„fikir ona derler ki bir yol açsın,
yol ona derler ki, bir gerçeğe ulaşsın”
ilk söz ile başladı değil mi herşey…
ilk söz ile aşk, ilk söz ile hayat, ilk söz ile umut…
ilk söz ile başlıyorum öyleyse.
merhaba ziyaretçi.
hoşgeldin!
tanımasam da seni, misafirim olmakla muhabbetimi celbettin.
en değerli olanı; zamanı paylaştın benimle.
bu mütevazi mekana düş/düşünce dünyamın küçük, perdeli penceresinden süzülecek hüzmeleri toplamayı murad ettim.
geç mi kaldım… belki.
nicedir mütereddit şekilde mesafeli durduğum şeyi, fikrî paylaşmayı arzuladım.
Halil İbrahim meselindeki gibi, dileyene yer var bu sofrada.
bahar fermanı ulaşmayınca Haktan, toprak sırrın açmaz imiş;
… öyleyse yazmanın vakti şimdi girmiş demektir.
muhabbet ile
mehdi
(bir adam’a…)
kendine
I
başkasına değil
kendine ölümü
bir adamın
urgana düğüm atışı kendine
adamın
II
güzel kıyısında uyanamadım
hayal ettiğim bir sahilin hâlâ
odamdaki çiçekler
şiir defterimde kuruyakaldı
her sabah pencereden uzatıyorum
ya bahar kokusunu duyursun
ya alsın artık diye
boynumu
III
meleşen kuzularım olacak
biliyorum
menekeşelerden başına taç yapan
bir sevdiceğim de
IV
katrandan bir gömlek sırtımda
yadigar değil
kendime
V
olsun… bir adam,
koşuyorum yine de
usanmadan
hayal ettiğim bir sahile
güzel kıyısında uyanmak için
şehir ıslanınca gece
bilesin, ağlayan benim, bir adam
başımı uzatıyorum hâlâ aynı pencereden
ya baharı koklayacağım
ya boynumu bırakacağım
şehre kar yağınca, günün bir vakti
bilesin, yaşlanan benim, bir adam
urganın düğümü çözülecek, gör bak
kuyudan su çekeceğim onunla kuzuma
taç olacak menekşelerini sulayacağım
sevdiceğimin
güneşi batarken şehrin akşam
aklında bulunsun,
kendine ölümü
başkasına değil
bir adam
güneşin doğuşunu seyreyliyorum her sabah.
herşey uyuyor. hayat dahi…
uzaktan bir martı sesi duymak arzusu şiddetle sarıyor bedenimi… deniz kokusunu anımsatan sesler bir bez, bir paçavra olsun istiyorum, dilek ağacıma bağlayacağım…
güneş doğuyor.
bu benim güneşim değil. bu, bir başka ufkun sabahı.
üzerimdeki gölge kalkmıyor.
kaygıdan irice, umuttun yoksunca gözlerle bakınıyorum bir o yöne, bir diğerine…
anlıyorum ki bir daha, gölgelerin uzadığı bir yerde, güneş batıyor demek…
başım öne düşüyor.
başı önünde olmak, geceyi sevmeyi gerektirir.
gariptir, güneşe uzanan yola yine bir gece şiiri ile çıkmıştım.
gece, seyyahın zincirlerini dişleyen fare.
kimseye itimat etmedim onun kadar… düşlerimi sımsıkı denkleştirip, yelken açarken uzak bir sahile, arkamda bıraktığım düşlerle avundum hep.
gün de döndü. ve sonra gece…
gece, ahistenin ateşten nefesi gibi. ahiste, cehennemi yutan yılan.
güneşi örttü, amma burguyu da kırdı bir kaç yerinden; sabahına yeniden dirilene dek… naftalin düşlerimi sakladığım sandukamı da örttü gece; kim bile hangi Yakubun gözlerini açacak, sırtımdaki vefakâr gömleğim gibi…
yıllar evvel, yahut yıllar ahir.
bir masa etrafında. uzun uzun bakıyorum güneşe… kanmak istiyorum, ab-ı hayattan içer gibi, doyarak her renginin tadına… gözlerimi alır korkusu bilmeden.
Meriç’in dizginlenmez ruhunu aleme açan pencerelerini yitirişi gibi, en verimli çağımda yitirdim düşlerimi…
şimdi, ancak yitik düşleri toplayan bir hurdacıyım.
ve ağlıyorum bazen, Meriç gibi.
zavallı yüreğim, artık yalnızca çarpıyor.
„düşlerimde bıraktığım gibi kalmışsın.
bir çaput iliştir sende ağaca.
vakta ki dileğin işitilir de,
düşlerinde kaldığım gibi bırakırsın beni…”
çilekeşim
altın saçların
neden çile örgülü
ve nereden alıyor yüzün
bu efsunu
kollarını kaldır
ve uç antonia
kocaman dönme dolabın üzerinden
- taşıdı son dileğini, unuttun mu -
karış oradan da
pamuk dedenin gamsız bulutlarına
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!