Sivas’ın köyündendi Mehmed Nuri,
Ayazındandı Sivas’ın…
Bin dokuz yüz on beşti…
Henüz on sekiz yaştı…
Yazın gözleri yangın yangındı,
Kışın memleket türküleri ile ısınırdı küçücük yüreği…
Dünyası köyüydü Mehmedin
Yaz geceleri yıldızların altında uyurdu…
Yüreğine göklerden ilhamlar akardı…
En parlak bir yıldız arar tarar bulurdu,
Hayalinde o yıldız yavuklusu olurdu…
Sevmesi de gizlidendi Mehmedin;
Zeynep kalbinin bir yerinde oturur dururdu…
Zeynep köyün güzeli;
Bir memleket türküsü misali,
Çeşmede akan su gibi,
Ağaçta elma ve daldı,
Dalda yaralı bir kuş,
Kuşta kırık kanattı…
Günde ışık neyse oydu Zeynep…
Zeynep gözlerinde yaş,
Hep Mehmedi beklerdi…
Günler ve gecelerce,
Belki de senelerce…
Bir kuytudaki sözleri öyleydi,
Sözün değeri olan zamanlardı…
Anası Fadime Kadın;
Tandır başındaydı;
Hamurluydu elleri,
Gözleri hep nemliydi…
Mehmedine bakardı,
Mehmedin bakmaya kıyılmaz bir yanı vardı,
Oğlu gözünde bir ulu çınardı…
Kurban Bayramı arifesindeydi,
Mehmed kuzuydu kınalıydı…
Fadime Kadının aklından geçenler içini yakardı;
Gidip de dönemeyen yiğidi Hasanını,
Kafkas Cephesi’nde şehit düşen oğlu Hüseyin’ini anardı…
Boğazına düğümlenirdi adeta soluklar,
Tandır ateş alır Fadime Kadının taa içerisi yanardı…
Keder ve çile dolu bir zamandı;
Bir soğuk rüzgâr eserdi Sivas’ta,
Ortalık toz dumandı…
Bir söz gelir diline susardı,
Dudakları ısırmaktan çatlardı…
Gözlerine dolan kumları bahane ederdi ağladığında,
Kimi kimsesi kalmasa da şu yalan dünyada,
Mehmedinin uykusunda kestiği bir tutam saçını,
Göğsünün üstünde muska gibi saklar hiç ayırmazdı…
Öyle ya seferberlik zamanıydı,
Ölüm vardı kalım vardı…
Oysa hep güzel hayaller kurardı…
Vatan bir kara buluta sarılmış gibiydi,
Düşülen kuyular sanki dipsizdi…
Paramparça etmek için memleketi,
Yıkıp gitmek için dini devleti,
Bütün dünya gelmiş dediler bir araya…
Toplanmışlar Çanakkale adlı bir karaya…
Fadime Kadın gözyaşlarını kalbine gömerek,
Aldı Mehmedini karşısına
Baktı gözleri bir gülfidanına bakar gibiydi
Daldı gitti uzaklara ve dedi:
“Ey oğul;
Canımız,
Namusumuz,
Göklerin süsü nazlı bayrağımız,
Alnımızdaki terimiz,
Gönlümüzdeki sevgimiz,
Ezanımız,
İmanımız,
Namazımız,
Tarlada ekinimiz,
Bahçede meyvemiz,
Ellerimizin sıcaklığı,
Geçmişimiz, geleceğimiz…
Her bir şeyimiz değil midir vatanımız…
Düşman boğazımıza çökmüşken,
Bu gün vatan sana gel gel derken,
Ben bağrıma taş basar da beklerim…
Sen şehit oğlusun yola düş erken…
Bundan kelli gördüğüm her askerde seni görür oğul seni seyrederim,
Git Çanakkale’ye ancak o zaman sütümü helal ederim…”
Elleri öpülen….
Alnı öpülen…
Uzaklardan göz süzülüp görülen…
Dünyasını vatanına feda eden,
Fadime Kadın sessizce evinin kapısını kapadı…
Zeynep bakakaldı;
İnce tozlu yollara,
Avuçlarında sıka sıka tuttuğu bir sırla…
Neden sonra geldi de aklına,
Bir bakraç su döküverdi Mehmedinin ardı sıra,
Katarak sevda yüklü gözyaşlarına…
Vatan bu gün Çanakkale değilmiydi
62.Alay bir destan yazacaktı yeminliydi…
İşte Mehmed de Çanakkale’deydi,
Her şehirden asker vardı her köyden
İsimleri Ahmed, Mehmet, Ali, Osman’dı…
Kimi Urfa’dan kimi Rize’den kimi Kastamonu’dandı…
Deniz çok yamandı ve çok da güzel,
Boşuna gözünü dikmemişti el…
Kanlı hesapların bedeli candı,
Denizin suyu mu akan hep kandı…
Gökten bomba iner cansız bedenler,
Geriye dönmedi koşup gidenler…
Mermisi bitiyor süngü takıyor,
Coşkun bir su gibi taşıp akıyor…
Bir adım ötede şehitlik paye,
Sanma ki bir avuç topraktır gaye…
Mehmedin kalbinde vatan dünyası,
Şehit olmak onun bir tek rüyası…
62.Alay günün ilk ışıkları gibiydi
Kerevizdere’de Şehit Tepesi’ndeydi
Süngüsü hilaldi, yıldızdı mermisi…
Düşman kıyıdan ötesine gidemezdi,
Siperler arası bir asır… Üç dört metreydi…
Üsteğmen Zahid komutanıydı
Korkmazdı ölümden vatan onun canıydı
Cephe toz dumandı şehadetin peşinden koşardı,
Zahid Üsteğmen ölümü kovalardı…
Bombalar yağıyordu gökten
Mehmedse Sıratı geçer gibiydi
Yıldızlar yoktu artık köyde kalmıştı
Bu gök bir başka göktü
Yine de Zeynep kalbindeydi
Anasının çiçek çiçek sözleri yine de aklındaydı
Köyünde okunan ezanı duyuyordu kulakları
Hüseyin Ağası babası Hasan
Yine onu çağırıyordu…
Siperinden çıkıp süngüsünü takıyordu
Yere düştüğünde Üsteğmen Zahid’i gördü işte yanı başındaydı
Tam kalbinin üstündeydi yarası
Koynunda bir mektup elinde kızının bir tutam sarı saçını tutuyordu
Yüzünde şehitlere mahsus bir tebessüm taşıyordu…
Zahid Üsteğmen de onu çağırıyordu;
Gel Mehmedim dediğini de duyuyordu…
Birden Mehmedin taa içi ısındı, yandı…
Elini göğsüne götürdü elleri kandı…
Göğsündeki yara değil işte bu bir vatandı,
Peygamber müjdesiyle ölmedi canlandı,
Gözünün önünde dili dualı anasını gördü,
Zeynep de yanındaydı sanki ona Kevser’den bir avuç su verdi…
Mehmedler hala siperlerinde Çanakkale’yi geçilmez eyler,
Denizin üstünde yıldızlar daha onların destanlarını söyler…
Şehitler Tepesi’nde rüzgârın sesi bile,
Nice Zahidin nice Mehmedin sesin fısıldar…
Hakları ödenmez ki ne yapsak da nafile,
Dağların zirvesine düşen bembeyaz ilk kar…
“Daha kış görmesin bu memleket kardeş kalın,
Bir cephede öldük biz siz bundan bir ders alın…”
Kayıt Tarihi : 7.11.2013 12:02:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Şehitlerimize...
![Burhan Kale](https://www.antoloji.com/i/siir/2013/11/07/mehmedin-destani-2.jpg)
TÜM YORUMLAR (1)