Meczup ( Meczup ile Sümbül) den

Cüneyt Demir 2
39

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

Meczup ( Meczup ile Sümbül) den

93 Meczup
I
Her gerçek aşk, içinde bir asil mecnun arar,
Ama kaç ferhat’a gebe kalmıştır ki zaman, sabırsız heveslerde,
Harap olmuş viran yüreklerde, şimdi kavruktur kan, yenik bir lal gönül,
Kül olur savrulur o eski hikâyede, yine bu meczup kerem,

Oysa sevmek şimdilerde, öylesine biçare, bir çocuk oyunu mu olmuştur, ne?
Yalnızca gülerim acemiye, şu çapkın toy mevsiminde, kibirle severken önce kendini,
Sanki gerçekten bulacakmış gibi, sözde arar, o körpe aşkın şehla nefesini,
İşte böylesine şaşkın düşünceler sararken, o saf gibi duran hain benliği,
Delirtir bazen insanı arzular, bazense sinsice yapışır dudağa arsızca dokunmalar,
Kanarsın hakiki aşk sanıp tutuşan bedene, taparsın şu pembeye çalan şehvetli gülüşe,
Halbuki sonsuz bir özlem içinde, hüzünle bekleyen, o leyla sevdası bile değil,
Asıl mecnun olabilmektir aşkta marifet, tadabilmek değil, kalabilmektir sevmek

II

Ey sevda, ey kanatları sonsuzluk göğümü saran zümrüdü anka,
Ne bin kere üflenmiş bir düğüm, ne tılsımlı bir muska, ne şifa iksirli bir ot,
Ne de eski bir tapınağın sunağında boğazlanmış, bir masum bakire kızın kanı değil,
Yüreğimdeki peri, tekrar küllerinden doğurur ancak seni, ey anka,
Hangi aşık istemez ki, en yüksek beyaz bulutlar içinde yüzmeyi,
Artık ateş kusan bir çin ejderhası kıvamında olsa da divane gözlerim,
Bana bir el şaklatman yeter, ya da bir gülüş, bir süzüş, bir göz kırpma,
Açar en çılgın kanadını, bu gözü kara deli yürek, süzülür ansızın hesapsızca kaf dağı’na,
Bilirim ancak, daima alçaktan uçmak isteyenler korkar, şu yükselmiş aşkın semasından,
Ey mehlika, ey sultan, ey tanrıça kim ister ki şu çıkrıksız kuyuya, gümüş yüzüğü atmayı,
Çalarım sana belkıs’ın paha biçilmez tahtını, tacını, acem şalını, çık gel geceme habersiz,
O meçhul billur köşkten şimdi kopar bir zılgıt, kopar onca kızıl kıyamet, kararır gece,
Yürür sabit sandığın tüm yüce dağlar, içimden dökülür çığlık gibi yakamozda ağıtlar,
Mavimtrak bir ışık saçar göğe doğru sular, uçuşur kartallar değil uğursuz baykuşlar,
Düşerim şimdi gecenin içinde parıldayan, o ince belli fingirdek, mavi cinlerin ardına,
Seni sorarım bütün kahinlere, tüm büyülü o hassas küreler, şu yanık özleminle çatlar,
Birden bir çiğ düşer sanırım geceye ansızın, sebebi donmuş yüreğimdeki bu yoksunluk,
Beyaz kanatlı atlar, taşıyamaz artık o saklanan sırlı geçmişin bunca ağır yükünü,
Dalgalanır uzun siyah saçlarımda rüzgâr, esen melteme karışır sarışın kıvılcımlar,
Ararım yangınımda o ela gözleri, o narin elleri, neredesin, çok karanlık, korkarım,
Ama o tarifsiz sümbül kokusu teninden tanırım gökyüzünde, kadife tonu sesini,
O an düşer peşine, sana tutkun, sana deli divane olmuş, pervane şu dört büyük melek,
Takılıp kalırlar sonra sanki sen diye, en parlak kuyruklu yıldızın kuzey medusa yüzüne,
Çünkü bir yunan tanrısı zeus’un elinden kaçmış gibidir, sıcak nefesli afrodit bakışların,
Hatta o bağdat masalı, şu sihirli lamba kadardır gizemli duyguların, üç dileksin sen,
Minareler kubbeler arasında uçuşur halılar, kırk haramiler basar sensiz kervanlarımı,
Şimdi bir efsun olur mısır’da züleyha ve seslenir ra piramitten, firavun’un yankılarına,
Nil silemez efkarımı, timsahlara atarlar yılgın mumyalarımı, yine yarılır ikiye kızıldeniz,
İşte bu esrarın sonsuzluğu içindeki o giz, mühürler kalbimi şu sırlı varlığına,
Ama bu sırlar, sınırlar koyar, çerçeveler ruhumdaki en aziz tabloları,
Ve haramdaki o en soylu esmer aygır, asla sevemez, bir yabancı mahrem kısrağı,
Saklanırım geceye, tutuşur ansızın birikmiş tüm hüzünler, kaçarım öfkemin azabından,
Beklemek ne kadar da yazıkmış geçmişi, kırarım mahzenimin o eskimiş paslı kilidini,
Sürerim şimdi zevkle, yüzyıllardır beklemiş şu eşsiz tat, testi şarabının keyfini,
Artık aşk için onca emek verilen sevginin, ansızın çıkıp bana geri gelmesini dilerim,
Sürgünüm yokluğunda, minnete düşmüş yorgun hayallerim, hallaç başımdan bezgin,
Solar her saat başı biraz daha, yarım açmış son kırmızı gonca güllerim

III

Zaman; kırıp, döküp, parçalayamaz desem de beklentilerimi,
Aslında zamana karşı, yenik doğar insan, sermayemiz sadece törpülenen bir an,
Yani en büyük zorbadır zaman, biçer o son nefesin, umudu hep turfanda şu saat dibini,
Oysa bitmeyen hedefler içinde, ateş eder gibi çalışır yelkovan, akrep bıçaklar geçmişi,
Alır birer ikişer hiç hükmünde, asla hiç usanmadan, o en çok sevdiklerimizi,
İşte bu yokluklar, kayıp yılların, en büyük gizlenen içsel elemini eker ruhuna,
Öylece akıp giderken zaman, biriken mezarlıklar bırakırmış şu aciz ömürde meğer,
Aslında tüm sahip olduğunu sandığın mülk, gizemle ölüm gamına saklanan bir yükmüş
Zaten şimdi var sandığım herkese, izafi zamanın içinde yok olan bir yalan,
Dokunursun en sevdiklerinin mezar taşına, sanki elini tutuyor, saçını okşuyormuş gibi,
Sanki sen hiç oraya yatmayacakmışsın gibi, düşünmeden nedense öylece sebepsiz,
Zaman, şimdi işte tam da bu zaman, sorarsın kendi kendine şu dipsiz o zor soruyu,
Ölüm mü daha çok üzer insanı, yoksa aşk acısı mı yaşamda sadece en sahi olan,
Düşsem de uçurum uçurum, o en asil yüksek vahşi burçlardan,
Sen ordasın ya bilirim, yazılmış kitabımdaki kaderim, senden ötürü severim gökyüzünü

IV

Hangi sınırdan ötesi, acaba gelecek sunar geçmişe?
Ya da ne kadar durup geri kalırsam gamsız, o kadar mı iyi?
Şu nasip denen şey hani, daima kovalar mı insanı?
Yoksa tercihlerin mi önüne çıkan tek şans, şu birikmiş keşkelerde?
Ama seçmediğimiz seçeneklerde bedel mi ödetir peki, bu hayatta bize?
Yani şimdi sadece seyre mi dalmak lazım bu filme, kaygısız, şüphesiz ve yargısız…
İşte bu kadar karmakarışıklık içinde, savrulur deli dumrul, tüm kaygılı duygularım,
Çünkü her mecnun, kendine uyan bir leyla ararken yüreğinde,
Ve her leyla, umutla çıkıp gelmesini beklerken, bir asil mecnun,
Ben kaçarım, kibirli insanların küçümser bakışlı o kaypak ders verir bilgeliğinden,
İşte bu mutlak yalnızlığımın içinde, her yeni seherde, serin bir rüzgâr ararım,
Ferahlatır yalnızlık bazen insanı, düşünmekse bazen zor gelir, şüpheli ve yargılı,
Koy verdim yükledim gitti, kafamda ne kadar boş düşünce varsa şafakta bir poyraza,
Ardımdan dua etsin sadece annem, şimdi kara toprağa düşmüş gibi sanki bütün neşem,
Masum ölü kelebekler artık uçuşur bedenimin içinde, asılır vicdanıma ümitler,
Bir de kor kızıl olmuş ufkumda, adamın dibi gibi çürür, eskimiş tükenmiş tüm hevesler,
İşte böyle çaresiz, işte böyle tükenmiş, işte böyle derbeder, beklerken sen diye ölümü,
Ben yıllar önce uzak diyarlarda fermanı kesik, toprağı kayıp, güneşe hasret, suya yanık,
O hoş hatırası bile bir kitap içinde kurutulmuş, solgun bir gonca gül olarak kalacağım,
Hatta şu bilinen en değerli hattatların elinde, tezhipsiz bir beyaz sayfada, böyle aşksız,
Bir vav, bir elif, bir sad bile olamadan, hani o gizli şifrelerin sırrına tam varamadan,
Belli ki öylece, zamanın içinde yitip gitmiş, bir hiç olacağım, sensiz kuru bir hiç,
Düşen yıldızların yerine yemin, alaca karanlığa yemin, gecenin sahibine yemin,
Üzüm’e, incire, zeytine ve tane tane olmuş narın üzerine yemin

V

Her gerçek aşk, içinde bir asil mecnun arar,
Ama kaç ferhat’a gebe kalmıştır ki zaman, sabırsız heveslerde,
Harap olmuş viran yüreklerde, şimdi kavruktur kan, yenik bir lal gönül,
Kül olur savrulur o eski hikâyede, yine bu meczup kerem,
Oysa sonsuz bir özlem içinde, hüzünle bekleyen, o leyla sevdası bile değil,
Asıl mecnun olabilmektir aşkta marifet, ölebilmek değil, kalabilmektir sevmek.

Cüneyt Demir 2
Kayıt Tarihi : 16.6.2022 12:58:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Cüneyt Demir 2