Mehmet Konuralp Yılmaz asker bir baba ve sağlıkçı bir annenin çocuğu olarak Ankara’da dünyaya gelmiştir. Ayrancı Anadolu Lisesinden mezun olduktan sonra İnşaat Mühendisliği okumaya başlamıştır. Üniversite okurken kendi firmasını kurmuştur ve faaliyetlerine 19 yaşında başlamıştır. Şu an hali hazırda Medar GYD adında Ankara’da ve Uşak’ta şubesi vardır.
Öyle ise gel bir kuyuya atlayıp yalnız kalalım orada
Başka türlü mümkün değil, yalnız kalmak bu asırda.
Belki yukarıdan geçenleri duyar,
umutlanır gibi yaparız.
Onlar bize acır biz de onlara acırız.
Nasıl beklerse ormanda yalnız ağaç yağmuru,
Öyle bekliyorum seni nasıl geleceğini bilmeden.
Şiirlerin mi devri geçti
Yoksa ayn-ı hevânın asrına mı denk geldim
Böyle görmek payitahtın evladını
Nasıl dağıttılar bizi nasıl bozdular
Oyun bu kadar açık gözler kör nasıl da
Izdırap geceleri bilirim
Uyku tutturmaz tabi olmuş uykusuzuna.
Bazı zamanlar bilirim
Şiir okuyan adamların mahpuslara atıldığı.
Ben bir tarlayım sahipsiz üstü boş
Altında nice zenginlik saklı
Nereden bulacağım bilmiyorum
Beni sürecek ekecek o aklı
Ve bir ayetin yankısı kulağımda
İnanmadığı annesinin bile
Bir çocuğum.
Dünyaya tepkili ve sana duygusal
Bir düzen kurmalıyım.
Hangi minvalde söylediğini o sözü bana
Bir ateş çemberi; yürüyorum etrafında
Kitap dolu odanın, üst rafında zehirler
Kelimeler dans eder yıldızların altında
Yükselir gerginlik tahmini zor yerden.
Güzel eşyalar ediniyorsun kendine,
güzel manzaralar ediniyorsun.
Hatta yaratıyorsun da manzaranı kimi zaman; bir gül, bir mum ya da bir fotoğrafla. Yine de dalıp gidiyorsun seyre daldığından. Hüzün kapı aralığında bekleyen bir şey gibi, bir kadın, bir çocuk, bir adam, işte hangisini arıyorsan; bekliyor orada, burada ve boşlukta. Dalıp gitmelerden bile dalıp gidiyorsun. Yazılmak için bekleyen boş bir sayfadan, sözsüz ve sessiz bekleyince gidip bir süre gelmeyecek mürekkepten, beklenen bir yemeğin yapılışını izlemekten, çay bardağa dolarken kırmızısından dalıp gidiyorsun. İşte böyle gitmelerde, ansızın kaldırdığın bavulun boş olduğunu fark ediyorsun. Terkedilmiş olmaktan kızgın bir ân, o âna kadar birikmiş olan anlamları da, çoktan atmış oluyor bavulundan. Denizsiz dalmalarda hep bir başına, elinde, taşıdıkça ağırlaşan boş bir bavulla; belki kalabalık sofralarda, iştahla çatalının ucundakini ağzına götürdüğün ya da dünyayı sana yapılmış gibi hissettiren biriyle yürürken gülümsemenin dudak kenarlarını hatırlattığı bir ânda, yaşam, bütün birikmiş anlamıyla yıkılıyor sanki, yıkılıyor, yıkılıyor ya da yıkıntılar arasına yıkılıp kalıyor insan. Yaşın ya da zamanın değil, hikâyenin yorgun düşürdüğü bakışları, yerinden oynatılamayan tozlu bir vitrin gibi yüzünde taşıyan birinin gözleriyle ya da içine ışık dolan izlerini aynada görüp, yüzünü sıkıntının tarlası yapmış birinin hikâyesiyle karşılaştığı bir ânda olduğu gibi yıkılıyor insan, yıkılıyor, yıkılıyor ve kalıyor elinde ağır mı ağır boş bir bavulla.
Güzel kelimeler ediniyorsun kendine,
güzel cümleler ediniyorsun.
Hatta gerçeğin olsun diye güzel cümleler kuruyorsun kimi zaman; bir gündüz, bir gece, kendine iki kere inandığın bir ân. Birini kaybetsen diğerini buluyorsun. Yine de dalıp gidiyorsun aradığından. Gündüzlerden, gecelerden, yedeğini bulup inancının bu sefer kendinden dalıp gidiyorsun. Sofralardan, sohbetlerden, uykulara dalmadan uykulardan dalıp gidiyorsun. Hani ayağı da alışıveren bir şey insan, cümlelerin ortasından kalkıp gidiyorsun.
Seni kırdılar değil mi ey kalbim
Her şey artık uçsuz bucaksız
Körler şehrinde suçsuz görensin
Nasıl geldin bu zamana, kucaksız
Sessiz Bir dağ var işte arkanda
Gönül almak vakti geldiyse
Gel benim gönlümü al
Bir işime yaramıyor zaten
Gel benim gönlümü al.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!