
tutulduğumu hissettim taşların duasına
dokuz yıl göğsünde taşıdığın gülü
gülerken gördüm
ve sen
I
ölümün ruhları okşadığı en yakın çöllerde
yüzüstü silüetleri koşuşturan ak alınlılar
kaf dağını sırtlanıp
evetledikleri yokuşlarda yorulmayı içkinleştirdi
özledikleri birliktelik yolunda
gözlerinin günahında
yedi basamaklı yokuşun
döner döner...
başını çağlayanlara vurur
kapı vurulur…
-Büyük Annem İçin- (22 Şaban 1410)
/ Ayrılık hüzünleriyle gelen mart’ı yaşarken çöllerde
Mesai gününün sigara dumanlarının
dalga dalga bulutlara yükseldiği an…
Gözlerini gözlerimde
Pamuk ellerini saçlarımda bırakıp gittin anne
Sağnak sağnak yağan rahmetle ıslanıp gittin
Sevgi’den Sevgili’ye anne.
Bugün gözlerindeki veda düştü aklıma
güzelliğini ayırıp esrârın
hüma sırrıyla
yoğurmalı avuçlarımızda
ezelden mülhem
yaşamak gelir içimize
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!