AĞAÇLAR
Serin bir rüzgâr sonrasında inceden bir yağmur.
Kalın gövdeli ağaçların sığ yaprakları yağan yağmurla ıslanarak yeşilin başka bir tonuna bürünmüşlerdi.
Daha gün batmadan, gökyüzü kararmış, toprak kokusu taşıyan rüzgârın hışırtısı her yere hâkim olmuştu.
Yaşanmışlıklardan eser kalmamış, gürültünün yerini derin bir sessizlik almıştı.
• Aşk,
• yaşamı unutanlara yaşamı hatırlatma, düşlerini duvara çivileyip umutsuzluğa yelken açanlar içinse yaşama dahil olmaktır
• Aşk
• Acımasız hayata karşı mücadele çağrısıdır.
Bir varmış, bir yokmuş diye başlardı masallar. Evvel zaman içinde kapılar aralanır, şaşkın bakışlar, ürkek adımlarla Kaf dağının ardına gidilirdi.
Derken gökten üç elma düşerdi, lambada yüzlerce yıl bekleyen cin çıkar. Öpülünce prense dönüşen kurbağalar olurdu ve o masallar hep mutlu sonlarla biterdi.
Masallar masallarda kalsa da, hep masalsı düşlerle uyuyup uyandık. Aylar ayları, yıllar yılları kovaladı. Baharlar yaza, yazlar kışlara döndü. Sonra masallardaki mutluluk perisini çağrıştıran “Seni çok seviyorum” diyen birinin sesi yankılandı, içindeki çocuk çok tatlı, sakın onu kaybetme diyerek, çocukluğumun ellerinden tutarak uzaklara götürdü.
Düşmüydü, gerçekmiydi anlamadan, bir varmış bir yokmuş misali bir görünüp bir kayboldu. Gökten düşmesini beklediğim üç elmayı ona vermeyi hayal ederken, masalın sonu gelmişti. Bu defa ayrılıklar geçici olmamış, masalın sonu mutlu bitmemişti.
Hiç olmadığım bir oyunda yaralanmış, simsiyah gecelerde kaybolmuştum. Yüreğime su taşıyan düşler birbirine karışmış, gülüşmeler, koklaşmalar, sevişmeler tarifsiz kederlere dönüşmüştü.
Her yer düşlerle sarmalanmıştı.
Yıllar sonra nice sevinçlerin yaşandığı, ummadığım anlarda mutluluklar paylaştığım evimin kapısındayım. Hiç yaşanmamış gibi her şey o kadar uzak o kadar yabancıydı ki, bir zamanlar kucaklayan, barındıran, ısıtan yaşadığım o eve ait olmadığım hissiyle yalnızlığı derinlerden duyumsadım. Adımların tıkırtısı ürkütücü ıssızlığı bastırsa da, her şey düşlerle sarmalanmıştı.
Dışarıdan içeriye ışık sızmaz olmuştu, pencere aralığından içeri esen soğuk rüzgâr, duvarları eşyaları yalayarak, her yeri ürpertiyordu. Bakımsızlıktan, ilgisizlikten tüm eşyalar biraz daha eskimiş rengini, sevincini kaybetmişti. Ağır bir toz kokusu sinmişti her yere. El emeği göz nuru danteller, kanaviçeler sararmış, süslediği dolaplarla birlikte toza bulanmıştı. Zaman; istediğini aldıktan sonra yanından hızla uzaklaşan bir çocuk gibi geçmiş, her şey biraz daha içine kapanıp yalnızlaşmıştı.
Hayatın ayaklarımın altından nasıl kayıp gittiğini, zamanın her şeyi nasılda yuttuğunu daha iyi görebiliyordum. Aynaya yansıyan yüzlerin, bulutlaşmış gözlerin, nasılda tanınmaz hale geldiğini, ağaçların, çiçeklerin, eşyaların sıfat değiştirerek nasılda gizemleşip, korkutucu şekillere büründüğünü seçebiliyordum, her şeyin eskisinden çok daha farklı algılandığını ve önem sırasının değiştiğini boş duvarlara bakınca daha iyi anlayabiliyordum.
Karanlığın eşyaları seçilmez hale getirmesiyle, solgun ve bezgin hava her yere hâkim olmuş, düşler biraz daha belirginleşmişti. Söylemekte geciktiğim sözcüklerin çok derinlerden içimi acıttığını hissedebiliyordum.
Bilinçaltımda yaşadığım düşlerin, gerçekle hiçbir alakası yoktu artık. Evden dışarı çıkıp, kapı zilini çalmayı ve onun kapıyı açmasını beklemeyi içimden geçirdim bir an. Kapının açılmayacağını bildiğim halde, zile bir daha yavaşça dokunacak ve en azında kapı eşiğinde beklerken, onu görecek olmanın heyecanını yaşayacaktım.
Hayalinle baş başa kalacağım, yüksek bir dağda olsam.
Sana olan hasretimi masalsı düşlerle anlatsam.
Ve çocukça düşünüp, çocukça yazsam
Yüreğimle konuşup, yüreğimle yazacak olsam bile, eksik kalacak bir şeyler olacağını biliyorum ama yinede yazacaklarımın içinde kaybolmak istiyorum.
Yollar
Hani yolculuklara çıkılır,
Uzun yolculuklara,
Hani yavaş yavaş akşam iner,
Dağlar ovalar seçilmez olur,
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!