Mehmet Şiiri - Bahattin Çakılkaya

Bahattin Çakılkaya
326

ŞİİR


4

TAKİPÇİ

Mehmet

Kasım 2009-09 Mayıs 2010
1. MEHMET
Geçmişten gelerek devam eden
sistemli bir kaos içinde
bilinçaltına, sezdirmeden dayatılan
Bilincin potansiyel dinamiklerini
bilinçaltı prangalarıyla
pasivize etmeyi amaçlayan
Körüğün kömürü kışkırttığı gibi
sistemin yakıtıyken var gücüyle körüğe asılarak
yadsıyana çullanan
Sistemden habersiz,
sistemin içinde,
sistemi koruyan
bir aileden olmasaydı Mehmet.
Çocukluk hayallerindeki gibi
Bilim adamı da olurdu mühendiste elbet.

İlkokul, ortaokul ve lise
Maalesef lisenin devamıydı fakülte
Bilgiden yoksun fikir çalışmaları
Yeterli değil icatlar yapmaya donanımı.
Zamanında bulamadığı için
karşı çıkacak cesareti
hayatı boyunca çekecek
masum ve yanlış bir kararın ceremesini
İlerlediği yön ile
ilerleyemediği yön
ters açıyla ayrılıyor ta…
karar gününden.

Adı Mehmet
Soyadı Adamsayın
Kısa dönem Mehmetçik oldu
Şimdi Mehmet Hoca diyorlar çevresinde
Sayın Adamsayın olur mu bilinmez ileride
Soyadının hikâyesi
Herkesin bildiği gibi klasik
Nüfus memuru hikâyesi

Mehmet Hoca
Memurun hatasını davranışlarıyla
telafi eden erdemli bir insan
Hayalinde ki eğitim treni
yanlış istasyondan
yanlış yükle
yanlış yöne
hareket etmesine rağmen
Makiniste kızıp isyan edecek
Isıtıp, ısıtıp pilav yiyecek
Kaderine küsüp mecnun gezecek
Biri değildi
Adam sayanda saymayanda kendi bilirdi
Bir kere geldiği dünyada
Algılarını zorlayarak beyninin
yaşamaya devam edecekti
Mehmet Hoca,
Bilsin yada bilmesin
Yeter ki dikkatini çeksin
mütemadiyen
hiç durmadan
hiç yorulmadan
gerekli gereksiz
her konuda düşünür
Düşündüklerini hiç kimseyle paylaşmaz
Hatta mesleğini ilgilendirmeyen hiçbir konuda konuşmazdı

Bir gün, dünyada akıtılan kanın sebebini düşünürken
Aklına evrimleştiği söylenen insan geldi kendiliğinden
Aldığı eğitim,
bire zındıklar
bire kâfirler
bire akıl fukaraları diye
düşünmesini gerektirse de
Bilim insanlarına olan saygısından
ya da bilim adamı olamadığından
Böyle bir şey düşünmesi mümkün değildi
Ama evrimleşen insan sözüne karşı
ürettiği hikâye
hem çok saçma
hem de sanki değildi
Anlatıldığı gibi;
İnsan olmak üzere ilerleyen maymun
Aynı dili konuştuğu
koklaşarak anlaştığı
evrimleşmek istemeyen dostlarına
Ayağa kalkar kalkmaz yukarıdan bakmaya
Boşta kalan ön ayaklarının kazandırdığı avantajı
Baskı aracı olarak kullanmaya başlamış
Liderliğini ilan edince de ilk kopan
dananın kuyruğu olmuş
Eski dostları çevresinden bir, bir eksilerek
kibirli maymunu yalnız bırakmışlar
Yalnızlığa dayanamayınca başlamış tehditler savurmaya
Bir insan olayım siz görürsünüz
Çoğunuzu öldüreceğim
Yaşadığınız alanların hepsi benim olacak
O zaman ne yapacaksınız bakalım
Hayvanlar boş durur mu?
Açmışlar ağızlarını yummuşlar gözlerini
Başlamışlar beddua etmeye
Bizden öldürdüğün kadar
kendinden de öldürürsün inşallah demişler
Tüm ilişki bozulmuş
artık ne koklaşarak
ne konuşarak anlaşabiliyorlarmış
Az gitmişler
Değişen bir şey olmayınca
daha ileri gitmişler
ve gelmişler günümüze.
Şimdi anlaşılıyor ki
Maymundan gelenler sözünü tutmuş
hayvanların da bedduası…

Beş kere onbeş yetmişbeş
Kalan yirmiiki kırkbeş
Oku, anla, incele
araştır ve gözle
üstüne yorumlarını ekle
belki bir şeyler bulursun günün birinde.
Düşündükleri sadece Mehmet Hoca’yı ilgilendirirdi
Dikey seyahati düşündüğüne kim ne diyebilirdi
Acaba ambalajın yenileni yapılabilir miydi?
Görevi kötüye kullanmaktan daha büyük suç ne olabilirdi?
Din simsarlarına, içinden güldüğünü kim bilebilirdi
Küçük insanların,
kendini küçük zannedenleri sömürdüğünü
Büyük insanların,
tevazu içinde kendini küçük gördüğünü
Küçücük olanların,
büyüklük kompleksinin esiri olduğunu
Boyundan, posundan, yaşından
Mevkisin den, makamından azade
küçüğünün de büyüğünün de
değişmeyen tek ortak noktasının
kesinlikle birbirinden ayrı
birbirine hiç benzemeyen hayallerinin olduğunu
Okuyup öğrenerek,
öğrenip gözleyerek,
düşünüp bulmuştu

Hayal kurmak iyiydi
Olmayacak hayallerin peşinden koşmak kötü
Ama en kötüsü
bir hayalin peşinden dörtlü kolda
uygun adım gidilmesiydi
Kanla yazılan tarih sayfaları
kırmızıya kesmiş hayallerin şahidiydi
Ve bu hayallerin
figüranları arasından sıyrılan
sayısız gerçek kahraman
Kulaktan kulağa, gönülden gönüle
ilerlerken geleceğe
Hayal gücünün yüklediği imkânsız başarılar
gerçek hayali kahramanları
Bu kahramanlardan etkilenen ticaret sanatçıları
Kahramanların bir üst sürümü
hayali kahramanları yarattı
Küçücük bir çocuğunda
Yetmişine merdiven dayamış ihtiyarında
Çizgiden bile olsa
Beğendiği, benzemek istediği
bir hayal kahramanı vardı
Mehmet Hocanın hayal kahramanı
Ne çizgiden
ne bezden
ne demirden
nede tarihin derinliklerinde
imkansızı başaran fanilerdendi
Mehmet Hocanın hayal kahramanı
kesinlikle uçamaz
su altında yaşayamaz
tek başına orduları durduramazdı
ete kemiğe bürünmüş sıradan bir kahramandı
Aslında oldukça korkak, kahraman bile sayılmazdı.

Mehmet Hocanın hayal kahramanının tek özelliği
Mehmet Hocayı etkileyen ve düşünmeye iten
Aynı olaydan etkilenerek düşünen bazı insanların
Etkilenerek getirdiklerini
ve o an ne düşündüğünü hissetmesiydi
Bu insanlar neden düşünmüyor dediği zamanlarda
Hayal kahramanının çuvalladığını bilir
Yine de kahramanından vazgeçmezdi
İnsanın yarım yamalak tanıyabildiği
tek kişi kendisiydi

Mehmet Hoca gün boyu çalıştıktan sonra
Akşam ile yatsı namazı arasında
Yorgun argın eve geldiği bir yaz gününde
Geçti televizyonun karşısında ki yerine
Aslında dayanmıyor yüreği haberleri izlemeye
Ama mutlaka izleyecek
Kimine sevinecek, kimine üzülecek
Sorunlara kendi kafasında çözüm üretecek
Amma velakin haberlere bir hayli vakit var
Ekranda boy gösteriyor
Afrika steplerinde meşhur olmuş hayvanlar
Başrolde av ve avcı
Pür dikkat belgeseli izlemeye başladı

Büyük kedilerin en hızlısı koşmaya başlar
Ceylan sürüsü can havliyle panik içinde kaçar
Bulutların arasında süzülürken akbabalar
Bir ceylan büyük bir ağacın hemen yanında
Debelenmeye başlar toz bulutu arasında
İncecik boynu vahşi kedinin kan kokan ağzında
Ağacın en alt dalındaki, yapraklar arasından
Tüm heybetiyle atlar, bir erkek leopar
Ağzında kan kokusu,
midesinde gurultu
yavaş,yavaş
yalana, yalana
kaçar çita
Yukarıdaki akbabalar daireler çizerek alçalmaya başlar
Ekranın altından hızla geçiyor son dakika haberlerini anlatan yazılar
Sırtlan sürüsü dairenin merkezine yaklaşırken koşar adım
Boynundaki diş izinden kavradığı gibi ceylanı
Ağacın en alt dalına sıçradı leopar

Silahlar çekildi, dişler dışarıda
Sırtlan sürüsü ağacın altında
Hırsız leopar çıkamıyor bir üst dala
Hoplamalar, zıplamalar, hırlaşmalar
Biraz daha ileride sırasını bekliyor akbabalar

Afrika postası müzevir rüzgar
Duyduğunu,
duyduğu anda
duyduğu gibi
duyuran rüzgar
Her daim
her kokuyu
her yöne
taşıyan rüzgar
Gereğini yerine getirdi görevinin
Kapısını çaldı aslan ailesinin

Sırtlanlar kaçtı,
leopar panik içinde
Çitadan çaldığı,
sırtlanlardan kaçırdığı
Zavallı ceylanı
Kurtarmak isterken aslandan
Düşürdü ağaçtan aşağı
İşte buydu aslan payı

Akbaba, çita, sırtlan
ve leopar ve aslan
Hepsinin amacı aynı
canını kurtaramıyor ceylan
Ekranları başındaki milyonlarca insan
Ne düşünür? Acaba tam o an

Çocukların ve kadınların
ne düşünebileceğini
istisnalar hariç biliyordu
Adı Mehmet olmayanların
ne düşündüğüyle
bu sefer hiç ilgilenmiyordu

2.VE 3. MEHMET

Mesela Mehmet Ağa
Zengin mi zengin aşiret ağası
Tarlasında çalışıyor yüzlerce marabası
Kapının önünde bekliyor
Her işini gören Mehmet Kâhya ile karısı
Deve boğan akşam kahvesi sağ elinde
Sol eli şalvarının içinde
Televizyon açık kalmış Afrika belgeselinde
O an aklına, geçen gün topraklarına giren
Maraba Mehmet’in iki koyunu geldi
Tarlasındaki otları yediği için
Semiz olanını,
resmi ve sivil erkândan konuklarıyla yemişti
Kalan üç beş kemiği
iliğindeki etlerin leziz olduğunu söyleyerek
Mehmet Kâhya’ya vermiş
Diğer koyunu
ne kadar merhametli
bir o kadar adaletli olduğunu göstermek için
Maraba Mehmet’e geri göndermişti.
Maraba koyunun birini kurtardığı için
Kâhya, ağası koyunun en tatlı yerini
ona verdiği için duacı olmalıydı.
Ama onlar ne dua ediyorlardı
nede beddua edebiliyorlardı
Midas’ın kulaklarını bilmeseler de
yerin kulağı olduğunu biliyorlardı
Evrensel hukukun kabul edildiğini bilmeseler de
Adaletin o bölgede,
Mehmet Ağanın,
marabanın koyunuyla pekiştirdiği
tekelinde olduğunu biliyorlardı
Merhametin üçüncü sınıf matine piyeslerindeki gibi
canlandırıldığını bilmeseler de
Ağanın hiç merhameti olmadığını biliyorlardı
Kemiğin iliğini çıkartırken onurlarının kırıldığını biliyorlardı
Onurun karın doyurmayacağını çok daha iyi biliyorlardı
Ve en acısı
o bölgede
sığınılacak başka bir gücün
olmadığını biliyorlardı.
O kadar çok şey biliyorlardı ki
Bildikleri, ne yaşarlarsa yaşasınlar
sahnede mutlu görünmeyi gerektiriyordu.

Mehmet Kâhya kapı aralığından izlemişti belgeseli
Yırtıcılardan hiç birine benzetemiyordu kendini
Ceylan hiç değildi,
Hatta ceylan etine canı bile çekmişti
Olsa, olsa rüzgar olabilirdi

4. MEHMET
Mehmet Ağa’nın zulmünden kaçanların
Dağın eteğinden ovaya indirdiği şehir
Ve bu şehrin
Dağda mahsur kalan ilçelerinden sadece biridir
Mehmet Efendi’nin doğum yeri.

Mecburiyetten gönderildiği ilk ve son okul
Kapıcı köyündeki üç sınıflı ilkokul
Biraz matematik biliyor
yeterince okuyup yazabiliyor,
Büyüyünce ne olacaksın sorusuyla hiç karşılaşmadı
köyün yarısı gibi şehirde kapıcı olmanın hayalini kuruyor
Eli ayağı sağlam, Mehmetçik olmaya engeli yok
Tezkereyi alır almaz
Çoban Mehmet’in kızıyla evlenecek
başka yolu yok
Tezkere cepte
söz ve nişan evde
düğün inşallah ileride
Şehirdeki, kapıcı köylülerine haber uçurdu
el aman bir kapıda bana bulun hemen
Çok şanslıydı
İş arayanları hayattan bezdiren
günün ayı, ayın yılı kovaladığı zamanı yaşamadı
sıkılmaya bile vakit bulamadan
ertesi gün atla gel haberini aldı.
Yeni başlayan bir inşaatın tam gün bekçisi
iki yıl sonrada otuz iki dairelik apartmanın kapıcısıydı
Mehmet’ti, Mehmetçik oldu şimdi ise Mehmet Efendi
Hemen evlendi, arka arkaya iki çocuğu oldu
Aradan yıllar geçti
Büyüğü erkek on yaşında, küçüğü dokuzunda
İkisini de okutacak
On beş numarada ki Mehmet Beyin iki oğlunun ve kızının
Üniversiteyi kazandığında ki mutluluğunu yaşamak için
İkisini de okutacak
Efendi unvanının ikinci derece, hitap sözü olduğunu öğrendiği için
İkisini de sonuna kadar okutacak onları çok sevdiği için

Akşam servisini yaptıktan sonra
Soluklanmak için oturdu televizyonun karşısındaki koltuğa
Kumandanın tuşuna bastı, çita ceylanı kovalıyordu
Hayretler içinde izledi belgeselin sonunu
Yırtıcıların mücadelesini soluk soluğa anlatan spikere
nerdeyse birebir benziyordu
Kendi biraz sarışın
yada spiker biraz esmer olsa
ayırt edemezlerdi ikisini ilk bakışta
Ama spikere benzemek hiç hoşuna gitmedi
Cipin içinde, olanları seyretmiş
Çitanın yardımına gitmemişti.
Çıkarı için güçlünün kazanmasına seyirci kalan
birine benzemek kişiliğini rencide etmişti.
Daha önce izlediği bir belgeselden de biliyordu
vahşi kedilerin en hızlısı çita
çevredeki kapıcıların en hızlısı kendisiydi.
Çitanın hakkı yenince kendisini çita ile özdeşleştirmişti

5. MEHMET
Gelenler gidenler
Sidiği sararana kadar lak, lak edenler
Çalacağı kesin telefonlar ve ziller
Çalışmasını imkânsız hale getirdiğinden
Ve o gün mutlaka çalışması gerektiğinden
Mehmet Bey ofisine gitmemiş
Öğle yemeği arası bile vermeden
Çalışma odasında akşamı etmişti
Mehmet Efendinin siparişleri getirdiğinde çaldığı zil
Sanki paydos ziliydi
İçini engelleyemediği bir mutluluk kapladı
hiç ama hiç istemeden birazcık sevindi
Uykusunu yeterince almış gibi gerindi
Başı gözünden
gözü sırtından
sırtı kolundan
daha çok ağrıyordu.
İşi bitmişti
Yanıtlayamayacağı hiçbir soru
Çözemediği hiçbir detay kalmamıştı
Odasından salona geçti
Biraz dinlenmek için
uzandı televizyonun karşısında ki koltuğa
Yorgun gözleri
vücudunun ağrıyan bölümlerini
ne haliniz varsa görün der gibi
kendi haline bıraktı
Aslında göz kırpacaktı
gözleri kapandı ve açılamadı

Beş on onbeş ve yirmibeş
Kulağını tırmaladı spikerin heyecanlı sesi
gözleri açıldı
yirmibeş dakika sonra açılan göz
kırpmış sayılmazdı
Ceylan hayatın yaşamaya değer olduğunu
göstermek istercesine kaçıyor
Alt yazılar çitayı takip ediyordu
…Başbakan bu yıl beşinci kez Amerika’ya gitti…
(Uçak yerine gemiyle gitse iktidarın süresi yolda biter.)
Çita hayatta kalabilmek için
daha hızlı koşarak ceylana yaklaşıyordu
…Aniden bastıran yağmur otobanı nehre çevirdi…
(Denize akamayan dere gibi cesur olsa, hakları gasp edilen herkes, adalet sürekli olurdu bu dünyada sonsuza dek) 
Yalnızlığın ölümcül eşiğinde
toza bulanan ceylanın
boğazına geçmeden vahşi kedinin dişleri
uzaklaşan sürüsünün
ilk kez kıçını gördü
ve o an kahrından öldü.
…Mehmetçiğe hain pusu 
(Ne zaman bitecek bu, canla mesaj gönderiyor o…)
Ağaçtan sinsi bir leopar,
havadan akbabalar indi,
karadan sırtlanlar yaklaşıyor şimdi.
…Terör örgütü yandaşları şehirleri birbirine kattı
(Kim, kime mesaj gönderiyorsa mutlaka öder faturasını.)…
Aslanlar kükreyerek geldi ve ceylanı yedi
…Borsa düştü döviz yükseldi
Belgesel bitti
Şimdi haber saati
Mehmet Beyin diliyle dişi arasından
Döküldü kelimeler

Kimin dişi kime geçerse
Kimin gücü kime yeterse
Verilen mücadele anlamsız kalır
En güçlüyle mücadele edemedikçe.

Mehmet Hoca,
Alt yazılar için mi?
belgesel için mi ?
diye sormak isterdi.
Ama Mehmet Bey haberlere kilitlendi.

6. MEHMET

Yeni çıkmış tandırdan
Cefakâr anasının yokluk içinde
kara undan mayaladığı ekmek
Dumanı kaçırmadan
koyabilirse arasına
bir avuç çökelek
O gün,
geçen yılın tüm günlerinden
daha şanslı sayardı kendini Mehmet
Ekonomik şartların
ağıttan başka türkü söyletmediği memleketinden
Daha bıyıkları terlemeden
Çökelekli ekmek yiyebileceği
öğün sayısını arttırmak umuduyla
şehre gitti çalışmaya
Askerden önce ameleydi
Askerden sonrada birkaç yıl amelelik yaptı
Gördüğünü anlayacak
anladığını yapacak kadar zeki olduğundan
ustalığa terfi etti.
Sakin ve mütevazı kişiliği çevresinde sevilmesini
Ustalıktaki şaşırtan yeteneği
iş hayatında tercih edilmesini sağladı
Çalıştığı şirketin Rusya şantiyesinde gözü gönlü açıldı
Libya çöllerindeki inşaatlarda kendini tanıdı
Mehmet Usta olarak gittiği Arabistan’dan
Hacı unvanını alarak baba ocağına geri döndü
Başta anası,
bilcümle akraba hanımları
ve onların tanıdıkları
durumdan vazife çıkararak kolları sıvadılar
kapı, kapı dolaştılar
elemeleri yaptılar
Ve Muhtar Mehmet’in
karakaşlı
kara gözlü
selvi boylu
kızıyla Mehmet Ustayı baş göz ettiler.

Mehmet Usta bir daha gitmemek üzere döndüğü
yurtdışı birikimleriyle müteahhitliğe heves etti
Hevesi kursağında kaldığında
ne parası vardı nede borcu
Vahşi kapitalizmin salyalar akıtan iştirakçileri
kaliteden ödün vermeyen müteahhit Mehmet’i
yalayıp yutmuştu.
En güzeli en iyiyi üretmek için değil
En güzel görünen en kötüyü üretmek için yapılıyordu rekabet
Hakemlik yapması gerekse de
Rekabetçilerin arasındaydı koca hükümet
Bunları kabul edemeyecek kadar dürüst ve onurluydu müteahhit Mehmet

Hiç üzülmedi
Takım çantasını eline aldı
Önlüğünü beline taktı
Bıraktığı yerden işe başladı
Tek ihtiyacı
Kara ekmek, çökelek
Tasavvufla ilgilense uçardı Mehmet.
Günün ilk ışıklarıyla birlikte
en sevdiği şeylerin sofrada bulunduğu
kahvaltısını yaptıktan sonra
Emek hırsızlığına tenezzül etmeden
bütün gün çalıştı inşaatta
Akşam yemeğinde
Karnı burnunda eşinin yaptığı
tarana çorbasını içerken
Çitanın en sevdiği yemeğin
ceylan olduğunu anladı hemen
Yavaş kalan ölü
Hızlı koşan korkaktı
Yalnız yaşayan şanssız
Kalabalık olan cesurdu
Her şeyi gözleyen fırsatçı
İri ve kalabalık olan güçlüydü
Hızlıydı, yavaştı
Cesurdu korkaktı
Tek gerçek olan
Hepsinin karnı açtı
Amaç hayatta kalmaksa
En sevilen yemek tam bir palavra
Sadece bir lokma zorunlu ihtiyaçtı

7. VE 8. MEHMET

Hava ayaz, kuyruk hane sayısından hallice
Kimse farkında değil,
istasyona ilerliyor şimendiferlerden ibaret tren
her nefes verişte
İster sağ ayağınla bir adım at,
istersen solla
hedefe ulaşana kadar hoplayacaksın
bir adım önde iki ayağınla
Hiç olmadığın kadar özgürsün
Karanlıkta kalma özgürlüğünü kullanabilirsin
İçinden yöneticilere sövüp sayabilir
Hoplamaktan vazgeçip yavaşça donabilirsin
Ya da inatla sıranın sana gelmesini beklersin

Fitili en kısıkta lambanın
akşam yemeğinde
kuyruk anılarını dinlediler babasının
Bu en taze olanıydı
şeker için, çay için
yağ ve sigara için
hatta makarnayla ilgili bile
anıları vardı
Bu kadar soğuk olmasa
diğerleri gibi rutin
diğerleri gibi sıradan
diğerleri gibi alışılmış hayattan olacaktı
Ama değildi bu düzen değişmeliydi.
Depolarda beklerken kuyruktakilerin ürettikleri
Halkın kanını emiyor, koltuk altı bitleri

Sobanın üzerinde demlenirken akşam çayı
Soğuk gecenin sessizliğini bozdu köpeğin havlamaları
Sobadan payına düşeni alırken konuklar
Babasının gözü fitile kaydı ve uzattı fitili bir parmak dışarı

Hava nasıl olursa olsun, muhabbet hep sıcak
Konular değişse de tekrarlanan anılar sımsıcaktı
O akşam babası ilk kez büyük, büyük dedesini
Duyduğu kadarıyla anlatacaktı.

Molla Mehmet derlermiş
Malı mülkü yerinde
Saraçlık edermiş Tuvana Köyünde
Babam rakı sofrasında bitirdiği için
Bize kalan bu ev sadece
İlçenin ileri gelenlerinden
sözü geçer saygı değer bir adam
Ne kötü bir söz, nede yalan söylediği duyulmuş
Doğru, dürüst, onurlu ve gururlu bir insan
Dostu çok, bilinen bir düşmanı yok
Kıramadığı bir dostunun oğlu yüzünden
Şahit olmuş mahkemede geçer akçe sözü yüzünden
Şahitlik gerekçesi bilinmiyor
Belki iki tarla arasındaki sınır
Belki gençler arasında çıkan bir hır
Belki meşru müdafaa
Belki de değil
Gerekçe bilinmiyor dedim ya
tam anlamıyla sır

Mahkeme başlıyor
Oğlan ak değil
Molla anlatıyor
Saraç ak değil

Artık onurlu değil
Gururlu hiç olamaz
Artık doğru değil ki
Dürüst olsa ne yazar

Onurlu, gururlu, doğru, dürüst…
olamadıktan sonra
Köseleden surat lazım yüz yüze bakmaya
Ayı, güneşi, yıldızları geç
burnunun ucundaki ufka
bakamadıktan sonra
Göze ne gerek var yere dönmüş suratta
Ne bir silah lazım kafana sıkmaya
Nede bir ustura dilini kopartmaya
Zahmete değmez darağacı kurmaya
Onurun, gururun yeter kalbini durdurmaya

Gözlerini yerden kaldırdı dostuna baktı Mehmet
Dostu gülen gözlerini kaçırdı önüne baktı
Molla Mehmet çöktü dizlerinin üzerine
Nasırlı elleri kalbinin üzerinde
Yüzü toprağa değdi
Mahkeme bitiminde.
Babasının oradaymış gibi anlatmasından
Yüzlerce kez dinlediği anlaşılıyordu babasından
Bu ilk ve sondu
Babası bir daha anlatmadı
oğluna adını verdiği
Molla Mehmet’i
Çayın suyu,
Elektrik geldiğinde
Fokurdamaya devam ediyordu sobanın üzerinde
Televizyon geldiğinde ise
Taşmaya başlamıştı sobanın üzerine

Kaynadı fokurdadı
Kiminde soğudu
Kiminde demlendi
Kiminde taştı
Aradan yıllar geçti
Torun Mehmet hep korktu yalan söylemekten
Nefret etti kuyruğa girmekten
Öğle yemeği yemeden bitirdi üniversiteyi
Yemek sırasına girmek zoruna gittiğinden

İyi hal gerekçesi
huzurunda saygısızlık etmemek
Şahitlerin çıkışını
yıllarca izledi
hala izliyor
ve çaktırmadan izlemeye devam edecek
Hâkim Mehmet.

Sabah sekiz akşam beş
çalış Hâkim Mehmet çalış
Suçluların arasında
kuyruğa girmiş masumlar var
Daha çok çalış
Hâkim Mehmet
daha çok çalış
Baban kadar özgür değil
kuyruktaki masumlar
Babanın hatırı için çalış Hâkim Mehmet
Babanın hatırı için çalış

Yanıyordu sobanın içinde
hoplamaktan vazgeçenler donmasın diye
Eksiliyordu lambanın fitilinde
aydınlık karanlığı yensin diye
Hatır içinde
gönül içinde
hatta babası için bile
Ne yandı
nede eksildi
o saracın torunu Mehmet’ti

Mesai bitti bitecek
Günlerden Çarşamba
Elinde çok bilinmeyenli
matematik denklemi gibi
bir dosya
Kafa yorgun göz yorgun
Birinci sayfayı okudu tık yok
İkinci sayfa yine tık yok
Kalk git evine Hâkim Mehmet
Havanda su dövmeye gerek yok

Yavaş, yavaş kendiyle yarışmadan vardı evine
Bugün dönmeyecek yemekten sonra işe
Kapı açıldı suratlar iki karış
Kapı kapandı herkesin yüzünde gülücükler vardı
Hakim Mehmet bu akşam çalışmayacaktı
Eşine döndü yarın oğlanı dişçi Mehmet’e götür
Gülünce gördüm bir dişinde çürük var dedi
İşte buna tüm aile kahkahalarla güldü

Soyundu dökündü
Suyun altında kendine geldi
Eşofmanlarını giydi salona geçti
Sağ kolu oğlunun omzunda oturdular koltuğa
Çitanın kuyruğunu gördü
Bir o yana bir bu yana sallanıyordu
Büyük bir hızla çita ceylana yaklaşıyordu
Bir gözü belgeselde bir gözü nehir gibi akan haberlerde
Sessizce izlediler belgeseli her ikisi de

-Güçlü olan güçsüzü öldürüyor
Hepsi birbirinden korkuyor
Ceylana da acıdım çitaya da
Doğanın kanunu bu mu baba?

-Doğanın bir tek kanunu var
Güçsüz olan gider
diğerleri yaşamaya devam eder
Burada yem olan ceylan
güçsüz görünse de
uzaklaşan ceylan sürüsü daha çok ot yiyebilecek
ve çoğalmaya devam edecek
Doğada gördüğün her canlı
insanda dâhil buna
milyarlarca yıldır dönen dünyada
yaşamayı başarmışlar her koşulda
Güçsüz yada korkak yok içlerinde
Bir nefes fazla almak için
bütün olanaklarını kullanıyor
bütün hünerlerini sergiliyorlar.
Mesela çita
leoparla savaşsa
yaralanacak büyük olasılıkla
Leopar sırtlan sürüsüne kafa tutsa
sırtlanlar leoparı da yiyecek
ceylanın yanında
-Ama aslanlar hazıra kondu
-Her zaman bu kadar şanslı olamazlar
bu seferlik böyle oldu
-Peki baba
Tüm canlılar dost olsa
et oburlarda ot oburlar gibi
otla doysa
Hayvanlar arasındaki anlaşmazlıklara
mahkemeler baksa
-Olmaz dosyaları odalar almaz
-Ya baba… hayal kuruyoruz şurada
-Tamam, tamam devam et
Ve çita ot yemekten bıkıp
biraz önceki gibi
bir ceylanı yakalasa
Ceylanlar sana gelip şikayetçi olsa
Ne yaparsın nasıl karar verirsin?

Çitayı cinayetten
Leoparı delilleri karartmaktan
Aslanları delilleri yok etmekten
Sırtlanları çete kurup diğer hayvanları korkutmaktan tutuklarım.
_Peki ya akbabalar
Onlar bu olayın şahidi
Duruşma sonunda yaşıyorlar mı diye bakarım.
-Yaşıyorlarsa ne olur ?
Doğru karar verdiğimi düşünürüm
_Yaşamıyorlarsa
Ah be oğlum bu mevzu derin
Hatırlat yemekte anlatırım.

9. MEHMET

Beş yaşındaydı
Kerpiç binaya,
çatıyla beraber sonradan eklenmiş
ahşap balkonun korkulukları arasından
seyrederken alemi
Koca alemden
sadece bir dişi serçe
mis kokulu reçellik güllerin çevrelediği
eriğin dalından
ağzında bir böcekle
seyrederdi Mehmet’i
Serçe Mehmet’in gitmesini
Mehmet serçenin
saçağın altında bağrışan yavrularını
beslemesini beklerdi
Sarı yavru ağızlarının kapanmasıyla biten
mevsimi belli,
süresi belli
serçeyle oynadıkları bir oyundu bu
kimsenin bilmediği.
Altı yaşındaydı
Sadece büyüklerin bildiği
garip bir oyunu fark etti bir gün
Balkon güneye bakıyordu
Yerin kulağı vardı
Eskimiş kerpiç evlerin
kuzey duvarları sağırdı
Yeni yapılan afili evlerin ise
biri batıya
öteki doğuya
diğerleri birbirine
ama hepsi yola bakıyordu.
Oyun mu garipti?
Büyükler mi acayipti?
Gürültü yapan bulutları
ağlatacak kadar kim azarladı acaba diyerek
oyuna katılmak istediğinde
artık büyüdüğünü düşündü.
ama büyümek için daha çok küçüktü.
Yedi yaşındaydı
Öğretmenine götürdüğü güllerin artık solduğu
Eriklerin sapsarı olduğu
Yaprakların rüzgarla uçuştuğu bir günde
Korsan bayrağına öykünürcesine dalgalanan bulutların
Karşı dağların üzerinden gittiğini gördü.
Resim defterine not etti gördüklerini.

Sekiz yaşındaydı
Sağır duvarların dibindeki karın en son eridiğini
Kulağına su kaçan toprağın buram, buram tüttüğünü
Çiçekler açar açmaz
Karşı dağların üzerinde göçmen bulutların belirdiğini gördü
Resim defterine not etti gördüklerini
Ölüp,ölüp dirilen güllerdi
bulutlar geldiler gittikleri gibi
Dokuz yaşındaydı
Rotası da belli,
molası da belli
soğuktan sıcağa seyahat
programın emri.
Milyonlarca yıl önce denize gömülmüş
rotanın üzerindeki mola yeri
Programda o yere konmak var
O yerde soluklanıp
güzel yarınlara kanatlanmak var

Dağların üzerinde kaybolan kara bulutlar
Can ve can denize yağdılar
Canlarının yarısını molada bıraktılar
Sığırcık ölüleri kapladı denizi
Ağlayarak izledi Kaptan Cousteau belgeselini

Bir gün sonra on yaşına bastı
Gemide soluklanan sığırcık geldi aklına
O sığırcık kadar şansı var mıydı programlanan hayatında
Göç zamanı,
daha çok gemi orada olsa
daha çok sığırcık kurtulur diye düşündü.
Balinalar yan yana dizilse diye düşündü.
Kullanılmayan dubaların oraya konabileceğini düşündü.
Hatta göç zamanı sığırcıkları uyarması için serçeye anlattı olanları.
Anlatırken dubalara bağlanmış gemiler çizdi denizin ortasında
Balinalar gösteri yapıyor
Kara bulutlar sorti yapıyordu dubalara.
On bir yaşında ilk ödülünü aldı sığırcık bulutu çalışmasıyla.
On yedi yaşına kadar planlanan programa uydu

On sekiz yaşındaydı
Program yapmadan
Hiçbir programa uymadan
Hiç kimsenin programında olmadan yaşamak
Programın kölesi değil
Programsızlığın efendisi olarak yaşamak
Özgür olmayı programlayanlarla
Özgür kalmayı programlayanlar arasında
Özgürce programsız yaşamak
Ama
Bir salak
Bir asalak gibi değil
insanca yaşamak

Doğuştan yeteneği sayesinde
İstediği üniversitenin resim bölümüne girdi
Okulu süresince
Programsız yaşamak için programlar geliştirdi

Ressam Mehmet’in doğduğunda programlanan
uyması zorunlu bir programı kalmıştı
ondan sonra özgürce programsız yaşayabilirdi.
İp gibi sıraya girmiş
kıpırdamadan duruyor şapkalı insanlar
Ressam Mehmet’in kafası
kulağının iki parmak üzerinden kesilmiş
beyni dışarıda
Beyni dışarıda ama Mehmet dimdik ayakta
Bir el kargo yapıyor Mehmet’in beynini
balkonda bekleyen babasına
Kağıdı katlayıp zarfa koydu
Üzerinde savaş uçağı resmi olan pulun
tükürdü arkasına
Yakıtı uçaklı puldu
zarf yola koyuldu.

Özgür değilsin, zamanla ilişkin varsa
Acıktıysan doyur karnını
öğlende akşamda kendi işine baksın
Uykun geldiğinde uyu
uykunu aldığında kalk mesela
yarım yamalak uykuyla bir programa dahil olursan
özgür değilsin, boşuna yaşıyorsun dünyada
Canın istediğinde resim yap
sergi açmak uğruna geceni gündüzüne katarsan
işinin kölesi olursun o zaman
Seni bu halinle bile seven biri açar sergini
yaşarken sergine gitmeyen ilk ressam sen ol mesela
Ne kadar seversen sev evlenme
bir evetle alacağın sorumlulukları düşün
kıza da yazık etme
Uzunca bir süre yaşadı ressam Mehmet bu şekilde

Bir yaz günü akşamüstü gerinerek uyandı
Elinde kahvesi, bastı kumandanın düğmesine
Ölüm hareket halinde
Duranın şansı yok
Çitanın programında ceylan
Ceylanın programında yaşamak var
Hepsinin hedefinde ceylan
Hepsinin hedefinde yaşamak
Programı aksayan hedef,
Hedef olanın programı yaşamak.
………..
Telefonu kulağına götürdü
-Önümüzdeki Pazar günü işin yoksa benimle evlenir misin?
-Dur ajandama bakıyım dedi sevdiği
sevdiğini bildiği kadın.

10. VE 1. MEHMET

Babası öğretmen annesi değildi
Eğitim her şeyden önce gelirdi
İnsanları sevmeyi annesinden
Kitapları sevmeyi babasından
Karşılıksız sevmeyi kitaplardan öğrendi

Bir romanda rastladı yol arkadaşına
Bir şiirde ulaştı duyguların doruk noktasına
Bir türküde tanık oldu çaresizliğin feryadına
Tekrar, tekrar aşık oldu yurdunun insanlarına

Kalemin kağıda değdiği yerde
Yürekte yoğrulan her kelimede
Sazının bam teli titrediğinde
Aklı insan, fikri insan, titri insan
Biri yazar, biri şair, biri ozan

Geçmişi toplar, geleceğe çıkar
Dillenir mekân, türküsünü yakar
Şehvetle öpüşür, bilgiyle hayal
Gerçekle doğru, sevişir aşikâr

Bir eylül sabahında ilk kez kravat taktı
Ve ilk kez karşı çıktı hocasına
O saz çalmak istiyordu
Hocası ya mandolin ya flüt diyordu
O türkü söylemek istiyordu
Hocası neşeli ol genç diyordu

Ailesi ucuz olduğu için flütü tercih etti
Öğrenmedi öğrenmek istemedi
Daha sonraki denemelerinde ise
Saz çalmayı beceremedi
Belki yeteneği yoktu
Belki de aldığı hasar yeteneğini yok etmişti
Olsun diyordu olsun
Çalamıyorsam dinlerim
Söyleyemiyorsam türkülere eşlik ederim
Başkası olmadım ya
Ozanlara teşekkür ederim.

Kitap okudu, şiir yazdı, türkü dinledi
Bu kitabı kim yazmış
Bu türküyü kim yakmış
Bu insanlar nasıl yaşamış dediği gün
Tüm tehlikeleri göze alarak
Tek bir iş yapmaya şair olmaya karar verdi
Ne yapabilirlerdi ki
En fazla geçmiş düşünürlere yaptıklarını tekrar ederlerdi

Mesela
Evini başına yıkarlar
En mahrem değerleri buruşturarak
Kışkırttıklarıyla birlik olup taşlarlar
Olmadı başına odun vuracak birini bulurlar
Ya da zindanlarda çürütürler
Uzak bir ihtimal ama derini de yüzebilirler
Kör kurşundan bombadan falanda kurtulursan
Şanslı sayılırsın
Yok, olmadı mı? Kurtulamadın mı?
Sakın üzülme!
Bir süre sonra seni affeder
Sanki kaybetmişsin gibi, saygınlığını iade ederler

Yoksulluğun kader sanıldığı bu coğrafyada,
Onurunu kurtarmanın kamuflajıdır cesaret.
Kimse kimseden korkmaz.
Kimse de kimseyi korkutamaz.
Taşından mı? Toprağından mı? Suyundan mı? Bilinmez.
Cesaret hapşırır ötekinin yüzüne herkes.

İnsanların kendi kendine uyanamayacaklarını bilen birileri
Artık uyan diye bağıranlardan ve uyandırma ihtimali olanlardan korkarlar

Bu güne kolay gelinmedi
Bugünden kolay gidilmiyor
Kelle koltukta savaş istisna
Bir kalem bir kağıt kelle götürüyor

Bütün yaşananlara rağmen
Biri yazar, biri şair, biri ozan
Kaleminin ucundan dökülür insan

Bir şair der;
Korkma sev! Taş olmazsın
Korkma söyle! Onuncu köyde yaşarsın
Yaşadıkların kader değil
Güzel günler uzak değil

Koş, koş haydi koşalım
Güzel günlere yelken açalım
Tabuların karanlığından çıkıp
O karanlığa ışık tutalım
Koş, koş haydi koşalım

Bir ozan söyler;
Başka bir yol var
Çok ama çok dar
Cesurlar koşar
Korkaklar kaçar

Durma yürü koş
Yolun sonu hoş
Durduğun yer loş
Bekleme boş, boş

Mehmet okuldan geldi
Çita ceylanı yakalayana kadar belgeseli izledi
Mehmetçiğe hain pusu yazısı geçince alttan
Bir küçük defter birde kalem çıkardı cebinden
Ve başladı yazmaya

KARDEŞ KALALIM
Bin seneden fazla bu topraklarda
Kardeşçe yaşadık sevgiyle aşkla
Biz bize düştük bin bir oyunla
Gel kardeşim gel, gel oyun bozalım

İçerden dışardan tezgah kurulmuş
Hainler tezgahta başa oturmuş
Düşmanın hesabı aşikar olmuş
Gel kardeşim gel, gel tezgah bozalım

İki nefes arası canımız var
Halklarımız iç içe bağımız var
Düşman hesabında vatanımız var
Gel kardeşim gel, gel hesap bozalım

Dumanın ardından ateş dayandı
Nice gençler al kanlara boyandı
Analar ağladı yürekler yandı
Gel kardeşim gel, gel silah bozalım

Mehmet der bu vatan sadece bizim
Uğrunda verilen canlarda bizim
Bölünmez bütündür halklarda bizim
Gel kardeşim gel, gel kardeş kalalım

Mehmet hoca ayağa kalktı
Yatsı namazına yarım saat vardı
Karısını ve çocuklarını Allah’a emanet ederek çıktı evden
Ezandan önce KARDEŞ KALALIM şiirini okudu
Ardından vakti gelen yatsı ezanını
Her gün üç saf olan cemaat sokaklara taşmış
Özgürlük, bağımsızlık ve kardeşlik mesajını alan
Hiç inancı olmayan
Ve başka dinlere mensup onlarca insan
Son safın yan tarafında yerini almıştı
Ama maalesef namazı müezzin kıldıracaktı.

Bahattin Çakılkaya



Bahattin Çakılkaya
Kayıt Tarihi : 6.10.2021 00:00:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Bahattin Çakılkaya