Ateşler saçıldı evlere, kalmadı buğday,
Moğollar girdikleri yeri etti mundar.
Açlıktan öldü analar nineler çocuklar,
Eller semaya açıldı, süzüldü dualar.
Asrın yokluğunda imanla büyüdün,
Yürüyordu Hakka doğru 90 bin kınalı,
Ardına bakmadan gidiyordu, yürekleri yaralı.
Emanet ettiler Cenab-ı Hakka canlarını
Hüda'nın kudretine yasladılar sırtlarını.
Biliyordu hepside, düşcekti şehit,
Telsize sarılan binbaşı destek istedi. Yarım saat içinde devriye timinin orada olacağını bildirdiler. Allah'dan yakında geziyorlarmış diye sevindiler.
Ahmet; Hasan'ın Binbaşının yanına gittiğini görünce askerleri yönlendirmeye başladı. ''Çok yakın durmayın! Dağılın! Bakmadan, nişan almadan sıkmayın! Siz komandosunuz! Korku nedir bilmezsiniz! Dağların erlerisiniz! Yuvalarınızı göklere yaparsınız! '' diye bağırırken aklına yüksek tutuşta söyledikleri ''Komando marşı'' geldi. Ahmet'in sözleri ile kendilerine gelen komandolar güçlerini tekrar fark edip, kükremeye başladılar.
4 şehit, 6'da yaralı vardı komandolarda. Karşı taraf ise Hasan komutanın nişanlıcığının zekatını vermeye başlaması ile birer birer azalmaya başladı. Şivan'ın yüzü ekşimeye başlamıştı. Telsizden hemen yedekte beklettiği yirmi adamı da çağırdı. Bu karakol düşmeliydi. Çok ses getirecekti çok. Roketcilere kıpırdamalarını söyledi. Rpg-7 tipi roketler ateşlenmeye başladı.
Teröristler birden arkalarından gelen silah seslerine doğru döndüler. 7 kişilik bordo bereli timi gelmişti. Komandolar sevinç içinde asıldılar namlulara iyice. Hasan şaşkınlık içindeydi. Nasıl oldu da bu kadar erken gelmişlerdi? Bir an onların Türk ordusunun gözde askerleri olduğunu unuttu. Onlar dağın en yüksek ucuydular. Hasan onları ilk defa bu kadar yakından görüyordu. Özel kuvvetler personellerinin namını Dünya'da bilmeyen yoktu. Yarışmaları bizim ordu kazanıyordu.
Teröristler kıskacın arasında daha fazla direnemedi ve teker teker cehenneme odun olmaya yola çıktılar. Şivan ise olup bitenleri anlamaya çalışıyordu. 3 dakika içinde 40 adamı ölmüştü. Hasan'ın teslim olun çağrısı duyunca başka seçeneğinin kalmadığını anladı. O ve kalan üç adamı silahlarını bırakıp dizleri üstlerine çöktüler.
Bordo bereliler çok rahatça komandolara doğru yaklaşıyordu. Öğretmenin verdiği ödevi eksiksiz yapan öğrenciler kadar rahatlardı bu kan gölünde. Binbaşı talihsiz sekiz kişinin onlara konuşmasını engelledi, yaralıların yanına gönderdi. Askerlerin hevesleri kursaklarında kalmıştı, onların çok durmayacaklarını biliyorlardı. Sıkıla sıkıla verilen görevi yapmaya koyuldular.
Leyladan geçince beşer,
Manevi bir tiryak ister.
Sindirirse Kur'an-ı Azimüşşan'ı,
Bulur maşuklarının sultanını.
Elya, bir deniz kızıydı. Uzay boşluığunda elindeki çantası ile yıldızlardan yıldızlara, gezegenlerden gezegene uçuyordu. Çok mutluydu, iyiki bulmuştu bu çantayı.
Gezegeni Emsani'de monotonluktan sıkılmıştı, macera arıyordu. Okyanusun derinliklerine daldı, bu kutuyu buldu. Hemen heyecanla su yüzüne çıkmıştı, çantanın kilidi yoktu. Kutuyu açar açmaz mor gözleri kocaman oldu. 4 tane cam şişe içinde sıvılar vardı, bilmediği değişik sıvılar. Meraklıydı, hiç tereddütsüz en baştakini aldı ve dikti kafasına.
Birden havalanmaya başladı, ne oldunu anlamadan kollarının yanındaki kanatlarını fark etti. Sevinç çığlığı patlattı bir tane. Artık istediği gibi gezebilirdi. Tesadüfen o gün babası ona kilid hediye etmişti, hemen onu çantasına taktı, şişelerin düşmesini istemiyordu.
Birden mosmor gözlerine birşey takıldı, nazar-ı dikkatini istila etti. Oraya gitmek istiyordu, çok güzel görünüyoru. Mavi bir gezegen, tıpkı kendilerinin ki gibi. Ama bu gezegende ek olarak yeşillikller ve beyazlıklar vardı. Çok merak etti. Ona yaklaştıkca heyecanı, merakı dahada arttı. İyice yaklaşınca birden durdu, bir kaç dakika tebessüm ederek temaşa etti, ismini bilmediği gezegeni.
Dahada hızlanarak uçmaya başladı, yerçekimi etkisine girmişti ama bilmiyordu, kendisi hızlandığı zannediyordu. Birden kanatları yanmaya başladı, ne olduğunu anlamadı bile, canı çok yanıyordu. Bilmediği gezegeni koruyan mezosfer katmanıydı burası.
Kanatları iyice yanıyor, irtifa kaybediyordu. ''Hayıır! ! '' diye bir çığlık attı. Acıya dayanamadı ve bayıldı. Çantası kafesten çıkan kuş gibi, elinden kurtulunca tamamen onun zıt yönünde bir yere düşüyordu. Elya bilmediği gezegenin yer kabuğuna sertce çarpı, Nil nehrine yakın, Mısır çöllerine düşmüştü ve deniz kızıydı. Suya ihtiyacı vardı..
Yüksekova 2017 – 02:15
Sert hava koşulları altında hızla ilerliyordu Panter timi. Özel kuvvetlere bağlı bu tim; terörist avındaydı. Peşmelgelerini giymiş, kalaşnikoflarını omuzlarına atmış, karda iz bırakmadan yürüyorlardı. ‘’Hey gidi dağlaaarr.’’diye bir nara attı Üsteğmen Fatih.
Çocukken hayaliğini kurduğu günlere kavuşmuştu. Çok zor şartlar altında, ölüm burun buruna geldiği halde savaşmıştı. Şimdide Yüksekovanın yüksek ovalarında görevini yapıyordu.
2012 yılında başlayan çözüm süreci, geçen yıl İstanbul’da yapılan bombalı saldırılar ve Hakkari’de Jandarma karakoluna yapılan saldırı sonucu sona ermişti. Hergün, ülkenin muhalif yerlerinde yapılan eylemler ve karakol baskınları işleri iyice bozmuşdu. Günde ortalama 32 şehit veriliyordu toprağa.Bir hilal uğruna nice güneşler batıyordu; şairin dediği gibi.
Sert kayalıklar, aşırı soğuk, poyraz ve isyan eden adele kaslarına rağmen verilen görevine gidiyordu Panter timi. 7 kişilik bu timde 3 uzman çavuş, 2 astsubay, 1 teğmen ve üsteğmen bulunuyordu.
Askerlerin çoğu sessizdi. Eğitimleri onlara çok şey katmıştı. Her biri tek başına bir ordu gibiydi adeta.Üsteğmen ortamı neşelendirmek için temelden fıkralar anlatıyordu. ‘’Ula hamsi kafalular siz kime bağıriyusunuz? ’’ dedi ve ateş sesleri gelmeye başladı.
Ankara ayazını yaşayan bilir. Güneş şefkatli bir anne gibi; bütün Dünya'yı ısıtırken, ayaz Ankara'ya set çeker, kıskanır sevgilisini, onda başka kimsenin etkisini görmek istemez. Ayaz ile Ankara yek vücutur adeta. Birbirlerini tamamlayan iki sevgili gibi. Ayaz hiç bırakmaz Ankara'yı. Ankara ayazın mübtelasıdır.
İşte böyle bir günde, Ankara'nın göbeğinde, Ulus'daki çim sahada yedek klübesinde oturuyordu, Mete. Takımının maçı olduğu için okuluna gitmemişti.Ayaz iyice etkisini gösteriyor, hava gittikçe soğuyordu. Şubat ayının son maçıydı bu. Trabzon'dan gelen deplasman takım çok güçlüydü ve 0-2 öndeydi. Çok sinirliydi Mete. Kaç haftadır hocası maça almıyordu. Akranlarından daha fazla antreman yapıor, sabahları erken kalkıp koşuyor, vücut yağ ve kas oranına dikkat ediyordu. Bu aralar işleri hep sarpa sarmıştı. Annesiyle kötü olan arası iyice kötü olmuş, ömrünü verdiği futbol nankörlük etmiş, 3 yıldır beraber olduğu sevgilisi ile ayrılma noktasına gelmişlerdi.
Hocası bu maçta da oynatmazsa futbolu takımı bırakmaya karar vermişti. Daha düşük seviyeli bir takımda her zaman ilk on birde olabilirdi. Annesinin söylediği laflar geldi aklına. Ergenliğinden beri anlaşamıyordu annesiyle. Evin tek çocuğu olduğu için aşırı düşkünlük vardı, zamanla sorun olmuştu bu. İkiside birbirlerini anlamıyordu. Emekli hemşire olan annesi, onun futbola olan düşkünlüğünden, evdeki futbolcu adamların fotoğraflarından, takım afişlerinden, evde spiker sesi duymaktan şekva ediyor, Mete'ye çok kızıyordu. Mete'de sinirleniyor, antreman kıyafetlerini ve topunu kuşanıp, evin yanındaki halı sahaya gidip mahallenin küçük çocuklarına futbol öğretiyordu.
Babası ile de durum farklı değildi. Emekli astsubaydı babası. Yıllarca dağda terörist kovalamıştı. Asala, Pkk ne varsa görmüştü. Özel birliklerdeydi, girdiği bir çatışmada kolundan yaralanmıştı. Apace saldırı helikopterleri gelip teröristleri temizlemişti, ambulans helikopterin inmesi için. İlk müdahaleyi Mete'nin annesi Aslı yapmıştı. Böyle tanışmıştı karısı ile, İskender.
Hocasına sinirli sinirli bakıyor, yerinde duramıyordu. Maçın son dakikaları gelirken soyunma odasına fırladı birden Mete, maçın gidişatından hiç memnun olmayan hocası fark etmemişti bile. Hemen üstünü değiştirdi, çantasını aldığı gibi fırladı. Etrafına kıvılcımlar saçıyor, ters ters bakıyordu. Birisi omuz atsa ölümüne kavga edebilirdi.
Sinirli sinirli etrafına bakarken gözleri bir yere takıldı.Gözlerini ovuşturdu ilk önce, gerçek mi bilemedi. Başı dönmeye başladı, tutunacak bir yer aradı. Sinirden kuduran, yerinde duramayan Mete'nin feri kesilmişti adeta, olduğu yere çakıldı kaldı. Rüyadamıydı acaba? Olayların bu kadar kötüye gitmesi ancak bir rüyada olurdu heralde.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!