Asil bir yılkı atının sıcaktan kavrulmuş palanına atlayıp yürümeyi özler ademoğlu
Morartana kadar ısrar ederken yüreğine kaçıp kurtulmayı
Zoraki kararlarla inatla harcar umutlarını sabah ayazının gözlerinde
Anne terliğinin ense köküne indirdiği darbede mayışmayı özler ademoğlu
Şikâyet etmeye çalışırken göğüs boşluğuna bir darbe daha almayı
Ağlar ve duraksar annelerin öpülesi nasırlı ellerinde
Bir dal uçurum, bir gül kırmızı biraz yaprak
İki parmak iki kelepçe iki duvar biraz kum
Bir serçe duyuluyor
Ayvaların en sarı olduğu mevsim
Rutubet kokuyor gökyüzü
Dört bulut bir battaniye
Gecenin soylu karanlığında ve destansı yalnızlığında can bulur yıldız
Aniden ıslak ve ıpıslak
Mezarları başında anılan cırcır böceklerinin ışıltısı kadar bariz seyre durur dünyayı
Ürkek bir menekşe dalıp giderken aşkıyla gökyüzüne uyanıverir suya düşen gözyaşlarının toz kokulu sessizliğiyle
Can almanın mecburiyeti ve eziyetiyle dişi bir leopar yatmakta yaşlı meşe ağacının en harbi dalında
Azrail pusu kurmuş vaziyette karanlık yüzünü aydınlatıyor yıldızların ışıklarıyla
Saat 4.30
Uyanığım
Kahkahalarıyla martıların keyifleri yerinde
Birazcık küstahlar lakin çok güzel
Gölün nazik dalgaları sahili okşuyor
Hafız Burhan dinlemek istiyorum
Süngü tak!
Önün hep sonbahar
Evvela yağmurları durdurman icap eder
Her damlasında karartırken gökyüzünü ve ardından düştüğü yerde kopan ses gümbürtüsünü
Melekler sarhoş mürekkebin bitiyor
Sırtını yüzercesine kaşıyıp kayalıklardan henüz gelen bir rüzgar önünü kesecek
Ne vakittir bu haldeyiz
Susamış, cepheci, aç
Ayağımızda imkan var yürüyemiyoruz
Ya birimiz görüyor ya ötekimiz
Kaç denizdir körüz birbirimize
Uykular ezber bozuyor
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!